30 Aralık 2012 Pazar
29 Aralık 2012 Cumartesi
"Kusura bakmayın ama biz işi bırakıyoruz."
"Kusura bakmayın ama biz işi bırakıyoruz."
Yaşlı bir adam emekli olduktan sonra bir lisenin yanında küçük bir ev aldı. Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur
içinde geçirdi ama ders yılı başlayınca huzuru kaçtı.
Okulların açıldığı ilk günden başlayarak öğrenciler, dersten çıkar çıkmaz yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmeliyorlar, anlamsız sesler çıkararak bağırıp, çağırıyorlar, dayanılmaz gürültüler yapıyorlardı. Çocukların gürültülerinin
dinmek tükenmek bilmeyeceğini anlayan yaşlı adam, bu işe bir son verebilmek için kurnazca bir çözüm buldu. Ertesi gün
çocuklar öğrenciler okuldan çıkıp, yine dayanılmaz gürültüler yaparak evinin önünden geçerken yaşlı adam dışarı çıktı,
onlara bir öneride bulundu.
"Siz hepiniz çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz" dedi.
"Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı biçimde gürültüler çıkarmaktan
hoşlanırdım. Siz bana gençliğimi anımsatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün
bir dolar veririm. Kabul mü?."
Bu öneri çocukların çok hoşuna gitti. Her gün hem eğleniyorlar, hem bol bol gürültü yapıyorlar, hem de bir dolar para kazanıyorlardı.
Bu durum bir hafta bu biçimde sürdükten sonra bir gün yaşlı adam çocukları yine durdurdu ve onlara kısa bir açıklama yaptı:
"Çocuklar, yaşam pahalılığı, enflasyon beni de etkilemeye başladı" dedi. "Bugünden sonra size ancak elli sent verebileceğim.
Beni anlayışla karşılayacağınızı umarım."
Bu durumdan pek hoşlanmamalarına karşın çocuklar yaşlı adama anlayış gösterdiler ve günlük gürültülerini elli sent karşıladığında yapmayı kabul ettiler. Aradan birkaç gün daha geçtikten sonra yaşlı adam bir gün çocukları yine durdurdu
ve onlara bir durum açıklaması daha yapmak zorunda kaldığını bildirdi:
"Bakın, bizim emekli paralarını gününde ödemiyorlar" dedi.
"Durumum biraz sıkışık... Üzülerek söylüyorum ama yapabileceğim başka bir şey yok... Bundan sonra size ancak
yirmi beş sent verebileceğim... Tamam mı?.. Anlaştık mı?"
Yaşlı adamın bu son önerisi, çocukların hiç de hoşuna gitmedi. "Olanaksız bayım" dedi içlerinden biri. "Günde yirmi beş
sent için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Kusura bakmayın ama biz işi bırakıyoruz."
Alıntı
Yaşlı adam ve gürültücü öğrenciler
Yaşlı bir adam emekli olduktan sonra bir lisenin yanında küçük bir ev aldı. Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur
içinde geçirdi ama ders yılı başlayınca huzuru kaçtı.
Okulların açıldığı ilk günden başlayarak öğrenciler, dersten çıkar çıkmaz yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmeliyorlar, anlamsız sesler çıkararak bağırıp, çağırıyorlar, dayanılmaz gürültüler yapıyorlardı. Çocukların gürültülerinin
dinmek tükenmek bilmeyeceğini anlayan yaşlı adam, bu işe bir son verebilmek için kurnazca bir çözüm buldu. Ertesi gün
çocuklar öğrenciler okuldan çıkıp, yine dayanılmaz gürültüler yaparak evinin önünden geçerken yaşlı adam dışarı çıktı,
onlara bir öneride bulundu.
"Siz hepiniz çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz" dedi.
"Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı biçimde gürültüler çıkarmaktan
hoşlanırdım. Siz bana gençliğimi anımsatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün
bir dolar veririm. Kabul mü?."
Bu öneri çocukların çok hoşuna gitti. Her gün hem eğleniyorlar, hem bol bol gürültü yapıyorlar, hem de bir dolar para kazanıyorlardı.
Bu durum bir hafta bu biçimde sürdükten sonra bir gün yaşlı adam çocukları yine durdurdu ve onlara kısa bir açıklama yaptı:
"Çocuklar, yaşam pahalılığı, enflasyon beni de etkilemeye başladı" dedi. "Bugünden sonra size ancak elli sent verebileceğim.
Beni anlayışla karşılayacağınızı umarım."
Bu durumdan pek hoşlanmamalarına karşın çocuklar yaşlı adama anlayış gösterdiler ve günlük gürültülerini elli sent karşıladığında yapmayı kabul ettiler. Aradan birkaç gün daha geçtikten sonra yaşlı adam bir gün çocukları yine durdurdu
ve onlara bir durum açıklaması daha yapmak zorunda kaldığını bildirdi:
"Bakın, bizim emekli paralarını gününde ödemiyorlar" dedi.
"Durumum biraz sıkışık... Üzülerek söylüyorum ama yapabileceğim başka bir şey yok... Bundan sonra size ancak
yirmi beş sent verebileceğim... Tamam mı?.. Anlaştık mı?"
Yaşlı adamın bu son önerisi, çocukların hiç de hoşuna gitmedi. "Olanaksız bayım" dedi içlerinden biri. "Günde yirmi beş
sent için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Kusura bakmayın ama biz işi bırakıyoruz."
Alıntı
Gerçeğe Şüphe ile Ulaşılır
25 Aralık 2012 Salı
18 Aralık 2012 Salı
Street Fighter X Mega Man PC'ye Çıktı, Ücretsiz!
Street Fighter X Mega Man PC'ye Çıktı, Ücretsiz!
Capcom daha önce söz verdiği gibi Street Fighter x Mega Man'i PC için ücretsiz olarak yayınladı. Mega Man'in 25. Yıl kutlamaları kapsamında geliştirilen oyun bir hayli keyifli duruyor.
Bu ücretsiz dövüş oyununu indirmek için: http://www.capcom-unity.com/mega_man
Bu ücretsiz dövüş oyununu indirmek için: http://www.capcom-unity.com/mega_man
Merhaba
GoGoBaBa
17 Aralık 2012 Pazartesi
Müzik :: Şebnem Ferah

Queen, Heart gibi grupların şarkılarını çalarak Türkiye'nin ilk kadın rock gruplarından Volvox'un kurucusu olan Şebnem Ferah, Türkiye'de rock müzik denilince akla gelen sayılı isimlerden. Müzikal kariyerini basit ve net bir şekilde "15'imdeyken gitar çalıp şarkı söylemek benim her şeyimdi. O heyecanımı hala kaybetmedim" cümleleriyle tanımlayan ve hala müziğini icra etmeye devam eden Ferah, kariyerine altı stüdyo albümü, bir konser DVD'si, sayısız düet ve yüzlerce konser sığdırdı.
Makedonya'nın başkenti Üsküp'ten Yalova'ya göç eden Ferah Ailesi'nin son üyesi olarak 12 Nisan 1972 senesinde dünyaya gelen Şebnem, babasının ve ablasının müzikle ciddi anlamda ilgilenmesinden etkilenerek solfej derslerine; kendince şarkı söyleyip, mandolin çalmaya başladı. O zamanlar eğlenmek için yaptığı bir şey olan müzik, Bursa'daki Namık Sözeri Lisesi'ne yazılıp yatılı okumaya başlayınca hayatının amacı haline geldi. İlk defa ailesinden uzak kalan genç kız, seneler sonra hislerini "...Ailem beni öyle bir güven içinde büyüttü ki, bir adada yalnız başıma kalsam bile hayatta kalacağıma inanırdım." diye ifade etti.
Lise yıllarında Pegasus adlı bir müzik grubunda solistlik yapan Şebnem, 1988 senesinde Türkiye'niin ilk kadın rock gruplarından Volvox'u kurdu. Gitar ve vokalde yer alan Ferah, lisede tanıştığı Duygu Karpuz ve Ebru Bank'ı da gruba dahil etti. Elektro gitarda Duygu, bass gitarda Ebru ve davulda Bursa'da tanıştıkları Gül Ağırca yer alıyordu. Bursa'da açılan rock bar ve Sedat Yıldırım Sarıcan'ın desteğiyle konserlere çıkan dörtlünün gidişatı, Şebnem'in Ankara'daki Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ekonomi Bölümü'nü kazanmasıyla farklı bir boyut aldı.
Bölümü istemediğini anlayan Şebnem, ikinci sınıfında bıraktığı okulunu İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı'nda devam ettirmeye karar verdi. İstanbul gibi büyük bir şehirde rock müzik yapan Volvox, zamanla eleman değişikliğine uğradı. Grubu bırakan Ebru'nun yerine gelen Buket Doran, bugün hala birlikte sahne aldığı Şebnem ile yakın dost oldu. Ayrıca, modacılarımızdan Arzu Kaprol ve rock müziğin kadın seslerinden Özlem Tekin de Volvox'ta çalan diğer isimler.
Bölümü istemediğini anlayan Şebnem, ikinci sınıfında bıraktığı okulunu İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı'nda devam ettirmeye karar verdi. İstanbul gibi büyük bir şehirde rock müzik yapan Volvox, zamanla eleman değişikliğine uğradı. Grubu bırakan Ebru'nun yerine gelen Buket Doran, bugün hala birlikte sahne aldığı Şebnem ile yakın dost oldu. Ayrıca, modacılarımızdan Arzu Kaprol ve rock müziğin kadın seslerinden Özlem Tekin de Volvox'ta çalan diğer isimler.
Türk metal müzik gruplarından Pentagram'ın ön grubu olarak çıkan Volvox, Sis Bar ve Kemancı Bar tayfası tarafından sevilmişti ve dönemin rock müzik dergiler, fanzinleri neredeyse her sayılarında Volvox'tan bahseder olmuşlardı.
"Biz kadın rock müzisyenleri olarak çok fazla zorluk çektik. Öyle zamanlardı ki rock müzik performansı izleyemezdik bile. İzlemek için yılbaşını beklerdik."
1993 sonlarında çatırdamaya başlayan Volvox, 1994 senesinde dağıldığını duyurdu. İskender Paydaş, Onno Tunç ve Sezen Aksu'nun yapımcılığını üstlendiği ilk albümü "Kadın" için stüdyoya giren Şebnem Ferah, Tarkan Gözübüyük ile birlikte çalıştı. Raks Müzik Yapım tarafından 7 Aralık 1996 senesinde çıkan albümden Vazgeçtim Dünyadan, Fırtına, Bu Aşk Fazla Sana ve Yağmurlar adlı parçalar kliplendi. Satış rekorları kıran albüm, uzun zaman medyanın gündeminden düşmedi. İlk konserini 1997 Nisan'ında İzmir Ege Üniversitesi'nde veren Şebnem, altı bin kişiden fazla insanın geldiği bu etkinlik, müzisyenin gelecek vaat ettiğinin kanıtıydı.
"Volvox'ta çalarken gelecekte albümlerimin çıkacağı, şarkılarımın dinleneceği beklentisi içinde değildim. Duygularımla hareket ediyordum, o zaman ne yapmak istiyorsam onu yapıyordum. Bugün hala duygularımla hareket ederim. Volvox bitti, kendimde albüm yapabilecek gücü gördüm ve çalışmaya başladım."
Binlerce kopya satan ilk albüm başarısından konserden konsere koşan Şebnem, 1998 senesinde ablası Aycan Ferah'ı kaybetti. Ölümcül hastalığa yakalanan Aycan'ın hastalık döneminin oldukça sancılı geçtiğini söyleyen Şebnem, ikinci albümü "Artık Kısa Cümleler Kuruyorum"u ablasına "Bana müzik aşkını ilk kez hissettiren ve adeta öğreten canım ablam" diyerek ithaf etti.
6 Temmuz 1999 tarihinde çıkan ikinci albümünden Bugün ve Artık Kısa Cümleler Kuruyorum adlı parçaları kliplendiren Ferah, tüm Türkiye'yi acı içinde bırakan 17 Ağustos 1999 depreminde babası Ali Ferah'ı yitirdi. Bir sene arayla iki büyük kayıp yaşayan Şebnem, müziğe sıkı sıkı bağlanarak ara vermeden çalıştı.
Sezen Aksu, Sertab Erener, Nilüfer, Çelik, Tarkan, Tüzmen, Cenk Eroğlu ve Haluk Levent gibi müzisyenlere çeşitli şarkılarında geri vokalde eşlik eden Şebnem, Azeri sanatçı Polat Bülbüloğlu ile yaptığı "Gel Ey Seher" düeti ile de Azeri müzikseverlerin beğenisini kazandı. Ayrıca, 1989 senesinde çekilen "The Little Mermaid" animasyonu için "O Dünyada" adlı bir parça yazdı.
18 Ekim 2001 tarihinde üçüncü stüdyo albümü "Perdeler"i yayınlayan Ferah, albümdeki Perdeler parçasının farklı bir versiyonu için Finlandiyalı müzik grubu Apocalyptica ile birlikte çalıştı. Perdeler ve Sigara adlı parçalara klip çeken Şebnem, albümün CD versiyonunda Amerika'ya yaptığı yolculuğu ve Apocalyptica ile olan çalışmalarını sunuyor. Albüme ek olarak, son parçadaki bir kaç dakikalık sessizlikten sonra Yemen Türküsü'nü söyleyen müzisyen, dinleyicilerine hoş bir sürpriz yaptı.
"Ablamı ve babamı kaybetmek, hayatımın en zor dönemlerinden ikisini yaşattı. Perdeler'den sonra bir süre evime kapandım. 18'lerimdeyken izleyip de etkilendiğim ne kadar film, müzik varsa hepsini bir bir elden geçirdim. Eski heyecanımı yakalamak istiyordum."
Türk rock müzisyenlerinden Teoman ile de sıkı dost olan Şebnem, arkadaşının "İki Yabancı" adlı parçasında ona eşlik etti. Dipnot olarak, şarkıda Ferah'ın sesinin kısık olduğunu, ancak Teoman'ın görüşüyle, bu haliyle farklı bir hava kattığını da belirtelim.
Dördüncü albümü için stüdyo çalışmalarına başlayan Şebnem, 15 Mayıs 2003 tarihinde yayınladığı "Kelimeler Yetse" albümünde bambaşka biri olarak karşımıza çıktı. Aldatılmış, kadınlık gururu incinmiş, aşk acısı çeken ama yine de güçlü bir kadın imajı veren "Kelimeler Yetse", Ferah'ın da hep söylediği gibi, yazdığı en kişisel parçalardan oluşuyor. Albümden, Gözlerimin Etrafındaki Çizgiler, Ben Şarkımı Söylerken ve Mayın Tarlası parçalarına klip çeken usta müzisyen, Fanta Turnesi'ne çıkarak albümünü tanıttı.
Kargo grubu ile "Kalamış Parkı" düeti, Mor ve Ötesi grubu ile "Küçük Sevgilim" düeti, Nilüfer'in çıkardığı düet albümündeki "Erkekler Ağlamaz", Ogün Sanlısoy ile "Bir Ben" düeti, Müzeyyen Senar ile "Vardar Ovası" ve "Sarı kurdelem Sarı" düetleri, Bulutsuzluk Özlemi konserinde "Sözlerimi Geri Alamam" düetiyle beğeni toplayan Ferah, 2005 senesinde dinleyenlerine göre 'en sert', kendisine göre 'en keskin' albümü olan "Can Kırıkları"nı piyasaya sürdü. Karin Karakaşlı'nın "Can Kırıkları" adlı kitabından etkilenerek adını verdiği albümünden Ferah, Can Kırıkları ve Çakıl Taşları adlı parçalara klip çekti. Bu albümden Hoşçakal adlı parçaya da klip çeken Şebnem, yapım şirketiyle yaşadığı sorun yüzünden daha yayına girmeden klibi geri çekti.
Kargo grubu ile "Kalamış Parkı" düeti, Mor ve Ötesi grubu ile "Küçük Sevgilim" düeti, Nilüfer'in çıkardığı düet albümündeki "Erkekler Ağlamaz", Ogün Sanlısoy ile "Bir Ben" düeti, Müzeyyen Senar ile "Vardar Ovası" ve "Sarı kurdelem Sarı" düetleri, Bulutsuzluk Özlemi konserinde "Sözlerimi Geri Alamam" düetiyle beğeni toplayan Ferah, 2005 senesinde dinleyenlerine göre 'en sert', kendisine göre 'en keskin' albümü olan "Can Kırıkları"nı piyasaya sürdü. Karin Karakaşlı'nın "Can Kırıkları" adlı kitabından etkilenerek adını verdiği albümünden Ferah, Can Kırıkları ve Çakıl Taşları adlı parçalara klip çekti. Bu albümden Hoşçakal adlı parçaya da klip çeken Şebnem, yapım şirketiyle yaşadığı sorun yüzünden daha yayına girmeden klibi geri çekti.
Her konserine binlerce dinleyicisine seslenen müzisyenin canlı performansındaki başarısından bahsetmeden geçmek olmaz. Konserlere Aykan ilkan (davul), Metin Türkcan (gitar), Buket Doran (bass gitar), Ozan Tügen (klavye) ve Ceren Tügen (geri vokal) ile birlikte çıkan Şebnem Ferah, menajer Yeşim Doran ile birlikte çalışmaktadır.
"Beni seven insanlara her zaman samimi cevap veriyorum. Bu yüzden aramızda arkadaşlık ilişkisi oluyor. Şarkılarımı da bu samimiyetle yazıyorum. İçimden geçenleri törpülemeden, hapşırır gibi çıkıyorlar."
2007 senesinin 10 Mart gününde Bostancı Gösteri Merkezi'nde konser veren Ferah, bu konserini DVD olarak piyasaya sürdü. Orhan Şallıel ile birlikte çalıştığı bu DVD, kısa zamanda en çok satanlar listesinin baş numarasına oturdu. Çıkardığı beş albümden performanslar sergileyen Şebnem, Çakıl Taşları ve Sil Baştan performanslarını klip olarak yayınladı.
Koçfest ve Coca-Cola Soundwave ile şehir şehir gezen başarılı şarkıcı, son olarak 2009 senesinin Aralık ayında "Benim Adım Orman" adlı altıncı stüdyo albümünü çıkardı. Bu albümden Yalnız ve Eski'yi kliplendiren Ferah, Aylin Aslım, Badem, TNK ve Hayko Cepkin ile "Özgürce Yaşa" adında bir şarkı söyledi. Ayrıca, şarkının sadece Şebnem Ferah yorumu da mevcut.
LeechTurk :: LeechTurk TSF FORUMS : v1.7.2 by xam :: Müzik :: Şebnem Ferah
murmur

Zır Deli / İnfazcı Muco


Kayıt Tarihi: 11-08-2011
Mesajlar :675
12 Aralık 2012 Çarşamba
Facebook: 2012 Yılına Genel Bakış Gogobaba E. Gökhan Kayan

Bu yılki önemli gelişmelerin, öne çıkan gönderilerin ve popüler haberlerin dahil en önemli 20 anına genel bir bakış.
http://www.facebook.com/yearinreview/GoGoBaBa
11 Aralık 2012 Salı
Amiga: 25 senelik efsane!
Amiga: 25 senelik efsane!
1987, Commodore'un yılıydı: 25 sene geçse de hala unutulmayan bilgisayar Amiga 500, 90'lı yıllarda tüm dünyanın en sevilen oyun cihazı olmuştu.
25 yıl önce, Avrupa'da, özellikle İngiltere ve Almanya'da, Commodore, ucuz Amiga 500 ev bilgisayarıyla bir başarı hikayesi yazdı. 8-bit jenerasyonunun yerine geçen Amiga 500, özellikle de genç müşterilerden aldığı güçle Atari ST ve IBM PC gibi güçlü rakiplerini geride bıraktı ve 90'ların pazarına egemen oldu.
Amiga 500'ün tek eksiği TV bağlantısıydı; Amerikalı kullanıcılar bir adaptör ya da monitör alıp bu sorunun üstesinden gelirken Avrupalı kullanıcıların televizyonlarında hali hazırda bulunan scart bağlantısı ile Amiga 500'ün parlak RGB görüntüsü televizyona yansıyordu. Amiga 500'üne 512KB - 1MB arası ek hafıza koyanlar ise göreceli olarak daha ufak bir para karşılığında rakipsiz ve geleceğe yönelik bir bilgisayara sahip oluyorlardı.
1988'den itibaren Amiga 500'ün yolculuğuna yığınla yüksek kaliteli yazılım da eşlik etti. Hali hazırda pek çok Amerikan firması Commodore'dan dönüp PC'ye yanaşmaya başlamışken, özellikle Psygnosis, British Telecom'un alt firması Rainbird ve geliştirme takımlarından Bitmap Brothers ve Sensible Software gibi İngiliz firmaları sıradışı oyunlara imza attılar. Kısa bir süre sonra Fransız, Alman ve İskandinav programcılar da A500 trenine katıldılar. 80'lerin sonunda Amiga 500 için 1000'den fazla oyun piyasaya sürülmüştü ve bunların pek çoğu da sadece bu platforma özeldi.
Yasal yazılım pazarının yanında bir de hacker'ların yarattığı pazarda popülerleşen korsan oyunlar, gençliği tekno akımına yakınlaştırdı. Amiga yazılımlarının "kırılması (crack)" sayesinde bu yazılımlar çok daha büyük kitlelere ulaştı fakat hala bunun Commodore'un sonunu mu hazırladığı yoksa Amiga'nın başarısında temel sebep mi olduğu tartışılır.
Şurası kesin ki, yazılım kırılma ve bu sayede yazılımların okullarda arkadaşlar arasında takası olmasaydı pazar bu kadar hızlı ve güçlü büyüyemezdi. 80'lerin sonuna doğru Amiga en popüler bilgisayar haline gelmişti; hatta kimi Bayern Münih oyuncuları bile Commodore formalarıyla sahaya çıkıyorlardı. Yani Amiga 500, Commodore'u, tarihin en büyük bilgisayar üreticilerinden biri haline getirmişti.
Ne yazık ki Amiga 500, aslında Commodore'un son parlak fikri oldu. Kompakt bilgisayarların pazara hakim olmasıyla birlikte donanım geliştirmekte geri kaldı Commodore. Belki de elindekini yeterli sanmak gibi bir yanılgıya düştü. Ama sonun başlangıcı çoktan gelmişti bile...
Üst seviye modeller Amiga 2000, A3000 ve A4000, DOS-işletimli PC filosunun karşısında duramadı. Daha sonra düşük fiyata alt seviye modeller piyasaya sürmeyi deneyen Commodore, bu hamlesiyle de geri dönmeyi ek başaramadı.
Birkaç uyumluluk sorunu dışında (yeni işletim sistemi eski oyunların hepsini tanımıyordu) dış görünüş olarak hiç değişmeyen Amiga 500+'nın ardından 1992 senesinde Amiga 600'ü tanıttı Commodore. Amiga 500'ün çevre birimleriye uyumlu olmaması, yüksek fiyatı ve nümerik olmayan klavyesiyle Amiga 600, hayranlarının beklentilerini yarı yolda bıraktı. Üstelik tamamen lehimli yapısı ve bu yapının soketlerde yaşattığı sorun, donanım güncellemesi yapmayı da çok zorhale getirdi. Ayrıca işletim sistemi yine pek çok oyunla uyumlu değildi.
Yine 1992 yılında, Amiga 600'ün çıkışından sadece birkaç ay sonra, Commodore azalan prestijini ve popülaritesini toparlamak için Amiga 1200'ü piyasaya sürdü. Görünüş olarak Amiga 500'e benzeyen fakat yeni AGA-çipsetini kullanan, teknik ve grafik olarak Amiga 600'den çok daha üstün olan Amiga 1200, dahili sabit disk ile yükseltilebiliyordu. Fakat ne yazık ki Commodore'un bu hamlesi çok geç kalmıştı; market Sega ve Nintendo, IBM ve Apple arasında güç yarışmasına dönüşmüştü bile... Böylece Commodore'un çağı da sona ermiş oldu.
Amiga CD32 isimli konsolla CD-ROM piyasasına atılmayı da deneyen Commodore, pazarın yenilmez liderleri Sega ve Sony'den pay kapmaya çalıştı fakat sadece birkaç yüz bin CD32 cihazı satabildi. 29 Nisan 1994 tarihinde ise, şirket resmi olarak kepenklerini indirdi.
Avrupalı oyun geliştiricileri Amiga'nın tecrübesinden yararlandı ve daha sonraları teknik olarak benzer Sega Mega Drive konsolu piyasaya sürüldü. 80'lerin ve 90'ların grafik programlama uzmanları, Amiga'nın programlanması için kullanılan geliştirme araçları ve ara yazılımlar Playstation Co. tarafından devralındı. Peter Molyneux ve Jez San'dan David Perry'e, DMA, Codemasters ve Factor 5'ten Reflections'a kadar 21. yüzyıla damgasını vurmuş sayısız oyun ve üretici, ilk ünlerini Amiga 500'de kazanmışlardı...
KAYNAK
1987, Commodore'un yılıydı: 25 sene geçse de hala unutulmayan bilgisayar Amiga 500, 90'lı yıllarda tüm dünyanın en sevilen oyun cihazı olmuştu.
25 yıl önce, Avrupa'da, özellikle İngiltere ve Almanya'da, Commodore, ucuz Amiga 500 ev bilgisayarıyla bir başarı hikayesi yazdı. 8-bit jenerasyonunun yerine geçen Amiga 500, özellikle de genç müşterilerden aldığı güçle Atari ST ve IBM PC gibi güçlü rakiplerini geride bıraktı ve 90'ların pazarına egemen oldu.
Amiga 500'ün tek eksiği TV bağlantısıydı; Amerikalı kullanıcılar bir adaptör ya da monitör alıp bu sorunun üstesinden gelirken Avrupalı kullanıcıların televizyonlarında hali hazırda bulunan scart bağlantısı ile Amiga 500'ün parlak RGB görüntüsü televizyona yansıyordu. Amiga 500'üne 512KB - 1MB arası ek hafıza koyanlar ise göreceli olarak daha ufak bir para karşılığında rakipsiz ve geleceğe yönelik bir bilgisayara sahip oluyorlardı.
1988'den itibaren Amiga 500'ün yolculuğuna yığınla yüksek kaliteli yazılım da eşlik etti. Hali hazırda pek çok Amerikan firması Commodore'dan dönüp PC'ye yanaşmaya başlamışken, özellikle Psygnosis, British Telecom'un alt firması Rainbird ve geliştirme takımlarından Bitmap Brothers ve Sensible Software gibi İngiliz firmaları sıradışı oyunlara imza attılar. Kısa bir süre sonra Fransız, Alman ve İskandinav programcılar da A500 trenine katıldılar. 80'lerin sonunda Amiga 500 için 1000'den fazla oyun piyasaya sürülmüştü ve bunların pek çoğu da sadece bu platforma özeldi.
Yasal yazılım pazarının yanında bir de hacker'ların yarattığı pazarda popülerleşen korsan oyunlar, gençliği tekno akımına yakınlaştırdı. Amiga yazılımlarının "kırılması (crack)" sayesinde bu yazılımlar çok daha büyük kitlelere ulaştı fakat hala bunun Commodore'un sonunu mu hazırladığı yoksa Amiga'nın başarısında temel sebep mi olduğu tartışılır.
Şurası kesin ki, yazılım kırılma ve bu sayede yazılımların okullarda arkadaşlar arasında takası olmasaydı pazar bu kadar hızlı ve güçlü büyüyemezdi. 80'lerin sonuna doğru Amiga en popüler bilgisayar haline gelmişti; hatta kimi Bayern Münih oyuncuları bile Commodore formalarıyla sahaya çıkıyorlardı. Yani Amiga 500, Commodore'u, tarihin en büyük bilgisayar üreticilerinden biri haline getirmişti.
Ne yazık ki Amiga 500, aslında Commodore'un son parlak fikri oldu. Kompakt bilgisayarların pazara hakim olmasıyla birlikte donanım geliştirmekte geri kaldı Commodore. Belki de elindekini yeterli sanmak gibi bir yanılgıya düştü. Ama sonun başlangıcı çoktan gelmişti bile...
Üst seviye modeller Amiga 2000, A3000 ve A4000, DOS-işletimli PC filosunun karşısında duramadı. Daha sonra düşük fiyata alt seviye modeller piyasaya sürmeyi deneyen Commodore, bu hamlesiyle de geri dönmeyi ek başaramadı.
Birkaç uyumluluk sorunu dışında (yeni işletim sistemi eski oyunların hepsini tanımıyordu) dış görünüş olarak hiç değişmeyen Amiga 500+'nın ardından 1992 senesinde Amiga 600'ü tanıttı Commodore. Amiga 500'ün çevre birimleriye uyumlu olmaması, yüksek fiyatı ve nümerik olmayan klavyesiyle Amiga 600, hayranlarının beklentilerini yarı yolda bıraktı. Üstelik tamamen lehimli yapısı ve bu yapının soketlerde yaşattığı sorun, donanım güncellemesi yapmayı da çok zorhale getirdi. Ayrıca işletim sistemi yine pek çok oyunla uyumlu değildi.
Yine 1992 yılında, Amiga 600'ün çıkışından sadece birkaç ay sonra, Commodore azalan prestijini ve popülaritesini toparlamak için Amiga 1200'ü piyasaya sürdü. Görünüş olarak Amiga 500'e benzeyen fakat yeni AGA-çipsetini kullanan, teknik ve grafik olarak Amiga 600'den çok daha üstün olan Amiga 1200, dahili sabit disk ile yükseltilebiliyordu. Fakat ne yazık ki Commodore'un bu hamlesi çok geç kalmıştı; market Sega ve Nintendo, IBM ve Apple arasında güç yarışmasına dönüşmüştü bile... Böylece Commodore'un çağı da sona ermiş oldu.
Amiga CD32 isimli konsolla CD-ROM piyasasına atılmayı da deneyen Commodore, pazarın yenilmez liderleri Sega ve Sony'den pay kapmaya çalıştı fakat sadece birkaç yüz bin CD32 cihazı satabildi. 29 Nisan 1994 tarihinde ise, şirket resmi olarak kepenklerini indirdi.
Avrupalı oyun geliştiricileri Amiga'nın tecrübesinden yararlandı ve daha sonraları teknik olarak benzer Sega Mega Drive konsolu piyasaya sürüldü. 80'lerin ve 90'ların grafik programlama uzmanları, Amiga'nın programlanması için kullanılan geliştirme araçları ve ara yazılımlar Playstation Co. tarafından devralındı. Peter Molyneux ve Jez San'dan David Perry'e, DMA, Codemasters ve Factor 5'ten Reflections'a kadar 21. yüzyıla damgasını vurmuş sayısız oyun ve üretici, ilk ünlerini Amiga 500'de kazanmışlardı...
KAYNAK
Dik dur ve gülümse bırak neden gülümsediğini merak etsinler
Nazlı Masatçı Davası İle İlgili Basın Açıklaması :
Nazlı Masatçı Davası İle İlgili Basın Açıklaması :
Posted: 11 Dec 2012 06:55 AM PST
Basına ve Kamuoyuna;
01.09.2010 yılından bu yana Tiyatromuzun oyuncusu Nazlı Masatçı, İnan Süver’e destek eyleminde oynadığı “Palto” isimli sokak oyunundan yargılanmaktaydı. Bugün 20. Sulh Ceza Mahkemesi’nde karar davasına çıkan oyuncumuz, eyleme katılan 5 kişi ile birlikte, “Halkı Askerlikten Soğutmak” suçlamasından 6 ay ceza aldı. Hakim “mahkemede gösterdiği iyi niyet” için sanıklara 6′da 1 indirim uygulayarak cezayı 5 aya indirdi. Ve sonra 5 yıl boyunca benzer suçlara karışmamaları kaydıyla cezayı 5 yıl erteledi.
Bizler en basından beri bu davada yargılanan sanat olduğunu söyledik. Bugün orada ceza alan Nazlı Masatçı değil, N.Gogol’dur. Bu davaya karşı belirleyeceğimiz duruş, sanatın gelecekte nasıl bir yerde duracağını gösterecektir. Nazlı Masatçı’ya verilen ceza sadece İzmir Yenikapı Tiyatrosu’na değil, “Rağmen” açılış yapan Şehir Tiyatroları sanatçılarına, Devlet Tiyatrosu’nun kapatılmasına ve şehir tiyatrolarının yönetmeliğinin değiştirilmesine karşı çıkan bütün bir kamuoyuna verilmiş gözdağıdır.
Adalet’in terazisi “uslu” çocuklar olmayı öğretmeye koşullandırılmış olsa da bizler uslu durmayacağız.
N.Gogol’u bu suçta yalnız bırakmayacak ortaklar bulacağız. Mesela W. Shakespeare, A.Çehov, P.Weiss, B.Vian ya da Melih Cevdet Anday, Can Yücel, Yaşar Kemal, Haldun Taner.. Oyunlarımızı her koşulda sahneye ve sokağa “Bir derdimiz var ki” diye çıkaracağız.
Tüm dostlarımız ve dost olamayanlarımız bilsin ki; bir toplumun sanatı yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür.
Dava sürecinde kamuoyuna, “Sanat Yargılanıyor, susacak mısınız?” diye sormuştuk. Yüzlerce insan imzalarıyla, onlarca aydın-yazar-sanatçı yazılarıyla
destek vermişti. Bir kez daha soruyoruz şimdi; N. Gogol 5 ay ceza aldı! Ne yapacaksınız?
Sanatta işlenebilecek hiç bir suç yoktur !
İZMİR YENİKAPI TİYATROSU

01.09.2010 yılından bu yana Tiyatromuzun oyuncusu Nazlı Masatçı, İnan Süver’e destek eyleminde oynadığı “Palto” isimli sokak oyunundan yargılanmaktaydı. Bugün 20. Sulh Ceza Mahkemesi’nde karar davasına çıkan oyuncumuz, eyleme katılan 5 kişi ile birlikte, “Halkı Askerlikten Soğutmak” suçlamasından 6 ay ceza aldı. Hakim “mahkemede gösterdiği iyi niyet” için sanıklara 6′da 1 indirim uygulayarak cezayı 5 aya indirdi. Ve sonra 5 yıl boyunca benzer suçlara karışmamaları kaydıyla cezayı 5 yıl erteledi.
Bizler en basından beri bu davada yargılanan sanat olduğunu söyledik. Bugün orada ceza alan Nazlı Masatçı değil, N.Gogol’dur. Bu davaya karşı belirleyeceğimiz duruş, sanatın gelecekte nasıl bir yerde duracağını gösterecektir. Nazlı Masatçı’ya verilen ceza sadece İzmir Yenikapı Tiyatrosu’na değil, “Rağmen” açılış yapan Şehir Tiyatroları sanatçılarına, Devlet Tiyatrosu’nun kapatılmasına ve şehir tiyatrolarının yönetmeliğinin değiştirilmesine karşı çıkan bütün bir kamuoyuna verilmiş gözdağıdır.
Adalet’in terazisi “uslu” çocuklar olmayı öğretmeye koşullandırılmış olsa da bizler uslu durmayacağız.
N.Gogol’u bu suçta yalnız bırakmayacak ortaklar bulacağız. Mesela W. Shakespeare, A.Çehov, P.Weiss, B.Vian ya da Melih Cevdet Anday, Can Yücel, Yaşar Kemal, Haldun Taner.. Oyunlarımızı her koşulda sahneye ve sokağa “Bir derdimiz var ki” diye çıkaracağız.
Tüm dostlarımız ve dost olamayanlarımız bilsin ki; bir toplumun sanatı yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür.
Dava sürecinde kamuoyuna, “Sanat Yargılanıyor, susacak mısınız?” diye sormuştuk. Yüzlerce insan imzalarıyla, onlarca aydın-yazar-sanatçı yazılarıyla
destek vermişti. Bir kez daha soruyoruz şimdi; N. Gogol 5 ay ceza aldı! Ne yapacaksınız?
Sanatta işlenebilecek hiç bir suç yoktur !
İZMİR YENİKAPI TİYATROSU

Posted: 11 Dec 2012 02:29 AM PST
Vicdani retçi İnan Süver’in tutuklu olduğu dönemde İzmir’de destek için yapılan eylemde Gogol’un yazdığı Palto adlı oyunu oynayan tiyatrocu Nazlı Masatçı’nın içinde olduğu 6 kişinin yargılandığı davada karar çıktı.
İzmir 20. Sulh Ceza Mahkemesi, 6 kişi hakkında TCK’nın “halkı askerlikten soğutmak” eylemini düzenleyen 318. maddesinin ihlal edildiği gerekçesiyle 6 ay hapis cezası verdi. Ceza, “iyi hal indirimi”yle 5 aya indirildi. Mahkeme, hükmün açıklanmasını 5 yıl erteledi.
‘SANATIMIZI YAPMAYA DEVAM EDECEĞİZ’
Duruşma sonrasında Bayraklı Adliyesi’nin önünde açıklama yapan Yenikapı Tiyatrosu yönetmenlerinden Orçun Masatçı, Bugün N. Gogol halkı askerlikten soğutmaktan 5 ay ceza aldı. Endişeye mahal yok 5 yıl boyunca suç(!) işlemezse ertelendi.
A. Çehov’u, W. Shakespeare’i, H. Taner’i, G. Dilmen’i ne zaman yargılayacaklar heyecanla bekliyoruz..
Unuttular ama hatırlatalım;
Bir toplumun türkülerini (sanatini) yapanlar, yasalarinı yapanlar daha güçlüdür.
Masatçı, söz konusu cezanın Türkiye’de “adalet”in nasıl tecelli ettiğini gösteren örneklerden biri olduğunu belirtti.
(etha)
İzmir 20. Sulh Ceza Mahkemesi, 6 kişi hakkında TCK’nın “halkı askerlikten soğutmak” eylemini düzenleyen 318. maddesinin ihlal edildiği gerekçesiyle 6 ay hapis cezası verdi. Ceza, “iyi hal indirimi”yle 5 aya indirildi. Mahkeme, hükmün açıklanmasını 5 yıl erteledi.
‘SANATIMIZI YAPMAYA DEVAM EDECEĞİZ’
Duruşma sonrasında Bayraklı Adliyesi’nin önünde açıklama yapan Yenikapı Tiyatrosu yönetmenlerinden Orçun Masatçı, Bugün N. Gogol halkı askerlikten soğutmaktan 5 ay ceza aldı. Endişeye mahal yok 5 yıl boyunca suç(!) işlemezse ertelendi.
A. Çehov’u, W. Shakespeare’i, H. Taner’i, G. Dilmen’i ne zaman yargılayacaklar heyecanla bekliyoruz..
Unuttular ama hatırlatalım;
Bir toplumun türkülerini (sanatini) yapanlar, yasalarinı yapanlar daha güçlüdür.
Masatçı, söz konusu cezanın Türkiye’de “adalet”in nasıl tecelli ettiğini gösteren örneklerden biri olduğunu belirtti.
(etha)
6 Aralık 2012 Perşembe
şöyle özetleyeyim şapka konusunu.
Aslanın canı çok sıkılmıştır, hemen tilkiyi çağırır.
“Çok canım sıkılıyor, vakit geçirecek bir şeyler bul bana.” der.
“Çok canım sıkılıyor, vakit geçirecek bir şeyler bul bana.” der.
Tilki sinsice gülerek ;
“Tamam Kralım, su kıyısına gidelim.Orada bulduğumuz ilk hayvanı dövelim.” der.
Bu fikir aslanın pek hoşuna gider ama bahane lazımdır.
Tilki onu da düşünür hemen.
“Şapkan niye yok deyip pata küte döveriz kralım” der Tilki.
Hemen su kıyısına inerler.Orada bulunan Tavşanı çağırır aslan yanına.
”Nerde lan senin şapkan” der.
Tavşan şaşırır.
”Ne Şapkası kralım.” Demeye kalmadan, Aslan Tavşanı evire çevire döver.
”Ne Şapkası kralım.” Demeye kalmadan, Aslan Tavşanı evire çevire döver.
Ertesi gün aslanın yine canı sıkılır ve su kıyısına iner. Tavşanı tekrar çağırır yanına.
Yine ”Nerde lan senin şapkan” der Aslan ve yine pata küte döver tavşanı.
Bu olay üç gün tekrarlanır. ….
Dördüncü gün Aslan Tilkiye ;
”Hep aynı soruyu sormak ve aynı bahaneyle dövmek ayıp oluyor. Değişik şeyler bul” der.
”Hep aynı soruyu sormak ve aynı bahaneyle dövmek ayıp oluyor. Değişik şeyler bul” der.
Tilki de; ”Elbette bulurum sayın kralım, hatta buldum bile. Tavşandan sigara isteyelim. Filtreli getirirse, neden filtresiz getirmedin, filtresiz getirirse neden filtreli getirmedin diye dövelim...” der.
Aslan beğenir bu fikri ve hemen tatbik eder.
Tilkiyi de yanına alarak su kıyısına inerler.
Aynı tavşan, kafası gözü sargıda, titreyerek yiyecek bir şeyler aramaktadır dere kenarında.
Aslan tavşana ”Git bana bakkaldan sigara al...” der
Tavşan hemen koşmaya başlar ama bir iki adım sonra durup geri dönerek,
” Filtreli mi Olsun, yoksa filtresiz mi sayın kralım” diye sormaz mı…
Aslan şaşırmıştır. Ne diyeceğini bilemez, hemen bağırmaya başlar ;
Tavşan hemen koşmaya başlar ama bir iki adım sonra durup geri dönerek,
” Filtreli mi Olsun, yoksa filtresiz mi sayın kralım” diye sormaz mı…
Aslan şaşırmıştır. Ne diyeceğini bilemez, hemen bağırmaya başlar ;
“NERDE LAN SENİN ŞAPKAN !”
Gül yaprağı
GÜL YAPRAĞI
Uzakdoğu'da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli
olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan
açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı
geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.
Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden
kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu.
Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki budist,
kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan
sonra söz'süz konuşmaları başladı. Gelen yabancı,
tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar
suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.
Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir
gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı.
Gül yaprağı suyun üsünde yüzüyordu ve su taşmamıştı.
İçerideki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak
yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir
gül yaprağına her zaman yer vardı.
İmza Çağrısı: Sanatta İşlenebilecek Bir Suç Yok :
İmza Çağrısı: Sanatta İşlenebilecek Bir Suç Yok :
İmza Çağrısı: Sanatta İşlenebilecek Bir Suç Yok
Yayınlayan yenikapi on Aralık - 2 - 2012 | 39 Yorum Oyuncularımızdan Nazlı Masatçı, oynadığı bir sokak oyunundan kaynaklı İzmir Sulh Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaktadır. 4 Aralık 2012 tarihinde son mahkeme hayata geçecektir. Öncesinde gazeteye vereceğimiz ilanlarla mahkemeye bu imza kampanyasını sunmayı düşünüyoruz. Katkı koymanız önemlidir. Lütfen imzalarınızı isim ve soyisim belirterek ya da kurumunuzun adını bildirerek; sanattasucyok@gmail.com adresine yollayınız. Mahkemeye verilecek metin aşağıdaki gibidir. Sevgiler…
İzmir Sulh Ceza Mahkemesi’ne;
İzmir Yenikapı Tiyatrosu oyuncusu Nazlı Masatçı bir vicdani red eyleminde oynadığı sokak oyunundan kaynaklı mahkemeniz tarafından “Halkı askerlikten soğutmak” suçlamasıyla yargılanmaktadır.
Biz aşağıda imzası bulunan kurum ve insanlar herhangi bir sanat eserinde işlenebilecek bir suç olduğuna inanmıyoruz. Nazlı Masatçı’nın oynadığı oyundan yargılanmasını kabul edilemez buluyor ve beraatini talep ediyoruz.

İMZA LİSTESİ (Son Güncelleme: 04.12.2012, 10:15)
1-Ezgi SEZER
2-Zeynep ERDOĞDU
3-Ece KİREZCİ
4-Mahir ÖZEL
5-Hakan KİREZCİ
6-Esme SARITAŞ
7-Ahmet Vehbi YILDIZER
8-Halkın Takımı Dergisi
9-Martı Sanat Tiyatrosu
10-Ferdi ÖZTABAK
11-Uğur İPEK
12-Gülgün İŞBİLEN
13-Serkan KIRMIZI
14-Ekim Devrim ÇAPARTAŞ
15-Miray ÖZTURAN
16-Ufuk AKTAŞ
17-Taylan Özgür NEFES
18-Gülin ÖZÜAYDIN
19-Yağmur KAYA
20-Tiyatro Karga
21-Mehmet Emin TURAN
22-Kahve Bahane
23-Mert AKALIN
24-Yaşar GÜNDEM
25-Onur ATAYOĞLU
26-Piren AYHAN
27-Emre BUCAK
28-Onur ÇATAL
29-Toprak Sahne Tiyatrosu
30-Özgür YÜKSEKDAĞ
31-Didem DİRİK
32-Ayşegül ÖZDOĞAN
33-Fatma TOKSÖZ
34-Emel Cansu AKSEL
35-Şirin ERAKIN
36-Üner MUSLUKÇU
37-Ceren KÜÇÜKKURT
38-Özcan YAŞAR
39-Deniz Güney İŞİNTEK
40-Ragıp YAVUZ
41-Korkut AKIN
42-Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu
43-İstanbul Şehir Tiyatroları Sanatçıları Derneği (İŞTİSAN)
44-Umur ÖZLÜER
45-Ayşen AYGÜN
46-Dilşad GÜNGÖR
47-Esra COŞKUNER POYRAZ
48-Cebrail KELEŞ
49-İmece Tiyatro
50-Kil İşleri
51-İbrahim VARLI
52-Sokak Sanatları Atölyesi
53-Serap TELÖZ
54-Kum Edebiyat Dergisi
55-Üstün AKMEN
56-Sibel ÖZBUDUN
57-Temel DEMİRER
58-Yine Mi Tiyatro Topluluğu
59-Damla AHKEMOĞLU
60-Erdener EVİN
61-B. Seçkin KAYMAZ
62-Melike YAŞAR
63-NKK Gösteri Sanatları Topluluğu
64-Nilüfer Sokak Oyuncuları
65-Esra GÜNEŞ
66-Ezgi ÖZKAN ALTAYLI
67-Dilek SUER
68-Uğur DOĞAN
69-Canan GÜNAŞTI
70-Uğur Baran TOKER
71-Kemal MADEN
72-Yücel ERTEN
73-Gül KAPAR
74-Ozan GÖZEL
75-Atilla CEYLAN
76-Reyhan GÜLDAL
77-Neslihan MANİOĞLU
78-Mehmet BORA
79-Nihan SUSULU
80-Uğur ÖZKAYA
81-Gamze YILMAZ
82-Enver MUTLU
83-İzmir Hareket Tiyatrosu
84-Mehmet DURU
85-Mesut GÜNGÖR
86-Beyhan GÜNGÖR
87-Bilgesu YAPRAK
88-Abdullah UYSAL
89-Nadine DOĞAN
90-Süleyman ASLITÜRK
91-Fırat BAYIR
92-Kadriye DEMİREL
93-Gökhan GÖKÇE
94-Semah TUĞSEL
95-Tiyatro Avesta
96-Dilan GEZMİŞ
97-Çağdaş AYDIN
98-Yunus Emre KIRKANAHTAR
99-Mehmet UÇAR
100-Janset KARAVİN
101-Deniz DOĞRUER
102-Deniz GÜLENER
103-Ezgi AKYILDIZ
104-Bahar SAVAŞ
105-Ceyda TAŞDEMİROĞLU
106-Selahattin Samet DEMİR
107-Duygu ONAY
108-Ahmet BİNGÖL
109-Cüneyt UZUNLAR
110-Gülseren AYDIN
111-Gülsüm SOYDAN
112-Semih ÖZCAN
113-Kemal ORUÇ
114-Tiyatro Eğitim Derneği
115-Drama Kumpanya
116-Emre DURSUN
117-Mustafa ÖZGÜNGÖR
118-Ayşe Merve ARSLAN
119-Salih TANIŞ
120-Candeğer DELEN
121-Hebûn LGBT Diyarbakır
122-Mesut KARA
123-Modern Zamanlar Sinema Dergisi
124-Burcu SÖZERİ
125-Uğur AKİPEK
126-Murat COŞKUNER
127-Ufuk Ebru DÖLENEKEN
128-Buket ULUKUT
129-Sinem SİNAN
130-Zafer GECEGÖRÜR
131-Gökhan ALTUNTAŞ
132-Hakan ALTUNTAŞ
133-Gülnaz ALTUNTAŞ
134-Hüseyin ALTUNTAŞ
135-Melek Selin SÖZMEN
136-Ümit Bahadır KARACA
137-Melis BULU
138-Defne EPİKMEN
139-Redhack
140-Ayşegül EKİNCİ
141-Samsun Sanat Tiyatrosu
142-M. Ergün IŞILDAR
143-Ayşe YILDIRAN
144-Faysal TEKOĞLU
145-Selin İŞCAN
146-Orkun AKGÜNDÜZ
147-Cansu ATEŞ
148-Derviş KARA
149-Nazin Andaç BEYHUN
150-Özge MEMİŞOĞLU
151-Utkan BUGAY
152-Alperen ÇÖL
153-Nilay ŞİT
154-Senem PORDUĞAN
155-Ümit ŞAHİN
156-Erman BALIKÇI
157-Cem KAPLAN
158-Bilge KOCAARSLAN
159-Mümin HÜSEYİNOĞLU
160-Ferhat Yılmaz Tiyatrosu
161-Cihan ZİYAN
162-Kübra Teberik YURT
163-Halil İbrahim ŞAN
164-Turgut ÖZAR
165-Tamer Barış ÜLGER
166-Namık KARTALOĞLU
167-Zuhal KAYA
168-Gülşah KIRBIYIK
169-Fatma ÜNSAL
170-Can SATILMIŞ
171-Büşra KIVRAK
172-Aksine Tiyatro
173-Cemal EKİCİ
174-Firaz SUMMAKOĞLU
175-Selda TEMÜRTÜRKAN
176-Milas Düşün Kültür Sanat Merkezi
177-Selçuk GÜNAY
178-Melike ARAÇ
179-Haluk IŞIK
180-Yeryüzü Sahnesi
181-Doğu EROĞLU
182-Kültürlerarası Araştırmalar Derneği
183-Metin GÜLER
184-Sarphan UZUNOĞLU
185-İkaros Kültür Evi
186-Turgut KESKİN
187-Adnan ÇETİN
188-Ayten ÖNYILMAZ
189-Volkan DEMİRKAN
190-Nüvide ERTEK
191-Sibel TURUNZ
192-Halil SAVDA
193-Pakize Melek BULUT
194-İlknur YATIR GÜNSAN
195-Sunar AYTUNA
196-Mete AKALIN
197-İsmail IŞILSOY
198-Sare Feyza ALAYBEYİ
199-Mehtap ÖZKAN
200-Nebahat PEKGÜLEÇ
201-Ayşe DRAZ
202-A. Şahin FİDAN
203-Hadiye İNCEOĞLU
204-Onur AYDIN
205-Kitap Dengi Girişimi
206-Arguvan Çiftlik Köyü Derneği
207-Ceren İMAL
208-İmgesu ÜNAL
209-Bilgihan KÖSALİ
210-Raziye Şeyma KELEŞ
211-Emrah Gökhan KAYAN
212-Fatma KÖSALİ KAYAN
213-Turgut KAYAN
214-Oğuzhan KAYAN
215-Elif ÇABUK KAYAN
216-Metehan KAYAN
217-Merve HATİPOĞLU
218-Nazlı DOĞAN
İmza Çağrısı: Sanatta İşlenebilecek Bir Suç Yok
Yayınlayan yenikapi on Aralık - 2 - 2012 | 39 Yorum Oyuncularımızdan Nazlı Masatçı, oynadığı bir sokak oyunundan kaynaklı İzmir Sulh Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaktadır. 4 Aralık 2012 tarihinde son mahkeme hayata geçecektir. Öncesinde gazeteye vereceğimiz ilanlarla mahkemeye bu imza kampanyasını sunmayı düşünüyoruz. Katkı koymanız önemlidir. Lütfen imzalarınızı isim ve soyisim belirterek ya da kurumunuzun adını bildirerek; sanattasucyok@gmail.com adresine yollayınız. Mahkemeye verilecek metin aşağıdaki gibidir. Sevgiler…
İzmir Sulh Ceza Mahkemesi’ne;
İzmir Yenikapı Tiyatrosu oyuncusu Nazlı Masatçı bir vicdani red eyleminde oynadığı sokak oyunundan kaynaklı mahkemeniz tarafından “Halkı askerlikten soğutmak” suçlamasıyla yargılanmaktadır.
Biz aşağıda imzası bulunan kurum ve insanlar herhangi bir sanat eserinde işlenebilecek bir suç olduğuna inanmıyoruz. Nazlı Masatçı’nın oynadığı oyundan yargılanmasını kabul edilemez buluyor ve beraatini talep ediyoruz.

İMZA LİSTESİ (Son Güncelleme: 04.12.2012, 10:15)
1-Ezgi SEZER
2-Zeynep ERDOĞDU
3-Ece KİREZCİ
4-Mahir ÖZEL
5-Hakan KİREZCİ
6-Esme SARITAŞ
7-Ahmet Vehbi YILDIZER
8-Halkın Takımı Dergisi
9-Martı Sanat Tiyatrosu
10-Ferdi ÖZTABAK
11-Uğur İPEK
12-Gülgün İŞBİLEN
13-Serkan KIRMIZI
14-Ekim Devrim ÇAPARTAŞ
15-Miray ÖZTURAN
16-Ufuk AKTAŞ
17-Taylan Özgür NEFES
18-Gülin ÖZÜAYDIN
19-Yağmur KAYA
20-Tiyatro Karga
21-Mehmet Emin TURAN
22-Kahve Bahane
23-Mert AKALIN
24-Yaşar GÜNDEM
25-Onur ATAYOĞLU
26-Piren AYHAN
27-Emre BUCAK
28-Onur ÇATAL
29-Toprak Sahne Tiyatrosu
30-Özgür YÜKSEKDAĞ
31-Didem DİRİK
32-Ayşegül ÖZDOĞAN
33-Fatma TOKSÖZ
34-Emel Cansu AKSEL
35-Şirin ERAKIN
36-Üner MUSLUKÇU
37-Ceren KÜÇÜKKURT
38-Özcan YAŞAR
39-Deniz Güney İŞİNTEK
40-Ragıp YAVUZ
41-Korkut AKIN
42-Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu
43-İstanbul Şehir Tiyatroları Sanatçıları Derneği (İŞTİSAN)
44-Umur ÖZLÜER
45-Ayşen AYGÜN
46-Dilşad GÜNGÖR
47-Esra COŞKUNER POYRAZ
48-Cebrail KELEŞ
49-İmece Tiyatro
50-Kil İşleri
51-İbrahim VARLI
52-Sokak Sanatları Atölyesi
53-Serap TELÖZ
54-Kum Edebiyat Dergisi
55-Üstün AKMEN
56-Sibel ÖZBUDUN
57-Temel DEMİRER
58-Yine Mi Tiyatro Topluluğu
59-Damla AHKEMOĞLU
60-Erdener EVİN
61-B. Seçkin KAYMAZ
62-Melike YAŞAR
63-NKK Gösteri Sanatları Topluluğu
64-Nilüfer Sokak Oyuncuları
65-Esra GÜNEŞ
66-Ezgi ÖZKAN ALTAYLI
67-Dilek SUER
68-Uğur DOĞAN
69-Canan GÜNAŞTI
70-Uğur Baran TOKER
71-Kemal MADEN
72-Yücel ERTEN
73-Gül KAPAR
74-Ozan GÖZEL
75-Atilla CEYLAN
76-Reyhan GÜLDAL
77-Neslihan MANİOĞLU
78-Mehmet BORA
79-Nihan SUSULU
80-Uğur ÖZKAYA
81-Gamze YILMAZ
82-Enver MUTLU
83-İzmir Hareket Tiyatrosu
84-Mehmet DURU
85-Mesut GÜNGÖR
86-Beyhan GÜNGÖR
87-Bilgesu YAPRAK
88-Abdullah UYSAL
89-Nadine DOĞAN
90-Süleyman ASLITÜRK
91-Fırat BAYIR
92-Kadriye DEMİREL
93-Gökhan GÖKÇE
94-Semah TUĞSEL
95-Tiyatro Avesta
96-Dilan GEZMİŞ
97-Çağdaş AYDIN
98-Yunus Emre KIRKANAHTAR
99-Mehmet UÇAR
100-Janset KARAVİN
101-Deniz DOĞRUER
102-Deniz GÜLENER
103-Ezgi AKYILDIZ
104-Bahar SAVAŞ
105-Ceyda TAŞDEMİROĞLU
106-Selahattin Samet DEMİR
107-Duygu ONAY
108-Ahmet BİNGÖL
109-Cüneyt UZUNLAR
110-Gülseren AYDIN
111-Gülsüm SOYDAN
112-Semih ÖZCAN
113-Kemal ORUÇ
114-Tiyatro Eğitim Derneği
115-Drama Kumpanya
116-Emre DURSUN
117-Mustafa ÖZGÜNGÖR
118-Ayşe Merve ARSLAN
119-Salih TANIŞ
120-Candeğer DELEN
121-Hebûn LGBT Diyarbakır
122-Mesut KARA
123-Modern Zamanlar Sinema Dergisi
124-Burcu SÖZERİ
125-Uğur AKİPEK
126-Murat COŞKUNER
127-Ufuk Ebru DÖLENEKEN
128-Buket ULUKUT
129-Sinem SİNAN
130-Zafer GECEGÖRÜR
131-Gökhan ALTUNTAŞ
132-Hakan ALTUNTAŞ
133-Gülnaz ALTUNTAŞ
134-Hüseyin ALTUNTAŞ
135-Melek Selin SÖZMEN
136-Ümit Bahadır KARACA
137-Melis BULU
138-Defne EPİKMEN
139-Redhack
140-Ayşegül EKİNCİ
141-Samsun Sanat Tiyatrosu
142-M. Ergün IŞILDAR
143-Ayşe YILDIRAN
144-Faysal TEKOĞLU
145-Selin İŞCAN
146-Orkun AKGÜNDÜZ
147-Cansu ATEŞ
148-Derviş KARA
149-Nazin Andaç BEYHUN
150-Özge MEMİŞOĞLU
151-Utkan BUGAY
152-Alperen ÇÖL
153-Nilay ŞİT
154-Senem PORDUĞAN
155-Ümit ŞAHİN
156-Erman BALIKÇI
157-Cem KAPLAN
158-Bilge KOCAARSLAN
159-Mümin HÜSEYİNOĞLU
160-Ferhat Yılmaz Tiyatrosu
161-Cihan ZİYAN
162-Kübra Teberik YURT
163-Halil İbrahim ŞAN
164-Turgut ÖZAR
165-Tamer Barış ÜLGER
166-Namık KARTALOĞLU
167-Zuhal KAYA
168-Gülşah KIRBIYIK
169-Fatma ÜNSAL
170-Can SATILMIŞ
171-Büşra KIVRAK
172-Aksine Tiyatro
173-Cemal EKİCİ
174-Firaz SUMMAKOĞLU
175-Selda TEMÜRTÜRKAN
176-Milas Düşün Kültür Sanat Merkezi
177-Selçuk GÜNAY
178-Melike ARAÇ
179-Haluk IŞIK
180-Yeryüzü Sahnesi
181-Doğu EROĞLU
182-Kültürlerarası Araştırmalar Derneği
183-Metin GÜLER
184-Sarphan UZUNOĞLU
185-İkaros Kültür Evi
186-Turgut KESKİN
187-Adnan ÇETİN
188-Ayten ÖNYILMAZ
189-Volkan DEMİRKAN
190-Nüvide ERTEK
191-Sibel TURUNZ
192-Halil SAVDA
193-Pakize Melek BULUT
194-İlknur YATIR GÜNSAN
195-Sunar AYTUNA
196-Mete AKALIN
197-İsmail IŞILSOY
198-Sare Feyza ALAYBEYİ
199-Mehtap ÖZKAN
200-Nebahat PEKGÜLEÇ
201-Ayşe DRAZ
202-A. Şahin FİDAN
203-Hadiye İNCEOĞLU
204-Onur AYDIN
205-Kitap Dengi Girişimi
206-Arguvan Çiftlik Köyü Derneği
207-Ceren İMAL
208-İmgesu ÜNAL
209-Bilgihan KÖSALİ
210-Raziye Şeyma KELEŞ
211-Emrah Gökhan KAYAN
212-Fatma KÖSALİ KAYAN
213-Turgut KAYAN
214-Oğuzhan KAYAN
215-Elif ÇABUK KAYAN
216-Metehan KAYAN
217-Merve HATİPOĞLU
218-Nazlı DOĞAN
3 Aralık 2012 Pazartesi
İmza Çağrısı: Sanatta İşlenebilecek Bir Suç Yok
Bir eylemde oynadığı sokak oyunundan sonra halkı askerlikten soğutmakla suçlanan Nazlı Masatçı’nın 4 Aralık’ta gerçekleştirilecek karar duruşması 11 Aralık 2012, saat 09:00′a ertelenmiştir.
11 Aralık’ta Sanat Yargılanıyor!
Sanata duyarlı tüm kamuoyunu 11 Aralık’ta, Bayraklı Adliyesinde ses vermeye çağırıyoruz!
İzmir Yenikapı Tiyatrosu

11 Aralık’ta Sanat Yargılanıyor!
Sanata duyarlı tüm kamuoyunu 11 Aralık’ta, Bayraklı Adliyesinde ses vermeye çağırıyoruz!
İzmir Yenikapı Tiyatrosu

İzmir Sulh Ceza Mahkemesi’ne;
İzmir Yenikapı Tiyatrosu oyuncusu Nazlı Masatçı bir vicdani red eyleminde oynadığı sokak oyunundan kaynaklı mahkemeniz tarafından “Halkı askerlikten soğutmak” suçlamasıyla yargılanmaktadır.
Biz aşağıda imzası bulunan kurum ve insanlar herhangi bir sanat eserinde işlenebilecek bir suç olduğuna inanmıyoruz. Nazlı Masatçı’nın oynadığı oyundan yargılanmasını kabul edilemez buluyor ve beraatini talep ediyoruz.

İMZA LİSTESİ (Son Güncelleme: 03.12.2012, 15:07)
26 Kasım 2012 Pazartesi
Haka - Yeni Zelanda'nın 140 yıllık savaş dansı
Haka - YouTube
Yeni Zelanda'nın 140 yıllık savaş dansı
Yeni Zelanda'nın dünya tarafından bilinen en önemli kültür sembollerinden biri olan "Haka Dansı" aynı zamanda savaş dansı olarak biliniyor. Yeni Zelanda'da yaşayan Maori kabilesine özgü bir dans olan Haka ilk kez 1810 yılında ortaya çıktı. Efsaneye göre Kabilenin savaş şeflerinden Te Rauparaha rakip kabilelerden savaşçıların kendisini öldürmek için geldiğini öğrenince kaçmaya başladı. Bir çukura girerek saklandı. Çukurun başında kendisini vücudu kıllarla kaplı bir savaşçı liderin beklediğini gördü. Ancak bu kişi onu öldürmek yerine özgürlüğünü verince Rauparaha da çukurdan çıkarak günümüze kadar değişmeden gelen Haka dansının sözleriyle dans etmeye başladı. Aynı zamanda bu dansla kendisini öldürmek isteyen savaşçılardan intikam almak için de yemin etti. Rauparaha daha sonra bu dansı tüm Maoriler'e öğretti ve girdikleri tüm çatışmalardan önce düşmanlarını korkutmak için kabile üyeleri Haka yapmaya başladı.
Sözleri
Haka dansı edilirken Yeni Zelandalılar şu sözleri kullanıyor:
Ölüm bu, ölüm bu!
Yaşam bu, yaşam bu!
İşte bu kıllı adam ile,
Güneş yeniden doğdu!
Yanyana durun, yanyana!
Zirveye çıkacağız, zirveye.
Güneşin doğduğu yere!
Dansın kareografisi
Dansın kareografisi bir hayli ilginç. Yüze korkutucu bir ifade verip el ve kolları sert şekilde hareket ettirmeye dayanıyor. Önce avuç içi dirseklere vurularak huhhh huhhhh haaaaaaaaaa şeklinde nidalarla izleyenlere dönülüyor sonra yine avuç içi bu sefer kolun üzerine getirilerek huhhh huhh haaaaaaaa nidasıyla vuruluyor.
Ka mate Ka mate
It is death It is death
Ka ora Ka ora
It is life It is life
Ka mate Ka mate
It is death It is death
Ka ora Ka ora
It is life It is life
Tenei Te Tangata Puhuruhuru
This is the hairy man
Nana i tiki mai whakawhiti te ra
Who caused the sun to shine again for me
Upane Upane
Up the ladder Up the ladder
Upane Kaupane
Up to the top
Whiti te ra
The sun shines!
Yeni Zelanda'nın 140 yıllık savaş dansı
Yeni Zelanda'nın dünya tarafından bilinen en önemli kültür sembollerinden biri olan "Haka Dansı" aynı zamanda savaş dansı olarak biliniyor. Yeni Zelanda'da yaşayan Maori kabilesine özgü bir dans olan Haka ilk kez 1810 yılında ortaya çıktı. Efsaneye göre Kabilenin savaş şeflerinden Te Rauparaha rakip kabilelerden savaşçıların kendisini öldürmek için geldiğini öğrenince kaçmaya başladı. Bir çukura girerek saklandı. Çukurun başında kendisini vücudu kıllarla kaplı bir savaşçı liderin beklediğini gördü. Ancak bu kişi onu öldürmek yerine özgürlüğünü verince Rauparaha da çukurdan çıkarak günümüze kadar değişmeden gelen Haka dansının sözleriyle dans etmeye başladı. Aynı zamanda bu dansla kendisini öldürmek isteyen savaşçılardan intikam almak için de yemin etti. Rauparaha daha sonra bu dansı tüm Maoriler'e öğretti ve girdikleri tüm çatışmalardan önce düşmanlarını korkutmak için kabile üyeleri Haka yapmaya başladı.
Sözleri
Haka dansı edilirken Yeni Zelandalılar şu sözleri kullanıyor:
Ölüm bu, ölüm bu!
Yaşam bu, yaşam bu!
İşte bu kıllı adam ile,
Güneş yeniden doğdu!
Yanyana durun, yanyana!
Zirveye çıkacağız, zirveye.
Güneşin doğduğu yere!
Dansın kareografisi
Dansın kareografisi bir hayli ilginç. Yüze korkutucu bir ifade verip el ve kolları sert şekilde hareket ettirmeye dayanıyor. Önce avuç içi dirseklere vurularak huhhh huhhhh haaaaaaaaaa şeklinde nidalarla izleyenlere dönülüyor sonra yine avuç içi bu sefer kolun üzerine getirilerek huhhh huhh haaaaaaaa nidasıyla vuruluyor.
Ka mate Ka mate
It is death It is death
Ka ora Ka ora
It is life It is life
Ka mate Ka mate
It is death It is death
Ka ora Ka ora
It is life It is life
Tenei Te Tangata Puhuruhuru
This is the hairy man
Nana i tiki mai whakawhiti te ra
Who caused the sun to shine again for me
Upane Upane
Up the ladder Up the ladder
Upane Kaupane
Up to the top
Whiti te ra
The sun shines!
14 Kasım 2012 Çarşamba
Sevgili Öğretmenim NEVİN GÜZELCE yollamış.
Yaş 87 ama....
-"Yaşımın 87 olması benim için kesinlikle bir sorun değil.
Hiç kimseyi yaşıyla yargılayamazsınız.
> Yaşlı insanlar genç davranabilir, genç insanlar da eski kafalı olabilir.
> Bence bir kişiyi, kimliğindeki doğum tarihine bakarak değerlendiremezsiniz.
> İnsan için önemli olan vizyonu ve enerjisidir. İnsanı bunlarla
> değerlendirebiliriz."
>
>
> Şimon Peres'le ilgili bu röportaj beni çok etkiledi.
> Geçmişte 80-90 yaşındaki kişilerin neler yaptığını araştırdım.
> Picasso, 90'nda nefis eserler veriyordu.
> Goethe, Dr. Faustus'u 80'unden sonra kaleme aldı.
> Verdi, Otello'yu 73 yaşında, Falstaff'ı 80 yaşında bitirdi.
> Mikelanj, 80'li yaşlarında hala yaratıyordu.
> İngiliz düşünürü Thomas Hobbes, 90'nını geçtikten sonra bile yazdı.
> Peki vücudu ve aklı dik ve dinç tutmanın sırları ne?
> Hayattan kopmamak.
> Öğrenmeyi sürdürmek.
> Her yaşta hedefli olmak.
> Bu konuda ABD'li ünlü komedyon George Corlin'in ilginç önerileri var:
>
> 1. Zorunlu olmayan sayıları çöpe atın. Yaş, kilo, boy...
>
> 2. Sadece neşeli arkadaşlarınız olsun. Suratsız negatif insanlara
> yaklaşmayın.
>
> 3. Öğrenmeyi sürdürün. El işleri, bilgisayar, bahçecilik. Beyniniz atıl
> kalmasın. Atıl kafa iblisin tezgahıdır. İblisin adı da, Alzheimer'dir.
>
> 4. Küçük şeylerden zevk almaya bakın.
>
> 5. Sık sık, uzun uzun ve var gücünüzle gülün.
>
> 6. Gözyaşları olacaktır. Katlanın, yas tutun, başka yaşantılara geçin.
>
> 7. Çevrenizi sevdiklerinizle doldurun. Aileniz, kedi, köpek, kuş, balık,
> müzik, bitkiler... Ne olursa. Eviniz, sığınağınız olsun! Tadını çıkarın!...
>
> 8. Sağlığınızın kıymetini bilin. İyiyse, üstüne titreyin. Bozuksa,
> düzeltin. Siz kendiniz
> düzeltemiyorsanız, yardım isteyin.
>
> 9. Vicdan azabından uzak durun. Çarşı pazarda gezin, ülkenizi ve yabancı
> ülkeleri dolaşın. Ama sakın suçluluk ve pişmanlık duygusuna kapılmayın.
>
> 10. Sevdiğiniz insanlara, onları sevdiğinizi söyleyin. Her fırsatta
> sevdiğinizi hissettirin.
>
> 11. Hiç unutmayın ki yaşam, aldığınız soluklarla değil, soluk kesen
> anlarla ölçülür.
6 Kasım 2012 Salı
Türkiyenin İlk Modern Doğaçlama Tiyatrosu Mahşeri Cümbüş Sahnede
Türkiye'nin İlk Modern Doğaçlama Tiyatro Ekibi Mahşer-i Cümbüş ile Beyin Fırtınası ya da Tiyatro Sporu Hayalhane'de!
- Türkiye'nin ilk modern doğaçlama ekibi Mahşer-i Cümbüş, televizyonların ardından sahnede!
- Birbirinden ünlü oyunculardan oluşan ekibi ile Mahşer-i Cümbüş'ü canlı canlı izleme imkanı
- Beyin Fırtınası'nı ve Tiyatro Sporu'nu keşfetme şansı
- Burak Satıbol, Yiğit Arı, Ayhan Taş, Dilek Çelebi, Ayça Işıldar, Özlem Türay ve dahası ile keyifli dakikalar!
Bu kez perde bambaşka bir deneyim için aralanıyor. Mahşer-i Cümbüş, tiyatro sporu ile sahnede size keyifli dakikalar yaşatmaya hazırlanıyor!
Mahşer-i Cümbüş, Türkiye'nin ilk modern doğaçlama ekibi olarak sahnede sizi Beyin Fırtınası ile tanıştırıyor.
Bu ne sadece bir tiyatro, ne de bir spor; bu interaktif, eğlenceli ve doğaçlama bir tiyatro!

Mahşer-i Cümbüş
Türkiye’de Modern Doğaçlama Tiyatro'nun öncüsü olan Mahşer-i Cümbüş, 2001 yılı Mayıs ayında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü öğrencileri tarafından kuruldu.
Aynı yıl Eylül ayında Ankara Tenedos Kafe’de “Tiyatro Sporu” gösterilerine başladı. Mahşer-i Cümbüş 2003 yılının Ağustos ayında İstanbul’a taşınarak faaliyetlerini İstanbul’da sürdürdü. Mahşer-i Cümbüş kurulduğu günden bu yana Ankara ve İstanbul başta olmak üzere bir çok ilde gösteriler sergiledi ve festivallere katıldı. Türkiye’de Modern Doğaçlama Tiyatro'nun öncüsü olan Mahşer-i Cümbüş, Doğaçlama Tiyatronun gösteri biçimlerinden biri olan “Tiyatro Sporu”nu Türkiye’de ilk defa seyirci ile buluşturdu.
Kuruluşunun 5. yılında kendi sahnesi " Mahşer-i Cümbüş Hayalhanesi " ni açtı. Ekip bugüne kadar 500'ün üzerinde “Tiyatro Sporu”, 200’ün üzerinde “Beyin Fırtınası” gösterisi yaptı.
Türkiye’de Modern Doğaçlama Tiyatro'nun öncüsü olan Mahşer-i Cümbüş, bir başka ilke daha imza atarak 2007 yılında Türkiye’nin ilk doğaçlama şov programı “Anında Görüntü Show”u ekranlara taşıdı ve Türk televizyonlarında yepyeni bir dönem başladı.

Beyin Fırtınası
İlk kez 2006 yılında Mahşer-i Cümbüş tarafından geliştirilen ve Hayalhane’de oynanan, yarışma mantığına dayanmayan yeni bir gösteri biçimidir. Modern doğaçlama tiyatro’nun tüm türlerinde olduğu gibi, Beyin Fırtınası’nda da seyircinin katılımı oldukça önemlidir.
Çeşitli sayılarda "longform" adı verilen uzun biçim oyunlar yanyana gelir ve tüm oyuncular birlikte oynarlar. Uzun biçim oyunlar, sadece bir anın oynanmadığı, tamamlanmış oyunlardır. Oyuncular, seyirciden alınan yönelimler doğrultusunda öykü, karakter ve temayı ortaya çıkararak tamamlanmış oyunlar sergilerler. Oyuncuların performanslarının dışında, doğaçlama müzik ve ışık da uzun biçim oyunlarda çok etkilidir. Seyirciler tamamlanmış bir öykü seyrederken, farklı mekanları, duygu durumlarını ve karakterlerin etkilerini, oyun sırasında tasarlanan müzik ve ışığın etkisiyle daha da gerçekçi hissederler. Hatta bu etkiyi arttırmak için gerektiğinde oyuncuların sesle yaptıkları efektler de önemli rol oynar.
Tiyatro Sporu
1977’de Alberta, Calgary’de Keith Johnstone tarafından geliştirilen Tiyatro Sporu fikri, hararet yaratan ve seyirci tepkisi çeken profesyonel güreş müsabakalarında kullanılan tekniklerin Johnstone tarafından gözlemlenmesiyle icat edilmiştir.
Tiyatro Sporu; oyuncuların iki takıma ayrılıp her iki takımın da seyircilerden alınan çıkış noktalarıyla çeşitli “shortform” adı verilen kısa turlar oynayarak birbirleri ile müsabaka etmesi mantığına dayanır. Her turun sonunda takımlara seyirciler tarafından puanlar verilir ve gösterinin sonunda bu puanlar toplanır. Ortaya bir galip ve bir mağlup çıkar ya da her iki takımın da puanları eşitse gösteri beraberlikle sonuçlanır.
Mahşer-i Cümbüş ve diğer Hayalhane gruplarının(Sürç-ü Lisan, Ehl-i Keyf, Ani Etki Ters Tepki, Mevzu Bahis) yaptığı bir Tiyatro Sporu gösterisinde spontane düşünme ve canlandırma, yanılsamayı kırma, kara mizah, ironi gibi unsurlar esastır. Özel bir kostüm olmadan oyuncular gündelik kıyafetleri ile sahnede yer alırlar. Çıplak sahne oyuncunun ve seyircinin hayal gücü ile şekillenir. Seyirci oyuncudan kopuk, karanlık salonda görünmez silüetler değil oyuncunun her an dokunabildiği, hissettiği ve onun gücünden yararlandığı sahne arkadaşıdır. Tiyatro Sporu gösterisi seyirciyle birlikte bir “oyun” un oluşturulmasını sağlar.
Tiyatro Sporu, bir müsabaka olmasına rağmen, klişelerin ve esprilerin oyunun niteliğini düşüreceği yönünde bir felsefeye sahiptir. Önemli olan karakterleri yaratmak, spontane ve işbirlikçi öykü anlatımıdır. Komiklikler ve espriler öykünün gidişatını bozucu, bunun yanı sıra hem işbirlikçi çalışmayı hem de sahne oluşturmayı engelleyici olarak görülür.
Johnstone tarafından öğretilen diğer bir yöntem ise sahnede ilk önce karakterleri ve arka planı belirleyen bir “ortam” hazırlamaktır. Bu ortam hazırlandığında bazı çatışmalar ve kurnazlıklar(oynamalar) öne sürülmelidir. Bu yönteme göre bir sahne her zaman daralabilecek bir “olasılıklar çemberi”ni içermelidir. “Olasılıklar çemberi”, doğaçlamacıların oyun içinde mantıklı bir şekilde ortaya atabileceği çeşitli öneriler demektir. Bir sahnenin başlangıcında her şey mümkündür fakat birçok öneri oluşturulduğunda ve sahnenin gerçekliği net bir şekilde tanımlandığında olasılıklar çemberi daralır ve doğaçlamacılar önceden kurulmuş olanla tutarsız görünen önerilerde bulunarak olasılıklar çemberinin dışına çıkmamalılardır.
Bir “Tiyatro Sporu” gösterisi asla tekrar etmez. Her şey o oyuna ve o seyirciye özeldir. Bu sebeple her oyun birbirinden farklıdır.
Mahşer-i Cümbüş, Türkiye'nin ilk modern doğaçlama ekibi olarak sahnede sizi Beyin Fırtınası ile tanıştırıyor.
Bu ne sadece bir tiyatro, ne de bir spor; bu interaktif, eğlenceli ve doğaçlama bir tiyatro!

Mahşer-i Cümbüş
Türkiye’de Modern Doğaçlama Tiyatro'nun öncüsü olan Mahşer-i Cümbüş, 2001 yılı Mayıs ayında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü öğrencileri tarafından kuruldu.
Aynı yıl Eylül ayında Ankara Tenedos Kafe’de “Tiyatro Sporu” gösterilerine başladı. Mahşer-i Cümbüş 2003 yılının Ağustos ayında İstanbul’a taşınarak faaliyetlerini İstanbul’da sürdürdü. Mahşer-i Cümbüş kurulduğu günden bu yana Ankara ve İstanbul başta olmak üzere bir çok ilde gösteriler sergiledi ve festivallere katıldı. Türkiye’de Modern Doğaçlama Tiyatro'nun öncüsü olan Mahşer-i Cümbüş, Doğaçlama Tiyatronun gösteri biçimlerinden biri olan “Tiyatro Sporu”nu Türkiye’de ilk defa seyirci ile buluşturdu.
Kuruluşunun 5. yılında kendi sahnesi " Mahşer-i Cümbüş Hayalhanesi " ni açtı. Ekip bugüne kadar 500'ün üzerinde “Tiyatro Sporu”, 200’ün üzerinde “Beyin Fırtınası” gösterisi yaptı.
Türkiye’de Modern Doğaçlama Tiyatro'nun öncüsü olan Mahşer-i Cümbüş, bir başka ilke daha imza atarak 2007 yılında Türkiye’nin ilk doğaçlama şov programı “Anında Görüntü Show”u ekranlara taşıdı ve Türk televizyonlarında yepyeni bir dönem başladı.

Beyin Fırtınası
İlk kez 2006 yılında Mahşer-i Cümbüş tarafından geliştirilen ve Hayalhane’de oynanan, yarışma mantığına dayanmayan yeni bir gösteri biçimidir. Modern doğaçlama tiyatro’nun tüm türlerinde olduğu gibi, Beyin Fırtınası’nda da seyircinin katılımı oldukça önemlidir.
Çeşitli sayılarda "longform" adı verilen uzun biçim oyunlar yanyana gelir ve tüm oyuncular birlikte oynarlar. Uzun biçim oyunlar, sadece bir anın oynanmadığı, tamamlanmış oyunlardır. Oyuncular, seyirciden alınan yönelimler doğrultusunda öykü, karakter ve temayı ortaya çıkararak tamamlanmış oyunlar sergilerler. Oyuncuların performanslarının dışında, doğaçlama müzik ve ışık da uzun biçim oyunlarda çok etkilidir. Seyirciler tamamlanmış bir öykü seyrederken, farklı mekanları, duygu durumlarını ve karakterlerin etkilerini, oyun sırasında tasarlanan müzik ve ışığın etkisiyle daha da gerçekçi hissederler. Hatta bu etkiyi arttırmak için gerektiğinde oyuncuların sesle yaptıkları efektler de önemli rol oynar.
Tiyatro Sporu
1977’de Alberta, Calgary’de Keith Johnstone tarafından geliştirilen Tiyatro Sporu fikri, hararet yaratan ve seyirci tepkisi çeken profesyonel güreş müsabakalarında kullanılan tekniklerin Johnstone tarafından gözlemlenmesiyle icat edilmiştir.
Tiyatro Sporu; oyuncuların iki takıma ayrılıp her iki takımın da seyircilerden alınan çıkış noktalarıyla çeşitli “shortform” adı verilen kısa turlar oynayarak birbirleri ile müsabaka etmesi mantığına dayanır. Her turun sonunda takımlara seyirciler tarafından puanlar verilir ve gösterinin sonunda bu puanlar toplanır. Ortaya bir galip ve bir mağlup çıkar ya da her iki takımın da puanları eşitse gösteri beraberlikle sonuçlanır.
Mahşer-i Cümbüş ve diğer Hayalhane gruplarının(Sürç-ü Lisan, Ehl-i Keyf, Ani Etki Ters Tepki, Mevzu Bahis) yaptığı bir Tiyatro Sporu gösterisinde spontane düşünme ve canlandırma, yanılsamayı kırma, kara mizah, ironi gibi unsurlar esastır. Özel bir kostüm olmadan oyuncular gündelik kıyafetleri ile sahnede yer alırlar. Çıplak sahne oyuncunun ve seyircinin hayal gücü ile şekillenir. Seyirci oyuncudan kopuk, karanlık salonda görünmez silüetler değil oyuncunun her an dokunabildiği, hissettiği ve onun gücünden yararlandığı sahne arkadaşıdır. Tiyatro Sporu gösterisi seyirciyle birlikte bir “oyun” un oluşturulmasını sağlar.
Tiyatro Sporu, bir müsabaka olmasına rağmen, klişelerin ve esprilerin oyunun niteliğini düşüreceği yönünde bir felsefeye sahiptir. Önemli olan karakterleri yaratmak, spontane ve işbirlikçi öykü anlatımıdır. Komiklikler ve espriler öykünün gidişatını bozucu, bunun yanı sıra hem işbirlikçi çalışmayı hem de sahne oluşturmayı engelleyici olarak görülür.
Johnstone tarafından öğretilen diğer bir yöntem ise sahnede ilk önce karakterleri ve arka planı belirleyen bir “ortam” hazırlamaktır. Bu ortam hazırlandığında bazı çatışmalar ve kurnazlıklar(oynamalar) öne sürülmelidir. Bu yönteme göre bir sahne her zaman daralabilecek bir “olasılıklar çemberi”ni içermelidir. “Olasılıklar çemberi”, doğaçlamacıların oyun içinde mantıklı bir şekilde ortaya atabileceği çeşitli öneriler demektir. Bir sahnenin başlangıcında her şey mümkündür fakat birçok öneri oluşturulduğunda ve sahnenin gerçekliği net bir şekilde tanımlandığında olasılıklar çemberi daralır ve doğaçlamacılar önceden kurulmuş olanla tutarsız görünen önerilerde bulunarak olasılıklar çemberinin dışına çıkmamalılardır.
Bir “Tiyatro Sporu” gösterisi asla tekrar etmez. Her şey o oyuna ve o seyirciye özeldir. Bu sebeple her oyun birbirinden farklıdır.
Mahşer-i Cümbüş
İstiklal caddesi Sadri Alışık Sokak No:24 , Beyoğlu İstanbulWebsitesi
26 Ağustos 2012 Pazar
09Şubat.2008 MEVZU BAHİS Sözlerimi Geri Alamam klibi Ayhan Taş - Fatih Pestil - Fatih Günay - GoGoBaBa Mevzu Bahis
09Şubat.2008 MEVZU BAHİS Sözlerimi Geri Alamam klibi Ayhan Taş - Fatih Pestil - Fatih Günay - GoGoBaBa Mevzu Bahis
Provolar sırasında bazende eğleniyoruz, çoşşuyoruz, stres atıyoruz. 9 Şubat 2008'de Bulutsuzluk Özleminin SÖZLERİMİ GERİ ALAMAM parcası ile HayalHane'de provo arasında dinlenirken bile çalışmalara devam. Provoları görüntülerken bende birden kendimi sahnede buldum. Şarkıyı söyler gibi yaptım aramızda kalsın :)
Burada Laf Çok - Burak Satıbol - 06/Ağustos/2012
Burada Laf Çok - Burak Satıbol - 06/Ağustos/2012
Mahşer-i Cümbüş (ANINDA GÖRÜNTÜ SHOW) Günleri
Mahşer-i Cümbüş Genel Sanat Yönetmeni BURAK SATIBOL programda TiVi kanallarıyla görüşmeler devam ediyor, doğaçlama bir program ile yeniden ekrana döneceğiz sinyalleri verdi.
Mesut Yar ile "Burada Laf Çok" programının 06.08.2012 tarihli bölümünde Murat Cemcir, Ahmet Kural, Sadi Celil Cengiz, Yeliz Şar ve Burak Satıbol konuk oldu.
23 Ağustos 2012 Perşembe
Doğum günleri önemlidir çünkü...
Doğum günleri önemlidir çünkü insan ne kadar sevildiğini hatırlar, görür, bi kez daha emin olur.
Kutlayacak kişi için de önemlidir, bir kaç cümleye tüm sevgisini, iyi dileklerini sığdırmaya çalışır, sığmaz..
Mutlu ol her gününde
Hayatın her yerinde
Mutlu ol doğum günüde
Sevinçlerin senin elinde
Dilek tut hislerinle
Kabul olur doğum gününde…
Zaman akıp gider
Bir bir gözlerin önünden
Bir öpücük gönderir düşlerinden
Dünya senle güzel
Bu kalp sana özel
Bekler durur seni
Sen gel de yeter
Mutlu ol her gününde
Hayatın her yerinde
Mutlu ol doğum günüde
Sevinçlerin senin elinde
Dilek tut hislerinle
Kabul olur doğum gününde…
Kutlayacak kişi için de önemlidir, bir kaç cümleye tüm sevgisini, iyi dileklerini sığdırmaya çalışır, sığmaz..
Mutlu ol her gününde
Hayatın her yerinde
Mutlu ol doğum günüde
Sevinçlerin senin elinde
Dilek tut hislerinle
Kabul olur doğum gününde…
Zaman akıp gider
Bir bir gözlerin önünden
Bir öpücük gönderir düşlerinden
Dünya senle güzel
Bu kalp sana özel
Bekler durur seni
Sen gel de yeter
Mutlu ol her gününde
Hayatın her yerinde
Mutlu ol doğum günüde
Sevinçlerin senin elinde
Dilek tut hislerinle
Kabul olur doğum gününde…
20 Ağustos 2012 Pazartesi
sen gittin , ben bittim , masal bitti.
Sen gittin evimin adresi, kapımın zili gitti
Sen gittin sazımin teli, kuşumun dili gitti yangınlar düştü yüreğime /ıssızlaştı şehir sokaklara hüzün yağdı/ gözlerime yağmur kapandı üstümekapılar, ben kapandım içime günlerce haftalarca ağladım kırık bir ağaç dalında öksüz bir kuş gibi kaldım Sen gittin yaprağa duran ağaçlarımı götürdün umutlarımı götürdün,baharlarımı dudağımda şarkılarımı,gökyüzünde kuşlarımı tutam tutam saçlarımı götürdün yaslandıgım duvarlarım yıkıldı,güvendiğim dağlarım üstüme kapandı kapılar, açılmadı bir daha bir daha güldüğümü gören olmadı zehir-zıkkım oldu yaşamak küstüm bütün dünyaya Sen gittin kapımın zili kuşumun dili sazımın teli gitti yüreğimde kanayan siirler masamda sigara izmaritleri kaldı ben kaldım öyle kimsesiz öyle tesellisiz birde yıkıntım Sen gittin Şiirlerim öksüz kaldı kalemlerim defterlerim ellerim gözlerim kirpiklerim yüreğimde kalkıp giden gemilerim dillerim öksüz kaldı Sen gittin kemanım yayım güneşim ayım mutluluk payım gitti kara bulutlar çöktü üzerime bir ben kaldım böyle boynu bükük ortalarda bir de yastiğımda yağmur hıçkırıkları Sen gittin kalbimin bülbülü sustu bahçemin gülü soldu yoldu bağrımı yokluğun çöl oldu gülistanım Sen gittin evimin adresi gitti,zilimin sesi ağzımın tadı mutluluğumun adı gitti Sen gitin hayalim düşüm sevincim gülüşüm servetim işim gitti Sen gittin özlemin yüreğimde yokluğun kirpiğimde çoğaldı sen gittin umudum gitti gururum gitti her gece ağladım ıslandı/ ekmeğime karıştı korkunç acı Sen gittin Kavruldu bahçelerim çiçeklerim soldu gelmedin acılarım içimde fışkıran kan oldu Sen gittin çakıl taşlarım yürekvuruşlarım sevgikuşlarım gitti yaralı bir ceylanın bakışında yaralı kaldım her yerde izimi arıyor avcılar sen gittin ben bittim masal bitti............ Şiir: Nuri CAN |
SeRSeRiM
serserim...
SERSERİME
Elime son kez aldim kagit kalemi,
Bu sana son mektubum.
Postaci son bir kez haber getirecek
Benden sana.
Canim bilirim aldirmazsin hiçbirseye,
Ne sevgiye ne de hislere.
Simdi elimde bir sigara var,
Bugün çok içtim.
Bilirim kizacaksin, "Içme demistim" diyeceksin,
Ama ben yine ayni cevabi verecegim: Dertliyim.
Son kez bu kalp derdinle dolu.
Bu mektubumda
Seni ne kadar sevdigimi
Özledigimi yazmayacagim.
Artik degistim ben.
Senin umursamaz tavirlarindan biktim SERSERIM.
Takmiyorum artik ben de seni.
Hani bende bir resmin varya,
Arkadasima verdim SERSERIM.
Çok begenmis seni,
"Al senin olsun" dedim
Ama dikkat etmesini de söyledim,
Olur ya çikarsaniz "Boynuzlamasin seni" dedim.
Yüzünün seklini görmeni isterdim SERSERIM.
Bu mektup digerine benzemiyr degil mi?
Dün gece yiktin, öldürdün beni SERSERIM.
Dilindeki hece bir kursun gibi saplandi yüregime.
Tüm gece kanadi durmadan,
Gözlerim doldu aglayamadim.
Yataklara düstüm ne zamandir.
Ama iyi oldu aslinda
Seni umursamiyorum artik,
Sen ne demistin SERSERIM.
"Üzülme!"
Üzülmüyorum zaten gülüyorum,
Bu acilarin getirdigi mutsuzlugu seviyorum.
Lanet olsun sana SERSERIM.
Bu kadar degersiz miydi sevgim?
Biliyorsun ben seni çok sevdim.
Bu sana son mektubum SERSERIM.
Yak istersen,istersen baskalarina okut.
Ya da evet
Içip içip agla,
Ama sunu bil ki bu sana son mektubum.
Bundan sonra hain yazar mezar tasinda
Bir ölüsün artik sen hatiralarimda....
SERSERIDEN CEVAP
Bugün hiç beklemedigim bir anda,
Mektubunu aldim GÜZELIM.
Son mektubum demissin, inanmam
Sen dayanamazsin bensizlige,
Erirsin,bitersin günden güne.
Bak ne diyorum GÜZELIM
Gönlün olsun,birkaç gün daha çikalim
Sevinirsin belki.
Hediye olur ya da bir elma sekeri.
Sen bensiz yapamazsin GÜZELIM.
Seni öptügüm o ilk ani hatirla,
Nasil da çocuklar gibiydin,
Bayilacaksin diye korkmustum GÜZELIM.
Ben senin gibi neler geçirdim elimden,
Bilirim haberim yok sevmeden, sevilmeden.
Sen beni gerçekten sevdin mi GÜZELIM?
Sana bu mektubu meyhaneden yaziyorum,
Biraz önce birkaç çocuk dövdük GÜZELIM,
Onlarin serefine içiyoruz.
Bak GÜZELIM!Ben sana ne demistim hatirlamiyorum
"Üzülme" yazmissin
Sahiden dedim mi?
Içkiliyken herhalde, bilirsin.
"Yiktin" yazmissin
Sahiden yikildin mi?
Umursamazsin sanmistim
Takmazsin diye ummustum,
Ama madem beni umuttun,
Bu sana son sözüm olsun
Ben de seni sevdim haberin olsun GÜZELIM.
KIZIN ARKADASINDAN SERSERIYE
Seni tanimiyorum serseri,
Ama arkadasim seni çok sevdi.
"Son mektup" demisti dogru,
Hem o seni çoktan unuttu.
Seni çok begendim be serseri,
Belki seversin, belki de...
"Güzelim" demissin bizimkine,
Ben de seni zevkli bilirdim.
Ben ondan daha güzelim.
Bak serseri!
Ben seni ondan daha çok severim.
Telefon numarami yaziyorum,arkada,
Onu aradigin gibi beni de ara.
Ayrica senin güzel gariplesti bu ara
"Kalbim agriyor" diyor,
Doktor bir teshis koyamiyor.
Aman canim o da bir baska,
Aglasa da gülüyorum der etrafa
Sakin unutma beni ara.
SERSERIDEN ARKADASA
Bak kizim ben seni sevmedim daha en basta,
Ben güzelimi sevdim herseyden çok.
O bana "serserim" derdi canindan koparcasina,
Sen ise "serseri" diyorsun sokakta kalmisçasina.
Senin gibi arkadas olmaz olsun.
Güzellige gelince,kimse yarisamaz benim GÜZELIMLE.
Simdi birak bunlari "son mektup" derken yalan sanmistim
Daha beter içer oldum,
Her gece sarhosum.
Bir daha ki mektupta güzelimden bahset bana.
Simdi gerçekten mutlu mu?
Yoksa baskasini mi seviyor?
Hasta demistin,kalbinden hasta
Yoksa bu ask hastaligimi?
Benden baskasi ile...
Çabuk yaz arkadas
Herseyi arkadas, herseyi anlat bana.
Anladim ki yasayamam ben onsuz bu dünyada.
ARKADASTAN SERSERIYE
Afedersin serseri yanlis yapmisim ben,
O seni gerçekten çok sevmis.
Son nefesinde bile adini söyledi,
Yüregim parçalandi,anlayamazsin.
éSERSERIM" deyisini duysaydin gözleri kapanirken.
Askin öyle sarmis ki bedenini
Kaybedince, yasayamadi öldü iste.
Son mektunda ne yaptin?
Içip içip agliyor musun?
O simdi mezarinda huzurlu yatarken,
Yilanlara bile seni anlatir süphen olmasin.
Zaten mezar tasinda
"SENI SEVMISTIM SERSERI"
Yazisini görünce anlarsin.
Belki bir umut vardi yasamasinda,
Ama senin de ciddi olmandi.
"Birkaç gün çikalim" demissin ona.
"Elma sakari olur" demissin.
Iste o vurdu senin güzelini,
Indi zavallicigin yüregine.
Simdi mezarinda derin bir uykuda,
Sevgisi de sonsuzlasti onunla.
Aslinda o hiç istemedi öldügünü bilmeni
Ama dayanamadim yazdim iste.
Simdi ne yaparsin,nasil yasarsin?
Içer misin, adam mi döversin?
Sen de onu sevmissin öyle yazmissin,
Öyleyse birak askiniz yasasin.
SERSERININ ODASINDAKI NOT ;
SANA GELIYORUM GÜZELIM,
SENI SEVIYORUM GÜZELIM.
SERSERİME
Elime son kez aldim kagit kalemi,
Bu sana son mektubum.
Postaci son bir kez haber getirecek
Benden sana.
Canim bilirim aldirmazsin hiçbirseye,
Ne sevgiye ne de hislere.
Simdi elimde bir sigara var,
Bugün çok içtim.
Bilirim kizacaksin, "Içme demistim" diyeceksin,
Ama ben yine ayni cevabi verecegim: Dertliyim.
Son kez bu kalp derdinle dolu.
Bu mektubumda
Seni ne kadar sevdigimi
Özledigimi yazmayacagim.
Artik degistim ben.
Senin umursamaz tavirlarindan biktim SERSERIM.
Takmiyorum artik ben de seni.
Hani bende bir resmin varya,
Arkadasima verdim SERSERIM.
Çok begenmis seni,
"Al senin olsun" dedim
Ama dikkat etmesini de söyledim,
Olur ya çikarsaniz "Boynuzlamasin seni" dedim.
Yüzünün seklini görmeni isterdim SERSERIM.
Bu mektup digerine benzemiyr degil mi?
Dün gece yiktin, öldürdün beni SERSERIM.
Dilindeki hece bir kursun gibi saplandi yüregime.
Tüm gece kanadi durmadan,
Gözlerim doldu aglayamadim.
Yataklara düstüm ne zamandir.
Ama iyi oldu aslinda
Seni umursamiyorum artik,
Sen ne demistin SERSERIM.
"Üzülme!"
Üzülmüyorum zaten gülüyorum,
Bu acilarin getirdigi mutsuzlugu seviyorum.
Lanet olsun sana SERSERIM.
Bu kadar degersiz miydi sevgim?
Biliyorsun ben seni çok sevdim.
Bu sana son mektubum SERSERIM.
Yak istersen,istersen baskalarina okut.
Ya da evet
Içip içip agla,
Ama sunu bil ki bu sana son mektubum.
Bundan sonra hain yazar mezar tasinda
Bir ölüsün artik sen hatiralarimda....
SERSERIDEN CEVAP
Bugün hiç beklemedigim bir anda,
Mektubunu aldim GÜZELIM.
Son mektubum demissin, inanmam
Sen dayanamazsin bensizlige,
Erirsin,bitersin günden güne.
Bak ne diyorum GÜZELIM
Gönlün olsun,birkaç gün daha çikalim
Sevinirsin belki.
Hediye olur ya da bir elma sekeri.
Sen bensiz yapamazsin GÜZELIM.
Seni öptügüm o ilk ani hatirla,
Nasil da çocuklar gibiydin,
Bayilacaksin diye korkmustum GÜZELIM.
Ben senin gibi neler geçirdim elimden,
Bilirim haberim yok sevmeden, sevilmeden.
Sen beni gerçekten sevdin mi GÜZELIM?
Sana bu mektubu meyhaneden yaziyorum,
Biraz önce birkaç çocuk dövdük GÜZELIM,
Onlarin serefine içiyoruz.
Bak GÜZELIM!Ben sana ne demistim hatirlamiyorum
"Üzülme" yazmissin
Sahiden dedim mi?
Içkiliyken herhalde, bilirsin.
"Yiktin" yazmissin
Sahiden yikildin mi?
Umursamazsin sanmistim
Takmazsin diye ummustum,
Ama madem beni umuttun,
Bu sana son sözüm olsun
Ben de seni sevdim haberin olsun GÜZELIM.
KIZIN ARKADASINDAN SERSERIYE
Seni tanimiyorum serseri,
Ama arkadasim seni çok sevdi.
"Son mektup" demisti dogru,
Hem o seni çoktan unuttu.
Seni çok begendim be serseri,
Belki seversin, belki de...
"Güzelim" demissin bizimkine,
Ben de seni zevkli bilirdim.
Ben ondan daha güzelim.
Bak serseri!
Ben seni ondan daha çok severim.
Telefon numarami yaziyorum,arkada,
Onu aradigin gibi beni de ara.
Ayrica senin güzel gariplesti bu ara
"Kalbim agriyor" diyor,
Doktor bir teshis koyamiyor.
Aman canim o da bir baska,
Aglasa da gülüyorum der etrafa
Sakin unutma beni ara.
SERSERIDEN ARKADASA
Bak kizim ben seni sevmedim daha en basta,
Ben güzelimi sevdim herseyden çok.
O bana "serserim" derdi canindan koparcasina,
Sen ise "serseri" diyorsun sokakta kalmisçasina.
Senin gibi arkadas olmaz olsun.
Güzellige gelince,kimse yarisamaz benim GÜZELIMLE.
Simdi birak bunlari "son mektup" derken yalan sanmistim
Daha beter içer oldum,
Her gece sarhosum.
Bir daha ki mektupta güzelimden bahset bana.
Simdi gerçekten mutlu mu?
Yoksa baskasini mi seviyor?
Hasta demistin,kalbinden hasta
Yoksa bu ask hastaligimi?
Benden baskasi ile...
Çabuk yaz arkadas
Herseyi arkadas, herseyi anlat bana.
Anladim ki yasayamam ben onsuz bu dünyada.
ARKADASTAN SERSERIYE
Afedersin serseri yanlis yapmisim ben,
O seni gerçekten çok sevmis.
Son nefesinde bile adini söyledi,
Yüregim parçalandi,anlayamazsin.
éSERSERIM" deyisini duysaydin gözleri kapanirken.
Askin öyle sarmis ki bedenini
Kaybedince, yasayamadi öldü iste.
Son mektunda ne yaptin?
Içip içip agliyor musun?
O simdi mezarinda huzurlu yatarken,
Yilanlara bile seni anlatir süphen olmasin.
Zaten mezar tasinda
"SENI SEVMISTIM SERSERI"
Yazisini görünce anlarsin.
Belki bir umut vardi yasamasinda,
Ama senin de ciddi olmandi.
"Birkaç gün çikalim" demissin ona.
"Elma sakari olur" demissin.
Iste o vurdu senin güzelini,
Indi zavallicigin yüregine.
Simdi mezarinda derin bir uykuda,
Sevgisi de sonsuzlasti onunla.
Aslinda o hiç istemedi öldügünü bilmeni
Ama dayanamadim yazdim iste.
Simdi ne yaparsin,nasil yasarsin?
Içer misin, adam mi döversin?
Sen de onu sevmissin öyle yazmissin,
Öyleyse birak askiniz yasasin.
SERSERININ ODASINDAKI NOT ;
SANA GELIYORUM GÜZELIM,
SENI SEVIYORUM GÜZELIM.
Cemal Safi
Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git!
Git de şen şakrak geçen günlerine gün ekle,
Beni kahkahaların sustuğu yerde bekle.
Git ki siyah gözlerin arkada kalmasınlar,
Git ki gamlı yüzümün hüznüyle dolmasınlar.
Mademki benli hayat sana kafes kadar dar,
Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar.
Hadi git, benden sana dilediğince izin,
Öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin.
Kahrımın nedenini söylesem irkilirler;
Çünkü herkes beni Kays, seni Leyla bilirler.
Sanırlar ki sen beni biricik yar saymıştın;
Oysaki hep yedekte, hep elde var saymıştın.
Hadi git, ne bir adres, ne bir hatıra bırak,
Zannetme ki, pişmanlık, mutluluk kadar ırak!
Sanma ki fasl-ı bahar geldiğim gibi gitmez,
Sanma ki hüsranını görmeye ömrüm yetmez.
Her darbene tahammül edecektir bedenim,
Gururum mani olur perişanıma benim.
Yari Ferhat olanın ellerle ülfeti ne?
Şirin ol katlanayım dağ gibi külfetine.
Henüz layık değilken tomurcuk kadar aşka,
Sana gül bahçesini kim açar benden başka!
Hercai arılara meyhanedir çiçekler,
Kim bilir şerefinden kaç kadeh içecekler!
Mademki aşk tablosunun takdirinden acizsin,
Git de çağdaş ressamlar modern resimler çizsin.
Ne vedaya gerek var, ne de mektuba hacet,
Git de Allah aşkına bir selama muhtaç et!
Güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan!
Fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan!
Kopsun nerden inceyse artık bu bağ, bu düğüm!
Her gece daha berbat, daha vahim gördüğüm.
Korkulu düşlerimi yorumdan kaçırıyorum;
Sırf sana üzülüyor, sırf sana acıyorum!
Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git! ...
Cemal Safi
Seninle başladım, bitsin seninle...
Ve gün be gün, ben seni düşünürüm.
Sen benim herşeyimsin ey sevgili.
Rüzgarlara ezberlettim türkülerimi,
Ben hep uzaklara türkü yazarım
Sılamsın, sevdamsın, sabır taşımsın
Kalemim adından başka ad yazmaz
Bu kütükte başka bir ad okunmaz
Narına nuruna kurban olduğum
Seven sevdiğinden asla yakınmaz
Ben sevda bölüğünde kıdemli bir askerim
Terhis olsam gidecek bir yerim yok
Yüreğimden başka silah taşımam
Bütün adresleri iptal ettim
Benim senden özge gerçek yarim yok.
Sen benim herşeyimsin ey sevgili
Ben rol gereği aşık değilim
Deme bu garibin benimle işi ne...
Aşkım beni teşhir eder, Sesim içime saklanır
Aklanırsa adım, seninle aklanır.
İstersen durmadan adres değiştir,
Gözlerimi bağlasalar da bulurum seni.
Ben, türkülerde tanıdım Fizan'ı, Yemen'i
Anlasam ki sesim sesine değmiştir,
Bütün gemileri yakar gelirim.
Bu bir taahhüttür; sına beni..
En deli rüzgarların önüne sür, bulut-bulut,
Bir yerde yanlış yaparsam adımı unut.
Son kurşunu kendime sıkar gelirim.
Bir et kemik torbası değilim ben
Bir hasar raporu değil yazdığım
Bir aşk mektubudur ey sevgili,
Kızıl-kıyametten önce...
Ve görmek için bakmaya gerek yok
Her dilde güzeldir senin adın
Meydanlar sarsılır sen ortaya çıkınca
Yeter ki görecek göz, göz olsun.
Velhasıl uzun sözlere hiç gerek yok
Dil hicâbından lâl olmalı seni anarken
Ey benim tabibim, tacidarım
Gündönümüdür ben seni bekliyorum
Günahıma girmeden, katilim olmadan git!
Git de şen şakrak geçen günlerine gün ekle,
Beni kahkahaların sustuğu yerde bekle.
Git ki siyah gözlerin arkada kalmasınlar,
Git ki gamlı yüzümün hüznüyle dolmasınlar.
Mademki benli hayat sana kafes kadar dar,
Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar.
Hadi git, benden sana dilediğince izin,
Öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin.
Kahrımın nedenini söylesem irkilirler;
Çünkü herkes beni Kays, seni Leyla bilirler.
Sanırlar ki sen beni biricik yar saymıştın;
Oysaki hep yedekte, hep elde var saymıştın.
Hadi git, ne bir adres, ne bir hatıra bırak,
Zannetme ki, pişmanlık, mutluluk kadar ırak!
Sanma ki fasl-ı bahar geldiğim gibi gitmez,
Sanma ki hüsranını görmeye ömrüm yetmez.
Her darbene tahammül edecektir bedenim,
Gururum mani olur perişanıma benim.
Yari Ferhat olanın ellerle ülfeti ne?
Şirin ol katlanayım dağ gibi külfetine.
Henüz layık değilken tomurcuk kadar aşka,
Sana gül bahçesini kim açar benden başka!
Hercai arılara meyhanedir çiçekler,
Kim bilir şerefinden kaç kadeh içecekler!
Mademki aşk tablosunun takdirinden acizsin,
Git de çağdaş ressamlar modern resimler çizsin.
Ne vedaya gerek var, ne de mektuba hacet,
Git de Allah aşkına bir selama muhtaç et!
Güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan!
Fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan!
Kopsun nerden inceyse artık bu bağ, bu düğüm!
Her gece daha berbat, daha vahim gördüğüm.
Korkulu düşlerimi yorumdan kaçırıyorum;
Sırf sana üzülüyor, sırf sana acıyorum!
Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git! ...
Cemal Safi
Seninle başladım, bitsin seninle...
Ve gün be gün, ben seni düşünürüm.
Sen benim herşeyimsin ey sevgili.
Rüzgarlara ezberlettim türkülerimi,
Ben hep uzaklara türkü yazarım
Sılamsın, sevdamsın, sabır taşımsın
Kalemim adından başka ad yazmaz
Bu kütükte başka bir ad okunmaz
Narına nuruna kurban olduğum
Seven sevdiğinden asla yakınmaz
Ben sevda bölüğünde kıdemli bir askerim
Terhis olsam gidecek bir yerim yok
Yüreğimden başka silah taşımam
Bütün adresleri iptal ettim
Benim senden özge gerçek yarim yok.
Sen benim herşeyimsin ey sevgili
Ben rol gereği aşık değilim
Deme bu garibin benimle işi ne...
Aşkım beni teşhir eder, Sesim içime saklanır
Aklanırsa adım, seninle aklanır.
İstersen durmadan adres değiştir,
Gözlerimi bağlasalar da bulurum seni.
Ben, türkülerde tanıdım Fizan'ı, Yemen'i
Anlasam ki sesim sesine değmiştir,
Bütün gemileri yakar gelirim.
Bu bir taahhüttür; sına beni..
En deli rüzgarların önüne sür, bulut-bulut,
Bir yerde yanlış yaparsam adımı unut.
Son kurşunu kendime sıkar gelirim.
Bir et kemik torbası değilim ben
Bir hasar raporu değil yazdığım
Bir aşk mektubudur ey sevgili,
Kızıl-kıyametten önce...
Ve görmek için bakmaya gerek yok
Her dilde güzeldir senin adın
Meydanlar sarsılır sen ortaya çıkınca
Yeter ki görecek göz, göz olsun.
Velhasıl uzun sözlere hiç gerek yok
Dil hicâbından lâl olmalı seni anarken
Ey benim tabibim, tacidarım
Gündönümüdür ben seni bekliyorum
Ninova Diyala
Hayal kırıklığına uğradığımızda keşke suçlayacak birilerini bulabilseydik.
Belki de bu hüzünbaz geceleri suçlamayız.
Keşke bir çok şeyi içimizde yaşayabilseydik.
keşke güz yaprakları gibi dökülmese umutlar ellerimize
keşke hiç olmasaydı hayatımızda keşke
çiçek misali yüzümüzü dönsek güneşe
yinede solar mıydı umutlar, sevgiler ellerimizde
Ah hüzünbaz geceler, ah yağmurlu gecenin
koynunda uçmaya çalışan ıslak kuşlar, ah yaprak misali
Rüzgara kapılmış savrulan umutlar
Ah doğmamış yeni aşklar, solmayan eski sevdalar
Bir yaradır yürekte kaşıdıkça kanar, kanadıkça yanar
Rüzgar misali yüreğimi delip geçen sevdalar
şimşek çakmış misali beynimi işlevsizleştiren sevdalar
Bir elektro şoktur belki de hayata bağlayan
belki de bir ölüm öpücüğüdür sona yaklaştıran
Ah yüreğimi söküp parçalayan sevdalar
Ah baş ağrılarım, ah yürek yaralarım
Ah hayat denen silahtan fırlayıp yüreğime
saplanan kurşun gözlü sevdalar
Sonu gelmeyecek mi bu baş ağrılarının
gelmeyecek mi sonu bu hayat denen yuvarlak masanın
Durmayacak mı bu rüzgar
durmayacak mı bu beynimde ki fırtınalar
Durmayacak mı bu kanadıkça kanayan yara
Durmayacak mı dağlarımızı süsleyen
ağaçları çiçekleri sulayan kanlar
Ben duruldum, ben yoruldum, ben tükendim
Artık bilmelisin bilmelisin
Ben bir suçluyum bunlar da yollara dökülmüş suçlarım
bilmelisin ben bir yolcuyum bunlar da yolluğum
Ninova Diyala
Belki de bu hüzünbaz geceleri suçlamayız.
Keşke bir çok şeyi içimizde yaşayabilseydik.
keşke güz yaprakları gibi dökülmese umutlar ellerimize
keşke hiç olmasaydı hayatımızda keşke
çiçek misali yüzümüzü dönsek güneşe
yinede solar mıydı umutlar, sevgiler ellerimizde
Ah hüzünbaz geceler, ah yağmurlu gecenin
koynunda uçmaya çalışan ıslak kuşlar, ah yaprak misali
Rüzgara kapılmış savrulan umutlar
Ah doğmamış yeni aşklar, solmayan eski sevdalar
Bir yaradır yürekte kaşıdıkça kanar, kanadıkça yanar
Rüzgar misali yüreğimi delip geçen sevdalar
şimşek çakmış misali beynimi işlevsizleştiren sevdalar
Bir elektro şoktur belki de hayata bağlayan
belki de bir ölüm öpücüğüdür sona yaklaştıran
Ah yüreğimi söküp parçalayan sevdalar
Ah baş ağrılarım, ah yürek yaralarım
Ah hayat denen silahtan fırlayıp yüreğime
saplanan kurşun gözlü sevdalar
Sonu gelmeyecek mi bu baş ağrılarının
gelmeyecek mi sonu bu hayat denen yuvarlak masanın
Durmayacak mı bu rüzgar
durmayacak mı bu beynimde ki fırtınalar
Durmayacak mı bu kanadıkça kanayan yara
Durmayacak mı dağlarımızı süsleyen
ağaçları çiçekleri sulayan kanlar
Ben duruldum, ben yoruldum, ben tükendim
Artık bilmelisin bilmelisin
Ben bir suçluyum bunlar da yollara dökülmüş suçlarım
bilmelisin ben bir yolcuyum bunlar da yolluğum
Ninova Diyala
Gül yaprağı...Gülden Kale Düştü
Gül yaprağı...
Gülden Kale Düştü adlı kitabında, Ahmet Karcılılar bir hikaye anlatıyor.
Hikaye
şu: “Eski Çin’de, neredeyse hiç konuşmadan iletişim kuran rahiplerin
yaşadığı manastırlar varmış; empati duyguları o kadar gelişmiş ki
çoğunlukla diğerinin bir şey söylemesine gerek kalmadan ne istediğini ya
da ne düşündüğünü bilirlermiş. Bu manastırlarda eğitim görmeye hak
kazanan öğrenciler, gerekli her şeyi öğrenseler bile empati
yeteneklerini geliştirmeden rahip olamazlarmış.
Bu
manastırlara girmek oldukça zormuş. Her yıl pirinç hasadından sonra
öğrenci adayları manastıra girebilmek için günlerce kapıda beklermiş,
ama kapı bir türlü açılmazmış. Bir süre sonra beklemekten bıkan kimileri
vazgeçip köyüne dönermiş. Kalıp manastıra girmeyi başaranları başka
zorluklar beklermiş; rahipler ve eski öğrenciler manastırın bütün
işlerini yeni gelenlere yaptırırlar, hem de çok kötü muamele ederlermiş.
İç
savaşlar sırasında ve Japonya Çin’i işgal ettiğinde, bütün liderler ve
kahramanlar manastırlarda eğitim gören savaşçılar ya da rahiplerden
çıktı. Sanırım rahipler aynı zamanda zarar görmeden yerel derebeylerine
karşı çıkabiliyorlardı, yani statü sahibiydiler. Bu yüzden, bu kadar
zorluğa rağmen oldukça fazla sayıda kalan oluyormuş. Onları da zorlu bir
eğitim süreci beklermiş.
Manastıra
girmeyi çok isteyen bir çocuk giriş zamanını kaçırdığından kapıda
kalmış, ama yine de umutla kapıda bekliyormuş. Rahipler çocuğun
beklediğini görüyor, fakat girişle ilgili katı kurallar olduğundan
kapıyı açmıyorlarmış. Bir ay sonra beklemekten vazgeçmeyeceğini
anlamışlar, ona acıyıp manastıra girmesinin olanaksız olduğunu bir
şekilde göstermeleri gerektiğini düşünmüşler. Bir rahip kapıya çıkmış,
elinde ağzına dek su dolu bir tas varmış. Çocuk bir süre rahibe
baktıktan sonra yerdeki bir gül yaprağını alıp suyun üstüne koymuş.
Rahip saygıyla eğilerek geri çekilmiş ve bütün kuralları çiğneyerek
çocuğun manastıra girmesine izin vermiş.”
Aslında
kendimizle o kadar doluyuz ki, hayatlarımıza giren herkesin bizleri
taşırmayacak bir gül yaprağı olması gerekiyor. Kendilerini gonca gül
zannedip, gül yaprağı olamayacak olanlarla yollarımız ayrılıyor.
Evlilikler, birliktelikler, sevgililer de böylece uçup gidiyor.
Gelenler
gidenleri, gidenler yeni gelenleri aratıyor, aramalar sürekli bir hal
alıyor ve üvertür ilişkiler arasında boğuşmalar sürgit devam ediyor.
Oysa hayatlarımızda hep ve daima as ilişkiler ve başyapıtlar vardır. Ama
öyle bir yere gelinmiştir ki, kimsenin bir diğerinin gonca gülü olma
hakkına sahipliği kalmamıştır.
Yeni hayatlara ve gül yapraklarına merhaba... 12 Ağustos 2012 Pazar
17 Temmuz 2012 Salı
Sensin Obez!: Ameliyatınıza hazırlanırken bilmeniz gerekenler......
Sensin Obez!: Ameliyatınıza hazırlanırken bilmeniz gerekenler......: Varolan probleminizin farkına varıp bir çözüm aramaya başladınız ve obezite cerrahisiyle tanıştınız. Öncelikle obezite cerrahisi için uyg...
http://www.milliyet.com.tr/-66-kilo-verdim-31-yasinda-yeniden-dogdum-/pazar/haberdetay/20.05.2012/1542559/default.htm
FACEBOOK sayfası : https://www.facebook.com/obezitecerrahisi
birde BLOG sayfası var ameliyat olan kızın : http://sensinobez.blogspot.com/
Başak Üstündağ’ın yaşam öyküsü “Hadi canım! Bu kadar da olmaz” dedirten cinsten. Zaten o da anlatırken arada “Türk filmi gibi değil mi?” diyor. Siz de dinleyici olarak muhtemelen gözyaşları içinde (En azından benim için öyle oldu) “Bırak filmi milmi, devam
et sen. Eee sonra ne oldu?” diyorsunuz. Ben de 100 küsur kilodan 60’lara düştüğüm için zayıflama hikayeleri daha doğrusu insanların hayatlarını değiştirmeyi becerdikleri ve ‘mutlu son’la biten gerçek öyküleri seviyorum. Başak’ınki de öyle.

“Eski pantolonumun tek bacağı bile bol geliyor”
* 66 kilo verdiniz. Ortalama bir insanın ağırlığı kadar kilo kaybettiniz...
İnanılmaz tabii ki. Kilodan dolayı dört sene bağdaş kurup oturamadığımı hatırlarım. Şimdi eski pantolonlarımın tek bacağına giriyorum ve bol geliyor. Kimse yolda tanımıyor tabii. Ben bile aynada tanımakta zorlanıyorum kendimi. Bir de şu an hedefimi geçmiş durumdayım. Aklımda maksimum 65 kilo vermek vardı ama baktım ki kilolar gitmeye devam ediyor. Doktorum da bunun bir sorun olmadığını söyledi. Şu an 66 kilo ağırlığındayım, 38 beden giyiyorum. 60 olsam yeter.
* Hep kilolu muydunuz? Şişman bir bebek miydiniz?
Hep tombiktim. Toplumumuzda ‘Şişman bebek sağlıklı bebektir’ diye büyük bir yanılgı var. Anne ve babalar çocuklarına zorla yemek yediriyorlar. Oysa bilmiyorlar ki diyabet, kalp ve damar hastalıklarının birçoğunun temeli o yaşlarda atılıyor. Benim hikayem de böyle başladı. Annem ve babam çalıştıkları için beni babaanneme bırakırlardı. Kadın da emanetim diye yediriyor da yediriyor. Hiç unutmam sobada bir tam ekmeği ısıtır, üzerine yağ ve bal sürer zorla yedirirdi. Hâlâ tereyağından baldan nefret ederim. İlkokulda da, ortaokulda da okulun en şişman çocuğuydum, hep “Ergenliğe girince atar” derlerdi. Derken lise başladı, ben kiloları atmadım üzerine kilo eklemeye başladım.

“Kocam beni şişman olarak tanıdı ve her halimle kabul etti.
* Kimileri canı sıkkın olduğunda hiçbir şey yiyemez, kimi insansa her şeye saldırır. Siz ikinci gruptansınız sanırım...
Aynen öyle. Duygusal yiyiciyim. Üzüntü, sıkıntı, hasret herhangi bir duygu beni tetiklerdi ve yerdim. Tatlıya karşı da aşırı düşkünlüğüm vardı. Ne zaman canım yansa, kendimi yalnız, mutsuz hissetsem pastaneye giderdim.
* Peki, ne oldu da canınıza tak etti?
Klasik senaryo yani bir erkeğe âşık olursun o da seni şişmansın diye istemez durumu benim başıma gelmedi. Erkeklerden yana şanslıydım. Ne zaman “Ben bu çocuğu tavlayacağım” dediysem tavladım. İçine kapanık, asosyal şişmanlardan değildim.
Çok arkadaşım vardı, çok dışarı çıkardım. Kilolarımın yaşantımı kısıtlamasına izin vermezdim. Benim canıma tak eden nokta vücudumda ‘necrobiosis lipoidica’ isimli hastalığın belirmesiyle başladı. Bu bir çeşit hücre kanseri, çok yeni bir rahatsızlık ve nedeni de tedavisi de bilinmiyor. Hastalığın birebir kilo ile ilgili yok ancak vücudunda açık yaralar çıkıyor. Suya değmen yasak, hep bandajlı geziyorsun. Ağrı ise felaket. Türkiye’de ne kadar hastane varsa gezdim. Günlerce yattığım oldu, geçmedi. Teşhis konulduktan sonra “Bir çıkış yolu bulmalıyım” dedim. Madem bu hastalık var, belki bu dünyadaki zaman kısıtlı. Bu süreyi zayıf geçirmek istedim.
* Neden herhangi bir diyet programı ve spor değil de ameliyat?
Her şeyi denedim. Akupunkturlar, bitkisel çaylar, zayıflama hapları, tek gıda rejimleri, doktorların özel diyetleri... Hiçbiri işe yaramadı. Maksimum 10 kilo verip geri alıyordum. İçimdeki duygusal açlık zayıflamamı engelliyordu. “Ancak midem küçülürse yapabilirim” dedim. Bu arada yapı itibariyle çok garantici biriyim. Öyle maceraya atılmam. Doktorumu bulmam iki yılımı aldı. Araştırdım. Bu ameliyatı kimler yapıyor? Hangisinin hasta kaybı daha düşük, hangisinin ameliyatlarından sonra hastaları daha hızlı toparlanıyor diye.
* Ne kadar zamanda kaç kilo verdiniz?
İlk ay 22 kilo verdim. Dördüncü ayda 44 kilo gitmişti. Bu arada bir mucize oldu ve yaralarım da iyileşmeye başladı. Bir ay sonra kontrole gittiğimde doktorum bacağımdaki bandajlardan birini açtı. Bir baktım, yara yok. Görüyorum ama inanamıyorum. Üç ay sonra da tüm yaralar kapandı. Son bandajın çıktığı günü unutamam. Tüm gün ağlaya ağlaya banyo yaptım.
* Eşinizle ne zaman tanıştınız? O nasıl girdi bu hikâyeye?
Daha önce kötü bir tecrübe yaşamıştım. Sırf kiloluyum diye birlikte olduğum adamın ailesi evime gelmiş ve bana hakaretler etmişti. O adam da ailesini dinleyip beni ertesi gün terk etmişti. Oysa evlilik tarihi belirleyecektik, her şey hazırdı! Eşimle de tanıştığımda aklımda aşk yoktu. Zaten biz şişmanlar ne kadar kilo versek de duruma alışamayız. Bir adam bizimle flört edince “Aman canım, bana mı bakacak?” deriz. Yine öyle oldu ama bu defa karşımdaki kişi kararlı ve dürüst çıktı. Hani “Beni her halimle kabul etsin” deriz ya. Erdem işte o adam. Onu karşıma alıp
“Bak ben kilo veriyorum. Bu bir süreç. Sonunda güzelleşsem de kollarım, bacaklarım sarkacak. Sonra bir de bacaklarımda eski yara izlerim var. Bunları sorun yapacaksan hemen şimdi git” dedim. Yaralarımı görmek istedi ve sonra eğilip bacağımdakini öptü.

“İlk ay 22, dördüncü ayda 44 kilo verdim. Bir yılda 66 kilo zayıfladım.”
“Risk, kalp ameliyatlarından çok daha düşük”
Üstündağ’ın doktoru Halil Coşkun Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde genel cerrahi ana bilim dalında öğretim üyesi. Coşkun “Başak daha önce tüm diyet programlarını denediği için bu, onun için ideal yöntemdi” diyor
* Başak hanımın ameliyatının ismi laparoskopik mini gastrik baypas ameliyatı. Bu yöntem ile kilo verme mekanizması iki şekilde işler. Oluşturulan yani küçültülen mide ile fazla gıda alımı engellenerek yemek yeme miktarı azaltılıyor ve bu yeni mide ile ince bağırsak arasında yapılan özel bağlantı sayesinde alınan gıdalar direkt olarak ince bağırsağa geçiyor. Bu da emilim oranını düşürüyor.
* Obezite cerrahisinde sadece bu ameliyat yok, en az onun kadar sık uygulanan mide bandı (kelepçe) ve tüp mide operasyonları da bulunmakta. Ayrıca bir de ameliyatsız bir yöntem olan mide balonu uygulaması var. Hepsini gerçekleştiriyorum. Uygulamalarım haftada 12-15 vaka arasında değişmekte, şu ana kadar 750’den fazla ameliyat gerçekleştirdim. Hastaların yüzde 90’ı memnun.
* Hasta seçerken American Society for Metabolic and Bariatric Surgery’nin kriterlerine uyulmakta. Bunları kısaca sayayım: Hastanın vücut kitle indeksinin 35-40 arasında olması, en az üç yıldır obez olması, hormonal hiçbir problem
taşımaması ve alkol-ilaç bağımlısı olmaması gerekli.
* Bu ameliyatlardaki ölüm riski yüzde 0,5’in altında. Bu oran kalp ameliyatındaki riskten (yüzde 3,5) düşüktür. Toplumdaki algı bence medyaya yansıyan negatif olgulardan kaynaklanıyor, oysa genele bakmak gerek. Ameliyat sayısı tüm dünyada hızla artmakta. 2008 yılında tüm dünyada 350 bin operasyon yapıldı.
* Başak hanımı ilk gördüğümde ileri derecede obezdi, ayrıca Tip 2 diyabeti vardı. İnsülin kullanımı çok yüksek
ve hayat kalitesi son derece düşüktü. Bu ameliyatın aynı zamanda anti-diyabetik etkisi de var. Nitekim ameliyattan 24 saat sonra Başak hanımın kan şekeri de normale döndü ve insülinden kurtulmuş oldu. Kilo kaybının getirdiği etki ile ayaklarındaki yaralar düzeldi. Riskli bir karardı ama bunu birlikte verdik.
* Ameliyat sonrasında beslenme çok önemli. İlk iki hafta sıvı diyet, sonraki iki hafta püreli diyet ve sonrasında dengeli bir şekilde normal gıdalara geçiş sağlıyoruz. Beslenme şekli genel hatlarıyla düşük kalorili gıdalardan oluşmalı, bununla birlikte yüksek protein oranına sahip olmalıdır. Ayrıca en önemli şeylerden biri de vitamin ve mineral takviyelerinin düzenli olarak alınması.
* Gastrik baypas ameliyatı son derece etkili bir operasyon, 18 aylık bir dönem içerisinde fazla kilonuzun yüzde 80’ini kaybedebilirsiniz. Dördüncü yıldan sonra beslenme alışkanlıklarınız değişmemiş ise bir kısım hastada da görüldüğü gibi yüzde 25‘lik oran geri alınabilir.
Prof. Dr. Murat Tuzcu’nun ameliyatla ilgili görüşleri:
“Hasta, sorununun ameliyatla tamamen ortadan kalkmayacağını anlamalı”
Tıbbi adı bariyatrik cerrahi olan kilo verdirme ameliyatları çok fazla kilosu olup sağlığı bozulmuş ya da bozulma riski olanların seçmesi gereken bir yöntem. Ayrıca hastanın bu tedaviye karar vermeden önce ameliyatın nedeniyle oluşabilecek zararları iyice anlaması gerekiyor. Ayrıca sorununun ameliyatla tümüyle ortadan kalkmayacağını, sonrasında mutlaka uyması gereken kurallar olduğunun ona anlatılması da şart. Genel olarak bu yöntemlerin fazla kiloları verdirmede çok başarılı olduğunda tüm uzmanlar hemfikir. Zayıflamanın derecesi de cerrahinin çeşidine göre değişiyor.
Tabii bir de yan etkilerinden bahsetmek lazım: Zayıflama için yapılan ameliyatlarda kanama, mikrop kapma, bağırsağın yırtılıp delinmesi ya da tıkanması gibi komplikasyonlar olabilir. Ameliyat yerinde fıtık oluşması ender değildir. Ortaya çıkan problemleri çözmek için her 10 hastadan bir veya ikisinde tekrar ameliyat gerekebilir. Cerrahi müdahaleden sonraki gün ve haftalar içinde ortaya çıkabilecek olan bu sorunların yanı sıra uzun vadede görülen ciddi yan etkileri de unutmamak gerek. Bu tür ameliyat geçirenlerde safra kesesinde taş oluşması kolaylaşır. Bağırsakların bir kısmının devre dışı bırakılması durumunda da eğer gerekli vitamin ve mineral desteği alınmazsa her üç kişiden birinde kansızlık, kemik erimesi, safra taşı gibi ciddi sorunları görülebilir.

Doç. Dr. Halil Coşkun tarafından büyük bir titizlikle hazırlanan bu kitap da son yıllarda en etkili tedavi alternatiflerinden
biri olarak kabul edilen Obezite Cerrahi Yöntemleri ve bu konuda
bilinmesi gereken tüm detaylar yalın bir dille anlatılmaktadır


Anatomik


Kilo kaybı ameliyatının, önemli miktarda ve sürekli kilo kaybı sağlamada etkili olduğu artık tüm bilimsel yayınlarda gösterilmiştir. Günümüzde arzu edilen bu sonuca ulaştıran çeşitli farklı kilo kaybı ameliyatları mevcuttur. Bu nedenle kilo kaybı ameliyatı düşünen hastalardan en sık aldığım sorulardan bir taneside; “Hangi prosedürün benim için uygun olduğuna nasıl karar vereceğim?” sorusudur.

Kilo kaybı ameliyatlarından sonra çoğu insanın benimsemek zorunda olduğu yeni alışkanlık, her gün vitamin almaktır. “Gerçekte ne almam gerekir?” sorusunu cevaplarken ilk ve en önemli cevap şudur: “Doktorunuz ne öneriyorsa onu alın”...
http://sensinobez.blogspot.com/
Kişisel olarak konuşmak
gerekirse; benim katılara geçişim tamı tamına doktorumun takvimine göre
ve 1,5 ayım dolduktan sonra olmuştu. Yine kişisel olarak katılara
geçişte çok dikkatli ve seçici davrandım ve oldukça da faydasını gördüm
diyebilirim. Öncelikle şunu netleştireyim ki; katılara geçmek, çorba
gibi şahane bir besinden vazgeçmek değildir. Benim tavsiyem; özellikle
erken dönem katılara geçtiğinizde bir öğününüzü muhakkak çorbanın
oluşturması. (Şayet yazın ortasında katıya geçiyorsanız bunun yerine
salatalıksız cacık koyabilirsiniz.)
Yine katılara geçişte hatırlamanız gereken en önemli şey sıvı ve püre öğününüzden çok daha çabuk doyacağınız ve çok daha az yiyebileceğinizdir. Küçük bir tabak püreyi belki rahatça yiyebilirsiniz ama söz konusu katılar olduğunda tahminen ancak yarısını yiyebileceksiniz. Panik yok, normal bu. Sakiniz. :)
Benim katılara geçişim ekşili köfte yemeği ile oldu. Yanlış hatırlamıyorsam iki minik köfte yiyebilmiştim. Benim tavsiyem katılara geçişinizde çok katılardan başlamamanız ve bu süreci acelesiz, bebek adımlarıyla geçmeniz. Ben öyle yaptım ve son derece rahat bir geçiş dönemi yaşadım. Bebek adımlarından kastım ne peki? Şu: ezilebilecek ve/veya nispeten hazmı kolay şeylerden başlayın.
-Kıymalı kabak yemeği
-Kıymalı ıspanak
-Kıymalı semizotu
-Her nevi sulu köfte
-Balık (ton balığı/ fırında balık/buğulama)
-Rafadan yumurta
-Kabuksuz meyveler (çilek hariç)
Bunun bir ileriki adımında, katıların ilk adımına rahat geçtiyseniz:
-Kıymalı pırasa yemeği (pırasanın hazmı zordur ancak sindiriminiz için fevkalade yararlıdır. yine de ilk tercihiniz olmasın.)
-Kıymalı bamya (yine sindirim için muhteşem bir yemek!)
-Kıymalı karışık sebze
-Kabuğu soyulmuş domates ve biberden yapılmış menemen
-Lor peynirli yumurta
-Kıymalı bezelye
-Kıymalı türlü
-Beyaz peynir çeşitleri
-Zeytin ezmesi/zeytin
-Havuçlu, yoğurtlu meze (pişirerek yapılanı)
-Yoğurtlu semizotu
-Süzme yoğurt
Her yemeği ısrarla kıymalı yazmamın sebebi, et hazmı oldukça zor ve sizi yoracak bir tercihtir. Tamamen katılara sorunsuz geçtiğinizde et denemeleri yapmanızı öneririm. Ayrıca yemeklerinizi et/tavuk suyuna pişirmek protein alımı açısından size oldukça yarar sağlar.
Bir adım sonrasında sizi nispeten daha az yoracak bir iki seçenek eklemelisiniz.
Tavuk (kalça but hazmı en kolay yerdir)
Sebzeli tavuk haşlama
Okyanus balıkları
Midye/kalamar/surumi (yengeç) (muhteşem protein kaynakları)
Benim/annemin pişirme tercihlerim/iz her zaman yağsız ve/veya çok az yağlı oldu. Zira kullandığınız kıyma/tavuk yeterince yağ içermekte. Günde üç tatlı kaşığı yağ bünyenin yağ ihtiyacınız karşılar. Bana kalırsa bunlar zaten tavuk ve kıymada var ama gözünüze az geliyorsa yemeğinize ekleyin.
Kahvaltılarınızda meyve ve/veya rafadan yumurta almayı tercih edin. Meyveyi sabah yemek sinidiriminiz açısından oldukça yararlıdır. Nedense bizim kültürümüzde meyve akşam yemeğinden sonrası ile özdeşleşmiş. Halbuki sabah meyve yemenin sayısız faydası var. Kahvaltı öğününde sade yumurta ya da lor yavan geliyorsa eti form etimek tüketebilirsiniz. Ben hala öyle yapıyorum.
Bypass ya da sleeve (tüp mide) için de bir hatırlatma yapmak isterim. Özellikle yakın katı dönemlerinizde çiğ sebze/baklagilden uzak durun. İlginç bir biçimde insanın canı ısrarla salata yemek istiyor biliyorum ama çiğ sebzenin ve baklagillerin hazmı çok zor olduğu gibi, insanı çok rahatsız ediyor. Bir yemeğe koyarken de sebzelerinizi (özellikle domates gibi ince kabukluları) soyun. Asla zar kabuklu şeylerin kabuğunu yemeyin.
Yine yakın katı döneminizde mısır gevrek ve lapaları midenize oturma hissi yaratır ancak uzak katı döneminde şahane kurtarıcılardır. Restoranlarda soğuk meze olarak geçen şeyleri rahat yediğinizi göreceksiniz. Bunlar da dışarı yemeğe çıkıldığında çorba seçeneğiniz yoksa şahane kurtarıcılar oluyor.
Ekmek mümkün olduğunca uzak durmanız gereken bir besin. Ne kadar geç başlarsanız o kadar iyi. Lakin bazı besinler var ki ekmeksiz yenemiyor. Burada benim kullandığım taktik, bu tarz besinleri (yumurta gibi) form etimekle yemek. Kabul edin, ekmek olmazsa olmazlarınızdan değil ve olmamalı.
Makarna, pilav, hamurişi, karbonhidrat ağırlıklı besinler diyetinizde 6 aydan önce olmamalı. Siz bunları okuduğunuzda benim 13.ayım dolmuş olacak ve ben hala bunlardan uzak duruyorum. Özellikle pilav toplamda 3 kere ancak yemişimdir, o da mecburi ortamlarda. Eksikliğini de hissetmiyorum.
Peki katı döneminin kaçamakları nelerdir?
İşte size dev hizmet. Hem yemesi kolay, hem kalorisi az, benim sıklıkla başvurduğum kaçamaklar. ;)
-Çubuk kraker (hala çantamda taşırım, kurtarıcıların en büyüğü)
-Patlamış mısır (yağsız, tuzsuz, 1 bardak)
-Ceviz, badem, yabanmersini, leblebi
-Şayet şekeriniz düşüyorsa akide şekeri (tarçınlıyı tercih edin.)
-Nesquik
(Muayyen dönemlerinde tatlı aşerenler için not: Bu dönemlerde hafif ve ufak bir porsiyon sütlü tatlı tercih edebilirsiniz (sütlaç hariç) ancak dumping seçeneğini unutmayın. Limonata ve sahlep'in bile zaman zaman dumping yapabildiğini düşünürsek dikkatli olmanızda fayda var.)
Yukarıdaki satırlarda da belirttiğim gibi benim katılara geçişim çok rahat oldu. Umarım bu bilgiler size katılara geçişte bir nebze yardımcı olur. Unutmayın, geçişlerin hepsini bebek adımlarıyla yaparsanız kilo verişiniz uzun atlama adımlarıyla olur. Haydin kolay gelsin! :)
*Ekşili köfte yemeğinin
köftesizi. (Bu çorbayı annemle uydurduğumuz için böyle tarif ettim.
Ekşili köfte yapıp içinden köfttelerini çıkarın. İşte en çok içtiğim
çorba! )
*Tavuk suyuna tebiyeli rondo şehriye (Az şehriye katılmış tavuk suyunu rondodan geçirin. Çorba kıvamını kaybetmesin.)
*Ayran.
*Ton balığı püresi (Sıfır yağlı olanlardan alıp rondoladım bol bol)
Bu noktada en büyük yardımcınız -kendinizi hissetmeye başlamak- olacak. Eskiden hissetmediğiniz -doyma- hatta hatta - bir lokma daha yersem herhalde çatlayacağım- hissi geri gelecek. Bu en büyük avantajınız. Sizlere tavsiyem hiç bu hissi duyana kadar yemeyin e mi. :)
Ameliyat öncesi rutin testler yapılıyordu bir yandan. Her şey yolunda gözüküyordu. Oldukça meşgul olmasına rağmen sevgili doktorum Halil bey bu süreçte beni hiç yalnız bırakmadı diyebilirim. Ne zaman biraz gerginleşsem artık hissediyor muydu yoksa tesadüf müydü bilemiyorum ama şak diye odanın kapısında o muhteşem güleryüzüyle beliriyordu. Pazartesi günü bana tembihlenen en önemli şey artık şu saatten sonra katı bir yiyecek yememem gerektiği idi. [ Buna ameliyattan önce benden başka uyan yokmuş, ben uymuştum ve içim gayet rahattı. Lütfen size söylenen zamandan itibaren ASLA katı bir şey yiyip içmeyin. Ufak bir kaçamak dahi ameliyatınız ve daha önemlisi hayatınızı tehlikeye atabilir zira mide-bağırsak ameliyatı oluyorsunuz. Çıldırmayın :)] Dolayısıyla aralarda sürekli çorba ve ayran içiyordum.
Ameliyat Sabahı
http://www.milliyet.com.tr/-66-kilo-verdim-31-yasinda-yeniden-dogdum-/pazar/haberdetay/20.05.2012/1542559/default.htm
FACEBOOK sayfası : https://www.facebook.com/obezitecerrahisi
birde BLOG sayfası var ameliyat olan kızın : http://sensinobez.blogspot.com/
Takiptekiler^^
20 Mayıs 2012 - 02:30
‘66 kilo verdim, 31 yaşında yeniden doğdum’
Geçirdiği mide operasyonu ile bir yılda 66 kilo veren Başak Üstündağ için hayat yeni başlıyor. Üstündağ artık doğum günlerini ameliyat tarihi olan 20 Nisan’da kutluyor
Pelin Çini/pelin.cini @ milliyet.com.tr
Başak Üstündağ’ın yaşam öyküsü “Hadi canım! Bu kadar da olmaz” dedirten cinsten. Zaten o da anlatırken arada “Türk filmi gibi değil mi?” diyor. Siz de dinleyici olarak muhtemelen gözyaşları içinde (En azından benim için öyle oldu) “Bırak filmi milmi, devam
et sen. Eee sonra ne oldu?” diyorsunuz. Ben de 100 küsur kilodan 60’lara düştüğüm için zayıflama hikayeleri daha doğrusu insanların hayatlarını değiştirmeyi becerdikleri ve ‘mutlu son’la biten gerçek öyküleri seviyorum. Başak’ınki de öyle.
“Eski pantolonumun tek bacağı bile bol geliyor”
* 66 kilo verdiniz. Ortalama bir insanın ağırlığı kadar kilo kaybettiniz...
İnanılmaz tabii ki. Kilodan dolayı dört sene bağdaş kurup oturamadığımı hatırlarım. Şimdi eski pantolonlarımın tek bacağına giriyorum ve bol geliyor. Kimse yolda tanımıyor tabii. Ben bile aynada tanımakta zorlanıyorum kendimi. Bir de şu an hedefimi geçmiş durumdayım. Aklımda maksimum 65 kilo vermek vardı ama baktım ki kilolar gitmeye devam ediyor. Doktorum da bunun bir sorun olmadığını söyledi. Şu an 66 kilo ağırlığındayım, 38 beden giyiyorum. 60 olsam yeter.
* Hep kilolu muydunuz? Şişman bir bebek miydiniz?
Hep tombiktim. Toplumumuzda ‘Şişman bebek sağlıklı bebektir’ diye büyük bir yanılgı var. Anne ve babalar çocuklarına zorla yemek yediriyorlar. Oysa bilmiyorlar ki diyabet, kalp ve damar hastalıklarının birçoğunun temeli o yaşlarda atılıyor. Benim hikayem de böyle başladı. Annem ve babam çalıştıkları için beni babaanneme bırakırlardı. Kadın da emanetim diye yediriyor da yediriyor. Hiç unutmam sobada bir tam ekmeği ısıtır, üzerine yağ ve bal sürer zorla yedirirdi. Hâlâ tereyağından baldan nefret ederim. İlkokulda da, ortaokulda da okulun en şişman çocuğuydum, hep “Ergenliğe girince atar” derlerdi. Derken lise başladı, ben kiloları atmadım üzerine kilo eklemeye başladım.
“Kocam beni şişman olarak tanıdı ve her halimle kabul etti.
* Kimileri canı sıkkın olduğunda hiçbir şey yiyemez, kimi insansa her şeye saldırır. Siz ikinci gruptansınız sanırım...
Aynen öyle. Duygusal yiyiciyim. Üzüntü, sıkıntı, hasret herhangi bir duygu beni tetiklerdi ve yerdim. Tatlıya karşı da aşırı düşkünlüğüm vardı. Ne zaman canım yansa, kendimi yalnız, mutsuz hissetsem pastaneye giderdim.
* Peki, ne oldu da canınıza tak etti?
Klasik senaryo yani bir erkeğe âşık olursun o da seni şişmansın diye istemez durumu benim başıma gelmedi. Erkeklerden yana şanslıydım. Ne zaman “Ben bu çocuğu tavlayacağım” dediysem tavladım. İçine kapanık, asosyal şişmanlardan değildim.
Çok arkadaşım vardı, çok dışarı çıkardım. Kilolarımın yaşantımı kısıtlamasına izin vermezdim. Benim canıma tak eden nokta vücudumda ‘necrobiosis lipoidica’ isimli hastalığın belirmesiyle başladı. Bu bir çeşit hücre kanseri, çok yeni bir rahatsızlık ve nedeni de tedavisi de bilinmiyor. Hastalığın birebir kilo ile ilgili yok ancak vücudunda açık yaralar çıkıyor. Suya değmen yasak, hep bandajlı geziyorsun. Ağrı ise felaket. Türkiye’de ne kadar hastane varsa gezdim. Günlerce yattığım oldu, geçmedi. Teşhis konulduktan sonra “Bir çıkış yolu bulmalıyım” dedim. Madem bu hastalık var, belki bu dünyadaki zaman kısıtlı. Bu süreyi zayıf geçirmek istedim.
* Neden herhangi bir diyet programı ve spor değil de ameliyat?
Her şeyi denedim. Akupunkturlar, bitkisel çaylar, zayıflama hapları, tek gıda rejimleri, doktorların özel diyetleri... Hiçbiri işe yaramadı. Maksimum 10 kilo verip geri alıyordum. İçimdeki duygusal açlık zayıflamamı engelliyordu. “Ancak midem küçülürse yapabilirim” dedim. Bu arada yapı itibariyle çok garantici biriyim. Öyle maceraya atılmam. Doktorumu bulmam iki yılımı aldı. Araştırdım. Bu ameliyatı kimler yapıyor? Hangisinin hasta kaybı daha düşük, hangisinin ameliyatlarından sonra hastaları daha hızlı toparlanıyor diye.
* Ne kadar zamanda kaç kilo verdiniz?
İlk ay 22 kilo verdim. Dördüncü ayda 44 kilo gitmişti. Bu arada bir mucize oldu ve yaralarım da iyileşmeye başladı. Bir ay sonra kontrole gittiğimde doktorum bacağımdaki bandajlardan birini açtı. Bir baktım, yara yok. Görüyorum ama inanamıyorum. Üç ay sonra da tüm yaralar kapandı. Son bandajın çıktığı günü unutamam. Tüm gün ağlaya ağlaya banyo yaptım.
* Eşinizle ne zaman tanıştınız? O nasıl girdi bu hikâyeye?
Daha önce kötü bir tecrübe yaşamıştım. Sırf kiloluyum diye birlikte olduğum adamın ailesi evime gelmiş ve bana hakaretler etmişti. O adam da ailesini dinleyip beni ertesi gün terk etmişti. Oysa evlilik tarihi belirleyecektik, her şey hazırdı! Eşimle de tanıştığımda aklımda aşk yoktu. Zaten biz şişmanlar ne kadar kilo versek de duruma alışamayız. Bir adam bizimle flört edince “Aman canım, bana mı bakacak?” deriz. Yine öyle oldu ama bu defa karşımdaki kişi kararlı ve dürüst çıktı. Hani “Beni her halimle kabul etsin” deriz ya. Erdem işte o adam. Onu karşıma alıp
“Bak ben kilo veriyorum. Bu bir süreç. Sonunda güzelleşsem de kollarım, bacaklarım sarkacak. Sonra bir de bacaklarımda eski yara izlerim var. Bunları sorun yapacaksan hemen şimdi git” dedim. Yaralarımı görmek istedi ve sonra eğilip bacağımdakini öptü.
“İlk ay 22, dördüncü ayda 44 kilo verdim. Bir yılda 66 kilo zayıfladım.”
“Risk, kalp ameliyatlarından çok daha düşük”
Üstündağ’ın doktoru Halil Coşkun Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde genel cerrahi ana bilim dalında öğretim üyesi. Coşkun “Başak daha önce tüm diyet programlarını denediği için bu, onun için ideal yöntemdi” diyor
* Başak hanımın ameliyatının ismi laparoskopik mini gastrik baypas ameliyatı. Bu yöntem ile kilo verme mekanizması iki şekilde işler. Oluşturulan yani küçültülen mide ile fazla gıda alımı engellenerek yemek yeme miktarı azaltılıyor ve bu yeni mide ile ince bağırsak arasında yapılan özel bağlantı sayesinde alınan gıdalar direkt olarak ince bağırsağa geçiyor. Bu da emilim oranını düşürüyor.
* Obezite cerrahisinde sadece bu ameliyat yok, en az onun kadar sık uygulanan mide bandı (kelepçe) ve tüp mide operasyonları da bulunmakta. Ayrıca bir de ameliyatsız bir yöntem olan mide balonu uygulaması var. Hepsini gerçekleştiriyorum. Uygulamalarım haftada 12-15 vaka arasında değişmekte, şu ana kadar 750’den fazla ameliyat gerçekleştirdim. Hastaların yüzde 90’ı memnun.
* Hasta seçerken American Society for Metabolic and Bariatric Surgery’nin kriterlerine uyulmakta. Bunları kısaca sayayım: Hastanın vücut kitle indeksinin 35-40 arasında olması, en az üç yıldır obez olması, hormonal hiçbir problem
taşımaması ve alkol-ilaç bağımlısı olmaması gerekli.
* Bu ameliyatlardaki ölüm riski yüzde 0,5’in altında. Bu oran kalp ameliyatındaki riskten (yüzde 3,5) düşüktür. Toplumdaki algı bence medyaya yansıyan negatif olgulardan kaynaklanıyor, oysa genele bakmak gerek. Ameliyat sayısı tüm dünyada hızla artmakta. 2008 yılında tüm dünyada 350 bin operasyon yapıldı.
* Başak hanımı ilk gördüğümde ileri derecede obezdi, ayrıca Tip 2 diyabeti vardı. İnsülin kullanımı çok yüksek
ve hayat kalitesi son derece düşüktü. Bu ameliyatın aynı zamanda anti-diyabetik etkisi de var. Nitekim ameliyattan 24 saat sonra Başak hanımın kan şekeri de normale döndü ve insülinden kurtulmuş oldu. Kilo kaybının getirdiği etki ile ayaklarındaki yaralar düzeldi. Riskli bir karardı ama bunu birlikte verdik.
* Ameliyat sonrasında beslenme çok önemli. İlk iki hafta sıvı diyet, sonraki iki hafta püreli diyet ve sonrasında dengeli bir şekilde normal gıdalara geçiş sağlıyoruz. Beslenme şekli genel hatlarıyla düşük kalorili gıdalardan oluşmalı, bununla birlikte yüksek protein oranına sahip olmalıdır. Ayrıca en önemli şeylerden biri de vitamin ve mineral takviyelerinin düzenli olarak alınması.
* Gastrik baypas ameliyatı son derece etkili bir operasyon, 18 aylık bir dönem içerisinde fazla kilonuzun yüzde 80’ini kaybedebilirsiniz. Dördüncü yıldan sonra beslenme alışkanlıklarınız değişmemiş ise bir kısım hastada da görüldüğü gibi yüzde 25‘lik oran geri alınabilir.
Prof. Dr. Murat Tuzcu’nun ameliyatla ilgili görüşleri:
“Hasta, sorununun ameliyatla tamamen ortadan kalkmayacağını anlamalı”
Tıbbi adı bariyatrik cerrahi olan kilo verdirme ameliyatları çok fazla kilosu olup sağlığı bozulmuş ya da bozulma riski olanların seçmesi gereken bir yöntem. Ayrıca hastanın bu tedaviye karar vermeden önce ameliyatın nedeniyle oluşabilecek zararları iyice anlaması gerekiyor. Ayrıca sorununun ameliyatla tümüyle ortadan kalkmayacağını, sonrasında mutlaka uyması gereken kurallar olduğunun ona anlatılması da şart. Genel olarak bu yöntemlerin fazla kiloları verdirmede çok başarılı olduğunda tüm uzmanlar hemfikir. Zayıflamanın derecesi de cerrahinin çeşidine göre değişiyor.
Tabii bir de yan etkilerinden bahsetmek lazım: Zayıflama için yapılan ameliyatlarda kanama, mikrop kapma, bağırsağın yırtılıp delinmesi ya da tıkanması gibi komplikasyonlar olabilir. Ameliyat yerinde fıtık oluşması ender değildir. Ortaya çıkan problemleri çözmek için her 10 hastadan bir veya ikisinde tekrar ameliyat gerekebilir. Cerrahi müdahaleden sonraki gün ve haftalar içinde ortaya çıkabilecek olan bu sorunların yanı sıra uzun vadede görülen ciddi yan etkileri de unutmamak gerek. Bu tür ameliyat geçirenlerde safra kesesinde taş oluşması kolaylaşır. Bağırsakların bir kısmının devre dışı bırakılması durumunda da eğer gerekli vitamin ve mineral desteği alınmazsa her üç kişiden birinde kansızlık, kemik erimesi, safra taşı gibi ciddi sorunları görülebilir.
Tüp Mide Ameliyatı Üzerine Güncelleştirilmiş Durum Bildirimi: 3. Rapor (2011)

Amerikan
Metabolizma ve Obezite Cerrahisi Derneği Tüp Mide ameliyatının (TM) bir
obezite cerrahisi prosedürü olarak kullanılmasıyla üzerine daha önce 2
durum bildirisi yayınlamıştı. Bu durum bildirimleri hastalar, doktorlar,
hastaneler, sağlık sigortası muhatapları, medya ve diğerleri tarafından
uzmanlık alanımızda yakından inceleme ve kanıta dayalı tetkik
gerektiren yeni prosedürler ve konularla ilgili olarak yapılan
başvurulara bir yanıt olarak geliştirilmişti. Obezite cerrahisinin
gelişmekte olan alanında artan ya da değişen kanıtlara dayalı olarak
güncellenmiş durum bildirimlerinin periyodik olarak sunulması bir
zorunluluktur.
ABD’de
Klinik Meseleler Komitesi ve Yürütme Kurulu, 2009 yılında TM konusunda
durum bildirimi yayınlandığından bu yana literatürde TM ile ilgili
önemli değişiklikler olduğunu ve yayınların sayısıyla niteliklerinin,
güncellenmiş bir durum bildirimi yayınlanmasını gerektirdiğini
belirlemiştir. 2009 yılındaki durum bildiriminden bu yana özellikle TM
den sonra eşlik eden hastalıklarda iyileşme bildiren çok sayıda çalışma,
kabul gören diğer obezite cerrahisi prosedürleri ile karşılaştırmalı
çalışmalar ve uzun dönem sonuçları ortaya çıkmıştır. Öneriler
yayınlanmış, meslektaş incelemesinden geçmiş bilimsel kanıtlara ve uzman
görüşlerine dayalı olarak yapılmaktadır.
Bu
durum bildirisi herhangi bir obezite cerrahisi prosedürü için yerel,
bölgesel ya da ulusal bazda standart belirtme ya da belirleme amaçlı
olmayıp, bu şekilde yorumlanmamalıdır.
Veriler
Tüp
Mide (TM), genel olarak hacim kısıtlayıcı bir prosedür şeklinde
düşünülmekle birlikte TM’den sonraki kilo kaybı mekanizmaları ve eşlik
eden hastalıklarda görülen iyileşmeler, aynı zamanda mide rezeksiyonu ya
da ince barsağa hızlandırılmış gıda geçişiyle ilgili nöro-humoral
değişimlerle de ilişkili olabilir. TM’nin etkisinin metabolik
mekanizmaları, aktif bir araştırma alanı olmaya devam etmektedir.
TM’nin
bir obezite cerrahisi prosedürü olarak kullanılmasıyla ilgili 2009
yılındaki durum bildiriminde yer alan öneriler o zaman için tamamlanmış
bulunan ve iki randomize kontrollü çalışma, bir non-randomize
eşleştirilmiş kohort analizi ve 33 kontrolsüz olgu serisinden oluşan
sistematik bir literatür incelemesine dayanmakta idi. O zaman için
bildirilen TM’den sonraki genel ortalama fazla kilo kaybı yüzdesi (%EWL)
%55 (ortalama 3 yıldan kısa izlem) idi ve büyük tek merkezli
serilerdeki (n>100) komplikasyon oranları %15’e kadar yükselmekteydi.
Sistematik incelemede (yüksek riskli hastaları da içeren) bildirilen
kaçak, kanama ve daralma oranları sırasıyla %2.2, %1.2 ve %0.63 olup,
ameliyat sonrası 30 günlük ölüm oranı ise yayınlanmış prosedürde %0.29
idi.
Şimdiki
güncellenmiş bildirim (2011) için aynı araştırma stratejisi
kullanılarak gerçekleştirilen güncellenmiş bir literatür araştırması
yapıldı. Bu güncellenmiş araştırma, o zamanki önerileri desteklemek
amacıyla ilgili sonuçların verilerini sunan son durum bildiriminden bu
yana 69 adet çalışmanın yayınlanmış olduğunu ortaya çıkardı. Bu yeni
literatür, genellikle Laparoskopik TM’nin kısa ve orta vadeli izlem
sonuçlarıyla birlikte hali hazırda kabul edilmiş olan diğer prosedürlere
(Gastric Bypass-GB ve Mide Bandı-MB) denk ya da üstün olduğunu gösteren
çeşitli randomize kontrollü çalışmayı içermektedir. Listelenen
randomize kontrollü çalışmalara ek olarak, TM’yi takiben GB ve MB’ye
denk ya da daha üstün kilo kaybı sonuçları, diyabet gerileme oranları ve
inflamatuvar belirteçlerle kardiyovasküler riskteki iyileşmelerle
obeziteyle ilgili çeşitli eşlik eden hastalıklardaki iyileşmeleri
gösteren çeşitli eşleştirilmiş kohort, prospektif ve olgu kontrol
çalışmaları da yer almaktadır. TM’den sonra Tip 2 diyabetteki gerileme
oranları tipik olarak, hasta popülasyonu ile izlem süresinin uzunluğuna
bağlı olarak %60 ile %80 arasında bildirilmektedir. TM’den sonra
diyabetin gerileme oranları üzerine yapılan sistematik bir inceleme 27
çalışma ile 673 hastayı içermiştir. Ortalama 13 aylık bir izlem süresi
sonunda diyabet, hastaların %66’sında ortadan kalkmış, %27’sinde ise
iyileşme göstermiştir. Kan şekerinde ortalama 88mg/DL, HbA1c ise
ortalama %1.7’lik bir azalma söz konusudur.
Çeşitli
çalışmalar, TM’den sonra çok sayıda klinik parametreye ek olarak yaşam
kalitesinde de gerçekleşen önemli iyileşmeleri göstermiştir. GB’nin
kilo kaybı, eşlik eden hastalıklarda azalma ya da diyabette gerileme
açısından TM’den üstün olduğunu gösteren çeşitli olgu kontrolü ve
retrospektif çalışmalar bulunmakla birlikte randomize kontrollü
çalışmalar ise kilo kaybı (EWL %48’e karşı %66), eşlik eden
hastalıklarda azalma ya da diyabette gerileme açısından TM’nin GB’ye
denkliğini ya da üstünlüğünü ve TM’nin MB’ye üstünlüğünü göstermiştir.
TM’den
sonraki komplikasyonlar üzerine yayınlanmış olan incelemeler, majör
komplikasyon oranlarının 2009 yılında yayınlanan bildirimde yer alanlara
eşit ya da daha az olduğunu ve yeni güvenlik endişelerinin ortaya
çıkmadığını göstermektedir. TM’den sonra zımba hattı kaçakları ile
kanama halen en ciddi komplikasyonlar olup, yayınlanmış büyük
serilerdeki hastaların %1-3’ünde oluşmaktadır.
TM’den
sonra gastroözofageal reflü (GERD) gelişimi çeşitli yayınlarda
bildirilmiş olmakla birlikte TM’nin GERD üzerine etkisini değerlendiren
yeni bir sistematik incelemede tutarsız sonuçlar bildirilmiştir. Daha
kesin sonuçlar elde edilmesi amacıyla TM’nin GERD semptomları üzerine
uzun vadeli etkileri ve hiatal herni bulunan hastalarda TM’nin rolü
konusunda daha fazla çalışmaya gereksinim vardır. Ayrıca TM’nin, GB den
sonra bildirilenden daha az beslenme eksikliğine neden olduğunu bildiren
çalışmalar da vardır, ancak kesin bir sonuç çıkarmaya yetecek bulgular
mevcut değildir ve TM’nin vitamin, mineral ve beslenme yetersizlikleri
üzerine etkileriyle ilgili daha fazla bulgu gereklidir.
Bir
takım büyük ölçekli kayıtlar da TM’den sonraki kilo kaybı ve
komplikasyonları bildirmiştir. Amerikan Cerrahlar Birliği, Obezite
Cerrahisi Merkezi Ağı, yakın zamanlarda TM, MB ve GB’nin morbidite ve
mortalite ile yeniden hastaneye yatışın yanı sıra VKİ azalma ve kiloya
bağlı eşlik eden hastalıkları da içeren 30 günlük, 6 aylık ve 1 yıllık
boylamsal (n=28.616) bir veritabanı raporlanmıştır. Bu çalışmada TM’de
riske göre düzeltilmiş morbidite, yeniden hastaneye yatış ve tekrar
operasyon/müdahale oranlarının MB’ye göre daha yüksek olduğu, ancak
tekrar operasyon/müdahale oranlarının MB ve GB’dekinden daha düşük
olduğu bildirilmiştir. Mortalite açısından gruplar arasında farklılık
söz konusu değildir. Bununla birlikte TM hastalarının VKİ ve risk
profilleri MB hastalarınınkinden daha yüksektir. TM’den
sonra kiloya bağlı eşlik eden hastalıklardaki azalma MB ve GB’nin
arasında yer almaktadır. Michigan Obezite Cerrahisi İşbirliği, 25
hastanedeki 62 obezite cerrahı için 30 günlük komplikasyon oranlarını
değerlendirmiş ve MB’den sonra %0.9, GB’den sonra ise %3.6 olan ciddi
komplikasyon riskinin TM’den sonra %2.2 olduğunu bildirmiştir. Bir başka
yayınında obezite cerrahisinden sonrası için bir risk tahmini modeli
geliştirmek amacıyla 25.469 obezite cerrahisi hastasının kayıtları
kullanılmış, TM’nin riskinin MB ile GB’nin riskleri arasında olduğu
saptanmıştır. İspanya’dan büyük ölçekli bir ulusal prospektif kayıtta 17
merkezden 540 TM hastasının sonuçları raporlanmıştır. Morbidite oranı
%5.2 olup, mortalite oranı ise %0.26’dır. Komplikasyonlar süper-obez
hastalarda, erkeklerde ve 55 yaşından büyük olanlarda daha fazladır.
Yirmi dört ayda kaybedilen fazla kilo kaybı yüzde ortalaması %72.4
+/- 31 dir. Bu hasta popülasyonunda hastaların %81’inde diyabet
gerilemiş, %63.2’sinde de hipertansiyon iyileşmiştir. Onsekiz hastada
ikinci aşama ameliyatı yapılmıştır.
Üçüncü Uluslararası Tüp Mide Zirvesi’nin, (3rd
International Summit for Sleeve Gastrectomy) 19.605 TM operasyonu
gerçekleştiren 88 cerrahtan gelen anket sonuçlarını da içeren verileri
yayınlanmıştır. Bu hasta grubunda hastaların %2.2’sinde bir ikinci aşama
operasyonu gerekli olmuştur. Cerrahlar tarafından 1,2,3,4 ve 5. yıllar
için bildirilen kilo kaybı ortalama yüzdeleri sırasıyla %62.7, %64.7,
%64.0, %57.3 ve %60.0 şeklindedir. Olguların %1.3’ünde (%0-10) proksimal
zımba hattı kaçağı ve %0.5’inde de distal zımba hattı kaçağı
oluşmuştur. Intraluminal kanama olguların %2.0’sinde oluşmuş olup,
mortalite oranı %1 +/- %0.3’tür.
Son
5 yıl boyunca TM’nin dayanıklılığı önemli bir mesele olmuştur. Şu anki
durumda TM’den sonraki uzun dönem (≥ 5 yıl) kilo kaybını raporlayan 5
çalışma ile rezeksiyonel olmayan düşey sleeve’in (non-resectional
vertical sleeve) (Magenstrasse ve Mill prosedürü) uzun dönem sonuçlarını
bildiren bir makale mevcuttur.
Sarela
ve ark., bir ilk prosedür olarak TM geçiren 20 hastalarıyla uzun vadeli
deneyimlerini yayınlamıştır. Bu grup için genel fazla kilo kaybı (EWL)
yüzdesi ≥ 8 yıl için %68 olmuştur. İzlem periyodu boyunca, iki yıl sonra
hastaların üçü takip dışı kalmış, dört hasta ise yetersiz kilo kaybı
nedeniyle bir revizyon prosedürü (üç RYGB ve bir doedonal switch)
geçirmiştir. Yalnızca TM yaptırmış olan ve uzun dönemli izlemi bulunan
13 hastanın ortalama EWL’si %68 iken, 13 hastanın 11’inde >%50’lik
bir EWL oluşmuştur.
Bohdjalian ve ark., TM’yi ilk prosedür olarak yaptıran 26 hastalarının
5 yıllık izlem sonuçlarını bildirmiştir. Beş yılda ortalama EWL %55
şeklinde gerçekleşmiştir (dönüşüm yaptırmayan, n=21). Bu seride 26
hastanın 5’inde (%19.2) 10 kg’dan fazla yeniden kilo alımı olmuş, dört
hasta ise (%15.4) ağır reflü (n=1) ve kilo verememe (n=1) nedeniyle
GB’ye dönüşüm yaptırmıştır. Buna ek olarak Bohdjalian ve ark. yine bu
hastaların bir alt kümesinde Ghrelin’in uzun vadede bastırıldığını
göstermiştir. Himpens ve ark. ilk prosedür olarak TM geçiren 41
hastalarıyla uzun vadeli deneyimlerini raporlamıştır. Altı yıllık izlem
döneminde 11 hasta duodenal switch’e dönüşüm yaptırmış olup, bu grupta 6
yıl sonundaki EWL %71 olmuştur (üçüncü yıldaki %60’lık EWL’den daha
büyük bir oran). Yalnız TM geçiren 30 hastada ise EWL üçüncü yılda %77
ve altıncı yılda ise %53 şeklinde gerçekleşmiştir. Bu grupta bir miktar
kilo artışına rağmen hastaların TM’yi kabullenme oranı yüksek olarak
devam etmiştir. Bu ve diğer çalışmalar, muhtemelen GB’ye benzer şekilde
TM’den sonra bir miktar kilo alma eğilimi bulunduğunu göstermektedir.
Özet ve Öneriler
Meslektaş
incelemeli literatürde TM’den sonra kalıcı kilo kaybı, eşlik eden
hastalıklarda iyileşme, uzun dönemli hasta memnuniyeti ve yaşam
kalitesindeki iyileşmeyi gösteren önemli miktarda karşılaştırmalı ve
uzun vadeli veriler artık yayınlanmaya başlanmıştır.
Bu
nedenle de Amerikan Obezite ve Metabolizma Cerrahi Derneği, TM’yi ilk
obezite cerrahisi prosedürü olarak kabul edilebilir bir seçenek ve
planlanan aşamalı yaklaşımın bir parçası olarak yüksek riskli hastalarda
bir ilk basamak tedavisi olarak onaylamaktadır.
Mevcut durumda yayınlanmış literatüre dayalı olarak TM’nin MB ile GB arasında yer alan bir risk/fayda profili bulunmaktadır.
Herhangi
bir obezite cerrahisi prosedüründe olduğu gibi uzun vadede geri kilo
alımı mümkün olup, TM durumunda bu durum yeniden müdahale ile etkili bir
şekilde yönetilebilir. TM’nin ilk uygulanan bir prosedür olmasıyla
alakalı bilgilendirilmiş onam formları diğer obezite cerrahisi
prosedürlerinde sunulanlarla tutarlı olmalı ve uzun vadede yeniden kilo
alımı riskini içermelidir.
TM
prosedürü uygulayan cerrahların, meslektaş incelemeli literatürde
prospektif olarak sonuç verilerini toplamaları ve raporlamaları teşvik
edilmektedir.
Doç. Dr. Halil Coşkun
Çarşamba, Ocak 25, 2012
Obezite Kaderiniz Değil! Kilo Vermenin Ötesinde, Kaliteli Bir Yaşam İçin Obezite Cerrahisi

OBEZİTE KADERİNİZ DEĞİL!
Kilo Vermenin Ötesinde, Kaliteli Bir Yaşam İçin Obezite Cerrahisi
Değişen
yaşam koşulları ve sağlıksız beslenme sonucunda giderek yaygınlaşan
obezite, sadece yaşam kalitenizi düşürmez, birçok hastalığa da davetiye
çıkarır. Bütün bunlarla baş etmek ve sağlıklı kilonuza kavuşmak artık
elinizde.
Obezite Cerrahisi, obezite ve eşlik eden hastalıklarla mücade
lede
en etkin ve kalıcı yöntemdir. İyileşmek için yıllarca beklemeniz
gerekmiyor. İyileşme süreciniz, kararlılığınız ve yardım gerektiğini
fark etmenizle başlar.
Unutmayın, obezite ile mücadelede yalnız değilsiniz!
Doç. Dr. Halil Coşkun
İnternet Satış:

Pazartesi, Ağustos 23, 2010
Kilo Kaybı Ameliyatından Sonra Yeniden Kilo Almanın Tedavisi

Ameliyat,
önemli ölçüde kilo vermek için güçlü bir “araç” sağlar, ancak uygun bir
bakım olmazsa bu “araç” etkinliğini kaybederek yeniden kilo almaya yol
açabilir.
Kilo Almayı Önlemenin Temelleri
Yeniden kilo almayı önlemenin temeli eğitim ve düzenli takipdir.
Hem ameliyattan önce, hem de ameliyattan sonra hastalara, başarılarını
optimize etmek için ameliyatlarını nasıl kullanacaklarının öğretilmesi
gerekir. Optimum eğitim; ameliyat sonrası diyette danışma, davranışsal
değişim ve ekzersiz konularını içermelidir.
Yeniden kilo alan bir hastayla görüştüğümde öncelikle, beni görmeye gelme cesaretine sahip olduğundan dolayı kendisini kutlarım.
Vizit sırasında başlıca odaklandığım şey, yeniden kilo almanın;
anatomik bir problemden mi (ameliyatta yanlış giden bir şeyler), medikal
bir problemden mi yoksa davranışsal bir problemden mi (eski
alışkanlıklara dönüş) kaynaklandığının anlaşılmasıdır.
Yeniden kilo alma konusunu çözerken aşağıdaki soruları sormak oldukça yardımcı olmaktadır;
1. Günde kaç kere yemek yiyorsunuz?
2. Günde kaç kere acıkıyorsunuz?
3. Hiç doyduğunuzu hissediyor musunuz, hissediyorsanız ne kadar sürüyor?
4. Bir oturuşta ne kadar yemek yiyebilirsiniz?
5. Mide ekşimesi ya da reflü yaşıyor musunuz?
6. Herhangi bir yeni ilaca başladınız mı?
7. Enerji düzeyiniz nasıl?
8. Yaşantınızda yeni ya da devam eden stres faktörü var mı?
9. Yeniden kilo almanızın nedeni hakkında ne düşünüyorsunuz?
Eğer
bir hasta aniden daha büyük öğünler tolere edebilmeye başlamışsa, artan
sıklıkta açlık hissi yaşıyorsa ya da yeni veya tekrarlayan reflüsü
varsa o zaman, daha çok bir anatomik problemle (ameliyatta kötü giden
birşeyler) karşı karşıya olunduğundan şüphe edilmelidir. Anatomik
problemlerin tanısı en iyi şekilde, üst gastrointestinal endoskopi ile
konur.
Aşağıda yeniden kilo almanın bazı anatomik nedenleri yer almaktadır;
Anatomik
- Poş genişlemesi (Mide Bandı için)
- Mide bandı problemleri (balon kaçağı, tüpte delik, port bağlantısının kesilmesi, band ta kayma, band migrasyonu vb)
- Anastomotik genişleme (Gastric Bypass için)
- Mide hacim genişlemesi (Tüp Mide için)
Yeniden
kilo almaya yol açabilen bazı medikal durumlar da vardır. En yaygın
olanlarını aşağıda listeledim. Bunların çoğunun tanısı, iyi bir medikal
öykü ve kan testleri ile konulacaktır.
Medikal
Medikal
- Gebelik
- Tiroid hastalıkları
- Adrenal hastalıkları
- Yeni ilaçlar
- Böbrek ve/veya kalp problemleri
Deneyimlerime
göre kilo kaybı ameliyatından sonra yeniden kilo almanın anatomik ve
medikal nedenleri oldukça nadirdir, ancak mutlaka göz önünde
bulundurulmalıdır. Hastaların büyük çoğunluğunda yeniden kilo alma hastanın eski, sağlıksız alışkanlıklarına tekrar geri dönmesinin sonucudur.
İyi haber, erken müdahale ve hastayla özel konuları ele almakla, sıklıkla hastanın yeniden kilo almasının önlenebildiğidir.
Doç. Dr. Halil Coşkun
Obezite Ameliyatlarından Sonra Gebelik

İstatistiklere
göre hamileliklerin %40-50’si planlanmadan olmaktadır, bu nedenle obez
genç kadınları gebeliklerini kilo verdikten sonraya ertelemeleri
konusunda uyarmak zordur.
Obezitenin Cerrahi Tedavisi Tabloya Nasıl Uymaktadır? Ya da Uymakta mıdır?
Obez
gebeliklerin tehlikelerini bilmemek, problemin yalnızca bir parçasıdır.
Diğer parçası ise kilo almaya yatkın olanlarda kilo vermeyi başarma,
hatta kararlı bir kiloyu sürdürme için etkili yollara erişme
eksikliğidir. Kilo kaybı ameliyatı neden(ler)ine bakılmaksızın gerçek
şudur ki, hızla artan sayıda daha genç yaşlardaki kadınlar kilo kaybı
operasyonu yaptırmaktadır. Çoğunluğunun hamile kalması beklenmektedir.
Aslında obezite, kısırlığın yaygın bir nedenidir ve ameliyatla veya
diğer yollarla kilo kaybı, sıklıkla bu tür kısırlığı tedavi etmektedir.
Ameliyat
olmayı düşünen ya da ameliyat yaptırmış olan kadınlar, gebelik
sonuçları üzerindeki etkileri hakkında neler bilmelidirler?
Öncelikle iki önemli operasyon arasındaki farkları bilmek önemlidir.
Operasyonun bir türü (Mide Bandı),
midenin üst kısmına ayarlanabilir bir band yerleştirilerek küçük bir
mide poşunun oluşturulduğu “mide hacmini kısıtlayıcı” ameliyattır.
Şişirilen band, gıdaların bandın altındaki büyük mideye geçmeleri için
çok küçük bir açıklık bırakır. Bu, küçük miktarlardaki katı gıdaların
mide poşu duvarını gererek bir tokluk hissi oluşturmasının yanında aynı
zamanda katı gıdaların küçük poştan boşalmasının yavaşlamasına da neden
olur. Katı gıdalar açıklığı tıkamadığı sürece sıvılar ve eriyen gıdalar
(çikolata, kurabiye, cips) doğrudan geçerler.
Diğer operasyon türü ise (Gastric Bypass)
hem mide hacminde kısıtlama hemde alınan gıdaların emiliminde azalma
sağlamaktadır. Şüphesiz operasyonların kısıtlayıcı eylemleri, özellikle
de hasta eğer hızlı yiyorsa ve çiğnemesi yetersiz ise kusmaya neden
olabilir. Yeterince büyük iseler haplar ve kapsüller de benzer şekilde
kusmaya neden olabilirler.
Gebelik Sonuçları Üzerindeki Etkiler
Her zaman için, kilo kaybı ameliyatı geçiren ve gebe kalma kapasiteleri bulunan genç kadınların, hızlı kilo kaybı evresi boyunca ve ameliyatlarından en az 18-24 ay sonrasına kadar gebeliği önleyici önlemleri almaları önerilmektedir.
Kilo kaybı ameliyatlarının tümünden sonraki gebelik sonuçları genel
olarak, obez gebeliğin sonuçlarından daha iyidir. Hatta anneler
ameliyatlarından sonra yine de obez olsalar bile sonuçlar, hiç ameliyat
olmamalarından daha iyidir.
Bununla
birlikte unutmamak gerekir ki; anne eğer kusmaya, ishale ve güçsüzlük
hissine karşı önerilen tavsiyeleri izlemekte başarısız olursa, kilo
kaybı operasyonlarının neden olduğu risklere karşı farkında olması
önemlidir. Doğum öncesi bakımın bir parçası olarak hastalar, önerilen
takviyeleri almalı ve kritik besinlerin kan düzeyleri izlenmelidir.
Obezite ameliyatı geçiren tüm hastalar için söz konusu olduğundan, yeme
ve kusma ile ilgili kurallar izlenmelidir.
Obezite
ameliyatından sonraki sonuçlar için en son bilgiler, “Sağlıklı kilo
alma” ilkelerinin gözden geçirilmesi gerektiğini öne sürmektedir. Institute of Medicine of the National Academy of Sciences’e (Ulusal Bilim Akademisi Tıp Enstitüsü) göre genellikle 20-26 kg/m2
arasında bir VKİ’leri olan normal kilolu kadınların 10-15 kg almaları
önerilirken “yüksek aralık”ta bulunanların (VKİ 26-29 kg/m2) ise “önerilen kilo alma hedeflerinin en fazla 7 kg” olması önerilmektedir.
Çarpıcı bir şekilde artan obez kadın sayısı, şiddetli obez kadınlarda (VKİ 35 kg/m2
den büyük) gebelik kilosu değişimi üzerine daha fazla istatistik
sağlayarak yeni yönergelerin geliştirilmesine olanak sağlamıştır. Obez
kadınlar sıklıkla gebelik esnasında kilo verirler ve kilo kaybı
ameliyatından sonraki sonuçlar, hatta önerilmeyen hızlı kilo kaybı
evresindekiler bile herhangi bir kilo alımı olmamasına karşılık
sağlıklıdır. Yine de ameliyatın öncesinde ve sonrasında gebelik
sonuçlarını optimize etmek üzere gerekli olan vitaminler, mineraller ve
diğer besinlerin izlenmesi ve takviye edilmesi asla unutulmamalıdır.
Çocuklar Üzerindeki Etkiler
Obez
anneler, zayıf annelerden daha sık olarak yaşına göre küçük ya da aşırı
zayıf bebekler doğururlar. Ancak son zamanlarda, ufak bebeklerin
“sağlıklı” oldukları fark edilmiştir. Gerçekte ufak (ve hatta prematüre)
bebekler için hızlı kilo almak, tehlikelidir. Hızlı kilo, sıklıkla
çocukluk obezitesine yol açmaktadır. Obez gebeliklerin ve erken büyüme
uygulamalarının pek çok probleme neden olacağını kavramak önemlidir.
Eski deyimler artık kabul edilebilir değildir: “şirin, tombul bebek”,
yuvarlak tombul yanaklar “sağlıklı bebek”in belirtileri değildir.
Obez
kadınlar, obez olmayan kadınlar kadar yaygın bir şekilde emzirme ile
beslemezler. Obez kadınlar emzirdiklerinde de bunu, çok daha kısa bir
dönem için yaparlar. Daha kısa emzirme uygulamaları, daha fazla doğum
öncesi kilo ve çocukta artan obezlikle ilişkilidir. Emzirme ile
beslemeyi teşvik etmek için herşey yapılmalıdır. Çok sağlıklı ve
karşılığı görülen bir uygulama olup, anne ve çocukta obeziteyi önleyici
bir rolü vardır.
Sonuçlar
Obez
gebelikler tehlikeli gebeliklerdir. Kilo kaybı ameliyatını takiben
gebelikler anne ve çocuk için obez gebeliklerden daha güvenlidir. Kiloya bakılmaksızın kilo kaybı ameliyatı sonrası gebelikler;
a.) Ameliyattan sonraki ilk 18 ay boyunca önlenmelidir.
b.) Takviye alımını yönlendirmek üzere besin yetersizlikleri için izlenmelidir.
Kilo Kaybı Ameliyatı Geçiren Gebe Kadınlar İçin Öneriler
Yemek yeme davranışı. Kusma riskini azaltmak için:
- Minimum stres ve dikkat dağılması ile yavaşça yiyin
- Diyetinizi sıvılardan yarı katı gıdalara, sonra da katı gıdalara ilerletin
- Küçük porsiyonlar yiyin
- Yutmadan önce iyi çiğneyin
- Doygunluk hissederseniz, yemeyi bırakın
- Yemeğinizle birlikte bir şey içmeyin – yemekten sonra en az bir saat bekleyin
Kusmaya karşılık verme. Kusarsanız ya da geri çıkarırsanız:
- Nedenlerini bulmaya çalışın
- Dört saatliğine bir şey içmeyin
- Diyetinizi yavaş bir şekilde ilerleterek sıvılarla başlayın.
- İlerleme esnasında bulantı ya da kusma oluşursa 12 saat için ağızdan bir şey almayın
- Yukarıdaki önlemlere rağmen kusmaya devam ederseniz cerrahınızla temasa geçin
Doç. Dr. Halil Coşkun
Salı, Haziran 29, 2010
Hangi Obezite Cerrahi Prosedürü Benim için En “Doğru” Seçimdir?

Kilo kaybı ameliyatının, önemli miktarda ve sürekli kilo kaybı sağlamada etkili olduğu artık tüm bilimsel yayınlarda gösterilmiştir. Günümüzde arzu edilen bu sonuca ulaştıran çeşitli farklı kilo kaybı ameliyatları mevcuttur. Bu nedenle kilo kaybı ameliyatı düşünen hastalardan en sık aldığım sorulardan bir taneside; “Hangi prosedürün benim için uygun olduğuna nasıl karar vereceğim?” sorusudur.
Kilo Kaybı Cerrahi Ameliyatlarının Etkinliği
Benim görüşüm, bugün en yaygın olarak yapılan kilo kaybı ameliyatlarının (mide bandı, gastric bypass, tüp mide ve mide balonu) HER BİRİNİN, aşağıdaki şartlar gerçekleştirildiğinde etkin olduğudur; * Yetkin bir cerrah tarafından yapıldıklarında * En önemlisi de bu ameliyatların, işbirliği yapmayı dileyen bir hasta üzerinde uygulandıklarında
Hasta
hangi prosedürü seçerse seçsin kilo kaybının temeli hastanın, kilo
kaybı operasyonunu yaşam tarzı değişikliği uygulamada kullanmasını
sağlamaktır. Mevcut ameliyatlardan her biri gerçekten de açlığı ve
porsiyon büyüklüğünü kontrol etmeye yardımcı olan bir “araç”tır, ancak
hepsi budur! Gerisi hastaya kalmıştır.
Bununla
birlikte mevcut “araç”lar arasında bazı farklılıklar vardır. Aşağıda
bir hastanın, hangi ameliyatın uygun olduğuna karar verirken göz önüne
alması gereken bazı hususlar yer almaktadır.
Ameliyat Türünü Seçerken Dikkate Alınacak Hususlar
* Beklenen Kilo Kaybı:
Genel olarak Gastric Bypass ameliyatı hastaları fazla kilolarının
yaklaşık %70’ini, Tüp Mide hastaları yaklaşık %40-60’ını ve Mide Bandı
(Kelepçe) hastaları da yaklaşık %50-60’ını verirler. Ancak tüm bunlar;
hastanın ne kadar iyi takip edildiğine ve hastanın, uzun vadede başarıyı
sağlamak üzere yapılması gerekli olan tüm yaşam tarzı değişikliklerine
ağırlık verip vermemesine bağlıdır.
* Kilo Kaybının Güvenilirliği:
Gastric Bypass ve Tüp Mide hastaları, hemen her zaman yukarıda söz
edilen beklenen kilo kaybına ulaşırlar. Bu hastaların kilo
kaybetmelerinden değil; zamanla yeniden kilo almalarından endişe
ediyorum. Bu durum, kilo kaybı operasyonlarından sonraki ilk bir yıl
içerisinde gerekli yaşam tarzı değişikliklerini yapmadıklarında
oluşmaktadır. Mide
Bandı ile kilo kaybı ise çok daha değişkendir. Bazı hastalar fazla
kilolarının %70-90’nını (beklenenin %50-60 olduğunu hatırlayın)
kaybederken, bazıları ise çok daha az kaybedebilirler. Görüyorsunuz ki
bir band ile birlikte hastalar takip edilmezse ve yaşam tarzı
değişikliği üzerinde HEMEN çalışmazsa, kilo kaybını etkileyeceğidir. İyi
haber ise, bir Mide Bandı hastası kilo kaybettiğinde, hemen her zaman
kilo almaktan uzak durmasıdır, çünkü kilodan uzak durmak için yaşam
tarzı değişiklikleri yapmaları zorunludur ve bu durum, HERHANGİ BİR kilo
kaybı operasyonu için de kilodan uzak tutmaktadır.
* Hızlı ya da Yavaş:
Gastric Bypass ve Tüp Mide hastaları tipik olarak başlangıçta haftada
2,5-3 kg verecek ve operasyondan 12-15 ay sonra da beklenen kilo kaybına
ulaşacaklardır. Diğer
taraftan Mide Bandı hastaları ise daha yavaş ve istikrarlı bir kilo
kaybı (haftada 0,5-1 kg kilo verme) görme eğilimindedirler ancak
ameliyattan yaklaşık iki yıl sonrasında beklenen kilo kayıplarına
ulaşıncaya kadar bu şekilde devam ederler.
* Bilinmeyenin Korkusu: Gastrik
Bypass ile Mide Bandı uzun vadeli etkilerini araştıran güvenilir
çalışmalar vardır. Her iki operasyonunda güvenli oldukları, önemli
miktarda kilo kaybı ile kiloya bağlı tıbbi problemlerde iyileşmeye yol
açtıkları ve en önemlisi de kilo kaybını sürdürdükleri görünmektedir. Bu
noktada Tüp Mide için aynı şey söylenemez. Kuşkusuz halihazırda mevcut
çalışmalar bu operasyonun güvenli ve etkili olduğunu göstermektedir,
ancak operasyonun yeni olması nedeniyle bu operasyondan 5 ya da 10 yıl
sonra hastalara ne olacağını henüz bilmemekteyiz. Yeniden kilo alacaklar
mı? Bu kadar çok midenin kaldırılmasından dolayı problem yaşanacak mı?
Henüz bu soruların cevapları tam olarak bilinmemektedir.
* Takip Edilebilirlik: Mide
Bandının etkili olmasını sağlamak için bandın ayarlanması GEREKİR.
Ameliyattan sonraki ilk yıl içinde Mide Bandı hastaları tipik olarak
Gastric Bypass ya da Tüp Mide hastalarından daha sık kontrole
gelmektedirler, böylelikle bir Mide Bandı hastasının maksimum kilo
kaybına ulaşmak için bu takip randevularını gerçekleştirebilmesi
önemlidir.
* Cezalandırma Faktörü: Gastric
bypass hastaları, şeker içeren besinler aldıkları takdirde çok büyük
bir olasılıkla “Damping Sendromu” yaşayacaklardır. Şekerli bir gıda
aldıktan sonra kalpleri hızlanmaya ve terlemeye başlarlar, şiddetli
karın ağrısı ile baş dönmesi çekerler ve çoğu kez ishal olurlar. Bu
durum, geçmişte problem yaşamalarına neden olabilen bu besinlerden uzak
durmalarına gerçekten de yardımcı olacaktır. Bazı
hastalar, ameliyatlarından sonra “hile” yaparlarsa, ameliyatlarının
kendilerini cezalandıracağını bilme fikrini sevmektedir. Mide Bandı ve
Tüp Mide hastaları için ise Damping Sendromu yoktur, bu yüzden de
tatlılar söz konusu olduğunda, gıda seçimlerinde daha disiplinli
olmaları gerekir.
* Yabancı Cisim Korkusu: Mide
Bandı hastalarının, yaşamlarının geri kalanında içlerinde bulunan bir
bandla birlikte ÇOK rahat olmaları gerekmektedir. Hastalar sağlıklı bir
kiloya kavuştuğunda band çıkartılıp alınmamaktadır. Lütfen yeterli kilo
kaybı elde ettikten sonra bandın çıkartılmasını talep etmeyiniz, aksi
taktirde tekrar geri kilo almanız mümkün olabilir.
* Tersine Çevrilebilme: Bazı
hastalar band taktırmayı seçerler, çünkü obezite için “tedavi”
bulunduğunda ya da diğer bazı “problem”leri yaşadıklarında bandın
çıkarılabileceğine inanmaktadırlar. Bandın çıkarılmasının oldukça basit
olduğu doğru olmakla birlikte cerrahın bandı çıkartması için birkaç
neden vardır. Ayrıca duymuş olabileceğiniz negatif bilgilere rağmen
Gastric Bypass ameliyatıda aynı şekilde geri çevrilebilmektedir.
Kuşkusuz bir bypassı tersine çevirmek bir bandı çıkartmaktan daha
uğraştırıcı ve zordur, ancak yine de yapılabilir. Ne var ki Tüp Mide
ameliyatı geri çevrilemez.
* Korku Faktörü: Pek
çok hasta Gastric Bypass ya da Tüp Mide den korkar, çünkü “daha
invazif” ve bu nedenle de daha tehlikeli olduğu hissine kapılırlar.
Gastric Bypass ile Tüp Midenin daha büyük operasyonlar olduğu doğru
olmasına rağmen komplikasyon oranları Mide Bandın dan çokda yüksek
değildir.
* Sonuç: Cerrahınızın,
sizin için “en iyi” operasyonun hangisi olduğunu söyleyebilmesini
sağlayacak bir bilimsel çalışma bulunmamaktadır. Ameliyat için iyi bir
adaysanız HERHANGİ BİR kilo kaybı operasyonu büyük bir olasılıkla iyi
gelecektir.
Sonuçta
siz kendinizi bilirsiniz ve hastaların, hangi operasyonun kendileri
için uygun olduğuna en iyi kendilerinin karar vereceğine inanıyorum.
SİZİN için uygun olduğunu hissettiğiniz operasyon, büyük bir olasılıkla sizin için doğru olanıdır!
Doç. Dr. Halil Coşkun
Obezite Cerrahisi Sonrasında Hangi Vitaminlere Gerçekten İhtiyacım Var?

Kilo kaybı ameliyatlarından sonra çoğu insanın benimsemek zorunda olduğu yeni alışkanlık, her gün vitamin almaktır. “Gerçekte ne almam gerekir?” sorusunu cevaplarken ilk ve en önemli cevap şudur: “Doktorunuz ne öneriyorsa onu alın”...
Sürecin
bir yerinde doktorunuz muhtemelen size prosedürünüze dayalı olarak
ameliyattan sonra almanız gereken vitaminlerin bir listesini vermiştir.
Ayrıca doktorunuz laboratuar sonuçlarınıza baktığında sadece sizin için
çok özel önerilerde bulunabilir.
Genel olarak söylemek gerekirse ameliyattan sonra takviye almanın üç nedeni vardır;
1- Daha az gıda alsanız bile yeterli vitamin ve mineral aldığınızdan emin olmak için 2- Prosedürünüzden dolayı daha büyük bir riski bulunan yetersizlikleri önlemeye yardımcı olmak için 3- Bazı durumlarda beslenme yetersizliğinin tedavisi için
Ameliyattan sonra alınan takviyelerin en yaygın türleri multivitaminler, kalsiyum, B12 vitamini ve demirdir.
Multivitaminler
Bir
obezite ameliyatı geçirdiğinizde, hangi prosedür uygulanmış olursa
olsun kilo vermenizin temel bir nedeni daha az yemenizdir. Kişiler daha
az yediklerinde, her gün gerekli olan vitamin ve minarellerin herbirini
elde etmeleri güçtür – gerçek şudur ki insanların çoğu, istedikleri
kadar yemek yeseler bile bunu yapamazlar.
2008
yılında, 210 ameliyat geçirmiş hastayı iki yıl izleyerek yedikleri
besinleri Dietary Referance Intake (DRI) (Önerilen diyet miktarı) ile
karşılaştıran bir çalışma yapılmıştır. Ameliyattan
sonra daha iyi yeme eğiliminde olan hastaların bile A vitamini, C
vitamini, kalsiyum, demir, B1, B3, B6, folat, biotin ya da pantotenik
asitin (B5) minimum miktarını bile alamadığı ortaya çıkarılmıştır.
Almanız
gereken multivitamin türü geçirdiğiniz ameliyat tipine göre farklılık
gösterebilir ve çoğu hastadan tüm vitaminlerin günlük değerlerinin yüzde
100’ü ile ufak miktarlarda mineralleri içeren birşeyler almaları
istenir. Bir multivitaminin kalsiyum, magnezyum ve potasyum gibi
minerallerin günlük değerlerini içerme olasılığı çok düşüktür.
Kendilerini “komple” olarak niteleyen ürünler, aslında tüm vitamin ve
mineralleri sağlamayabilir, bu nedenle etiketleri dikkatlice okumak
gerekmektedir.
Kalsiyum
Mayo
Klinik’ten doktorlar, yakın zamanlarda geçmiş 20 yılda obezite ameliyat
yaptırmış olan 97 hastayı incelemişlerdir. Bu hastaların 21’inde,
toplam olarak 31 adet kırık olgusu bulmuşlardır – bu, genel popülasyonun
kırık riskinin iki katından fazladır. Kırıkların çoğu ameliyattan sonra
ortalama yedi yılda, öncelikli lokasyon olarak el ve ayaklarda
oluşmuştur. Diğer kırık bölgeleri kalça, omurga ve üst koldur.
Kemik
kaybı tüm obezite ameliyat türlerinden sonra mevcut bir risk olup,
yeterli miktarda kalsiyum almak kemik kaybının önlenmesinin önemli bir
parçasıdır.
American Society for Metabolic and Bariatric Surgery’nin obezite
ameliyatlarından sonra önerdiği kalsiyum alımı aşağıdaki gibidir:
· Ayarlanabilir Mide Bandı (Kelepçe): 1.500 mg kalsiyum
· Gastrik Bypass: 1.500 - 1.800 mg kalsiyum sitrat
· Duodenal Switch: 1.800 - 2.400 mg kalsiyum sitrat
B12 Vitamini
B12’nin
emilimi için mide çok önemlidir. Bunun nedeni, mide asitinin kandan B12
salınmasına yardımcı olması ve mide tarafından üretilen bir diğer madde
olan intrinsek faktörün B12 emilimi için gerekli olmasıdır.
Gastric
Bypass ve Tüp Mide gibi obezite cerrahi prosedürleri, B12 emilimini
daha zor hale getirmektedir. Sıklıkla, bu prosedürleri yaptıran
kişilerin enjeksiyon, burun spreyi ya da dil altı tablet olarak ilave
B12 alması gerekmektedir.
Demir
Düşük
demir ya da demir yetmezliği anemisi, bir obezite cerrahisi
komplikasyonu olabilir, ancak özellikle gastric bypass’tan sonra
yaygındır.
Gastrik
bypass’tan sonra demir düzeylerini sürdürmek daha zordur, çünkü demirin
emildiği başlıca bölge olan oniki parmak barsağı bypass edilmiştir. Pek
çok doktor hastaların, yetmezlik gelişmesine karşı korunmak üzere
önleyici olarak demir almalarını önermektedir.
Diğer Besinler
Beslenme
ile ilgili laboratuar sonuçlarınıza ve programlarınızın özgün
konularına bağlı olarak diğer besinleri almanız istenebilir. Bazı yaygın
besinler D vitamini, Tiamin (B1) ve protein takviyelerini içerir ancak
başkaları da söz konusu olabilir. Burada doktorunuzun tavsiyesi dikkate
alınmalıdır.
Sonuç
Son
bir öneri: vitaminlerinizi almazsanız işe yaramazlar. Birçok kişi ne
almaları gerektiği ile aşırı ilgilenir, ancak gerekli besinleri günlük
bazda almakta iyi bir iş çıkarmazlar. Ayrıca ameliyattan bir ya da iki
yıl sonrasına kadar vitaminlerini almak, pek de yaygın olmayan bir şey
değildir ancak, zamanla bırakabilmektedirler.
Beslenme
yetersizliklerinin çoğunu önlemek, tedavi etmekten daha kolaydır ve bir
kez ameliyat oldunuz mu bir problem oluşma riski hiçbir zaman
kaybolmaz.
Temel beslenme programınıza bağlı kalmak, hem sağlığınızı hem de başarınızı sağlamaya yardımcı olacaktır.
Doç. Dr. Halil Coşkun

Doç. Dr. Halil Coşkun



Safra
taşı, kum parçasından 3-4 cm boyuta kadar değişen boyutlarda olabilen
safra kesesi içinde yerleşen kolesterol ve safra tuzlarından oluşur.
Safra Taşı Tipleri:
. Kolesterol taşları
. Pigment taşları
. Karma taşlar (en sık görülen tip) kolesterol ve tuzdan oluşur.
Kolesterol taşları genellikle sarı-yeşil olup, sertleşmiş kolesterolden oluşmaktadır. Tüm safra taşlarının %80'nini oluşturur. Araştırmacılar, kolesterol taşı oluşma nedenini safranın çok fazla kolesterol veya bilirubin içermesine, yetersiz safra tuzuna veya safra kesesinin yetersiz boşalmasına bağlamaktadır.
Pigment taşları küçük, bilirubinden oluşan karanlık taşlardır. Tam olarak oluşma nedeni belli değildir. Daha çok sirozu olan, safra yolları enfeksiyonu geçiren ya da kalıtsal kan hastalığı olan kişilerde oluşur.
Safra taşlarının diğer nedenleri kolesterolün karaciğer tarafından fazlaca atılmasına bağlı oluşabilir.
Diğer nedenler ise;
Cinsiyet; 20-60 yaş arası kadınlar erkeklerden iki kat fazla safra taşı oluşturur
Obezite; Obezite özellikle kadınlarda safra taşı oluşumunda önemli bir risk faktörüdür
Östrojen; Hamilelik sırasındaki fazla östrojen, hormon takviye tedavisi, doğum kontrol hapları
Kolesterol düşürücü ilaçlar
Diyabet; Diyabeti olan kişilerin trigliserit seviyeleri yüksektir
Ani kilo kaybı; Obezite cerrahisi (mide bandı, gastric bypass, tüp mide) geçiren hastalarda fazla kilo kaybı oluşması sonucu
Semptomlar
Çoğu safra taşı olan kişilerin semptomu yoktur. Bu kişiler çoğu zaman asemptomatik olup bu taşlara sessiz taşlar denmektedir. Safra semptomları daha çok kalp krizi, appandisit, ülser, irrtiabl barsak hastalığı, hiatal herni, pankreatit, ve hepatit semptomlarına benzer. Bu nedenle doğru tanı çok önemlidir. Semptomlar daha çok geceleri ve yağlı yemek sonrası ortaya çıkar.
Bunlar;
. Karın şişliği
. Yağlı gıdalara toleranssızlık
. Üst karında devamlı bir ağrı, özellikle ani olarak artıp 30 dakika ile 1-2 saat içinde sonlanan
. Kürek kemikleri arasında ağrı
. Sağ omuz altında ağrı
. Mide bulantısı, kusma
. Hazımsızlık
Tanı
Ultrasonografi (US), safra taşı tanısında en sensitif ve spesifik testtir.
Diğer tanıda kullanılan testler ise;
. Bilgisayarlı tomografi (BT); Hem safra taşlarını hem de komplikasyonları gösterebilir.
. Endoskopik Retrograd Colanjio Pankreatografi (ERCP); Hastaya felksibl olan ve ucunda bilgisayar ve TV monitörünün bağlı olduğu endoskop yutturulur. Doktor endoskopu mideden oniki parmak barsağına (duedonuma) geçirir ve oradan da safra yollarına ulaşır. Daha sonra özel bir boya gönderilir ve safra sistemi boyanır. ERCP safra taşlarının yerini belirlemede ve çıkarmada kullanılan en etkili yöntemdir.
. Kan testleri; Kan testleri enfeksiyon, obstrüksiyon, pankreatit ve sarılık için yapılabilir
Safra kanalı tıkanıklığı ve enfeksiyonu (kolanjit) hayatı tehdit edici bir boyuta gelebilir. Tanı ve tedavi sonrası iyi bir tedavi ile prognozu iyidir.
Komplikasyonlar
Bilier kolik, safra kesesi iltihabı (kolesistit), siroz, kolanjit,
Tedavi
Cerrahi: En çok yapılan cerrahi laparoskopik kolesistektomi dir (safra kesesinin laparoskopik olarak alınması).
Eğer safra taşları safra yollarını tıkamışsa ERCP kese cerrahisi öncesi taşın yerini belirlemek ve çıkarmak için kullanılabilir.
Doç. Dr. Halil Coşkun
halilcoskun@hotmail.com
Mide Bandı Ameliyatının Uzun Dönem Sonuçlarının Değerlendirilmesi

Obezite
tedavisinde bugün için en fazla tercih edilen yöntemlerden birisi
(avrupa, avusturalya ve amerika) Laparoskopik Mide Bandı ameliyatıdır.
Şuana kadar tüm dünyada yaklaşık 500.000’nin üzerinde hastaya uygulama
yapıldığı tahmin edilmektedir. Bu ameliyatın uzun dönem sonuçları
aşağıda detaylıca sunulmaktadır;
Favretti ve ark. tarafından (Laparoscopic adjustable gastric banding in 1,791 consecutive obese patients: 12-year results. Favretti F, Segato G, Ashton D et al. Obes Surg. 2007)1993
ve 2005 yılları arasında 1791 hastaya laparoskopik mide bandı ameliyatı
uygulanmıştır. Hastaların %75.1’i kadın, %24.9’u erkek; ortlama yaş
38.7+10.9 yıl, ortalama ağırlık 127.7+24.3 kg, ortalama VKİ 46.2+7.7
kg/m2 tespitedilmiştir.
Hastaların %91’i 12 yıl sure ile takip edilmiştir. Hastaların 125’ine
öncelikle BioEnterics Intragastrik Balon (Mide Balonu) uygulaması
yapılarak belli oranda kilo kaybı sağlandıktan sonar Mide Bandı
uygulanmıştır. Ameliyata bağlı major komplikasyon oranı % 0.05-5.9,
minor komplikasyon oranı % 0.5-11.2 dir. Hiç bir hastada ameliyata bağlı
mortalite (ölüm) gelişmemiştir. Hastaların 10 yıllık takiplerinde kilo
kaybı 101.4+27.1 kg (ortalama 26.3 kg), VKİ kaybı 37.7+9.1 kg/m2 (ortalama 8.5 kg/m2),
fazla kilo kaybı yüzdesi %38.5+27.9 dir. Tip 2 diyabeti olan hastaların
%36.2’sinde, hipertansiyonu olan hastaların %60.6’sında gerileme ve
tedavi olduğu tespit edilmiştir. Bu çalışmada yaşam beklentisi üzerine
yapılan istatistiksal analizde Mide Bandı takılan hastalarda,
takılmayanlara göre daha uzun süreli yaşam tespit edilmiştir.
Mittermair ve ark. (Results and Complications after Swedish Adjustable Gastric Banding-10 Years Experience.Mittermair RP, Obermüller S, Perathoner A et al. Obes Surg. 2009)yapmış
oldukları değerlendirmede ise Laparoskopik Mide Bandı uygulanan 785
hastayı 10 yıl boyunca takip etme imkanı bulmuşlardır. Hastalar ilk 1
yıl içerisinde ortalama 26 kg kayıp gösterirken, 8. yılın sonunda bu
kilo kaybı ortalama 40.5 kg olmuştur. Kaybedilen fazla kilo kaybı
yüzdesi %65.5 olarak tespit edilmiştir. Hiç bir hastada ameliyata bağlı
mortalite (ölüm) gelişmemiştir.
Sonuç
olarak; Laparoskopik Mide Bandı ameliyatı uygulaması kolay, hastanede
yatış süresi kısa ve uzun dönemde kalıcı kilo kaybı sağlayan bir
yöntemdir. Bu uygulamada hasta uyumu son derece önemlidir, band ile
ilgili bir problem gelişmediği taktirde bandın çıkartılması
gerekmemektedir.
Hasta Sayısı
|
İzlem
|
Fazla Kilo Kaybı Yüzdesi
| |
Favretti ve ark.
|
1791
|
12 yıl
|
%38.5+27.9
|
Zehetner J ve ark.
|
190
|
6 yıl
|
%50
|
Toouli J ve ark.
|
481
|
5 yıl
|
%49.8
|
Miller K ve ark.
|
158
|
4 yıl
|
%54.7
|
Zinzindohoue F ve ark.
|
500
|
3 yıl
|
%54.8
|
Mide Balonu Uygulamasında Başarıyı Artırmanın Yolları ve Bilinmesi Gerekenler

Mide
Balonu uygulaması obezite tedavisinde 2000’li yılların başlarından
itibaren başarılı bir şekilde yaygın olarak uygulanmaya başlamış ve
gittikçe popülerlik kazanan endoskopik bir yöntemdir.
Ancak
bu uygulamanın bir cerrahi yöntem olmadığını (mide bandı, gastric
bypass gibi) ve obezitenin geçici tedavisinde kullanıldığını bilmemiz
gerekmektedir.
Peki kimlere uygulamalıyız ve başarıyı artırmak için neler yapmalıyız?
Bilimsel verileri incelediğimizde özellikle 2 temel alanda kullanımı önem kazanmaktadır;
1. Çok yüksek kilolu (süper morbid obez, VKİ>50 kg/m2) kişilerde, cerrahi tedavi öncesi ameliyat ve anestezi riskini düşürmek amacıyla,
2. Diyet,
egzersiz, ilaç gibi tedavilere rağmen kilo kaybedemeyen veya kaybedip
tekrar geri kilo alan ve aynı zamanda cerrahi tedavi sınırları içinde
olmayan (yada cerrahi tedavi düşünmeyen), VKİ 27-35 kg/m2 arasında olan
kişilerde kullanılmaktadır.
Yukarıdaki hasta grubunda uygulama verileri incelendiğinde elde edilen sonuçlar şu şekildedir;
VKİ>50 kg/m2
nin üzerindeki süper morbid obez hastalarda mide balonu uygulaması
sonrasında mutlaka bir cerrahi prosedür ile kombine edilmesi
önerilmektedir (Melissas et al. Obes Surg 2006).
Süper
morbid obez hastalarda cerrahi tedaviye hazırlamak için kullanılan bir
diğer prosedür Tüp Mide (sleeve gastrektomi) dir. Bu prosedür ile mide
balonu uygulaması karşılaştırıldığında 6 ve 12 aylık takiplerde her iki
yöntem arasında kilo kaybettirme de bir fark tespit edilmemiştir. Mide
Balonunun teknik olarak uygulamasının kolay olması, riskinin düşük
olması önemli bir avantaj olarak görülmektedir (Genco et al. Surg. Endosc. 2009).
Süper
morbid obez hastalarda cerrahi tedavi öncesi uygulanan Mide Balonu,
özellikle karaciğer hacminde önemli derecede volü küçülmesine neden
olarak, daha sonra uygulanacak ameliyatın laparoskopik olarak
yapılmasını kolaylaştırmaktadır (Frutos et al. Obes Surg 2007).
Yine bu hasta grubunda özellikle mevcut yandaş hastalıkların (diyabet,
hipertansiyon, uyku apne vd) gerilemesine neden olarak cerrahi tedavinin
daha rahat olmasını sağlamaktadır (Genco et al. Obes Surg 2005).
VKİ<35
style="font: normal normal normal 11px/normal Verdana, sans-serif;
color: rgb(51, 51, 51); font-weight: normal; ">2 olan kişilerde mide
balonu uygulaması sonrasında elde edilen fazla kilo kaybı yüzdesi daha
fazla görülmekte ve kaybedilen kilo daha kalıcı olmakta ve daha fazla
oranda kaybedilen kilolar korunmaktadır(Genco et al. Int J Obes 2006).
Adölesan (yaş<18)> (Sallet et al. Obes Surg 2004).
Mide
balonu uygulaması sonrasında bazı kişilerde istenilen oranda kilo
kaybedilmediği bildirilmektedir. Bunun en önemli nedeni bu uygulamayı
bir cerrahi prosedür gibi düşünüp, balonun tek başına kilo kaybettirmesi
beklenmektedir. Bu uygulamada yüksek kalorili diyet son derece
zararlıdır, mutlaka kalori kısıtlayıcı bir diyet (1000-1200 Kcal/gün)
ile kombine dilmeli, bununla birlikte beslenme alışkanlığının
değiştirilmesi hedeflenmelidir(Mathus-Vligen et al. Gastrointest Endosc 2005).
Doç. Dr. Halil Coşkun
Pazar, Nisan 04, 2010
Mide Bandı Ameliyatlarından Sonra Band Dolumu Ne Zaman ve Nasıl Yapılır?

Mide bandı ameliyatından sonra en önemli konu bandın dolum yapılmasıdır. Bu süreç önemli bir uyum gerektirmektedir.
Ne Zaman?
Çok
erken dönemde band dolumunun yapılması band ile ilgili bazı
problemlerin (stoma darlığı, bandın kayması, yemek yemede uyumsuzluk)
ortaya çıkmasına neden olabilir.
Çoğu
obezite cerrahı ameliyattan hemen sonra band dolumu yapılmasını
istemez. Başlangıçta bellirli bir sure (2-3 hafta) sıvı diyet,
sonrasında püreli yumşak diyet (2-3 hafta) ile beslenilmesi ve devamında
banda dolum yapılması uygun görülmektedir.
Banda
nekadar dolum yapılacağı cerrahınız tarafından karar verilecektir.
Ancak hiç bir zaman başlangıçta fazla dolum yapılmaması gerekmektedir.
Aksi taktirde bandın sıktığı mide çapı çok fazla daralacağından, yemek
yemede zorluk, uyumsuzluk ve aşırı bulantı ve kusmalar görülebilir.
Bugün
için dünyada farklı firmalara ait mide bandları bulunmaktadır. Bu
bandların tamamının işleyiş mekanizması aynı olmakla birlikte şişirilme
kapasiteleri dizaynlarından dolayı farklılık göstermektedir. Dolayısıyla
dolum yapılırken bu ayrıntı çok iyi bilinmelidir.
Genel
kural olarak başlangıç dolumunda az bir miktar ile kişinin yemek yemesi
kontrol edilir ve daha sonrasında bu miktar bellirli bir zaman dilimi
içierisinde kontrol edilerek dolumda artış yapılır. Burada temel hedef
kişinin ne istediği gibi yemek yemesinin sağlanması nede hiç birşey
yiyip içemeyecek düzeyde kısıtlamaya gidilmesidir. Bu standart dolum
ayarı herkeste farklılık gösterebilir, aynı bandı kullanan iki kişide
dahi aynı dolum miktarlarıyla farklı kısıtlama değerleri elde
edilebilir.
Nasıl Yapılır?
Band
ayarı oldukça kolaydır, burada dikkat edilmesi gereken nokta rezervuar
haznesinin nekadarlık bir derinlikte olduğunun bilinmesidir. Çoğu cerrah
bu rezervuarı karnın sol üst bölgesinde derin yağlı plana koymaktadır.
Bu şekilde yerleştirilmiş rezervuarlarda skopi cihazında görülerek
enjeksiyon yapılmasına gerek yoktur, rahatlıkla iğne rezervuara
yerleştirilerek dolum işlemi istenilen ölçüde tamamlanabilir. Ancak
rezervuar daha derin bir noktaya (fasya üzerine) tespit edilmişse,
ozaman skopi cihazında kontrol edilerek iğnenin yerleştirilmesi daha
doğru bir yaklaşım olacaktır. Özellikle süper morbid obez hastalarda cil
altı yağlı doku çok fazla olduğundan derin yerleşimli rezervuarlarda
ayarlama yapmak zorluk gösterebilir. Bu ayarlama için herhangi bir genel
veya lokal anesteziye gereksinim yoktur.
Nelere Dikkat Edilmeli?
Şu
hiç bir zaman unutulmamalıdır ki; band yemek yemede mekanik bir
kısıtlama sağlar, bandın yüksek değerlerde sıkılması banda ait
komplikasyon riskini artırabilir. Amaç yüsek dolumlarda değil, düşük
dolumlarda efektif kilo kaybı elde etmeye çalışmak olmalıdır. Bu durum
sizin uyumunuzu ve yemek yeme alışkanlığınızı kendi iradenizide işin
içine katarak değiştirdiğini gösterecektir. Doç. Dr. Halil Coşkun
Cumartesi, Mart 20, 2010
Tek Kesili Laparoskopik Cerrahi

Tek Kesili Laparoskopik Cerrahi (TKLC)
Single Incision Laparoscopic Surgery (SILS)
Tek
Kesili Laparoskopik Cerrahi (TKLC) geleneksel laparoskopik cerrahi
karşısında gelişen bir alternatif yöntem olarak durmaktadır. Bir çok
vakada tamamiyle gizlenebilen tek bir cilt kesisi ile yapılan bu işlem
hastaların seçimine sunulmuştur. İyileşmeyi takiben genellikle
görülebilir bir iz kalmamaktadır.
Tek
kesili laparoskopik cerrahiyi tanımlamak üzere bir çok terim mevcuttur.
Bunlar aynı temanın değişik ifadeleridir ve bazıları şunlardır;
TKLC = Tek Kesili Laparoskopik Cerrahi
TPGC = Tek Port Girişli Cerrahi
LETC = LaparoEndoskopik Tek Alanlı Cerrahi
Tam olarak TKLC prosedürü nedir ve nasıl yapılmaktadır?
TKLC
prosedürü safra kesesi ameliyatı, jinekolojik ameliyatlar (histerektomi
gibi) ve diğer birçok tedavinin başarıyla yapıldığı tek insizyon
kullanılarak (göbek deliğinden geçen) yapılan bir laparoskopik cerrahi
prosedürdür.
Sadece
20 mm’lik bir insizyon kullanılarak uygulanan TKLC prosedürü,
geleneksel laparoskopik tekniklerin gerektirdiği genellikle her biri 1
cm veya daha küçük insizyonların açıldığı birçok giriş noktalarının
açılmasının önüne geçmiştir.
Kim TKLC prosedürü için uygun bir adaydır?
Genellikle
laparoskopik cerrahi için aday olan hastalar aynı zamanda TKLC
prosedürü için de birer adaydır. Ancak geçirilmiş cerrahinin olmaması,
vakanın acil bir vaka değil de elektif bir vaka olması temel seçim
kriterleridir.
TKLC’in avantajları varmıdır?
TKLC
karın duvarında yapılan kesinin şekli ve büyüklüğü ile ilişkilidir.
Birçok cerrahi operasyon halen aynı yol ile yapılmaktadır. Bu nedenle
daha iyi bir kozmetik sonuç dışında bu teknik için iyi bilinen bir
avantaj yoktur.
TKLC’in hiç dezavantajı varmıdır?
TKLC halen gelişmekte olan bir tekniktir.
Yapılan tüm cerrahiler gibi riskleri mevcuttur.
Lütfen bu riskleri detaylıca cerrahınızla konuşarak öğreniniz.
TKLC prosedürlerinin diğer laparoskopik cerrahilerden farkı nedir?
Görülebilir
skar oluşumuna yol açabilecek geleneksel laparoskopik cerrahilerin
gerektirdiği dört adet 1 cm’lik veya daha küçük insizyonların aksine
TKLC prosedürü görülebilir skar oluşumuna yol açmayan göbek deliğinden
geçen tek bir 20 mm’lik kesiyle yapılmaktadır.
Bununla
birlikte geleneksel laparoskopik cerrahide birden fazla kesi
neticesinde oluşacak olan ağrıyı, tek insizyon ile minimalize
etmektedir.
TKLC Port

TKLC
Portu tek bir insizyondan girecek birçok enstrumanın geçişine olanak
sağlayan bir yapıya sahiptir. TKLC portu içinden aletlerin geçeceği 3
kanül bulunmaktadır. TKLC Portu’nun başlıca özelliği optimal aletlerin
geçişi için, karın içini hava ile doldururken buna olanak sağlayan valve
sahip olmasıdır. Bu el aletleri için destek ve stabilite sağlamakta,
aletlerin maksimum hareketine olanak tanımaktadır.
TKLC prosedürleri ile ilişkili riskler varmıdır?
Evet, herhangi bir cerrahi prosedür sırasında komplikasyon gelişebilir.
Agency
for Healthcare Research and Quality (AHRQ) kuruluşuna göre yapılan
herhangi bir cerrrahinin problemleri arasında; ağrı, organ hasarı,
kanama, enfeksiyon, fıtık, yapışıklıklar ve skarlar sayılabilir.
Kanıtlar,
yaşam kalitesi açısından genellikle açık cerrahiden ziyade geleneksel
laparoskopik cerrahi prosedürlerin sonuçlarından daha iyi olduğundan
dolayı desteklemektedir.
Doç. Dr. Halil Coşkun www.halilcoskun.com
Pazar, Şubat 14, 2010
Safra Kesesi Cerrahisi (Laparoskopik Kolesistektomi)

Yetişkin
nüfusun yaklaşık %8’nin safra kesesinde taş vardır. Her yıl bu
insanların yaklaşık %1’i safra kesesi cerrahisine gitmektedir.
Safra
taşları (sağdaki resim) temel olarak kolesterolden oluşmuştur. Taşlar
ilk 2-3 yıl büyüme eğilimindedir sonrasında büyüklüğü sabit kalır. Tüm
safra taşlarının %85’i iki cm den küçük taşlardır. Safra taşı olan
insanlarında %80’i yıllar boyu asemptomatik kalır. Ancak
bazı safra taşların sonuçları ciddi olabilir. Kısa süreli bilier kolik
ağrılardan hayatı tehdit edebilecek safra kesesi veya pankreas
enfeksiyonlarına yol açabilir.
1990’lı
yıllara kadar semptomatik safra kesesi taşlarına yönelik ana cerrahi
tedavi bir karın insizyonla safra kesesinin çıkarılmasıydı. Ancak
geniş insizyondan kaynaklanan ağrı nedeniyle hastanede 5-7 günlük
yatışlar yapılmaktaydı. Günümüzde ise semptomatik safra kesesi taşları
için en iyi tedavi şekli laparoskopik kolesistektomi denilen cerrahi tekniktir.
Bu
teknik bir kaç küçük delik (yaklaşık 1 cm) insizyonun karın duvarında
yapılmasını gerektirmektedir. Safra kesesi bu küçük insizyonların
birinden çıkarılmaktadır. Sonrasında laparoskopi aletleri çıkarılmakta
ve insizyonlar 1-2 dikişle kapatılarak küçük pansumanlar yapılmaktadır.
Bu
ameliyat genel anestezi gerektirmektedir. Açık kolesistektomi ile aynı
riskleri ve komplikasyonları içermektedir. Ancak hastalar ameliyat
sonrasında daha az ağrı çekmekte ve 1-2 günlük hastanede kalış ve
sonrasında 1-2 haftalık iyileşme dönemi geçirmektedir. Bu süreler açık
kolesistektomiden çok daha kısadır.
Safra Kesesi Taşlarının Komplikasyonları Nelerdir?
Safra
kesesinde taşı olan hastaların yaklaşık %10’nunda semptomlar görülür.
Gelip geçici bilier kolik olarak bilinen ve yağlı yemeklerden sonra
görülen ağrı semptomu görülebilir. Safra
kesesindeki safra akışını bir taş tıkadığı zaman safra durgun hale
gelir. Bu durgun safra, safra kesesinin enfeksiyon ve inflamasyonuna yol
açar. Hastaların ateşi olabilir, karınlarının sağ üst bölgesinde ciddi ağrı hissedebilir ve kusma görülebilir.
Safra kesesi ana safra yollarına girdikten sonra sarılık, kolanjit ve pankreatit görülebilir.
Sarılık safra akışının duodenuma ulaşmasının engellendiği için olur. Bu durum bilirubinin aşırı emilimine ve deri ve gözlerde sarı renk değişikliğine neden olur. Safra yolunda taşa ek olarak bilier sistemde kolanjit denilen enfeksiyon görülebilir. Bu
durum yine safra akışının duraganlığından kaynaklanır. Bu enfeksiyon
karaciğere ulaşabilir ve tedavi edilmezse karaciğer absesine neden
olabilir.
Pankreatit safra yolundaki taşın safra kanalı boyunca geçip pankreas kanalını tıkaması ile oluşur. Bu durum kendi kendini sınırlayan, ağrı kesicilere ve barsakların dinlendirilmesine yanıt veren bir durumdur. Ancak hastaların bir kısmında bu pankreatik hasar daha kötüleştirici inflamasyonu tetikleyip hastanın genel durumunu bozabilir.
Daha
az sıklıkla görülen diğer bir komplikasyon da safra kesesinin
perforasyonudur (delinmesi). Safra kesesi duvarının erozyonu ile
kolesisto-enteral (safra kesesi ile barsak arasında) fistüller ve safra
taşının barsak içine geçmesi ile ince barsak tıkanıklığı görülebilir.
Safra Kesesinde Taş olan Hastaların Hangileri Tedavi Edilmelidir?
Safra
taşı bir kez oluştu mu tekrar etme eğilimindedir. Semptomatik
hastaların çoğu tedavi edilmelidir. Safra kesesi taşından kaynaklanan
ağrı sıklıkla ciddi, periyodik, 1-5 saat içinde kaybolan, hastayı gece
yatağından uyandıran, epigastrik veya karnın sağ üst bölgesinde olan bir
ağrıdır. Yemek yeme sonrasında alevlenen bir ağrı vardır. Yaklaşık %90 hastada başarılı bir laparoskopik safra kesesi ameliyatı sonrasında sorun ortadan kalkmaktadır.
Safra Kesesinde Taş olan Hastaların Hangileri Laparoskopik Kolesistektomi ile Tedavi Edilmelidir?
1988 yılında laparoskopik
kolesistektomi yapılmaya başlandıktan sonra safra kesesinin çıkarılması
için altın standart olmuştur. Bir çok semptomatik hasta (genel
anesteziyi tolere edebilecek ve ciddi kardiopulmoner hastalığı olmayan
veya ameliyata engel olabilecek ek hastalığı olmayan) laparoskopik
kolesistektomi için aday olmuştur.
Safra
kesesi hastalığından ciddi komplikasyonları olan bazı hastalar
laparoskopik ameliyat için uygun olamayabilir. Ek olarak 3.
trimesterdeki gebe hastalar uterusa zarar verebilme olasılığından dolayı
laparoskopik kolesistektomi için aday değillerdir.
Özet
Safra
kesesinde taşı olan birçok hasta asemptomatik (semptomsuz) kalır.
Asemptomatik hastalar komplikasyon gelişmeden önce semptom geliştirir.
Bir kaç istisna dışında safra kesesinde taşı olan asemptomatik hastalar
tedavi edilmemelidir.
Bir
kez safra taşı semptomları gelişirse, tekrar etme eğilimi gösterir. Bu
hastalar komplikasyon geliştirmeye meyillidir. Tipik bilier semptomlar
geliştiren birçok hasta tedavi edilmelidir.
Çünkü
başka hastalıklar için araştırılan hastalarda safra kesesi taşları
rastlantısal olarak saptanabilir. Atipik ağrısı olan ve dispeptik
yakınmaları olan hastalarda semptomun sebebini ortaya koymak için başka
ileri araştırmalar gerekebilir.
Laparoskopik kolesistektomi semptomatik safra kesesinde taşı olan hastalar için güvenli ve etkili bir tedavi yöntemidir.
Laparoskopik
kolesistektomi açık kolesistektomiye oranla daha faydalı bir tedavi
seçeneğidir. Ameliyat sonrası ağrı ve hasta olma durumunu mortalite ve
morbitiditeyi arttırmadan azaltır.
Laparoskopik kolesistektominin sonuçları ameliyat yapan cerrahın eğitimi, tecrübesi ve yetenekleri ile ilişkilidir.
Doç. Dr. Halil Coşkun www.halilcoskun.com
Çarşamba, Şubat 10, 2010
Safra Kesesi Hastalıkları (Safra Taşı Nedir?)

Safra Taşı Tipleri:
. Kolesterol taşları
. Pigment taşları
. Karma taşlar (en sık görülen tip) kolesterol ve tuzdan oluşur.
Kolesterol taşları genellikle sarı-yeşil olup, sertleşmiş kolesterolden oluşmaktadır. Tüm safra taşlarının %80'nini oluşturur. Araştırmacılar, kolesterol taşı oluşma nedenini safranın çok fazla kolesterol veya bilirubin içermesine, yetersiz safra tuzuna veya safra kesesinin yetersiz boşalmasına bağlamaktadır.
Pigment taşları küçük, bilirubinden oluşan karanlık taşlardır. Tam olarak oluşma nedeni belli değildir. Daha çok sirozu olan, safra yolları enfeksiyonu geçiren ya da kalıtsal kan hastalığı olan kişilerde oluşur.
Safra taşlarının diğer nedenleri kolesterolün karaciğer tarafından fazlaca atılmasına bağlı oluşabilir.
Diğer nedenler ise;
Cinsiyet; 20-60 yaş arası kadınlar erkeklerden iki kat fazla safra taşı oluşturur
Obezite; Obezite özellikle kadınlarda safra taşı oluşumunda önemli bir risk faktörüdür
Östrojen; Hamilelik sırasındaki fazla östrojen, hormon takviye tedavisi, doğum kontrol hapları
Kolesterol düşürücü ilaçlar
Diyabet; Diyabeti olan kişilerin trigliserit seviyeleri yüksektir
Ani kilo kaybı; Obezite cerrahisi (mide bandı, gastric bypass, tüp mide) geçiren hastalarda fazla kilo kaybı oluşması sonucu
Semptomlar
Çoğu safra taşı olan kişilerin semptomu yoktur. Bu kişiler çoğu zaman asemptomatik olup bu taşlara sessiz taşlar denmektedir. Safra semptomları daha çok kalp krizi, appandisit, ülser, irrtiabl barsak hastalığı, hiatal herni, pankreatit, ve hepatit semptomlarına benzer. Bu nedenle doğru tanı çok önemlidir. Semptomlar daha çok geceleri ve yağlı yemek sonrası ortaya çıkar.
Bunlar;
. Karın şişliği
. Yağlı gıdalara toleranssızlık
. Üst karında devamlı bir ağrı, özellikle ani olarak artıp 30 dakika ile 1-2 saat içinde sonlanan
. Kürek kemikleri arasında ağrı
. Sağ omuz altında ağrı
. Mide bulantısı, kusma
. Hazımsızlık
Tanı
Ultrasonografi (US), safra taşı tanısında en sensitif ve spesifik testtir.
Diğer tanıda kullanılan testler ise;
. Bilgisayarlı tomografi (BT); Hem safra taşlarını hem de komplikasyonları gösterebilir.
. Endoskopik Retrograd Colanjio Pankreatografi (ERCP); Hastaya felksibl olan ve ucunda bilgisayar ve TV monitörünün bağlı olduğu endoskop yutturulur. Doktor endoskopu mideden oniki parmak barsağına (duedonuma) geçirir ve oradan da safra yollarına ulaşır. Daha sonra özel bir boya gönderilir ve safra sistemi boyanır. ERCP safra taşlarının yerini belirlemede ve çıkarmada kullanılan en etkili yöntemdir.
. Kan testleri; Kan testleri enfeksiyon, obstrüksiyon, pankreatit ve sarılık için yapılabilir
Safra kanalı tıkanıklığı ve enfeksiyonu (kolanjit) hayatı tehdit edici bir boyuta gelebilir. Tanı ve tedavi sonrası iyi bir tedavi ile prognozu iyidir.
Komplikasyonlar
Bilier kolik, safra kesesi iltihabı (kolesistit), siroz, kolanjit,
Tedavi
Cerrahi: En çok yapılan cerrahi laparoskopik kolesistektomi dir (safra kesesinin laparoskopik olarak alınması).
Eğer safra taşları safra yollarını tıkamışsa ERCP kese cerrahisi öncesi taşın yerini belirlemek ve çıkarmak için kullanılabilir.
Doç. Dr. Halil Coşkun
halilcoskun@hotmail.com
Etiketler:
Doç.Dr. Halil Coşkun,
kolanjit,
kolelitiyazis,
kolesistit,
laparoskopik kolesistektomi,
safra kesesi,
safra kesesi ameliyatı,
safra taşı



JAMA’DA
YER ALAN LAGB (Laparoskopik Ayarlanabilir Gastric Bandlama) ÇALIŞMASI
İLE İLGİLİ ASMBS (American Society for Metabolic & Bariatric
Surgery) BİLDİRİSİ
23 Ocak 2008
Journal of the American Medical Association (JAMA)’da Laparoskopik Ayarlanabilir Gastrik Bandlamanın (Mide Kelepçesi) (LAGB) Tip 2 Diyabet üzerindeki etkilerini inceleyen ilk randomize kontrollü çalışmanın bugün yayınlanmasından sonra dünyada haber başlıkları ‘Obezite Cerrahisi Diyabeti Tedavi Edebilir’ olarak belirlendi.
Obezite ve Metabolizma cerrahları olarak bizler bunu yıllardır biliyorduk. Ancak bugünkü çalışma, Ağustos 2007’de The New England Journal of Medicine’da yayınlanan ve obezite cerrahi sonrası anlamlı sağkalım avantajı gösteren iki değerli çalışma ile birlikte, daha fazla göz ardı edilemeyecek yeni ve önemli kanıt oluşturmaktadır - obezite cerrahisi hayat kurtarmaktadır ve hastalığı yok edebilir ya da dramatik olarak iyileştirebilir!
Ne var ki bu kanıtlara rağmen, diğer klinik çalışmalar ve Center for Medicare & Medicaid Services (CMS)’in yaptırımları nedeniyle birçok özel sağlık sigorta şirketi obezite cerrahisine ulaşımı sınırlamaktadır. Obezite, Tip 2 diyabet ve başka hastalıklardan dolayı daha fazla yaşam kaybedilmeden bu durumun değişmesi zorunludur.
Aşağıda JAMA çalışmasının anahatları ve özeti verilmektedir:
Çalışmanın Önemi ve Etkisi
1) Bu çalışma erken dönem Tip 2 diyabet tedavisinde obezite cerrahisinin (Laparoskopik Ayarlanabilir Mide Kelepçesi) bilinen tıbbi tedaviye göre daha yüksek etkinlik sağladığını gösteren ilk randomize kontrollü çalışmadır. Cerrahi grubunda tam iyileşme oranının %73 olmasına karşı tıbbi yaklaşım grubunda %13 olması, literatürde Tip 2 diyabet tedavisinde kullanılan herhangi bir tedavi kombinasyonu ile ilgili randomize kontrollü çalışmalar arasında bildirilmiş en yüksek değerler arasındadır. Sonuçlar Tip 2 diyabetik ve hafif-orta obezitesi olan hastalar için obezite cerrahisinin bir tedavi seçeneği olarak değerlendirilmesi gerektiğini öne sürmektedir.
2) Bu çalışma Vücut Kitle İndeksi (VKİ) <35 kg/m2 olan diyabetik hastalarda bilinen tıbbi tedavi ile karşılaştırıldığında obezite cerrahisinin daha etkin olduğunu gösteren ilk randomize kontrollü çalışmadır. Diğer çalışmalarda belirtilen VKİ<35 olan seçilmiş hasta grubunda obezite cerrahisinin yararlı olabileceği yönündeki kanıtları desteklemektedir. Aynı zamanda 1991’de oluşturulan NIH kılavuzunda obezite cerrahisinin uygunluğu için VKİ değerinde 35’in mutlak alt sınır olarak kabul edilmiş olmasını sorgulatmaktadır.
3) Her ne kadar çalışma diyabetin tedavisinde tıbbi ve cerrahi tedavi arasındaki komplikasyon oranlarını karşılaştırmak açısından yeterli kuvvete sahip olmasa da, tıbbi ve cerrahi tedavi için komplikasyon oranları benzerdir. İki grupta da ciddi bir istenmeyen etki görülmemiştir. Diğer çalışmalar bu hasta grubunda obezite cerrahisi için göreceli olarak düşük komplikasyon oranları bildirmekte, bu toplulukta obezite cerrahisinin kabul edilebilir yarar/zarar oranı ile uygulanabileceğini düşündürmektedir.
4) Bu çalışmada elde edilen son derece olumlu sonuçlara ek olarak SOS ve Adams (NEJM, Ağustos 2007) tarafından bildirilen sağkalım avantajı, obezite ve diyabet tedavisinde cerrahinin yerinin değerlendirilmesi açısından yeni bir multidisipliner konsensus oluşturulması gerektiği görüşünü desteklemektedir.
5) Bu çalışma incelenmesi gereken başka alanlar olduğunu göstermektedir. Bunlar arasında remisyonun sürekliliği, cerrahinin daha ileri diyabet üzerine etkisi, diğer obezite cerrahisi işlemlerinin göreceli yarar/zarar oranları, cerrahinin körlük, böbrek yetersizliği ve kardiyovasküler olaylar gibi sekonder diyabet komplikasyonları üzerindeki etkisi gibi konular bulunmaktadır. Devlet tarafından desteklenen, spesifik olarak iyi planlanmış klinik çalışmalar arttırılmalı ve bu ve diğer çalışmaların ortaya koyduğu önemli sorular incelenmelidir. Amerika Birleşik Devletleri diyabet veya obezite için cerrahi tedavinin değerlendirilmesi amacıyla göreceli olarak az yatırım yapmıştır.
6) Bu çalışmada elde edilen son derece olumlu sonuçlarla birlikte SOS ve Adams (NEJM, Ağustos 2007) tarafından bildirilen sağkalım avantajı, Medicare, NIH ve diğer Amerikan hükümet birimleri tarafından bildirilmiş ve yaygın kabul gören kriterlere dayalı olarak obezite cerrahisi için kapsama sağlamayan üçüncül sağlık ödeyicilerine karşı etik ve hukuki bir iddia oluşturmaktadır.
7) Önleme: Her ne kadar bu çalışma Tip 2 diyabetin etkin tedavisinde obezite cerrahisinin yeri için kuvvetli kanıt sağlasa da, Amerikan hükümeti, sağlık birimleri, sivil liderler ve politika oluşturanlar, gelecek nesillerde artacak diyabet yükünü azaltmak amacıyla, diyabetin önlenmesi konusuna odaklanmalıdır.
ÖZET
Tip 2 Diyabet için Ayarlanabilir Gastrik Bandlama ve Konvansiyonel Tedavinin Özeti ve Önerdikleri. JAMA’da Yayınlanmış Bir Randomize Kontrollü Çalışma
23 Ocak 2008
Dixon JB, Obrien PE, Playfair J, Chapman L, Schachter LM, Skinner S, Proietto J, Bailey M, Anderson M. JAMA. 2008:299 (3): 316-323
Özet
İçerik: Gözlemsel çalışmalar Tip 2 diyabette cerrahi olarak sağlanmış kilo kaybının etkin tedavi olabileceğini öne sürmektedir.
Amaç: Cerrahi olarak indüklenmiş kilo kaybının konvansiyonel kilo kaybı ve diyabet kontrolü yöntemleri ile karşılaştırıldığında daha iyi glisemik kontrol sağladığını ve daha az diyabet medikasyonu gerektirdiğini saptamak.
Yöntem: Ortam ve Katılımcılar: Avusturalya’da yerleşik tedavi programlarına kayıtlı genel toplumun başvurduğu Üniversite Obezite Araştırma Merkezi’nde Aralık 2002 ile Aralık 2006 tarihleri arasında yapılan körlenmemiş randomize kontrollü çalışma. Katılımcılar yeni tanı konulmuş (<2>30 ve <40) hastadan oluşmaktadır.
Girişimler: Hayat stilinin değiştirilmesi ile kilo kaybına odaklanan konvansiyonel diabet tedavisi ile laparoskopik ayarlanabilir gastrik bandlama ile birlikte uygulanan konvansiyonel diyabet bakımının karşılaştırılması.
Ana Sonuç Ölçütleri: Tip 2 diyabetin remisyonu (glisemik hiçbir tedavi almaksızın açlık kan şekeri <126 mg/dL [ 7.0 mmol/L] ve glikozile hemoglobin [HbA1c] değeri <%6.2). İkincil ölçütler kilo ve metabolik sendrom bileşenleri içermektedir. Analizler amaçlanan tedavi yöntemine göre (intention to treat) yapılmıştır.
Bulgular: Katılan 60 hastadan 55’i (%92) 2 yıllık takibi tamamladı. Tip 2 diyabet remisyonu cerrahi grupta 22 (%73), konvansiyonel tedavi grubunda 4 (%13) hastada sağlandı. Cerrahi grupta remisyon için göreceli risk 5.5 idi (%95 güvenilirlik aralığı, 2.2-14.0). İki yılda kilo kaybı cerrahi ve konvansiyonel tedavi grubunda sırasıyla, ortalama (SS) değer olarak, %20.7 (%8.6) ve %1.7 (%5.2) idi (P < .001). Tip 2 diyabetin remisyonu kilo kaybı (R2 = 0.46, P < .001) ve düşük bazal HbA1c (kombine R2 = 0.52, P < .001) düzeyi ile ilişkili idi. Her iki grupta da ciddi komplikasyon görülmedi.
Sonuçlar: Cerrahi grubuna randomize edilen katılımcıların daha fazla kilo kaybetmeleri nedeniyle Tip 2 diyabet remisyonu sağlanması olasılıkları daha yüksek idi. Bu sonuçların daha büyük, çeşitliliği daha fazla bir toplulukta doğrulanması ve uzun dönem etkinliğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu yazı Amerikan Bariatric ve Metabolizma Cerrahi Derneği’nin verileri ve değerlendirmesi göz önüne alınarak Dr. Halil Coşkun tarafından düzenlenmiştir.
Dr. Halil Coşkun www.obezitecerrahisi.com
halilcoskun@hotmail.com

BACKGROUND: The BioEnterics Intragrastric Balloon (BIB(R)) together with restricted diet has been used for the treatment of obesity and morbid obesity.
BioEnterics Intragastric Balloon: Clinical Outcomes of the First 100 Patients-A Turkish Experience.
Obes Surg. 2008 Jun 3. [Epub ahead of print]
PMID: 18521700 [PubMed - as supplied by publisher]
Obezite Cerrahisinde “Tüp Mide Ameliyatı” Üzerine Güncelleştirilmiş Durum Bildirimi: 2. Rapor

Şimdiki
gücelleştirilmiş durum bildiriminin amacı, ilk ya da aşamalı operasyon
olarak Tüp Mide (TM) yönteminin güvenliği, etkinliği ve dayanımı ile
ilgili şu anda mevcut verileri gözden geçirmektir. Öneriler, yayımlanmış
hakem değerlendirmeli bilimsel kanıtlardan ve uzman görüşlerinden
yapılmıştır.
Obezite
Cerrahisi Yöntemi Olark TM “Tüp Mide” (TM) ya da “Vertikal-Düşey
Gastrektomi”, “Sleeve Gastrectomy” olarak adlandırılan obezite cerrahisi
yöntemi; midenin alt kıvrımı boyunca uzun, borumsu bir mide kanalı
oluşturmak üzere mide rezeksiyonunu kapsayan bir obezite cerrahisi
yöntemdir. TM den sonra görülen kilo kaybı mekanizmaları, mide
rezeksiyonu, mide rezeksiyona bağlı nörohümoral değişiklikler, mide
boşalımı veya tanımlanmamış diğer etken veya etkenlerle ilgili olabilir.
TM
bilimsel çalışmaları, 2 rastlantısal kontrollü deneme, 1 rastlantısal
olmayan eşleştirilmiş kohort analizi ve 33 kontrolsüz olgu serisini
kapsamaktadır. Bu 36 çalışma, toplam 2570 hasta üzerine raporlanmıştır.
Orta vadeli izleme, 3,4 ve 5 yıllık izlem periyodları ile
raporlanmıştır. Yayımlanan verilerde bu izleme periyodlarına ulaşan
hasta sayısı, sırasıyla 123, 26 ve 8 dir. Raporlar, ameliyat öncesi
vücut kitle indeksleri; 35-69 kg/m2
olan hastaların tedavilerini açıklamaktadır. Fazla kilo kaybı yüzdesi,
toplamda %55 ortalama ile %33-85 arasındadır. Az sayıdaki hastanın 5
yıllık izlenmesi ile birlikte 10 çalışma ve 754 hastada, kiloyla ilgili
eş zamanlı hastalıklardaki belirgin iyileşmenin ayrıntılı bir açıklaması
raporlanmıştır. Bu çalışmalar, diyabet, hipertansiyon, hiperlipidemi ve
uyku apnesindeki iyileşme ve gerileme oranlarını, diğer kısıtlayıcı
prosedürlerle karşılaştırılabilecek şekilde göstermiştir. Komplikasyon
oranları tüm çalışmalar için ≤%24 ve daha büyük çalışmalar için
(n>100) ≤%15 tir. Raporlanmış sızıntı, kanama ve daralma oranları,
ayrıntılı kamplikasyon verileri raporlayan tüm çalışmalar için sırasıyla
%2.2, %1.2 ve %0.63 tür. Yayımlanmış verilerde 30 ameliyat sonrası ilk
30 günde mortalite oranı, %0.19 dur.
TM
sonuçları, birincil prosedür olarak kabul edilen diğer obezite
cerrahisi prosedürlerinden sonraki sonuçlarla karşılaştırılmıştır. İlk
prospektif rastlantısal çalışmada, LTM (laparoskopik tüp mide) ile Mide
Bandını karşılaştırmış (her grupta n=16) ve LTM den sonraki 3. yılda
daha fazla bir fazla kilo kaybı yüzdesi (%66 ya karşılık %48, P=.025)
bildirilmiştir. İkinci prospektif rastlantısal çalışmada ise, LTM ile
Roux en Y Gastric Bypass’ı karşılaştırılmış (her grupta n=40) ve 1.
yılda LTM ile daha iyi kilo kaybı (fazla kilo kaybı yüzdesi sırasıyla
%70’e karşılık %61, P=.05)
raporlamıştır. LTM ile Roux en Y Gastric Bypass’ı karşılaştıran
eşleştirmeli bir kohort analizi de ameliyattan sonraki 1. yılda benzer
kilo kayıpları (başlangıçtaki kilonun %31’i) ve diyabet ile metabolik
sendromda gerileme (sırasıyla %84 ve %62) bildirilmiştir.
Kabul edilmiş yüksek risk faktörleri; ortalama 60 kg/m2
lik vücut kitle indeksine sahip olanlar da dahil olmak üzere, dikkate
değer bir şekilde düşük komplikasyon oranı (toplam %9.4, sızıntı %1.2 ve
kanama %1.6) ve ilk 30 günde 821 hastanın sadece 2 sinde oluşan
mortalite oranını (%0.24) göstermiştir.
Teknik
yönden ameliyat sırasında, tipik olarak tüp segmentini ayarlamada
kullanılan kalıcı bujinin optimum çapı ile ilgili bir konsensusa
ulaşılmış değildir; ancak yayımlanmış verilerde küçük çaplara yönelen
genel bir eğilime rastlanmıştır. Raporlanmış verilerde buji ölçüsü, 32 F
den 60 F ye kadar değişmektedir. Bulgular, kesip çıkarılan mide
hacminin, uzun süreli kilo kayıpları ile ilişkili olduğunu ve gastrik
tübün genişlemesinin, kilo kaybının uzun süreli olarak devam etmesinde
bir başarısızlık mekanizması olabileceğini öne sürmektedir. Ne var ki
sorun, tüp segmentini ayarlamada daha küçük çapta buji kullanılmasındaki
daralma oluşumu ile ilgilidir ve daralmalar, TM den sonraki gastrik
sızıntı ve fistüllere katkıda bulunabilir.
Özet ve Öneriler
Yüksek
riskli ve süper obez hastalar için ≥ 5 yıllık uzun vadeli izleme
verileri, kısmen bazı hastaların TM den sonraki 2 yıl içinde planlanmış
bir ikinci operasyon (Roux en Y gastric baypass ya da duodenal switch)
geçirmeleri, toplam aşamalı tedavi stratejilerinin bir kısmı olması ya
da kilo kaybı başarısızlığı veya yeniden kilo kazanmaları nedeni ile
kısıtlıdır.
TM’nin
birincil bir prosedür olarak kullanılması için bilgilendirilmiş
muvafakat, diğer obezite cerrahisi prosedürleri için sağlanan
muvafakatla tutarlı olmalı ve uzun vadede yeniden kilo kazanımı riskini
kapsamalıdır.
Şimdiki
durumda, başlangıç tedavisi olarak düşük riskli prosedürler kullanan
aşamalı obezite cerrahisi konseptinin, yüksek riskli hastalarda bir risk
azaltma stratejisi olarak değeri olduğunu onaylamaktadır. TM bir
obezite cerrahisi yöntemi olarak, diğer mevcut obezite cerrahisi
yöntemlerine kıyasla önemli ölçüde kilo kaybından sonra, alternatif bir
yönteme daha kolay bir şekilde dönüştürülebilmesi amacıyla birlikte
riski azaltan bir başlangıç tedavisi stratejisi olarak gelişmesi
nedeniyle benzersiz konumdadır.
TM’yi
bir obezite cerrahisi yöntemi olarak destekleyen yayımlanmış verilerin
çoğunda yüksek riskli olarak tanımlanmış hastalarda olumlu sonuçlar
açıklanmış olması TM’yi bu altgrup için kabul edilebilir bir seçenek
kılmaktadır. Ayrıca hastaların önemli bir bölümü, TM den sonra kalıcı
kilo kaybı göstermiş olup, bir diğer yönteme dönüştürmeye gerek
kalmayabilmektedir.
TM’yi
tek başına bir müdahale olarak onaylamak için ≥ 5 yıllık uzun vadeli
izleme verilerinin eksikliği, yayımlanmış raporlarda devam etmektedir.
Bu uzun vadeli veriler, sonuçta prosedürün aşamalı tedavi müdahalesi
kategorisinde kalıp kalmayacağını doğrulayabilecektir. Ayrıca TM vitamin
B12
ve demir gibi bazı vitamin ve gıdaların emilimini azaltan kapsamlı mide
rezeksiyonu yüzünden ameliyat sonrası uzun dönemde beslenme
komplikasyonlarına sebep olma potansiyeline sahiptir. Diğer obezite
cerrahisi yöntemlerine benzer şekilde TM den sonra da beslenme ile
ilgili uzun süreli gözetim önerilmektedir.
Sonuç
Her
ne kadar TM den sonraki 3-5 yıllık orta vadeli izleme verileri artmakta
ise de veriler yine de sınırlı kalmaya devam etmektedir. Hastaların, TM
den sonra sonuçta hangi sıklıkla başka bir yönteme dönüşüm
gerektireceği, TM’nin revizyonu için optimum stratejiler, aşamalı
prosedür stratejisini kullanmakla obezite cerrahisi yönetimi risklerinin
kesin bir değerlendirmesi ve obezite cerrahisi müdahalesinden
yararlanabilecek milyonlarca morbid obez hasta için yöntem seçimi
konuları ile ilgili sorular, cevaplanmamış olarak durmaktadır.
TM
gerçekleştiren cerrahlar, sonuç verilerini prospektif olarak toplamaya
ve bilirkişi incelemeli bilimsel çalışmalarda raporlamaya devam etmeleri
konusunda teşvik edilmektedir.
Doç. Dr. Halil Coşkun
Salı, Aralık 08, 2009
Pazar, Kasım 15, 2009
Çarşamba, Ekim 14, 2009
Çarşamba, Temmuz 29, 2009
Mide Bandı (Kelepçesi) Nedir?

Mide Kelepçesi, morbid obez hastaların (Vücut Kitle İndeksi-VKİ>40 kg/m2) veya kilo ile ilişkili eşlik eden hastalığı bulunan şiddetli obezite hastalarının (VKİ>35 kg/m2)
tedavisi için, obezite cerrahisinde kullanılan bir ameliyat tipidir.
Mide Kelepçesi ameliyatı, midenin alışık olduğu yemek miktarını
kısıtlayarak kilo vermeyi kolaylaştırmayı hedefler. Bu kısıtlamayı,
midenin üst tarafına yerleştirilerek fonksiyonel mide büyüklüğünü,
yumurta büyüklüğüne kadar azaltan bir kelepçe aracılığı ile
gerçekleştirir. Gastric Bypass dan farklı olarak mide ve ince barsak
anatomisini değiştirmez veya gastrointestinal kanalda kalori emilimini
azaltmaz ve kelepçe operasyonu tamamen geri alınabilmektedir. Mide
Kelepçesi, stomal çapı değiştirme olanağı sunan, şişirilebilir silikon
bir prostetik cihazdır. Çapı artırmak kusmayı azaltırken, azaltmak fazla
yiyecek alımını sınırlar. Bu prosedürün bir başka artı yanı da hastane
yatış süresini, kesi yeri ağrısını ve kesi yeri fıtığı sayısını azaltan
laparoskopik cerrahi ile gerçekleştirilebilmesidir. Ayarlanabilir
silikon mide kelepçesi, 2001 de ABD de, FDA tarafından morbid obezite
tedavisi için onaylanmıştır.
En iyi Mide Kelepçesi tipi hangisidir ?
Genellikle obezite cerrahı, hangi marka ve tip kelepçenin hastaya en uygun olduğuna karar verir.
Mide Kelepçesi nasıl kilo verdirir ?
Obezite
cerrahı, kelepçeyi mide çevresine, bir kum saati şekli oluşturacak
şekilde yerleştirir (Şekil 1). Yemek, midenin üst kısmına girer sonra,
kelepçe kontrollü açıklığın arasından geçerek yavaşça alt kısma akar ve
sonunda normalde olduğu gibi ince bağırsağa geçer. Midenin üst
kısmındaki küçük kese, yaklaşık 15-20 ml yiyeceği tutar. Bu kese,
genellikle çok çabuk dolarak beyni, midenin dolu olduğuna inandırır. Bu
mesaj, hastanın daha küçük miktarlarda yemesine ve böylece daha az
kalori tüketmesine yardımcı olur. Hasta, daha fazla yemek istese bile
üst mide kesesinin küçük boyutu, yalnızca çok küçük bir miktar yemeğe
uyum sağlayabilir ve yutulacak aşırı yemek, kusmaya yol açacaktır.
Mide Kelepçesi nasıl şişirilir ?
Mide
Kelepçesi, izotonik (%0.09 NaCl) (serum fizyolojik) solüsyonla ve özel
bir iğne ile, deri altına yerleştirilen port içerisine girilip sıvı
verilmesiyle şişirilmekte ve ayarlanmaktadır. Sıvının mide kelepçesine
ulaşmasıyla birlikte kelepçe, midenin dış çevresindeki basıncı artırarak
şişer. Bu, üst ve alt keseler arasındaki geçitin boyutunu azaltır ve
yemeğin hareketini daha da kısıtlar. Tersine sıvıyı mide kelepçesinden
geri almakla basınç, daha hızlı gastrik boşaltma ve daha çok yemek
alımına izin verecek şekilde azalır. Genellikle mide kelepçesi, asıl
operasyon sırasında şişirilmez ve “doldurulmaz”. Bunun nedeni midenin,
ameliyattan sonra aniden genişleme eğiliminde olmasıdır.
Mide Kelepçesi Ameliyatı ile Gastric Bypass nasıl kıyaslanabilir ?
Mide
kelepçesi, mide rezeksiyonunun (kesilmesi) herhangi bir biçimini
içermediği gibi duodenum ve jejunum arasından yemek geçitinde herhangi
bir değişikliğe yol açmaz. Gastric Bypass dan farklı olarak mide
kelepçesi tamamen tersine çevrilebilir, genellikle laparoskopik olarak
yapılır ve bundan dolayı mide, kelepçesi öncesi şekil ve fonksiyonuna
dönebilir. Sindirimi engelliyici bir işlem bulunmayışı nedeniyle
kelepçe hastaları, beslenme eksikliği veya vitamin/mineral eksikliği
için daha çok azaltılmış bir riske sahiptirler. Bu nedenle kalsiyum ve
vitamin B12 ilavesi, Gastric Bypass ameliyatlarından sonraki gibi
zorunlu değildir. Ayrıca ince barsaklar olduğu gibi bırakıldığı için
dumping sendromu riski yoktur. Kelepçe, Bypass dan daha güvenlidir.
Karşılaştırmalı mortalite (ölüm) oranı, kelepçe hastalarında 2000 de 1
iken Gastric Bypass hastalarında 200 de 1 dir. Ancak mortalite
oranlarının, hastaların kilolarına göre değerlendirilmesi gerekmektedir.
Mide Kelepçesi, kilo vermede Gastric Bypass kadar etkili midir?
Genellikle
tipik kelepçe hastası, haftada 0.5-1 kg kaybeder ancak kilo kaybı,
ameliyattan hemen sonra daha hızlıdır. Bu haftalık kilo kaybı, ilk yıl
için kabaca 25-50 kg varmaktadır. Her ne kadar bazı kanıtlar, uzun
sürede kilo vermenin o kadar da farklı olmadığı fikrini verse de mide
kelepçesi için kilo kaybı sonuçları, bypass ameliyatından daha az
çarpıcıdır. Amerikan deneyimi, erken kilo kaybının, kelepçe hastaları
için, bypass hastalarından daha yavaş olduğunu ve uzun vadede daha az
kilo kaybı ile sonuçlandığını göstermektedir. Bununla birlikte mide
kelepçesi gerçekleştirilen obezite ameliyatların çoğunluğunu oluşturduğu
Avustralya’da [Avustralian Medical Journal 8/06 e göre, 10 obezite
ameliyatının 9 u, laparoskopik mide kelepçesini içermektedir] erken kilo
verme daha yavaş olsa da, mide kelepçe hastalarında uzun süreli (5 yıl
sonra) kilo kaybı sonuçları, Gastric Bypass hastalarınınkine yakın
olduğu belirtilmektedir (başlangıçtaki fazla kiloların %50 – 60’ı).
Mide Kelepçesinin konumu kilo kaybını etkiler mi ?
Evet.
Genellikle mide kelepçesi sonra bir dizi ayarlama gerektiren silikon
bandın doğru bir şekilde konumlanması hayati öneme sahiptir. Bu tür
ayarlamalar radyolojistin, hem portla kelepçeyi birleştiren tübü, hem de
kelepçenin yerleşimini görmesine ve değerlendirmesine olanak sağlayan
X-ray floroskop teknikleri kullanılarak gerçekleştirilebilir. Bu teknik,
port kısmen dönmüşse veya portun üzerinde aşırı doku mevcut ise her
zaman kullanılır. Floroskopi süreci hastanın, yemek borusundan ve üst
ile alt mide kesleri arasındaki küçük stomal geçitten geçerken X-ray de
görünen ufak miktarda bir radyo opak akışkan yutmasını kapsar. Bu,
radyolojistin, potansiyel veya gelişmekte olan komlikasyonlar olup
olmadığını değerlendirmek üzere kısıtlanma düzeyini görmesini sağlar. Bu
komplikasyonlar, yemek borusunun dilasyonu (genişlemesi), genişlemiş
bir üst mide kesesi, mide sarkması, aşınma veya yerdeğiştirimini kapsar.
Bazı durumlarda, kelepçeyi çıkartmak gerekebilmektedir. Mide Keleçesi
ayarlamaları, aynı zamanda X-ray floroskopi kullanılmadan da
yapılabilir.
Mide Kelepçesi ameliyatından sonra ne olur ?
Mide
Kelepçesi ameliyatından sonra hastalara sıkı bir diyet uygulanır. Genel
olarak yalnız sıvı diyeti, sonra yarı katı yiyecekler ve en sonunda da
katı yiyecekler. Diyetin kesin türü ve süresi, duruma göre değişir
(hasta kondüsyonu, cerrahın tercihi vb). Bazı hastalar, midede kısıtlama
olmadığından, kelepçenin ilk dolumlarına kadar halen nisbeten normal
miktarda yiyebildiklerini raporlamaktadır. Doktorların, midenin
iyileşmesine zaman tanımak amacıyla ilk ayarlamayı, 8 hafta sonrasına
kadar ertelemeleri, alışılmadık bir şey değildir. Bundan sonra, dolumlar
ve ayarlamalar, gerektiği gibi gerçekleştirilir.
Mide Kelpçesinin komlikasyonları nelerdir ?
Ameliyat sonrası muhtemel komplikasyonlar şunlardan oluşur :
- Ülserasyon
- Gastrit
- Mide dokusunun tahrişi
- Aşınma (Kelepçe midenin dış dokusunu aşındırarak mide içerisine girebilir)
- Cilt enfeksiyonu
- Cilt kesi ağrısı
- Kelepçeden sıvı kaçağı
- Port yeri ağrısı
- Portun pozisyon değiştirmesi
- Kayma/kese dilasyonu (Mide parçasının kelepçe üzerine sarkması obstrüksiyona neden olabilir)
- Kabızlık
- Yemek yemede zorluk
- İshal
- Gastroözofajeal reflü
- Bulantı ve/veya kusma
- Geğirme
- Üst kese tarafından yutulan yemeğin ağıza gelmesi
Mide Kelepçesi ameliyatı için kimler iyi (ve kötü) adaydır ?
Genelde midekelepçesini, aşağıdaki tüm kriterlere uyan insanlar için olduğu belirtilmektedir :
(1) 40 kg/m2 nin üzerinde bir vücut kitle indeksine sahip olanlar veya VKİ 35 kg/m2
+ ile birlikte yüksek tansiyon, diyabet, uyku apnesi, artrit ve
mobilite problemleri gibi şiddetli eşlik eden hastalığa sahip olanlar,
(2) 18 – 60 yaş arası olanlar
(3) 12 aydan daha fazla bir süre diyet ve/veya kilo verdirici ilaç tedavisi deneyen ve başarılı olamayanlar
(4) En az 5 yıllık obezite öyküsü olanla
(5) Prosedürün
risk ve yararlarını anlayan ve uzun süreli kilo kontrolü için ameliyat
sonrası diyet ve form tutma talimatlarına uymaya güçlü bir şekilde
motive olanlar
Genelde mide kelepçesi ameliyatı hasta için makul olmayan bir risk taşıyorsa veya aşağıdaki durumlar mevcutsa konrendikedir:
Hasta
ülser, özofajit veya Crohn hastalığı gibi gastrointestinal inflamatuar
hastalıklarından herhangi birine sahip ise ya da diğer sağlık koşulları
hastayı, ameliyat için zayıf bir aday kılıyorsa.
Mide
Kelepçesi ayrıca, kelepçenin içerdiği maddelere karşı allerjisi olan
kimseler ve implant cihazlarına karşı aşırı intoleransı olanlar için
uygun değildir.
Ayarlanabilir Mide Kelepçesi Sistemleri nasıl gelişti ?
İlk
mide kelepçesi, 1985’te Obtech Medical of Sweden tarafından İsveç’te
üretildi ve Swedish Adjustable Gastric Band (SAGB) (İsveç ayarlanabilir
mide bandı) olarak tanındı. Sonra bir ABD şirketi, Inamed Health,
BioEnterics ® LAP-BAND ®
Ayarlanabilir Mide Bandı Sistemi’ni tasarladı. Bu mide bandı sistemi,
1992 de Avrupa’da piyasaya sürüldü. Çok daha yakın zamanda, 2000 yılında
MIDband ®
adı verilen, ilk daha düşük basınçlı, daha geniş, tek parçalı
ayarlanabilir mide bandı Fransa’da üretildi. Şu anda sekiz adet
ayarlanabilir mide bandı sistemleri üreticisi vardır.
Doç. Dr. Halil COŞKUN
Pazartesi, Temmuz 20, 2009
Gastric Bypass Ameliyatını Takiben Kilo Kaybının Mekanizması

Gastric
Bypass (GB) ameliyatı sonrası mide hacmi küçüldüğü için hastaların daha
çabuk doyup daha az yemek yediği bilinen bir gerçektir. GB’nin başarılı
olmasının sebebi olarak en sık söz edilen iki mekanizma;
1. Malabsorpsiyon (gıda emiliminin azalması) 2. Dumping sendromu dur.
Klinik
açıdan önem taşıyan ve dışkıdaki yağ miktarının artması ile karakterize
olan Malabsorpsiyon, standart GB sonrası görülmemektedir. Dumping
sendromu (bulantı, şişkinlik, kolik tarzı ağrı, ishal, baş dönmesi ,
terleme ve çarpıntı) tipik olarak yüksek karbohidratlı yemekler sonrası
bazı hastalarda görülmektedir. Bu oluşan etkilerden dolayı bu sendrom
hastalarda şeker gibi şişmanlatıcı yiyeceklere karşı negatif bir
yaklaşım oluşturmaktadır.
GB sonrası gelişen Ghrelin sekresyonundaki
bozulmanın iştahsızlık gelişiminde etkili olabileceği belirtilmektedir.
Ghrelin enterik bir peptit olup bilinen ve dolaşıma katılan tek
oreksijinen dir (iştah açıcı). Endojen seviyeleri yemek öncesi artıp,
yemek sonrası azalmaktadır. Ghrelin genel olarak mideden ve az bir kısım
da duodenumdan üretilir. Bu iki bölgede GB sonrası bypass edilir.
Yenilen yemek Ghrelin salgılanmasındaki başlıca tetikleyici olduğu için
ve bu yemeğin GB sonrası mide ve duodenuma temas edemiyor olması bu
ameliyatın Ghrelin salgılanmasını bozduğu hipotezinin doğruluğunu
kuvetlendirmektedir. 24 saatlik Ghrelin düzeylerinin araştırıldığı bir
çalışmada; 1.5 sene önce GB yapılan hastaların değerlerinde, zayıf
hastalara oranla %77 oranında azalma ve obez kontrol grubuna göre %72
oranında daha az salgılandığı görülmüştür.
Gastrik Bypass’ın Anti-Diyabetik Etkileri
GB
tarafından en dramatik şekilde iyileşme gösteren obeziteye ilişkin
yandaş hastalık Tip 2 Diabetes Mellitus’dur (DM). Diyabet hastalarının
%82-98 oranında hastalıklarının tam olarak iyileşme gösterdiği
belirtilmiştir. Yaklaşık 5.5 yıl süren, bozulmuş glukoz toleransı olan
obez hastaların prospektif bir çalışmasında, obezite ameliyatlarının
diyabetin ilerleme oranını 30 kattan fazla azaltığı gösterilmiştir.
Böylece, GB geleneksel olarak progresif ve amansız bir hastalık olarak
kabul edilen diyabeti tersine çevirmekte büyük ölçüde efektif olduğu
görülmüştür.
GB ameliyatı sonrası önemli derecede kilo veren hastaların Adiponektin seviyelerinde
ve kas insülin-reseptör konsantrasyonunda artış, buna ek olarak da
lipidler ve yağlı acyl-Coenzim A moleküllerde azalma (insülin direncini
neden olan moleküller) gösterilmiştir. GB indüklenmiş kilo kaybından
sonra, minimal modellemeyle ölçülen insülin duyarlılığını yaklaşık 4-5
kata kadar artmıştır. Diyabetin azalması insülin duyarlılığında artış
etkisi iyi bilinen kilo kaybına bağlanabilir, böylece glikoz toksisitesi
ve lipotoksisitesi azaltılır ve hücre fonksiyonu iyileştirilir.
GB’nin
insulin salgılanması etkisini düzeltmesinden sonra barsak hormonlarında
olumlu değişiklikler oluşturur. Ghrelin ameliyat sonrası azalma
ihtimali olan bir hormondur, Ghrelin’nin uyarılması insanlarda Ghreline
bağlı indüklenmiş hiperglisemi yaratmasına rağmen, insülin seviyelerini
bastırır. Glukagon Like Peptide-1 (GLP-1) hormonu ve Glukoz Bağımlı İnsülinotropik Peptide (GIP)
enteral besinlere karşın insülin sekrasyonunu stimule eden klasik
incretinlerdir. GB sonrası, mideye inen besinler, üstbarsağın bir
bölümünü atlayarak son barsağa daha kolayca ulaşır. GB sonrası son
barsaktan besinlerin daha büyük postprandiyal bolusu GLP-1 seviyelerini
yükseltmektedir. Peptide YY (PYY)
insanlarda yemek yemeyi ve vucut ağırlığını azaltığı gösterilmiştir. Bu
da bir son barsak hormonu olduğu için, seviyeleri, GB den sonra,
özellikle yemek yenildikten sonra artmaktadır ve buda kilo kaybına
yardımcı olduğu düşünülmektedir.
Özetle; GB sonrası kilo kaybına ve iyileştirilmiş glukoz toleransını açıklayabilen mekanizmalar;
1. Erken doyma, küçük yemek porsiyonlarına ve negative şartlandırmaya sebep veren mide hacim küçülmesi 2. Tam
olarak belirlenemeyen mekanizmalardan dolayı, Ghrelin sekresyonunun
bozulması ve hafif malabsorsiyon yaratan üst barsağın bypassı 3. PYY ve GLP-1’nin salınımının artması ve besinlerin alt barsağa ulaşımının hızlandırılması 4. Konsantre karbohidratların alınmasından dolayı Dumping sendromunun oluşumu bazı insanlardaki kilo kaybına katkıda bulunur.
Doç. Dr. Halil Coşkun
Cumartesi, Temmuz 18, 2009
Obezite de Enerji Dengesi ve Tedavisi

Obezite günümüzde tüm dünyada global bir epidemi halini almıştır. Obez
insanların bazen insan üstü gayretine rağmen hızla yayılmaya devam
etmektedir. Bu kişilerin gayreti fizyolojik mekanizmalar tarafından
engellenmektedir. Her kişiye ait genetik olarak tanımlanan ve yağ
dokunun miktarını belirleyen yağ doku kontrol merkezi vardır. Bu merkez
vucut yağ oranından azalma olduğunda devreye girip iştah ve enerji
harcaması üzerinde değişiklikler yapar ve bu sonuçta kilo kaybını
engeller. Bu merkezin insanların açlık dönemlerinde kişiyi açlığa karşı
korumak için geliştiği düşünülmektedir.
Bu
vucut ağırlığını düzenleme sistemi, enerji dengesi nedeniyle cerrahi
olmayan yöntemlerle uzun dönem kilo kaybı sağlayabilmeksi neredeyse
imkansızdır. Diyet, egzersiz ve obezite ilaçlarıyla en fazla vucut
ağırlığının %5-10’u arasında kilo vermek mümkündür ve bu yaklaşım
bırakıldığında tekrar geri kilo alınımı nerdeyse kuraldır. Ancak önemle
belirtilmesi gereken bir konu, küçük miktarlarda kilo verilmesi dahi
obeziteye ait yandaş hastalıkların düzelmesinde verilen kilonun orana
bağlı olmaksızın yardımcı olmaktadır. Yinede daha fazla kilo verilmesi
ve bunun uzun sürede geri alınmaması bu yandaş hastalıkların
düzelmesinde daha çok yardımcı olmaktadır ve bu hastalarda uzun dönemde
oluşan psikolojik baskının ortadan kalkmasını sağlamaktadır.
Günümüzde
uzun süreli kilo kaybı oluşturmanın en etkili yöntemi cerrahi
tedavilerdir. Bu uygulamalarla vucüt ağırlığı ortalama %35-45 arasında
azaltılıp, en az 10-15 yıl böyle kalmasına neden olmaktadır. Cerrahi
sonrası kilo kaybı, obeziteye ait bugüne kadar belirlenmiş tüm yandaş
hastalıkların azalmasına neden olur. Bunlar içinde şeker hastalığı (Tip 2
diyabet), hipertansiyon, dislipidemiler, alkole bağımlı olmayan
karaciğer yağlanması, uyku apnesi, kalp hastalıkları, reflü özofajit,
artrit, infertilite (kısırlık), stres inkontinans ve bacaklarda venöz
staza bağlı ülserlerdir.
Net
sonuç; yaşam kalitesinde artma ve ölüm riskinde azalmadır. Bir gerçek
var ki obezite cerrahi bir girişimdir ve beraberinde komplikasyonlar
taşır, ancak bu riskler obezitenin risklerinin yanında oldukça düşük
düzeydedir. Aynı zamanda son yıllarda obezite cerrahisinin çok daha
güvenli bir şekilde yapıldığı bilinmektedir.
Doç. Dr. Halil Coşkun
Doç. Dr. Halil COŞKUN
Cumartesi, Mart 28, 2009
Pazartesi, Mart 09, 2009
Metabolizma Cerrahisi
Metabolizma Cerrahisi
Obezite
Cerrahisinin Morbid Obezite ve bununla ilgili durumlarda en etkin ve en
uzun süreli tedavi yöntemi olduğu bilinmektedir. Ancak günümüzde
giderek artan veriler bu yöntemin Tip 2 diyabet, hipertansiyon, yüksek
kolesterol, non-alkolik yağlı karaciğer hastalığı ve obstrüktif uyku
apne gibi farklı metabolik hastalıklar ve durumlar için mevcut en etkili
tedavi yöntemlerinden biri olduğunu düşündürmektedir.
UCSF-Fresno cerrahi bölümü profesörlerinden ve yeni adıyla American Society for Metabolic & Bariatric Surgery (ASMBS) (Amerikan
Metabolik ve Bariatrik Cerrahi Derneği) başkanı Dr. Kelvin Higa “Ciddi
obezite için uygulanan cerrahi kilo kaybının ötesinde yarar
sağlamaktadır. Bu cerrahi çoğu hastada Tip 2 diyabet ve diğer hayatı
tehdit edici hastalıklarda ciddi iyileşme ya da tam remisyona neden
olmaktadır. Derneğin yeni ismi ve misyonu cerrahinin genişleyen ve
evrimleşen yönünü yansıtmaktadır” dedi. “İnsanlar genellikle cerrahiyi
diyabet veya yüksek tansiyonun tedavisi olarak düşünmemektedir, ancak
aslında öyledir ve biz bu hastalıklara yaklaşımda metabolik cerrahinin
rolünün giderek artmasını beklemekteyiz.”
ASMBS daha önce American Society for Bariatric Surgery [Amerikan
Bariatrik (Obezite) Derneği] olarak bilinmekteydi. İsim değişikliği
derneğin kuruluşundan yaklaşık 25 yıl sonra gerçekleşti. Derneğin
cerrahlar, hemşireler, bariatrisyenler, psikologlar, diyetisyenler ve
diğer sağlık personelini içeren yaklaşık 3000 üyesi bulunmaktadır.;
Metabolizma
vücudun gıdaları hücresel düzeyde enerjiye dönüştürme işlemidir. En sık
görülen metabolik hastalık Tip 2 diyabettir, vücutta insülin eksikliği
veya üretilen insüline vücudun cevap verememesine bağlı olarak kan
şekerinin yeterince regüle veya metabolize edilemediği durumlarda ortaya
çıkar. American Diabetes Association (Amerikan
Diyabet Birliği)’a göre ABD’de yaklaşık 21 milyon kişide Tip 2 diyabet
ve 54 milyon kişide diyabet başlangıcı (pre-diyabet) bulunmaktadır.;
Vücut yağının artması metabolik hastalıklar için riski arttırmaktadır. CDC National Center for Health Statistics tarafından yürütülen National Health and Nutrition Examination Survey 1999-2002 NHANES’e
göre diyabetik hastaların yarısından fazlasında (%51) Vücut Kitle
İndeksi (VKİ) 30 veya üzerinde iken, VKİ 35 ve üzerinde olanların
yaklaşık yüzde 80’inde bir ya da daha fazla metabolik hastalık
bulunmaktadır. Yeni çalışmalar metabolik cerrahinin insülin rezistansını
ve sekresyonunu, muhtemelen gastrointestinal hormonal değişikliklere
bağlı olarak, kilo kaybından bağımsız mekanizmalar ile düzeltebileceğini
öne sürmektedir. Birçok hastada metabolik cerrahiyi takip eden günler
içerisinde, anlamlı kilo kaybı oluşmasından uzun süre önce, Tip 2
diyabet tam remisyona girmektedir. Bu bilgiler metabolik cerrahinin
normal kiloda ya da hafif kilolu diabetik bireyler için uygun
olabileceği fikrini doğurmuştur.;
East
Carolina Üniversitesi’nde cerrahi ve biyokimya profesörü olan ASMBS’nin
eski başkanı Dr. Walter Pories obezite cerrahisinin Tip 2 diyabet
üzerindeki etkilerini inceleyerek 1992 yılında Annals of Surgery’de
çığır açan yayınını bildirdi. Yayın “Tip II Diabetes Mellitus (NIDDM)
Cerrahi Bir Hastalıkmıdır?” başlığı ile gastrik bypass sonrası Tip 2
Diyabetin remisyonunu bildirmekteydi.;
Obezite Cerrahi merkezlerini mükemmellik açısından denetleyen, kar amacı olmayan bir kuruluş olan Surgical Review Cooperation başkanı
Dr. Pories “ Yirmibeş yıl önce cerrahinin Tip 2 diyabet üzerindeki
küratif etkisi ile büyülenmiştik” dedi. “Günümüzde ise cerrahi geçiren
hastalar için ana nedenlerden biri ve metabolik cerrahide yapılan yeni
araştırmalar sayesinde ciddi ilerlemeler sağlanacağından eminim.”;
Metabolik
ve Obezite Cerrahisinde yürütülen araştırmaların çoğu 45 kilogram ve
üzeri kilo fazlası (VKİ 40 veya üzeri) veya 35 kilogram ve üzeri kilo
fazlası (VKİ 35 ve üzeri) ile birlikte obezite ile ilişkili Tip 2
diyabet gibi ek hastalığı olan morbid obez hastalar ile
sınırlanmaktadır.;
Journal of the American Medical Association (JAMA)’da
2004 yılında yayınlanan ve dönüm noktası olarak kabul edilen çalışmaya
göre, obezite cerrahisi hastaları aşağıdaki metabolik durumlarda düzelme
göstermektedirler:;
· Hastaların %76.8’sında Tip 2 diyabet remisyonu ve %86’sında ciddi düzelme sağlandı.
· Hastaların %61.7’sinde hipertansiyon elimine edildi ve %78.5’inde ciddi düzelme sağlandı.
· Hastaların %70’inden fazlasında yüksek kolesterol düşürüldü.
· Hastaların %85.7’sinde uyku apne elimine edildi.;
Benzer
şekilde eklem hastalıkları, astım ve infertilite ya tamamen iyileşti ya
da ciddi ölçüde düzeldi. Çalışma cerrahi hastalarının fazla kilolarının
%62 ile %75’ini kaybettiklerini gösterdi.;
Bu yılın başlarında, 25 uluslararası tıbbi organizasyon ile ASMBS, ADA, NAASO-Obezite Derneği ve The European Association for the Study of Diabetes (EASD) dahil
olmak üzere diyabet ve metabolik hastalıklar konusunda önde gelen 60
kadar uzman, gastrointestinal ameliyatların diyabet üzerine etkileri ile
ilgili tıbbi verileri değerlendirmek üzere Roma- İtalya’da bir
konsensus toplantısı gerçekleştirdi. Grubun Tip 2 diyabet tedavisinde
metabolik cerrahinin yeri ile ilgili bulgularını yıl sonunda açıklaması
beklenmektedir.;
ASMBS’nin
bir önceki başkanı, Cleveland Kliniği Bariatric (Obezite) ve Metabolik
Enstitüsü yöneticisi ve Roma toplantısının organizatörlerinden biri olan
Prof. Dr. Philip Schauer “Kanıtlar
yaygın. Çoğu çalışma uygun hastalarda göreceli olarak düşük oranda risk
ile uygulanan ameliyatların sonrasında Tip 2 diyabette önleme, düzelme
veya remisyon sağlandığını göstermektedir” dedi. “Metabolik
Cerrahi, obezite ve diyabet epidemik ikizleri ile savaşmak için anahtar
rol oynayabilir, ve bu cerrahi giderek daha güvenli hale gelmektedir”.;
Agency for Healthcare Research and Quality (AHRQ) tarafından
yapılmış yeni bir çalışmaya göre, obezite cerrahisi ile ilişkili
mortalite 1998’de yüzde 0.89 düzeyinden 2004’te yüzde 0.19’a düşerek
çarpıcı bir oran ile (%78.7) azalmıştır. 2004’te Annals of Surgery’de
yayınlanan bir çalışmaya göre morbid obezitenin mortalitesi obezite
veya metabolik cerrahinin kullanılması ile %89 azalmıştır.;
ASMBS 2006
yılında ABD’de tahminen 177.600 kişinin obezite cerrahisi geçirdiğini
bildirdi. Cerrahi kriterlerini dolduran hastaların yüzde birinden azı
ameliyat olmaktadır. ABD’de 15 milyon ya da 50’de 1 yetişkinde morbid
obezite bulunmaktadır ki bunlar Tip 2 diyabet, kalp hastalığı, uyku
apne, hipertansiyon, astım, kanser, eklem sorunları ve infertilite dahil
30’u aşkın diğer hastalık durumu ile ilişkilidir. Obezitenin sağlık
sistemi üzerine direk ve indirek maliyeti yıllık yaklaşık 117 milyar
dolardır.;
En
sık uygulanan cerrahi işlemler gastrik by-pass, ayarlanabilir gastrik
bandlama ve duodenal switch ile biliopankreatik diversiyondur.
*
Bu yazı Amerikan Bariatric ve Metabolizma Cerrahi Derneği’nin verileri
ve değerlendirmesi göz önüne alınarak Dr. Halil Coşkun tarafından
düzenlenmiştir;
Dr. Halil Coşkun
Metabolizma Cerrahisi
Obezite
Cerrahisinin Morbid Obezite ve bununla ilgili durumlarda en etkin ve en
uzun süreli tedavi yöntemi olduğu bilinmektedir. Ancak günümüzde
giderek artan veriler bu yöntemin Tip 2 diyabet, hipertansiyon, yüksek
kolesterol, non-alkolik yağlı karaciğer hastalığı ve obstrüktif uyku
apne gibi farklı metabolik hastalıklar ve durumlar için mevcut en etkili
tedavi yöntemlerinden biri olduğunu düşündürmektedir.
UCSF-Fresno cerrahi bölümü profesörlerinden ve yeni adıyla American Society for Metabolic & Bariatric Surgery (ASMBS) (Amerikan
Metabolik ve Bariatrik Cerrahi Derneği) başkanı Dr. Kelvin Higa “Ciddi
obezite için uygulanan cerrahi kilo kaybının ötesinde yarar
sağlamaktadır. Bu cerrahi çoğu hastada Tip 2 diyabet ve diğer hayatı
tehdit edici hastalıklarda ciddi iyileşme ya da tam remisyona neden
olmaktadır. Derneğin yeni ismi ve misyonu cerrahinin genişleyen ve
evrimleşen yönünü yansıtmaktadır” dedi. “İnsanlar genellikle cerrahiyi
diyabet veya yüksek tansiyonun tedavisi olarak düşünmemektedir, ancak
aslında öyledir ve biz bu hastalıklara yaklaşımda metabolik cerrahinin
rolünün giderek artmasını beklemekteyiz.”
ASMBS daha önce American Society for Bariatric Surgery [Amerikan
Bariatrik (Obezite) Derneği] olarak bilinmekteydi. İsim değişikliği
derneğin kuruluşundan yaklaşık 25 yıl sonra gerçekleşti. Derneğin
cerrahlar, hemşireler, bariatrisyenler, psikologlar, diyetisyenler ve
diğer sağlık personelini içeren yaklaşık 3000 üyesi bulunmaktadır.;
Metabolizma
vücudun gıdaları hücresel düzeyde enerjiye dönüştürme işlemidir. En sık
görülen metabolik hastalık Tip 2 diyabettir, vücutta insülin eksikliği
veya üretilen insüline vücudun cevap verememesine bağlı olarak kan
şekerinin yeterince regüle veya metabolize edilemediği durumlarda ortaya
çıkar. American Diabetes Association (Amerikan
Diyabet Birliği)’a göre ABD’de yaklaşık 21 milyon kişide Tip 2 diyabet
ve 54 milyon kişide diyabet başlangıcı (pre-diyabet) bulunmaktadır.;
Vücut yağının artması metabolik hastalıklar için riski arttırmaktadır. CDC National Center for Health Statistics tarafından yürütülen National Health and Nutrition Examination Survey 1999-2002 NHANES’e
göre diyabetik hastaların yarısından fazlasında (%51) Vücut Kitle
İndeksi (VKİ) 30 veya üzerinde iken, VKİ 35 ve üzerinde olanların
yaklaşık yüzde 80’inde bir ya da daha fazla metabolik hastalık
bulunmaktadır. Yeni çalışmalar metabolik cerrahinin insülin rezistansını
ve sekresyonunu, muhtemelen gastrointestinal hormonal değişikliklere
bağlı olarak, kilo kaybından bağımsız mekanizmalar ile düzeltebileceğini
öne sürmektedir. Birçok hastada metabolik cerrahiyi takip eden günler
içerisinde, anlamlı kilo kaybı oluşmasından uzun süre önce, Tip 2
diyabet tam remisyona girmektedir. Bu bilgiler metabolik cerrahinin
normal kiloda ya da hafif kilolu diabetik bireyler için uygun
olabileceği fikrini doğurmuştur.;
East
Carolina Üniversitesi’nde cerrahi ve biyokimya profesörü olan ASMBS’nin
eski başkanı Dr. Walter Pories obezite cerrahisinin Tip 2 diyabet
üzerindeki etkilerini inceleyerek 1992 yılında Annals of Surgery’de
çığır açan yayınını bildirdi. Yayın “Tip II Diabetes Mellitus (NIDDM)
Cerrahi Bir Hastalıkmıdır?” başlığı ile gastrik bypass sonrası Tip 2
Diyabetin remisyonunu bildirmekteydi.;
Obezite Cerrahi merkezlerini mükemmellik açısından denetleyen, kar amacı olmayan bir kuruluş olan Surgical Review Cooperation başkanı
Dr. Pories “ Yirmibeş yıl önce cerrahinin Tip 2 diyabet üzerindeki
küratif etkisi ile büyülenmiştik” dedi. “Günümüzde ise cerrahi geçiren
hastalar için ana nedenlerden biri ve metabolik cerrahide yapılan yeni
araştırmalar sayesinde ciddi ilerlemeler sağlanacağından eminim.”;
Metabolik
ve Obezite Cerrahisinde yürütülen araştırmaların çoğu 45 kilogram ve
üzeri kilo fazlası (VKİ 40 veya üzeri) veya 35 kilogram ve üzeri kilo
fazlası (VKİ 35 ve üzeri) ile birlikte obezite ile ilişkili Tip 2
diyabet gibi ek hastalığı olan morbid obez hastalar ile
sınırlanmaktadır.;
Journal of the American Medical Association (JAMA)’da
2004 yılında yayınlanan ve dönüm noktası olarak kabul edilen çalışmaya
göre, obezite cerrahisi hastaları aşağıdaki metabolik durumlarda düzelme
göstermektedirler:;
· Hastaların %76.8’sında Tip 2 diyabet remisyonu ve %86’sında ciddi düzelme sağlandı.
· Hastaların %61.7’sinde hipertansiyon elimine edildi ve %78.5’inde ciddi düzelme sağlandı.· Hastaların %70’inden fazlasında yüksek kolesterol düşürüldü.· Hastaların %85.7’sinde uyku apne elimine edildi.;
Benzer
şekilde eklem hastalıkları, astım ve infertilite ya tamamen iyileşti ya
da ciddi ölçüde düzeldi. Çalışma cerrahi hastalarının fazla kilolarının
%62 ile %75’ini kaybettiklerini gösterdi.;
Bu yılın başlarında, 25 uluslararası tıbbi organizasyon ile ASMBS, ADA, NAASO-Obezite Derneği ve The European Association for the Study of Diabetes (EASD) dahil
olmak üzere diyabet ve metabolik hastalıklar konusunda önde gelen 60
kadar uzman, gastrointestinal ameliyatların diyabet üzerine etkileri ile
ilgili tıbbi verileri değerlendirmek üzere Roma- İtalya’da bir
konsensus toplantısı gerçekleştirdi. Grubun Tip 2 diyabet tedavisinde
metabolik cerrahinin yeri ile ilgili bulgularını yıl sonunda açıklaması
beklenmektedir.;
ASMBS’nin
bir önceki başkanı, Cleveland Kliniği Bariatric (Obezite) ve Metabolik
Enstitüsü yöneticisi ve Roma toplantısının organizatörlerinden biri olan
Prof. Dr. Philip Schauer “Kanıtlar
yaygın. Çoğu çalışma uygun hastalarda göreceli olarak düşük oranda risk
ile uygulanan ameliyatların sonrasında Tip 2 diyabette önleme, düzelme
veya remisyon sağlandığını göstermektedir” dedi. “Metabolik
Cerrahi, obezite ve diyabet epidemik ikizleri ile savaşmak için anahtar
rol oynayabilir, ve bu cerrahi giderek daha güvenli hale gelmektedir”.;
Agency for Healthcare Research and Quality (AHRQ) tarafından
yapılmış yeni bir çalışmaya göre, obezite cerrahisi ile ilişkili
mortalite 1998’de yüzde 0.89 düzeyinden 2004’te yüzde 0.19’a düşerek
çarpıcı bir oran ile (%78.7) azalmıştır. 2004’te Annals of Surgery’de
yayınlanan bir çalışmaya göre morbid obezitenin mortalitesi obezite
veya metabolik cerrahinin kullanılması ile %89 azalmıştır.;
ASMBS 2006
yılında ABD’de tahminen 177.600 kişinin obezite cerrahisi geçirdiğini
bildirdi. Cerrahi kriterlerini dolduran hastaların yüzde birinden azı
ameliyat olmaktadır. ABD’de 15 milyon ya da 50’de 1 yetişkinde morbid
obezite bulunmaktadır ki bunlar Tip 2 diyabet, kalp hastalığı, uyku
apne, hipertansiyon, astım, kanser, eklem sorunları ve infertilite dahil
30’u aşkın diğer hastalık durumu ile ilişkilidir. Obezitenin sağlık
sistemi üzerine direk ve indirek maliyeti yıllık yaklaşık 117 milyar
dolardır.;
En
sık uygulanan cerrahi işlemler gastrik by-pass, ayarlanabilir gastrik
bandlama ve duodenal switch ile biliopankreatik diversiyondur.
*
Bu yazı Amerikan Bariatric ve Metabolizma Cerrahi Derneği’nin verileri
ve değerlendirmesi göz önüne alınarak Dr. Halil Coşkun tarafından
düzenlenmiştir;
Dr. Halil Coşkun
Pazar, Mart 08, 2009
Pazartesi, Haziran 23, 2008
OBEZİTE CERRAHİSİ TİP 2 DİYABETİ TEDAVİ EDEBİLİR

23 Ocak 2008
Journal of the American Medical Association (JAMA)’da Laparoskopik Ayarlanabilir Gastrik Bandlamanın (Mide Kelepçesi) (LAGB) Tip 2 Diyabet üzerindeki etkilerini inceleyen ilk randomize kontrollü çalışmanın bugün yayınlanmasından sonra dünyada haber başlıkları ‘Obezite Cerrahisi Diyabeti Tedavi Edebilir’ olarak belirlendi.
Obezite ve Metabolizma cerrahları olarak bizler bunu yıllardır biliyorduk. Ancak bugünkü çalışma, Ağustos 2007’de The New England Journal of Medicine’da yayınlanan ve obezite cerrahi sonrası anlamlı sağkalım avantajı gösteren iki değerli çalışma ile birlikte, daha fazla göz ardı edilemeyecek yeni ve önemli kanıt oluşturmaktadır - obezite cerrahisi hayat kurtarmaktadır ve hastalığı yok edebilir ya da dramatik olarak iyileştirebilir!
Ne var ki bu kanıtlara rağmen, diğer klinik çalışmalar ve Center for Medicare & Medicaid Services (CMS)’in yaptırımları nedeniyle birçok özel sağlık sigorta şirketi obezite cerrahisine ulaşımı sınırlamaktadır. Obezite, Tip 2 diyabet ve başka hastalıklardan dolayı daha fazla yaşam kaybedilmeden bu durumun değişmesi zorunludur.
Aşağıda JAMA çalışmasının anahatları ve özeti verilmektedir:
Çalışmanın Önemi ve Etkisi
1) Bu çalışma erken dönem Tip 2 diyabet tedavisinde obezite cerrahisinin (Laparoskopik Ayarlanabilir Mide Kelepçesi) bilinen tıbbi tedaviye göre daha yüksek etkinlik sağladığını gösteren ilk randomize kontrollü çalışmadır. Cerrahi grubunda tam iyileşme oranının %73 olmasına karşı tıbbi yaklaşım grubunda %13 olması, literatürde Tip 2 diyabet tedavisinde kullanılan herhangi bir tedavi kombinasyonu ile ilgili randomize kontrollü çalışmalar arasında bildirilmiş en yüksek değerler arasındadır. Sonuçlar Tip 2 diyabetik ve hafif-orta obezitesi olan hastalar için obezite cerrahisinin bir tedavi seçeneği olarak değerlendirilmesi gerektiğini öne sürmektedir.
2) Bu çalışma Vücut Kitle İndeksi (VKİ) <35 kg/m2 olan diyabetik hastalarda bilinen tıbbi tedavi ile karşılaştırıldığında obezite cerrahisinin daha etkin olduğunu gösteren ilk randomize kontrollü çalışmadır. Diğer çalışmalarda belirtilen VKİ<35 olan seçilmiş hasta grubunda obezite cerrahisinin yararlı olabileceği yönündeki kanıtları desteklemektedir. Aynı zamanda 1991’de oluşturulan NIH kılavuzunda obezite cerrahisinin uygunluğu için VKİ değerinde 35’in mutlak alt sınır olarak kabul edilmiş olmasını sorgulatmaktadır.
3) Her ne kadar çalışma diyabetin tedavisinde tıbbi ve cerrahi tedavi arasındaki komplikasyon oranlarını karşılaştırmak açısından yeterli kuvvete sahip olmasa da, tıbbi ve cerrahi tedavi için komplikasyon oranları benzerdir. İki grupta da ciddi bir istenmeyen etki görülmemiştir. Diğer çalışmalar bu hasta grubunda obezite cerrahisi için göreceli olarak düşük komplikasyon oranları bildirmekte, bu toplulukta obezite cerrahisinin kabul edilebilir yarar/zarar oranı ile uygulanabileceğini düşündürmektedir.
4) Bu çalışmada elde edilen son derece olumlu sonuçlara ek olarak SOS ve Adams (NEJM, Ağustos 2007) tarafından bildirilen sağkalım avantajı, obezite ve diyabet tedavisinde cerrahinin yerinin değerlendirilmesi açısından yeni bir multidisipliner konsensus oluşturulması gerektiği görüşünü desteklemektedir.
5) Bu çalışma incelenmesi gereken başka alanlar olduğunu göstermektedir. Bunlar arasında remisyonun sürekliliği, cerrahinin daha ileri diyabet üzerine etkisi, diğer obezite cerrahisi işlemlerinin göreceli yarar/zarar oranları, cerrahinin körlük, böbrek yetersizliği ve kardiyovasküler olaylar gibi sekonder diyabet komplikasyonları üzerindeki etkisi gibi konular bulunmaktadır. Devlet tarafından desteklenen, spesifik olarak iyi planlanmış klinik çalışmalar arttırılmalı ve bu ve diğer çalışmaların ortaya koyduğu önemli sorular incelenmelidir. Amerika Birleşik Devletleri diyabet veya obezite için cerrahi tedavinin değerlendirilmesi amacıyla göreceli olarak az yatırım yapmıştır.
6) Bu çalışmada elde edilen son derece olumlu sonuçlarla birlikte SOS ve Adams (NEJM, Ağustos 2007) tarafından bildirilen sağkalım avantajı, Medicare, NIH ve diğer Amerikan hükümet birimleri tarafından bildirilmiş ve yaygın kabul gören kriterlere dayalı olarak obezite cerrahisi için kapsama sağlamayan üçüncül sağlık ödeyicilerine karşı etik ve hukuki bir iddia oluşturmaktadır.
7) Önleme: Her ne kadar bu çalışma Tip 2 diyabetin etkin tedavisinde obezite cerrahisinin yeri için kuvvetli kanıt sağlasa da, Amerikan hükümeti, sağlık birimleri, sivil liderler ve politika oluşturanlar, gelecek nesillerde artacak diyabet yükünü azaltmak amacıyla, diyabetin önlenmesi konusuna odaklanmalıdır.
ÖZET
Tip 2 Diyabet için Ayarlanabilir Gastrik Bandlama ve Konvansiyonel Tedavinin Özeti ve Önerdikleri. JAMA’da Yayınlanmış Bir Randomize Kontrollü Çalışma
23 Ocak 2008
Dixon JB, Obrien PE, Playfair J, Chapman L, Schachter LM, Skinner S, Proietto J, Bailey M, Anderson M. JAMA. 2008:299 (3): 316-323
Özet
İçerik: Gözlemsel çalışmalar Tip 2 diyabette cerrahi olarak sağlanmış kilo kaybının etkin tedavi olabileceğini öne sürmektedir.
Amaç: Cerrahi olarak indüklenmiş kilo kaybının konvansiyonel kilo kaybı ve diyabet kontrolü yöntemleri ile karşılaştırıldığında daha iyi glisemik kontrol sağladığını ve daha az diyabet medikasyonu gerektirdiğini saptamak.
Yöntem: Ortam ve Katılımcılar: Avusturalya’da yerleşik tedavi programlarına kayıtlı genel toplumun başvurduğu Üniversite Obezite Araştırma Merkezi’nde Aralık 2002 ile Aralık 2006 tarihleri arasında yapılan körlenmemiş randomize kontrollü çalışma. Katılımcılar yeni tanı konulmuş (<2>30 ve <40) hastadan oluşmaktadır.
Girişimler: Hayat stilinin değiştirilmesi ile kilo kaybına odaklanan konvansiyonel diabet tedavisi ile laparoskopik ayarlanabilir gastrik bandlama ile birlikte uygulanan konvansiyonel diyabet bakımının karşılaştırılması.
Ana Sonuç Ölçütleri: Tip 2 diyabetin remisyonu (glisemik hiçbir tedavi almaksızın açlık kan şekeri <126 mg/dL [ 7.0 mmol/L] ve glikozile hemoglobin [HbA1c] değeri <%6.2). İkincil ölçütler kilo ve metabolik sendrom bileşenleri içermektedir. Analizler amaçlanan tedavi yöntemine göre (intention to treat) yapılmıştır.
Bulgular: Katılan 60 hastadan 55’i (%92) 2 yıllık takibi tamamladı. Tip 2 diyabet remisyonu cerrahi grupta 22 (%73), konvansiyonel tedavi grubunda 4 (%13) hastada sağlandı. Cerrahi grupta remisyon için göreceli risk 5.5 idi (%95 güvenilirlik aralığı, 2.2-14.0). İki yılda kilo kaybı cerrahi ve konvansiyonel tedavi grubunda sırasıyla, ortalama (SS) değer olarak, %20.7 (%8.6) ve %1.7 (%5.2) idi (P < .001). Tip 2 diyabetin remisyonu kilo kaybı (R2 = 0.46, P < .001) ve düşük bazal HbA1c (kombine R2 = 0.52, P < .001) düzeyi ile ilişkili idi. Her iki grupta da ciddi komplikasyon görülmedi.
Sonuçlar: Cerrahi grubuna randomize edilen katılımcıların daha fazla kilo kaybetmeleri nedeniyle Tip 2 diyabet remisyonu sağlanması olasılıkları daha yüksek idi. Bu sonuçların daha büyük, çeşitliliği daha fazla bir toplulukta doğrulanması ve uzun dönem etkinliğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu yazı Amerikan Bariatric ve Metabolizma Cerrahi Derneği’nin verileri ve değerlendirmesi göz önüne alınarak Dr. Halil Coşkun tarafından düzenlenmiştir.
Dr. Halil Coşkun www.obezitecerrahisi.com
halilcoskun@hotmail.com
Cumartesi, Haziran 07, 2008
BioEnterics Intragastric Balloon (Mide Balonu): İlk 100 Vakanın Klinik Sonuçları - Türkiye Deneyimi

BioEnterics Intragastric Balloon: Clinical Outcomes of the First 100 Patients-A Turkish Experience
Coskun H, Bostanci O, Dilege E, Bozbora A.
Department of General Surgery, Istanbul, Turkey, halilcoskun@hotmail.com.
Department of General Surgery, Istanbul, Turkey, halilcoskun@hotmail.com.
BACKGROUND: The BioEnterics Intragrastric Balloon (BIB(R)) together with restricted diet has been used for the treatment of obesity and morbid obesity.
METHODS: A prospective study was conducted on 100 patients who had undergone the BIB procedure between February 2005 and February 2007.
RESULTS:
Mean age, mean weight, and mean BMI of the patients were 35.35 +/- 9.25
years, 113.23 +/- 24.76 kg (range 73-200 kg), and 39.28 +/- 6.98
kg/m(2) (range 30-69.2 kg/m(2)), respectively. Six months after the BIB
procedure, mean weight and mean BMI were reduced to 100.46 +/- 26.05 kg
(range 58-178 kg) and 34.70 +/- 11 kg/m(2) (range 21.83-61.59 kg/m(2)),
respectively. There was a statistically significant reduction in weight
and BMI at 6 months after the BIB procedure (p < p =" 0.035)," p ="
0.001).">
CONCLUSIONS: BIB application is a reasonable weight loss method with few complications.
BioEnterics Intragastric Balloon: Clinical Outcomes of the First 100 Patients-A Turkish Experience.
Obes Surg. 2008 Jun 3. [Epub ahead of print]
PMID: 18521700 [PubMed - as supplied by publisher]
***
Bu makale uluslararası bilimsel değeri oldukça yüksek bir dergi olan
OBESITY SURGERY JOURNAL da yayınlanan ilk MİDE BALONU uygulamasıyla
ilgili TÜRKİYE kaynaklı makaledir *** Makalenin fulltext hali ve türkçe
abstractı yakında sisteme geçirilecektir.
Dr. Halil Coşkun
Etiketler:
bioenterics intragastric balloon,
mide balonu,
obezite
Gönderen
Doç. Dr. Halil Coskun
Açık Teknik Gastric Bypass Uygulaması
http://sensinobez.blogspot.com/
4 Haziran 2012 Pazartesi
Kilo Kaybı Ameliyatlarından Sonra Katılara Geçiş
Hangi türde ameliyat olduysanız olun, şayet ameliyatlıysanız ve henüz
katılara geçmediyseniz, tahmin ediyorum siz de benim yaşadığım duyguyu
yaşıyorsunuzdur. Katı yemeyi/çiğnemeyi özlemek! Merak etmeyin, ilk katı
lokmanızı aldığınızda muhtemelen bu özleminizden pişman olacak ve
pürelere dönmek isteyeceksiniz. :)
Şu kesindir ki; sıvı ve püre beslenmek çok rahat, geçişleri çok kolay ve
size yük olmayan tarzda beslenme biçimleridir. Katılara geçiş, katıları
hazmetmek vücudunuz için aslında minik bir travmadır. O nedenle
öncelikli tavsiyem, ASLA doktorunuzun size verdiği takvimden şaşmayın.
Söylediği zamandan önce (ki genellikle tüp mide için 1-1,5 ay, gastric
bypass için 1,5-2 ay) kesinlikle katılara geçmeye çalışmayın. Katıyı erken yiyebilmek, sizin için bir zafer değil, vücudunuza gelecek ekstra yüktür. Üstelik zamanından önce midenize yüklenmek ameliyatınıza zararlı olabilir.
Bu noktada benim kullandığım besin takvimi, doktorumun sitesinde yer alan takvimdi.
Doktorunuzun tavsiye ettiği listeler sizin için öncelikli olmalıdır,
yine de çok uzun dönem sıvı beslenmek barsak floranızı bozacağından bunu
kişisel olarak tavsiye etmiyorum. Böyle bir listeniz varsa bir
araştırmanızda fayda var.
Yine katılara geçişte hatırlamanız gereken en önemli şey sıvı ve püre öğününüzden çok daha çabuk doyacağınız ve çok daha az yiyebileceğinizdir. Küçük bir tabak püreyi belki rahatça yiyebilirsiniz ama söz konusu katılar olduğunda tahminen ancak yarısını yiyebileceksiniz. Panik yok, normal bu. Sakiniz. :)
Benim katılara geçişim ekşili köfte yemeği ile oldu. Yanlış hatırlamıyorsam iki minik köfte yiyebilmiştim. Benim tavsiyem katılara geçişinizde çok katılardan başlamamanız ve bu süreci acelesiz, bebek adımlarıyla geçmeniz. Ben öyle yaptım ve son derece rahat bir geçiş dönemi yaşadım. Bebek adımlarından kastım ne peki? Şu: ezilebilecek ve/veya nispeten hazmı kolay şeylerden başlayın.
-Kıymalı kabak yemeği
-Kıymalı ıspanak
-Kıymalı semizotu
-Her nevi sulu köfte
-Balık (ton balığı/ fırında balık/buğulama)
-Rafadan yumurta
-Kabuksuz meyveler (çilek hariç)
Bunun bir ileriki adımında, katıların ilk adımına rahat geçtiyseniz:
-Kıymalı pırasa yemeği (pırasanın hazmı zordur ancak sindiriminiz için fevkalade yararlıdır. yine de ilk tercihiniz olmasın.)
-Kıymalı bamya (yine sindirim için muhteşem bir yemek!)
-Kıymalı karışık sebze
-Kabuğu soyulmuş domates ve biberden yapılmış menemen
-Lor peynirli yumurta
-Kıymalı bezelye
-Kıymalı türlü
-Beyaz peynir çeşitleri
-Zeytin ezmesi/zeytin
-Havuçlu, yoğurtlu meze (pişirerek yapılanı)
-Yoğurtlu semizotu
-Süzme yoğurt
Her yemeği ısrarla kıymalı yazmamın sebebi, et hazmı oldukça zor ve sizi yoracak bir tercihtir. Tamamen katılara sorunsuz geçtiğinizde et denemeleri yapmanızı öneririm. Ayrıca yemeklerinizi et/tavuk suyuna pişirmek protein alımı açısından size oldukça yarar sağlar.
Bir adım sonrasında sizi nispeten daha az yoracak bir iki seçenek eklemelisiniz.
Tavuk (kalça but hazmı en kolay yerdir)
Sebzeli tavuk haşlama
Okyanus balıkları
Midye/kalamar/surumi (yengeç) (muhteşem protein kaynakları)
Benim/annemin pişirme tercihlerim/iz her zaman yağsız ve/veya çok az yağlı oldu. Zira kullandığınız kıyma/tavuk yeterince yağ içermekte. Günde üç tatlı kaşığı yağ bünyenin yağ ihtiyacınız karşılar. Bana kalırsa bunlar zaten tavuk ve kıymada var ama gözünüze az geliyorsa yemeğinize ekleyin.
Kahvaltılarınızda meyve ve/veya rafadan yumurta almayı tercih edin. Meyveyi sabah yemek sinidiriminiz açısından oldukça yararlıdır. Nedense bizim kültürümüzde meyve akşam yemeğinden sonrası ile özdeşleşmiş. Halbuki sabah meyve yemenin sayısız faydası var. Kahvaltı öğününde sade yumurta ya da lor yavan geliyorsa eti form etimek tüketebilirsiniz. Ben hala öyle yapıyorum.
Bypass ya da sleeve (tüp mide) için de bir hatırlatma yapmak isterim. Özellikle yakın katı dönemlerinizde çiğ sebze/baklagilden uzak durun. İlginç bir biçimde insanın canı ısrarla salata yemek istiyor biliyorum ama çiğ sebzenin ve baklagillerin hazmı çok zor olduğu gibi, insanı çok rahatsız ediyor. Bir yemeğe koyarken de sebzelerinizi (özellikle domates gibi ince kabukluları) soyun. Asla zar kabuklu şeylerin kabuğunu yemeyin.
Yine yakın katı döneminizde mısır gevrek ve lapaları midenize oturma hissi yaratır ancak uzak katı döneminde şahane kurtarıcılardır. Restoranlarda soğuk meze olarak geçen şeyleri rahat yediğinizi göreceksiniz. Bunlar da dışarı yemeğe çıkıldığında çorba seçeneğiniz yoksa şahane kurtarıcılar oluyor.
Ekmek mümkün olduğunca uzak durmanız gereken bir besin. Ne kadar geç başlarsanız o kadar iyi. Lakin bazı besinler var ki ekmeksiz yenemiyor. Burada benim kullandığım taktik, bu tarz besinleri (yumurta gibi) form etimekle yemek. Kabul edin, ekmek olmazsa olmazlarınızdan değil ve olmamalı.
Makarna, pilav, hamurişi, karbonhidrat ağırlıklı besinler diyetinizde 6 aydan önce olmamalı. Siz bunları okuduğunuzda benim 13.ayım dolmuş olacak ve ben hala bunlardan uzak duruyorum. Özellikle pilav toplamda 3 kere ancak yemişimdir, o da mecburi ortamlarda. Eksikliğini de hissetmiyorum.
Peki katı döneminin kaçamakları nelerdir?
İşte size dev hizmet. Hem yemesi kolay, hem kalorisi az, benim sıklıkla başvurduğum kaçamaklar. ;)
-Çubuk kraker (hala çantamda taşırım, kurtarıcıların en büyüğü)
-Patlamış mısır (yağsız, tuzsuz, 1 bardak)
-Ceviz, badem, yabanmersini, leblebi
-Şayet şekeriniz düşüyorsa akide şekeri (tarçınlıyı tercih edin.)
-Nesquik
(Muayyen dönemlerinde tatlı aşerenler için not: Bu dönemlerde hafif ve ufak bir porsiyon sütlü tatlı tercih edebilirsiniz (sütlaç hariç) ancak dumping seçeneğini unutmayın. Limonata ve sahlep'in bile zaman zaman dumping yapabildiğini düşünürsek dikkatli olmanızda fayda var.)
Yukarıdaki satırlarda da belirttiğim gibi benim katılara geçişim çok rahat oldu. Umarım bu bilgiler size katılara geçişte bir nebze yardımcı olur. Unutmayın, geçişlerin hepsini bebek adımlarıyla yaparsanız kilo verişiniz uzun atlama adımlarıyla olur. Haydin kolay gelsin! :)
26 Şubat 2012 Pazar
Kilo Kaybı Ameliyatları Sonrası Erken Dönem Beslenme
Merhaba çorbalarla kanka olacağımız dönem, merhaba!
Kilo kaybı ameliyatlarından sonra iç dikişleriniz iyileşmesi ve sağlıklı
bir beslenme sistemine geçebilmeniz için zamana ve hafif beslenmeye
ihtiyacınız vardır. Ameliyatınızdan sonra geçirmeniz gereken diyet
süreci şöyledir.
-Berrak Sıvı
-Sıvı/Yoğun sıvı/Taneli sıvı
-Cıvık püre/Püre
-Katı
Doktorunuz size bu beslenme sistemini açıklayacak ve beslenme listesi
verecektir olasılıkla. Ben size çoğunlukla yaşayarak öğrendiğim beslenme
sistemini aktaracağım.
Öncelikle bilmeniz gereken aynı ameliyatı, aynı gün, aynı kiloyla olmuş
olsa bile her insanın metabolizmasının farklı olduğudur. Benim çok rahat
içebildiğim çorba, sizde bulantı yapabilir. Siz meyveli yoğurt yerken
ben bundan tiksinebilirim. Bu gayet normaldir. Bayıldığınız bir çok
yiyecekten tiksinebilir, yanından bile geçmek istemeyebilirisiniz.
Unutmayın ki yeni beslenme sisteminizi oturtmak zaman ve çaba isteyecek.
Ameliyat sihirli bir değnek değil ve sizin üstünüzden bütün yükü
almasını beklemeyin.
Berrak sıvı diyetiniz olasılıkla hastanede, kaçak testiniz bittikten
sonra başlayacak ve siz eve çıkana kadar devam edecektir. Eve
çıktığınızda ise genellikle sıvılara geçmeniz istenir. "Ohooo sıvı o
kadar çok şey var ki yenecek!" diye düşünseniz bile, inanın insan ne
yesem diye çatlayabiliyor, seçenekler tükenebiliyor zaman zaman.
Ben sizinle bana iyi gelen, bir nevi kurtarıcı besinleri paylaşacağım
elimden geldiğince. Beslenme sisteminde protein ve kalsiyumun öneminden
geçen yazıda bahsetmiştim. Sıvı diyetinizde bunların ağırlıklı olmasına
gayret gösterin. Çorbalarınızı muhakkak gerçek et/tavuk suyuna yapın.
Ben eve çıkar çıkmaz annem kasaptan etli kemikler alıp kaynatmış, suyunu
çıkarmıştı. Tahmin edin ne oldu? Ağzıma süremedim! Et suyu bana çok
ağır geldi, beni bu dönemde kurataran şey tavuk suyu oldu. Neredeyse her
çorbayı tavuk suyuna yaptık. Eğer tiksiniyorsanız kendinizi zorlamayın
ancak muhakkak proteininizi alın.
Benim bu dönemde hayatımı kurtaran besinlere gelirsek:
* Terbiyeli tavuk suyu çorbası (şehriyesiz) (erken dönemde şehriye
tıkanma hissi verebilir. Taneli döneme geçene kadar bir süre dokunmadım
ben)
*Tavuk suyuna sebze çorbası (sebzeleri tavuk suyuna atıp haşlayın, sonra geri çıkarın)
* %100 Meyve suları (Ben evde sıkmanızı ve sulandırmanızı tavsiye
ederim. Hazır alacaksanız %100 olmasına, nektar vs. olmamasına dikkat
edin. Hazırlardan bilhassa elma suyunu suyla karıştırıp içtim ben.)
Şayet tiksinmiyorsanız bunları et suyuna yapmanız çok daha faydalıdır.
Doktorunuz izin verdiyse bu dönemde süt ve ayran içmeniz fevkalade
yararlıdır. Gaz sorunu olan bir hastaysanız doktorunuz erken dönemde
bunlara müsaade etmeyebilir. Ben 10.günüm bittiğinde içebildim ancak.
*Süt (Yağsız ve aromasız (muzlu, çilekli vs) olanları tercih edin.
*Ayran (Abartı gibi gelebilir ama ayran uzun süre bana yağlı geldi ve
midemi bulandırdı lakin ne kadar faydalı olduğu aşikar. Light ayranlar
bir çok markette var. Ancak light ayran tüketebildim, o da çok fazla
olmamak kaydıyla. Hala da çok içebildiğimi söyleyemem.)
Yoğun sıvılara ne zaman geçmelisiniz? Bunu ancak doktorunuz ve siz
bilebilirsiniz. Bazen doktorunuzun listesinde yoğun sıvıya geçebilirsin
yazan dönemde bile geçilemediği ve bünyenin kaldırmadığı olabiliyor. Diyetinizde
değişiklik yaparken kendinizi dinleyin. Ağır geliyorsa geçmeyin.
Unutmayın mideniz bir bebek midesi gibi. Hiç aceleniz yok, olmasın.
Yoğun sıvılar döneminde yine çorbalarınızı et ve tavuk suyuna yapmaya
özen gösterin. Benim bu dönemde en sık tükettiğim yiyecekler şunlardı:
*Sebze çorbası (Üstteki tarifteki gibi sebzeleri tavuk suyunda haşlayıp
çıkarın. Bir tek kabak kalsın. Kalan çorbayı rondodan geçirin.)
Çorbanızın kıvamının püreye yakın olmamasına dikkat edin. Çorba formunu
koruyun. Bu çorba aynı zamanda sindirim/boşaltım sorunlarına birebirdir.
(Saklamayın, kabızsınız biliyorum! Hangimiz değildi ki!)
*Tarhana çorbası (Öncelikle ev tarhanası kullanın eğer imkanınız varsa.
Acı olmamasına dikkat edin. Bu dönemde muhtemelen baharatlarla aranız
iyi olmayacak.) Mümkün mertebe koyu kıvamlı olmamasına gayret edin.
*Yoğurt çorbası/Yayla çorbası (Nanesiz ve yağsız pişirin)
*Tavuk suyuna tebiyeli rondo şehriye (Az şehriye katılmış tavuk suyunu rondodan geçirin. Çorba kıvamını kaybetmesin.)
Bu dönemde çok çok rafadan (tamamen cıvık olması kaydıyla)
yiyebilirsiniz. Ben bir kere yedim ve sanıyorum 3.ayıma kadar bir daha
yiyemedim. Eğer yiyebiliyorsanız günde bir "rafadan ötesi yumurta" size
iyi bir protein kaynağı olacaktır.
*Süt (Sütü buz gibi içmek yerine ılıtmanızı tavsiye ederim. Bu dönemde hep ılık süt içtim.)
*%100 Meyve suları (Bu dönemde de sulandırmanızı tavsiye ederim.)
*Evde yapılmış hoşaflar (Tanelerini çıkarıp, sulandırıp içebilirsiniz.)
Özellikle kayısı hoşafı sindirim/boşaltım için süperdir!
Taneli sıvılara geçmek aslında bir nevi katılara da rahat geçirp
geçmeyeceğinizin testi gibidir. Ben tüm bu değişim dönemlerini çok rahat
geçtim ve katılara da geçişim sorunsuz oldu. Ben bu konuda şanslıydım
ancak doktorumun zamanlama ve yiyecek listesinin bir adım bile dışına
çıkmadım diyebilirim rahat rahat.
Tanelilere hazır olup olmadığınızı ölçmelisiniz. Elbette ilk lokmanızda
biraz rahatsız hissedeceksiniz ancak zamanla geçecek. Yine de çok
rahatsız olduysanız kendinizi asla zorlamayın ve erteleyin.
Bunun yanında bazı doktorlarımızın hastalarına kalabildiğin kadar sıvıda
kal dediğini ve 8-9 ay sıvıda kalan hastalar olduğunu biliyorum. Ben
buna kesinlikle karşıyım. Sürekli sıvı beslenmek barsak floranızı bozacağı gibi sizi amacınızdan da saptıracaktır. Amacınız yeni bir beslenme sistemi yaratmak. Bunu da ancak sağlıklı, katı gıdalarla yapabilirsiniz. Sıvılar dönemi bir geçiş dönemidir ve öyle kalmalıdır bence.
Taneli döneme geçtiğinizde aklınıza gelebilecek her şeyi çorbanızın
içine katıp rondolayabilirsiniz. Burada dikkat edilmesi gereken şey
çorbanın püre kıvamına gelmeyecek kadar cıvık olması ve kattığınız
besinlerin gaz yapmamasıdır. Yani fasulye, nohut vs. gibi şeylerden
kaçınmalısınız.
Bu dönemde en sık tükettiklerim:
*Tavuk suyuna terbiyeli rondo şehriye (Biraz daha koyu kıvamlı olanı ama püre kadar değil.)
*Kabak çorbası (Tavuk suyunda kabakları haşlayıp rondolayın.)
*Tarhana çorbası (Acısız, baharatsız, ev tarhanası)
*Yayla/Yoğurt çorbası (Pirinçsiz ama kıvamlı)
* Süt
*Kayısı hoşafı
Bir hasta olarak benim dezavantajım çoğu ameliyatlı arkadaşlarımın
yediklerini yiyememek, yedikleri kadar yiyememek ve bir çok besinden
tiksinmek oldu. Şayet böyle bir şey yaşamıyorsanız çorbalarınızda yeni
tatlar deneyin. Benim midem yeni tatlar için fazlasıyla sinameki idi.
Hala da öyle. Olabildiğince soğan, sarımsak, yoğun aromalar, soslar ve
baharattan ilk dönemlerinizde uzak durun. Bırakın damak tadınızdan önce
beslenmeniz gelsin.
İçtiğiniz çorba bile olsa yavaş, dura dura ve yudum yudum için. Asla yemeği aceleye getirmeyin ve gün boyunca 1,5-2 lt. su içtiğinize emin olun. Yemeklerle sıvı almayın, yemeğin yanında asla su/çay vs içmeyin. Araya en az yarım saat koyun ki tıkanmayasınız.
Cıvık püre/Püre dönemi çorbalardan sonra size adeta ilaç gibi gelecek,
seçeneklerinizin çok fazla olacağı bir dönem. Ben şahsen bu döneme
bayılmıştım. Üstelik çok lezzetli şeyler yapabilirsiniz!
Öncelikle püre deyince aklınıza gelen patates püresi imajını kafanızdan
silin. Aklınıza gelebilecek hemen her şeyin püresini yapabilirsiniz.
Sebzeleri yine muhakkak et ya da tavuk suyuna püre yapmanızı ve
kabak/patates vbg. yiyeceklerin içine de püre yaparken yağsız peynir
katmanızı(lor) tavsiye ederim.
Bu dönemde en büyük kurtarıcılarım:
*Kabak püresi (Yağsız lor peyniri ile)
*Ton balığı püresi (Sıfır yağlı olanlardan alıp rondoladım bol bol)
*Ispanak püresi (Pirinçsiz ıspanak yemeği yapar gibi yapıp rondolayın)
*Semizotu püresi (Pirinçsiz semizotu yemeği yapar gibi yapıp rondolayın)
*Karışık sebze püresi (kabak-havuç-vs. aklınıza ne gelirse ekleyebilirsiniz.)
*Rafadan ötesi yumurta
*Peynirli patates püresi
*Tavuk püresi (Kalça but etinden rondo)
*Pırasa püresi (Zeytinyağlı pırasayı pirinçsiz pişirip rondolayın)(Bu ayrıca kabızlık için şahanedir.)
*Pırasa püresi (Zeytinyağlı pırasayı pirinçsiz pişirip rondolayın)(Bu ayrıca kabızlık için şahanedir.)
*Elma püresi
*Markette bebekler için üretilen hazır püre mamalar /dışarı çıktığınız zaman yahut çalışırken kurtarıcı oluyorlar.
*Muz püresi
*Kayısı püresi
*Her nevi yağsız yoğurt (normal yağlı olanlar mide bulandırabilir.)
*Süt
Meyve pürelerinizi yaparken:
Öncelikle her nevi meyvenin püresini yapabilirsiniz. Ben ananas, muz,
şeftali ve elmayı çok tüketmiştim. Şayet yeterince protein alamadığınızı
düşünüyorsanız, doktorunuza danışarak protein tozu (aromasız, şekersiz)
kullanabilir, püre yerine kıvamlı meyveli yoğurt hazırlayabilirsiniz.
Hazır meyveli yoğurtlar şeker içerdiği için ben almadım ve
kullanmadım.Özellikle kahvaltı öğününde ben meyve püresi, akşam öğününde
ise ton balığı püresi tüketmeye çalıştım. Kan değerlerime de sonucunun
olumlu yansıdığını gördüm.
Püreleri rahat rahat tükettikten sonra katılara geçebilirsiniz. Kişisel
tavsiyem katılara geçişinizde itidalli olmanızdır. Örneğin direk parça
et yerine köftelerden ve sulu yemeklerden başlayın. Benim ilk aldığım
katı ekşili köfte yemeği idi. Unutmayın aceleniz yok, bebek
adımlarıyla yürüyün bu yolu. Kendinizi ve yeni midenizi tanıyın ve ona
zaman ayırın. Doktorunuzun sözlerine kulak verin ve vitaminlerinizi asla
ihmal etmeyin.
Özellikle baharatlar ve aromalı besinler/soğan sarımsak/çiğ sebzeler,
meyveler konusunda acele etmeyin. Siz bu yazıları okuduğunuzda ben 10.
ayımı dolduruyorum ve hala karabiber, kimyon/salata vs. bana çok
dokunuyor. Ancak acı konusunda sorunsuzum. Her bünye başka şeylerden
etkileniyor. Dolayısıyla biraz da deneme yanılma yapacaksınız.
Eski hayatınızda olmayan, beklenmeyen tepkilerde ne yapacaksınız?
Bulantı: Bazı besinler ya da kokular midenizi bulandırabilir. Bu
çok normaldir. "Ay bana ne oluyor?" diye doktorunuza koşmanıza gerek
yoktur. Bu gibi durumlarda şekersiz nane şekeri (rocco/olips vs.) gibi
bir şeker emebilirsiniz. İyi gelecektir.
Kusma: (Nadir de olsa) Her kusma dumping demek değildir. Paniğe
kapılmayın. Normalde biraz daha hızlı yediyseniz, yağlı yediyseniz,
şekerli yediyseniz, dumping olmasa dahi kusabilirsiniz. Artık yeni
mideniz yutağınıza daha yakın olduğu için kusmak çok daha kolaydır.
Kusmalarınız rutine binmediği sürece korkmanıza gerek yoktur. Sadece
beslenme sisteminizi gözden geçirin.
Yanma/Reflü: Özellikle yatmadan hemen önce yediyseniz yahut size
mide koruyucu bir ilaç verildi ve aksattıysanız bu şikayetleriniz
artabilir. Yatmadan iki saat evvel (minimum) yemeği kesin. İşe
yarayacaktır.
Gaz sancısı: Yine gaz yapmayan besinler ve içeceklerle bu sorunun
üstesinden gelebilirsiniz ancak gaza meyilli bir bünyeniz varsa yapacak
bir şey yok. Ben en çok gaz sancısı çektim mesela beslenmeme dikkat
ettiğim halde.
Kabızlık: Korkmayın, bu hepimizin başına gelen bir şey. Koca koca
adamlar, kadınlar olarak neler çektik bir bilseniz! Öncelikle kayısı
hoşafı, püresi, suyu size bu konuda çok yardımcı olacaktır. Bunun yanı
sıra kabak içeren her şey yine bu konuda yardımcınızdır. Kabızlık için
prebiyotik yoğurt vs. gibi şeyleri ne ben, ne doktorlar tavsiye ediyor
ancak 4 günü geçtiyseniz laksatifler için yine doktorunuza danışmakta
fayda var.
Size erken dönem beslenmesiyle ilgili verebileceğim en güzel tüyo ise
tabaklarınızı ve kaşıklarınızı "bebek tabağı/kaşığı" ile değiştirin.
Mümkünse koyu renkli olsun. (Koyu renk iştahı kapatır). Şekerli
besinlerden hem dumping yaşamamak, hem de kalori almamak için kaçının.
Her öğününüze 45 dk-1 saat ayırın. Acelesiz, keyfini çıkara çıkara yemek
yiyin. Her ne kadar garnitür vs. gibi şeyler yiyemiyor olsanız da
tabağınızın kenarını süsleyebilirsiniz. Hem moralinize, hem gözünüze
hitap eden bir tabak, neden olmasın!
İçecekler
İçecek konusu; ameliyattan önce günde 6-7 bardak nescafe içip,
litrelerce kola tüketen benim için en zor konuydu. Sizi bilemiyorum ama
ben rutin olarak her sabah gözünü açar açmaz kahve içen bir insandım.
Tabii ki yeni beslenme sisteminizde ne nescafe'nin, ne kola'nın yeri
yok. Öncelikle telvesiz tüm kahveler yapaydır ve mideyi genişletir.
Erken dönemde size kahveyi tavsiye edemiyorum ancak ikinci ayım
bittiğinde türk kahvesine başladım ben.
Açık çay en ideal içecek bu dönemlerde. Ancak içtiğiniz demir hapı ile
çayınız arasına iki saat koyun. Çayın içindeki maddeler demirin etkisini
nötrler.
Meyve sularını evde sıkın ya da %100 alın. Muhakkak sulandırarak için. Ben hala öyle içiyorum.
Kola'nın yakınından bile geçmeyin. Milyar kalori olmasının yanında gazlı
olduğu için tehlikelidir. Keza soda ve diğer gazlı içecekler.
Süt artık en yakın arkadaşınız olsun. Bu alışkanlığı kendinizde
oturtmaya çabalayın. Sade süt konusunda sıkıntı yaşıyorsanız kaşığın
ucuyla kakao katabilirsiniz.
Nesquik benim sıklıkla tükettiğim (günde 1 bardak süte bir çay kaşığı)
ve vitamin değerimi toparlamam yardımcı, harika bir tattı. Şimdi
tüketmiyorum fazla. (10 günde bir) ama o dönemler çok işe yaramıştı.
Sebze suyu ben kullanmadım ama kullanabilirsiniz, bence bunu da sulandırmakta fayda var.
Son olarak; unutmayın bu önemli bir dönem. Gereken besin ve vitamini
almanız çok önemli. Bu yüzden lütfen kendinize beslenme temeli
oluştururken zaman ayırın. Yeni beslenme sisteminizi sevin ya da buna
çabalayın. Göreceksiniz, her şey çok güzel olacak! :)
29 Aralık 2011 Perşembe
Bariatrik Cerrahi Sonrası Beslenme Kısırdöngünüzü Değiştirmek
Size kilo kaybı ameliyatları (her türü) için bir sır vereyim. Evlilik ve
çocuk kararınız da dahil olmak üzere bu ameliyat; hayatınızda
verdiğiniz -net- en önemli karar olacak. Hayatınızda vereceğiniz diğer
önemli kararlar size eklenecek ya da sizden bir şeyler alacak şeyler
iken, bu ameliyat sizi ruhsal ve bedensel olarak kökten değiştirecek
yegane şey çünkü.
Madem bu adımı attınız, zor olanı başarıp ameliyatınızı oldunuz (ya da
planlıyorsunuz) ameliyattan sağlıklı çıkmanın bu işin sadece yüzde %60'ı
olduğunuzu bilmelisiniz. Şahane bir doktor ya da muhteşem bir ameliyat, sizin beslenme sisteminiz kötü ve sağlıksız oldukça size yardım edemez. Uzun vadede tekrar aynı sorunları yaşamanız kaçınılmaz. Bir daha asla eskisi gibi olmam diye düşünürseniz yanılırsınız. Ne yazık ki; kilo kaybı ameliyatları mucize değil, sadece obezitede kullanılan en güzel silahlardır. Silahınızı doğru kullanmayı öğrenmek ise beslenme sisteminize hakim olmak ve sağlıklı bir beslenme sistemi oturtmaktır.
Bu noktada en büyük yardımcınız -kendinizi hissetmeye başlamak- olacak. Eskiden hissetmediğiniz -doyma- hatta hatta - bir lokma daha yersem herhalde çatlayacağım- hissi geri gelecek. Bu en büyük avantajınız. Sizlere tavsiyem hiç bu hissi duyana kadar yemeyin e mi. :)
Gastric bypass ameliyatından çıktığımda, sıvı berrak beslenme listem
bittiğinde manyakçasına kalori saymaya başladım. Çorbaların, tavuk suyu
tabletlerin, aklınıza gelmeyecek en abuk şeylerin bile kalorisini
sayıyordum. Bu, önlenemediği takdirde saplantıya dönüşebilir. Bir
biçimde önledim bunu, itiraf ediyorum çok zor oldu. Buna kapılmayın.
Söylemesi kolay gibi geliyor biliyorum. Pişirirken ya da dışarda
yediğinizde bunu bir süre sonra otomatikman yapmaya başlıyorsunuz zaten
ama benim gibi listeleri ezbere bilmeniz size bir şey kazandırmayacak,
emin olun.
Kalori sayma paniğim geçtiğinde ve bunu durdurmayı başarabildiğimde asıl
önemli olanın kalori olmadığını, denge olduğunu farkettim. Yıllar önce
bir belgesel izlemiştim. Bir tıp doktoru hayattan el etek çekip Nepal'e
yerleşiyor ve alternatif tıp ile kafayı kırıyor. Adam -bence- çok mühim
bir şey söylemişti. Dünyadaki tüm hastalıkların nedeni -aşırılık-tır.
Kökende düşünürseniz adam çok haklı. Sadece obezite için konuşmuyorum,
genelde hastalıkların nedeni bu gerçekten!
Ameliyatınızın üzerinden bir zaman geçtikten sonra (evet hemen değil)
aldığınız kalori miktarından daha çok yediklerinizin içeriğine dikkat
edeceksiniz. Daha doğrusu etmelisiniz. Şunu açıklığa
kavuşturalım.Geçmişe oranla da, normal sindirim sistemi olan biriyle
kıyaslandığında da, çok az miktarda besleniyor olacaksınız ve ağzınıza
atabildiğiniz her lokmanın sizin gerçekten ihtiyacınız olan şeyler
olması şart.
Bu nedenle öğün denegelerinizde protein > kalsiyum > vitamin > karbonhidrat > yağ dengesine bir süre sonra her şeyden daha fazla önem vermeye başlamalısınız.
Günlük ihtiyacınız olan enerjiyi ancak bu şekilde sağlayabilir ve
dengeli beslenmeye başlayabilirsiniz. Kilo kaybı ameliyatlarının çoğunda
ameliyat sonrası vitamin takviyesi kullaılır. Şimdi şunu sorduğunuzu
duyar gibiyim. "Madem vitamin kullanıyorum, neden bu kadar dengeli
beslenmeme gerek olsun?" Bu ameliyat sonrasında yapılan başlıca
hatalardan biri aslında. Sadece vitaminlere güvenmek!
Dışarıdan aldığımız multivitamin veya diğerleri emin olun ne kadar fazla
içersek içelim, besinden aldıklarımızla aynı olmayacak ve vücudun
bunları işleyiş mekanizması aynı yürümeyecektir. Besinleriniz konusunda
doktorlarınızın önemle durması da bu yüzdendir.İhtiyacınız olmayan
şeyleri yemek sizin için sadece ve sadece bir yüktür. Unutmayın, yolun
başında yüklerinizden kurtulmak için bu kararı verdiniz. :)
Böyle konuştuğum zaman adeta bir besin Hitler'i gibi durduğumun
farkındayım ancak size bir itirafta bulunayım ki; hayatta en istemediğim
şey verdiğim kiloları geri almak. Bunun için çok çaba sarfettim.
Kendimi çok eğittim ve devam ediyorum. Dolayısıyla kendinize bir "dur"
mekanizması edinmezseniz, bu besin Hitler'i olmayı gerektirse de,
gerçekten kilo almak, lanet olsun ki çok kolay.
Henüz Türkiye'de yok ancak Youtube'da gastric bypass vloglarını
incelerseniz uzun dönemde kilo almanın -nispeten- ne kadar
kolaylaştığından yakınanları göreceksiniz. Bu yüzden yeni beslenme
stilinizi sağlıklı oluşturmanız üzerinde bu kadar duruyorum.
Dönelim dengeli öğünlere.
Vücudunuzun temel olarak gereksinim duyduğu başlıca besin kalemi
proteinlerdir. Yağ veya karbonhidrat olmadan hayatınızı (en azından
belli bir süre) sürdürebilirsiniz ancak protein yoksunluğu vücudunuz
için tam bir yıkım olacaktır. Özellikle yoğun stress ve travma
dönemlerinde vücudun protein ihtiyacı önemli bir biçimde artar. Ameliyat
da major bir müdahale olduğu için ameliyat sonrası daha çok proteine
ihtiyaç duyacaksınız. Sıvı ve püre beslenmesinde proteine kavuşmak bir
nebze daha zordur. Bu nedenle bu dönemlerde özellikle buna dikkat
etmelisiniz.
Nedir başlıca proteinler? Proteinler hayvansal ve bitkisel olarak ikiye
ayrılsa da (veganlar için kötü haber) başlıca ve en iyi işlenebilir
protein kaynağı hayvansal olanlardır. Yine de bitkisel kaynaklıları da
es geçmemek gerekir diye listeye alacağım.
Hayvansal Proteinler
-Yumurta
-Et
-Tavuk
-Balık
-Süt
-Peynir
Bitkisel Proteinler
-Mercimek
-Kuru fasulye
-Nohut
-Fındık
-Bulgur
-Tam buğday ekmeği
[Daha sonra ameliyat sonrası için
tarifler ve listelerde konuya gireceğim ancak ameliyatınızın erken
dönemlerinde protein alacağım diye sakın ha mercimek yemeği, kuru
fasulye, nohut, bulgur gibi ağır şeyler yemeyin. Bunu yapmayacağınızı
tahmin ediyorum ancak yine de uyarmak istedim. Bunlar hem gaz yapıcılar,
hem de erken dönem ameliyatlılar için tehlikeli besinlerdir.]
Günde aldığınız besinin yüksek miktarı protein ağırlıklı olmalıdır. Bunu aklınızdan lütfen çıkarmayın. Gelelim kalsiyum'a. Uzun
dönemde yapılmış araştırmalar kilo kaybı ameliyatı olan kadınların -ne
yazık ki- daha çok kemik erimesi riskinde olduğunu söylüyor.
Kalsiyum zaten almamız gereken bir kalemken böylece önemi tavan yapıyor.
Kadınlar için daha önemli olsa da erkekler için de bu önemin
azımsanmaması gerektiğini düşünüyorum.
Başlıca Kalsiyum Kaynakları
-Süt
-Yoğurt
-Peynir
-Badem
-Pekmez
-Lahana
-Kuru Fasulye
-Susam
-Yumurta
-Zeytin
Yine
burada önemli olduğunu düşündüğüm bir not düşmek zorundayım ki;
ameliyatınızın özellikle erken dönemlerinde kalsiyum alacağım diye
pekmez ya da susam yemeyin, pekmez dumping yapabilir(kalorisine girmedim
bile farkettiyseniz), susam çok kalorilidir. (Emin olun bilmek bile
istemezsiniz, o derece). Lahana ve Fasulye ameliyatınızdan çok sonraları
(mesela 1 yıl) yiyebileceğiniz, belki de o zaman bile rahatsızlık
verebilecek potansiyelde besinlerdir. Uzak durmanızı öneririm.
Katı
beslenmeye geçtiğinizde tabağınızda(öğününüzde) protein kaleminden sonra
olması gereken şey kalsiyumdur. Kalsiyumdan sonra belki öğün içinde
(sebzeler) ya da dışında (meyveler gibi) alabileceğiniz vitamin
kaynakları sizin için önemlidir.
Vitaminler
Günlük hayatta yemeklerimizde kullandığımız ya da soframıza getirdiğimiz çoğu sebze ve meyve
vitamin doludur. Dolayısıyla vitamin içeren besinleri listelemek
gerekmez. Aslında doğadan gelen ve yenebilir şeylerin hiçbiri insan
vücuduna yararsız değildir. Önemli olan hangilerinin bize maksimum
yararı vereceğini seçmek ve doğru kullanmaktır. Öncelikle meyve ve
sebzenizi kesinlikle taze tüketmelisiniz. Kabuğu soyulmuş ve 1 saat
bekletilen bir portakalın vitamininin yüzde yirmisinin yok olduğunuzu
düşünürsek sebze ve meyvelerimizi taze tüketmeli, stoklu almamalı,
bittikçe az miktarlarda evimize sokmalıyız.
Ameliyattan
sonra ben meyve yemekte oldukça zorlandım. (Şu an 8.ayımı bitirmiş
olarak yazıyorum ki; hala zorlanıyorum.) O yüzden tavsiyem asla
sevmediğiniz, ağır gelen, sizi rahatsız eden bir şeyi yemeyin.
Alternatifini bulmaya çalışın. Meyve yerine ben vitaminimi sebzelerden
almaya gayret ettim hep. "Peki vücudum için gereken şekeri fruktoz
olarak almayacaksam (meyvelerden almayacaksam) nereden alacağım?"
derseniz, patates, havuç, bezelye gibi sebzelerde zannettiğinizden çok
daha yüksek miktarlarda şeker vardır ve gereken şekeri buralardan
alabilirsiniz. Ben öyle yaptım. :)
Ameliyat
sonrası (bu birçok hastanın ortak görüşüdür) katılara geçme sürecinde
en rahat yenen şey kabak'tır. Şişirmez, gaz yapmaz, püresi yapılır,
yoğurda bulanır, kıymalı yenebilir. Ameliyat sonrası için en hafif ve
güzel alternatiflerden biridir. Daha sonra vereceğim listelerde adını
sıkça göreceksiniz.
Karbonhidratlar
Bir
diyet için ne kadar lüzumsuz görünürse görünsün, uzun vadede
karbonhidrat almak insan vücudu için son derece önemlidir. Bizim sıkça
düştüğümüz yanlış ise karbonhidrat miktarıdır.
Günde
275-300 gr. karbonhidrat yetişkin bir insanın ihtiyacını karşılarken
ameliyattan (bypass) sonraki dönemde bizim için bu 2 yıl içinde
gerçekleşebilecek bir süreçtir. Sonuçta diyet sürecinde günlük aldığımız
miktar 60-100 gr'ı geçmemelidir. Zaten ameliyat sonrası 1. yılınıza
kadar ekmek, makarna vs türevlerini muhtemelen yiyemeyeceğiniz için
erken dönemde (6 ay) patates vbg. başka karbonhidrat kaynaklarına
yönelip açığınızı kapatabilirsiniz. 100 gr. 'ın tamamını almaya ise en
iyi ihtimalle 8 ay - 1 yıl sonra başlayabilirsiniz diye düşünüyorum.
Başlıca karbonhidratlar ise şöyledir:
-Buğday
-Mısır
-Bal
-Pekmez
-Patates
-Pirinç
-Muz
-Yer fıstığı
-Kuru üzüm
-Havuç
-Yulaf
-Bezelye
-Arpa
-Çilek
-Muz
-Şalgam
-Karnıbahar
Yağlar
Duyduğumda
çok şaşırdığım bir şeyi paylaşmak isterim sizinle. Yetişkin bir insanın
günlük yağ ihtiyacı yaklaşık altı tatlı kaşığı kadar! Bu kadar az
olduğunu duyduğumda gerçekten çok şaşırmıştım. Ameliyat sonrası süreçte
tereyağı vs. gibi hayvansal yağlar yerine beslenme sisteminizi
zeytinyağı ile oluşturmanız çok yararınıza olacak. Günde 6 tatlı kaşığı
yağı şayet benim gibi -gerçek- et ve tavuk suyunu kullanıyorsanız zaten
rahatlıkla alıyorsunuzdur. Almadığınızı düşünüyorsanız sebze
yemeklerinizi pişirirken bir-iki tatlı kaşığı z.yağı/ayçiçek yağı
eklemenizde bir sakınca yok.
Ben
zeytinyağı kokusundan ve tadından oldum olası tiksinirim o nedenle
yemeklerimi maksimum yağsız, tercihen et ve tavuk suyuyla yağa gerek
olmadan pişiriyorum. (Çorba dahil.) O yüzden ayçiçek yağını da gönül
rahatlığı ile tavsiye edebilirim.
Bunun dışında kahvaltılık margarinler, katı yağlar lügatinize bile girmesin. Tavsiyem o yönde.
Unutmayın.
Midenize inecek her lokma yararınıza olsun. Siz bu dünyaya yük taşımak
için gelmediniz. Yüklerinizden kurtulmak çok zor ve bu yola
girdiniz/gireceksiniz. Bir anlık heves, nefis, lokma...Kastettiğim
bunlar değil. Bunlar herkesin hayatında zaman zaman olabiliyor. Ancak
alışkanlık haline getirmeyin. Evet, nefis sahibi ve zafiyeti olan
insanlarız ama bu nefsin de sahibi sizsiniz. Siz; ne yiyeceğinizi
seçmeye muktedirsiniz!
21 Ekim 2011 Cuma
İnin o tartının üstünden :) [Gastric Bypass sonrası 1.ay]
Hayatımı
kökten değiştirecek, güzelleştirecek ve iyileştirecek adımı attıktan
sonraki en zor 7 gün geride kalmıştı. Ameliyat olup bitmişti,
sapasağlam, komplikasyonsuz, mutlu mesut evimizin yolunu tutmuştuk. Her
ne kadar kaldığımız hastane gerek hijyen, gerekse insanların tavrı
olarak gayet güzel olsa da insan elbette evini, düzenini, hatta zaman
zaman düzensizliğini bile arıyor. Hangimiz bir kez olsun dışarıdan eve
girince "İnsanın evi gibisi yok." dememişizdir ki? :)
Ameliyattan sonra evime geldip her zamanki koltuğuma yerleştiğimde ilk düşündüğüm şey, hayatımda ne kadar büyük bir devri kapatıp, ne kadar büyük bir devri açtığım oldu. Kendi çapımda, kendi hayatım için bir devrim yapmış, bir başkasına katlanılamaz yahut olağanüstü gelebilecek riskleri almış ve yeni bir yaşam biçimine kucak açmıştım. İyileşecektim, iyileşeceğimi biliyordum ve arkamdaki defterleri ne pahasına olursa olursa olsun kapatacaktım.
Eve geldiğim gün doktorumun öğüdünü tutup biraz dinlendikten sonra hemen yürüyüşe çıktık. Bir kolumda annem ve bir kolumda Kadriye ablam, evin yakınlarındaki markete kadar gidip geldik. Çok yavaş adımlarla ve arada uzun molalar vererek de olsa yürüdüm.( Aşağı yukarı 250 mtr.) Bu tip ameliyatlardan sonra belki de en önemli şeylerden biri hareket etmek, yürüyüş vs.
Bu konuda özellikle ameliyatınız erken dönemlerinde doktorunuzun ağzına bakmanızı ve HER DEDİĞİNİ uygulamanızı tavsiye ederim. Bugün sıfır komplikasyonla ayaktaysam bunu gerçekten de doktorumun dediklerini harfiyen yapmama borçlu olduğumu düşünüyorum. Unutmayın ki doktorunuz ne kadar iyi, güvenilir ve ehil olursa olsun eğer siz hasta olarak istekli, bilinçli ve yardımcı olmazsanız sonuç almanız o kadar gecikir ve sorun yaşarsınız.
Bu dönemdeki önceliklerinizden birisi ise doğru beslenme. Ben doktorumun internet sitesindeki beslenme planını adım adım takip ettim. İlk bir haftamı sadece sıvı beslenerek geçirdim. Neydi bu sıvılar?
*Su
*Açık çay
*Suyla karıştılmış (yoğunluğu azaltılmış) GERÇEK meyve suları
*Terbiyeli tavuk suyu (Şehriyeli tavuk suyuna çorbanın şehriyesiz halini düşünün)
(Korkmayın bu sadece ilk bir hafta-on gün yiyecek planı. Bir haftanız dolduğunda genellikle daha ehven şeylere geçiyorsunuz. Kıvamı koyu olmayan, gaz yapmayan ve tanesiz çorbalar baştacınız oluyor.)
Normalde bu dönemde yağsız süt ve ayran içebilmeniz gerekiyor ama doktorum ilk 10 gün bunları içmememi söylemişti zira gaz sancılarım oluyordu ve malumunuz süt de ayran da gaz yapar. Şayet ameliyatınızdan sonra gaz probleminiz oluyorsa süt ve ayran konusunda temkinli olmanızı öneririm.
İlk bir hafta-on gün sonrası dönem:
Aşağıda vereceğim linkte doktorum Doç.Dr.Halil Coşkun'un gastric bypass sonrası için hazırladığı beslenme planını göreceksiniz. İncelemenizi tavsiye ederim.
http://www.obezitecerrahisi.com/story/gastric_bypass_ameliyati_sonrasi_beslenme_plani
Şunu çok net söyleyebilirim ki ameliyattan sonraki dönemler içerisinde en çok sıkılacağınız dönem budur. Yeme - içmenin hayatınızdan ne kadar çok zaman çaldığını anlayacaksınız. Resmen bomboş kalacaksınız. Paniklemeyin! Hepimizin başına geliyor :)
İkinci sıkıntınız da (bünyeye göre değişmekle birlikte) gaz sıkıntısı olacak. Bu yüzden misafir kabul etmemenizi yahut çok kısa yanlarında kalmanızı önereceğim. Geğirme bu bir ay içerisinde adeta bir yaşam biçimi olacak sizin için. Keza gaz çıkarmak da öyle. ASLA ve ASLA bunları tutmayın. Şayet ev doluysa kaçın, yatak odasına, balkona kaçın ve işinizi görün. Sağlığınız için bunları yapabilmeniz çok önemli. Şayet tutarsanız ya da tutmaya çalışırsanız "çıkmayan gaz sancısı" ile kıvranabilirsiniz ve inanın bana bunu yaşamak istemezsiniz. Bir gaz sancısı gecesi kalp krizi geçiriyorum sanıp az kala acilde alıyordum soluğu. Yapmayın, etmeyin.
Günlük yürüyüşlerinizi ihmal etmeyin. Kısa mesafelerle başlayıp, her gün biraz arttırarak yürüyüşe devam edin. Zamanla yürüyüşünüzün, nefesinizin açıldığını ve daha iyi yürüyebildiğinizi göreceksiniz. Bu hem dolaşım sisteminiz açısından, hem de ameliyat sonrası egzersizi olarak muhteşemdir. (Açık ameliyat olanların bir süre daha istirahat etmesi gerekibilir, doktorunuza danışın bu mevzuyu. Ben laparoskopik ameliyat için yazıyorum elbette:)
ASLA kaçamak yapmaya çalışmayın. Zaten teknik olarak yiyemezsiniz ama "taneli şeylerden yiyeyim, bir şey olmaz." demeyin. Ameliyatınızın hemen sonrasında mideniz hem küçük, hem de ödemden şiş olacağı için taneli yiyecekler tıkanmanıza sebebiyet verebilir.
İnin o tartının üstünden!
Biliyorum çok zor zira unutmayın ki bunları yaşayıp yazıyorum, demek ki ben de bir çoğunu yaptım :) İnin o tartıdan. Kaç gram verdiğiniz sizde saplatı olmasın. Tartınızı eskitmenin bir anlamı yok. Mümkün mertebe odağınızı değiştirmeye çalışın. Her sabah kahvaltıdan önce ve tuvalete gittikten sonra alacağınız sonuç, en kesin sonuçtur. ASLA geceleri tartılmayın. Kıyafetle tartılmayın, durduk yere asabınız bozulur. Bunları okuyup "hee, hee yaparı" deyip tartıya koşmayın, bak ne diyorum, yapmayın :) (Biliyorum, yapacaksınız :)
Kendinizi başka ameliyatlılarla kıyaslamayın!
Gerek hastanede tanışacağınız, gerek internette rastladığınız ameliyatlı arkadaşlarınızla (ameliyatınız aynı gün olmuşsa ve aynı kilodaysanız dahi) kendinizi, yedikleriniz, yiyemediklerinizi kıyaslayıp bunlaıma girmeyin. Unutmayın ki herkesin metabolizması farklı. Kimi hızlı, kimi yavaş kilo veriyor. "Şu kadar ay oldu, o x kilo vermiş, ben y diye kendinize hayatı zehir etmeyin."
İlk bir hafta-on gününüz geçince yüksek ihtimalle ilk kontrolünüz için doktorunuza görünecek ve yeni beslenme listenizi alacaksınız. Artık yavaş yavaş akıcılığı arttırılmış (cıvık) püreleri ve koyu kıvamlı çorbaları içebilirsiniz. Yine de net yiyecek, içecek listeniz için doktorunuza danışmayı ihmal etmeyin.
Bu dönemde tavuk suyu, içebiliyorsanız et suyu'na (yağı alınmış da olsa et suyu içemedim ben mesela) yapılmış orta kıvamlı çorbalar hayatınızı kurtaracaktır. Protein açısından zengin oldukları için doğru beslenmenizi sağlarlar. Unutmamanız gereken şey gaz yapıcı her nevi gıdadan uzak durmaktır. (Mercimek, ezogelin vs. gibi)
Kalsiyum değerleriniz açısından muhakkak süt içmelisiniz. Seçtiğiniz süt diyet (yağı alınmış ) olsun. Gaz yapmaması için bu dönemde ılık ya da sıcak içmenizi tavsiye ederim. Şayet içemiyorsanız mesela domates çorbanıza bir miktar lor peyniri koyup rondoda çekip için. Kalsiyum eksiğinizi tamamlayın.
Taburcu olduunuz zaman size bir kısım vitamin yazılacaktır. (Yazılması gereklidir) Bunlardan başlıcası demir, b12 enjeksiyonu, multivitamin ve kalsiyum'dur. Doktorunuz gerekli görürse bunları azaltıp çoğaltabilir. Doktorunuzun verdiği kadar vitamini HER GÜN aldığınıza emin olun. Vitamin eksikliği uzun dönemde vücut için tehlikeli ve yıpratıcıdır.
Şehir efsanelerinden ve yalanlardan uzak durun!
Sosyal medyayı takip eden biriyseniz ameliyatlı kişilerden bazılarından "Bir çorbayı dört saatte içiyorum." vs. gibi şeyleri sıkça duyacak ve bunalıma gireceksinizdir. Ben girmiştim. Bir çorbayı dört saatte içmiyorsunuz, korkmayın. Evet başlarda bir öğününüz (yaklaşık bir küçük çay bardağı kadar) 25 dk ila 45 dakika arası sürebiliyor ama saatler sürmüyor. Her duyduğunuza itibar etmeyin lütfen.
ASLA eski yeme-içme siteminizdeymiş gibi davranmayın. Aceleniz yok. Suyunuzu kafanıza dikmeyin. (tıkanırsınız) İçeceklerinizi küçük yudumlarla ve yavaş yavaş için. Yiyeceklerinizi küçük yudumlarla alın.
Ve tebrikler! Birinci aynınız bitti! En sıkıntılı dönemi göz açıp kapayıncaya kadar atlattınız, süpersiniz, kutlayın kendinizi ve inin o tartının üstünden! Hooop kime diyorum! :)))
[Aşağıdaki fotoğraf birinci ay kontrolüm sırasında, hastane bahçesinde çekildi. Yaklaşık (inanın tam hatırlamıyorum 15 kilo kadar vermiştim. 130 kiloyla başlayınca farkedilmiyor bile 15 kilo, devede kulak kalıyor ancak veri olsun, merakınızı gidersin diye koyuyorum]
[Ameliyatla ilgili aklınıza takılan sorular için bana her türlü mecradan ulaşabilir, yazabilirsiniz. ]
Ameliyattan sonra evime geldip her zamanki koltuğuma yerleştiğimde ilk düşündüğüm şey, hayatımda ne kadar büyük bir devri kapatıp, ne kadar büyük bir devri açtığım oldu. Kendi çapımda, kendi hayatım için bir devrim yapmış, bir başkasına katlanılamaz yahut olağanüstü gelebilecek riskleri almış ve yeni bir yaşam biçimine kucak açmıştım. İyileşecektim, iyileşeceğimi biliyordum ve arkamdaki defterleri ne pahasına olursa olursa olsun kapatacaktım.
Eve geldiğim gün doktorumun öğüdünü tutup biraz dinlendikten sonra hemen yürüyüşe çıktık. Bir kolumda annem ve bir kolumda Kadriye ablam, evin yakınlarındaki markete kadar gidip geldik. Çok yavaş adımlarla ve arada uzun molalar vererek de olsa yürüdüm.( Aşağı yukarı 250 mtr.) Bu tip ameliyatlardan sonra belki de en önemli şeylerden biri hareket etmek, yürüyüş vs.
Bu konuda özellikle ameliyatınız erken dönemlerinde doktorunuzun ağzına bakmanızı ve HER DEDİĞİNİ uygulamanızı tavsiye ederim. Bugün sıfır komplikasyonla ayaktaysam bunu gerçekten de doktorumun dediklerini harfiyen yapmama borçlu olduğumu düşünüyorum. Unutmayın ki doktorunuz ne kadar iyi, güvenilir ve ehil olursa olsun eğer siz hasta olarak istekli, bilinçli ve yardımcı olmazsanız sonuç almanız o kadar gecikir ve sorun yaşarsınız.
Bu dönemdeki önceliklerinizden birisi ise doğru beslenme. Ben doktorumun internet sitesindeki beslenme planını adım adım takip ettim. İlk bir haftamı sadece sıvı beslenerek geçirdim. Neydi bu sıvılar?
*Su
*Açık çay
*Suyla karıştılmış (yoğunluğu azaltılmış) GERÇEK meyve suları
*Terbiyeli tavuk suyu (Şehriyeli tavuk suyuna çorbanın şehriyesiz halini düşünün)
(Korkmayın bu sadece ilk bir hafta-on gün yiyecek planı. Bir haftanız dolduğunda genellikle daha ehven şeylere geçiyorsunuz. Kıvamı koyu olmayan, gaz yapmayan ve tanesiz çorbalar baştacınız oluyor.)
Normalde bu dönemde yağsız süt ve ayran içebilmeniz gerekiyor ama doktorum ilk 10 gün bunları içmememi söylemişti zira gaz sancılarım oluyordu ve malumunuz süt de ayran da gaz yapar. Şayet ameliyatınızdan sonra gaz probleminiz oluyorsa süt ve ayran konusunda temkinli olmanızı öneririm.
İlk bir hafta-on gün sonrası dönem:
Aşağıda vereceğim linkte doktorum Doç.Dr.Halil Coşkun'un gastric bypass sonrası için hazırladığı beslenme planını göreceksiniz. İncelemenizi tavsiye ederim.
http://www.obezitecerrahisi.com/story/gastric_bypass_ameliyati_sonrasi_beslenme_plani
Şunu çok net söyleyebilirim ki ameliyattan sonraki dönemler içerisinde en çok sıkılacağınız dönem budur. Yeme - içmenin hayatınızdan ne kadar çok zaman çaldığını anlayacaksınız. Resmen bomboş kalacaksınız. Paniklemeyin! Hepimizin başına geliyor :)
İkinci sıkıntınız da (bünyeye göre değişmekle birlikte) gaz sıkıntısı olacak. Bu yüzden misafir kabul etmemenizi yahut çok kısa yanlarında kalmanızı önereceğim. Geğirme bu bir ay içerisinde adeta bir yaşam biçimi olacak sizin için. Keza gaz çıkarmak da öyle. ASLA ve ASLA bunları tutmayın. Şayet ev doluysa kaçın, yatak odasına, balkona kaçın ve işinizi görün. Sağlığınız için bunları yapabilmeniz çok önemli. Şayet tutarsanız ya da tutmaya çalışırsanız "çıkmayan gaz sancısı" ile kıvranabilirsiniz ve inanın bana bunu yaşamak istemezsiniz. Bir gaz sancısı gecesi kalp krizi geçiriyorum sanıp az kala acilde alıyordum soluğu. Yapmayın, etmeyin.
Günlük yürüyüşlerinizi ihmal etmeyin. Kısa mesafelerle başlayıp, her gün biraz arttırarak yürüyüşe devam edin. Zamanla yürüyüşünüzün, nefesinizin açıldığını ve daha iyi yürüyebildiğinizi göreceksiniz. Bu hem dolaşım sisteminiz açısından, hem de ameliyat sonrası egzersizi olarak muhteşemdir. (Açık ameliyat olanların bir süre daha istirahat etmesi gerekibilir, doktorunuza danışın bu mevzuyu. Ben laparoskopik ameliyat için yazıyorum elbette:)
ASLA kaçamak yapmaya çalışmayın. Zaten teknik olarak yiyemezsiniz ama "taneli şeylerden yiyeyim, bir şey olmaz." demeyin. Ameliyatınızın hemen sonrasında mideniz hem küçük, hem de ödemden şiş olacağı için taneli yiyecekler tıkanmanıza sebebiyet verebilir.
İnin o tartının üstünden!
Biliyorum çok zor zira unutmayın ki bunları yaşayıp yazıyorum, demek ki ben de bir çoğunu yaptım :) İnin o tartıdan. Kaç gram verdiğiniz sizde saplatı olmasın. Tartınızı eskitmenin bir anlamı yok. Mümkün mertebe odağınızı değiştirmeye çalışın. Her sabah kahvaltıdan önce ve tuvalete gittikten sonra alacağınız sonuç, en kesin sonuçtur. ASLA geceleri tartılmayın. Kıyafetle tartılmayın, durduk yere asabınız bozulur. Bunları okuyup "hee, hee yaparı" deyip tartıya koşmayın, bak ne diyorum, yapmayın :) (Biliyorum, yapacaksınız :)
Kendinizi başka ameliyatlılarla kıyaslamayın!
Gerek hastanede tanışacağınız, gerek internette rastladığınız ameliyatlı arkadaşlarınızla (ameliyatınız aynı gün olmuşsa ve aynı kilodaysanız dahi) kendinizi, yedikleriniz, yiyemediklerinizi kıyaslayıp bunlaıma girmeyin. Unutmayın ki herkesin metabolizması farklı. Kimi hızlı, kimi yavaş kilo veriyor. "Şu kadar ay oldu, o x kilo vermiş, ben y diye kendinize hayatı zehir etmeyin."
İlk bir hafta-on gününüz geçince yüksek ihtimalle ilk kontrolünüz için doktorunuza görünecek ve yeni beslenme listenizi alacaksınız. Artık yavaş yavaş akıcılığı arttırılmış (cıvık) püreleri ve koyu kıvamlı çorbaları içebilirsiniz. Yine de net yiyecek, içecek listeniz için doktorunuza danışmayı ihmal etmeyin.
Bu dönemde tavuk suyu, içebiliyorsanız et suyu'na (yağı alınmış da olsa et suyu içemedim ben mesela) yapılmış orta kıvamlı çorbalar hayatınızı kurtaracaktır. Protein açısından zengin oldukları için doğru beslenmenizi sağlarlar. Unutmamanız gereken şey gaz yapıcı her nevi gıdadan uzak durmaktır. (Mercimek, ezogelin vs. gibi)
Kalsiyum değerleriniz açısından muhakkak süt içmelisiniz. Seçtiğiniz süt diyet (yağı alınmış ) olsun. Gaz yapmaması için bu dönemde ılık ya da sıcak içmenizi tavsiye ederim. Şayet içemiyorsanız mesela domates çorbanıza bir miktar lor peyniri koyup rondoda çekip için. Kalsiyum eksiğinizi tamamlayın.
Taburcu olduunuz zaman size bir kısım vitamin yazılacaktır. (Yazılması gereklidir) Bunlardan başlıcası demir, b12 enjeksiyonu, multivitamin ve kalsiyum'dur. Doktorunuz gerekli görürse bunları azaltıp çoğaltabilir. Doktorunuzun verdiği kadar vitamini HER GÜN aldığınıza emin olun. Vitamin eksikliği uzun dönemde vücut için tehlikeli ve yıpratıcıdır.
Şehir efsanelerinden ve yalanlardan uzak durun!
Sosyal medyayı takip eden biriyseniz ameliyatlı kişilerden bazılarından "Bir çorbayı dört saatte içiyorum." vs. gibi şeyleri sıkça duyacak ve bunalıma gireceksinizdir. Ben girmiştim. Bir çorbayı dört saatte içmiyorsunuz, korkmayın. Evet başlarda bir öğününüz (yaklaşık bir küçük çay bardağı kadar) 25 dk ila 45 dakika arası sürebiliyor ama saatler sürmüyor. Her duyduğunuza itibar etmeyin lütfen.
ASLA eski yeme-içme siteminizdeymiş gibi davranmayın. Aceleniz yok. Suyunuzu kafanıza dikmeyin. (tıkanırsınız) İçeceklerinizi küçük yudumlarla ve yavaş yavaş için. Yiyeceklerinizi küçük yudumlarla alın.
Ve tebrikler! Birinci aynınız bitti! En sıkıntılı dönemi göz açıp kapayıncaya kadar atlattınız, süpersiniz, kutlayın kendinizi ve inin o tartının üstünden! Hooop kime diyorum! :)))
[Aşağıdaki fotoğraf birinci ay kontrolüm sırasında, hastane bahçesinde çekildi. Yaklaşık (inanın tam hatırlamıyorum 15 kilo kadar vermiştim. 130 kiloyla başlayınca farkedilmiyor bile 15 kilo, devede kulak kalıyor ancak veri olsun, merakınızı gidersin diye koyuyorum]
[Ameliyatla ilgili aklınıza takılan sorular için bana her türlü mecradan ulaşabilir, yazabilirsiniz. ]
16 Ağustos 2011 Salı
İşte karşınızda büyük gün! [20.04.2011 Mgb Doç.Dr.Halil Coşkun]
Belki
birçoklarına garip gelecektir ama hayatımda hemen hemen hiç ölüm
korkusu yaşamadım ben. Belki hayatımın major hastalıklar ve ölüme çok
paralel gitmesinden, belki acıya alışmaktan, belki de yetiştiriliş
tarzından, bilemiyorum.
17 Nisan 2011 gecesi
ameliyattan önceki son canlı yayınımı yaptım. Yayının sonuna kadar
gayet sağlam, heyecansız ve itidalli olan ben, dinleyicilerimden
helallik istediğim anda dayanamadım ve ağladım. Bu yaşadığım ölüm
korkusu değil, bu kadar sevilmenin verdiği mutluluktu belki. Yazdığım
her platformda, tüm sosyal medya araçlarında ameliyatımdan bahsettim ve
helallik istedim. [Hak helal etmek benim için hep önemli bir mevzuydu,
hala da öyle.] Pazar gecesi yatağıma yattığımda arkamda yüzlerce hatta
binlerce insanın duası olduğunu biliyordum.
Hayatta bazı şeyleri
bilirsiniz, hissedersiniz ama ispat edemezsiniz. Doktoruma olan
güvenimin yanısıra ameliyattan sağ ve sağlıklı çıkacağıma adımın Başak
olduğuna emin olduğum kadar emindim. Bunu o kadar kuvvetli hissediyordum
ki...Bu ameliyat benim ikinci doğumum olacaktı. Buna kalben emindim ama
ispatım elbette yoktu.
18.04.2011 Pazartesi
sabahı erkenden hastanedeydik.[Bezmialem Vakıf Gureba] 1.71 boy-130
kiloyla, yandaş onlarca hastalıkla beri yandan onlarca tonluk umutla
hastaneye yatmıştım. Bir yandan evrak işini hallederken bir yandan da
son morbid obez kahvaltımı ediyordum. İki adet poğaça. İtiraf etmeliyim
ki normalde rahatlıkla en az 3-4 poğaça yerdim ama sanıyorum heyecandan
yiyememiştim.
Normal insanlar gibi
bir çanta ile bir yere gitme huyum olmadığından sanki hastaneye değil
de Antalya'ya tatile gitmişim gibi yerleşiyorduk odaya. İtiraf ediyorum
biz ailece çok abartmıştık! Allahtan hastanelerde "özel oda" kavramı
vardı da başka insanları rahatsız etmeden yerleşebildik.
Ameliyat öncesi rutin testler yapılıyordu bir yandan. Her şey yolunda gözüküyordu. Oldukça meşgul olmasına rağmen sevgili doktorum Halil bey bu süreçte beni hiç yalnız bırakmadı diyebilirim. Ne zaman biraz gerginleşsem artık hissediyor muydu yoksa tesadüf müydü bilemiyorum ama şak diye odanın kapısında o muhteşem güleryüzüyle beliriyordu. Pazartesi günü bana tembihlenen en önemli şey artık şu saatten sonra katı bir yiyecek yememem gerektiği idi. [ Buna ameliyattan önce benden başka uyan yokmuş, ben uymuştum ve içim gayet rahattı. Lütfen size söylenen zamandan itibaren ASLA katı bir şey yiyip içmeyin. Ufak bir kaçamak dahi ameliyatınız ve daha önemlisi hayatınızı tehlikeye atabilir zira mide-bağırsak ameliyatı oluyorsunuz. Çıldırmayın :)] Dolayısıyla aralarda sürekli çorba ve ayran içiyordum.
Pazartesinden Salı
gecesine kadar zaman geçmek bilmedi. Ailemle her yapılan son testte
dokuz doğurduk. Ameliyat sabahına kadar hep ayaklarım sorun çıkaracak
diye korktum ne yalan söyleyeyim. Nihayet Salı günü olduğunda doktorum
bu işi de ele almış ve ayaklarıma ultrason çektirmişti. O an stressle
dolup taşsam da çıkan sonuç -ameliyata engel değildir- olunca ailecek gözyaşları içinde sarıldık birbirimize. Benimle birlikte her adımda onlar da rahatladı, derin bir oh çekti.
Nihayet Salı akşamı
olmuştu. Ameliyat için gerekli olan emboli çoraplarımı giymiş, triflomu
başucuma koymuş sanki hiç heyecanlanmıyormuş gibi yapmaya çalışıyordum.
Sayfalarca kağıt imzalamış, yüzlerce kişiyle konuşmuş, artık zamanın
geçmesini bekliyordum. Tam bu sırada -yine adeta hissetmiş gibi- sevgili
doktorum geldi odaya ve sanıyorum ameliyattan önce son konuşmamızı
yaptık. O'nun pırıl pırıl pozitif enerjisinden sonra zaten kötü şeyler
düşünmem olanaksızdı ve düşünmedim de.
Ameliyat Sabahı
Ameliyat sabahı sabah
06:00'da yatakta dikilmiştim. Heyecan değil ama garip bir boşluk
hissediyordum. Aşağı inip hava almak istedim. Annem kalktığımı hissetti
sanırım, şak diye gözlerini açtı hemen. Aşağıya indik annemle. Gün yavaş
yavaş doğuyordu. Son -hasta- nefeslerimi alıyordum. Sürekli aklımda şu
vardı : Bana bir şey olursa - ki olmayacağını hissediyordum kimse
kendini sorumlu ya da suçlu hissetmesin.. Bunu ameliyat sabahı anneme ya
da doktoruma söylemem pratikte can acıtırdı ama anneme söyledim. Ne
doktorumu ne de annemi gereksiz ruhsal bir yükle ardımda bırakmak
niyetinde değildim.
Yukarı çıktık ve ameliyat
saatini beklemeye başladık. Saat 8:00 diye planlanmıştı ameliyatım. Saat
7:30 sularında ameliyat için giyeceğim önlük ve bone geldi. Beni
taşıyacak sedye de kapıya parketti. Havada oluşan melankoli
zerreciklerini neredeyse görebiliyordum. Biri duygusal bir konuşma yapsa
hepimiz hüngür hüngür ağlayacaktık. Saat gelene kadar uyumaya karar
verdim. Aslında sadece gözlerimi kapatmış hayatımı düşünüyordum,
sevdiklerimi. Bu zamana kadar benim yüzümden, hastalıklarım yüzünden
yaşadıklarını. Geçecek diyordum, bugün bittiğinde hepsi geçecek....[Kısa bir ağlama molası yine]
Nihayet vakit geldi.
O abuk subuk önlüğümsü şeyle sedyeye binmeye çalışmak gerçekten zordu
ve giderayak kahkaha krizlerine girmeme sebep oldu. Annem sedye
asansörüne kadar yanımda geldi. Kendimi zor tutuyordum. Bir adım daha
atsa ağlayacaktım. Anneme o saniyeye kadar "Hakkını helal et."
diyememiştim, o saniye ağzımdan döküldü. "Hakkını helal et annecim, seni
seviyorum!" Annem elimi tuttu ve "Helal olsun, ben de seni seviyorum
kuzum." dedi. Adeta türk filmlerindeki gibi bir sahneydi ve sedyeyi
götüren arkadaşın bile gözleri doldu...
Asansörde kendimi
toparlamaya çalışıyordum zira doktorumun son görmesini istediğim şey
zırl zırıl ağlayan bir Başak'tı. Netekim toparlandım da. Ameliyathane
katına geldiğimizde beni başka biri devraldı ve bekleme alanı gibi bir
yere parketti (sedyeyi durdurma fiili nedir bilemiyorum, o yüzden
parketti uygun geldi) Biraz ötemde yaşlı bir amca vardı fıtık
ameliyatına girecek, onunla biraz sohbet ettikten sonra zaman geldi ve
ameliyathaneye geçtik.
Şimdi biraz manyak
olduğumu düşüneceksiniz ama ben oldum bittim ameliyathaneleri severdim.
Uzay gemisi gibilerdi, hep ilgimi çekerdi. Geceleri boş vaktim olduğunda
ameliyat izlerdim hep. (Böyle kadın olmaz olsun dediğinizi duyar gibiyim)
Kendi olacağım
ameliyatı defalarca seyretmiştim ameliyata girmeden. Hatta kullanılacak
aletleri bile internetten incelemiştim. Dolayısıyla etraftaki ıvır
zıvıra yabancı değildim. Ameliyat masasına geçtim, bir yandan da
anestezi uzmanıyla sohbet ediyorduk. Gerçekten çok soğuktu, o kadar
soğukta titremeden iğne yapmak bile büyük başarıyken koskoca ameliyatlar
yapılıyordu. Sektöre saygım bir kez daha arttı.
Sonunda anesteziyi
alacağım ana gelmiştik. Bana uzak gelen ama aslında yakın bir mesafeden
(ameliyathane ortamı) doktorumu gördüm. Artık gönül rahatlığyla kendimi
bırakabilirdim. Kendime iyi uçuşlar diledim. 5-4-3...1'i sayamadan
narkoz çayırlarında hopluyordum bile :)
Başaaak,başaaak,başaaak,başaaak...İçimden
cevap vermeye çalışıyordum, Gayet de "efendim" dediğimi sanıyordum ama
muhtemelen "neeöööee" gibi bir ses çıkardım. Yarım yamalak bozuk bir
algıyla başımda dikilen yemyeşil bir adam hatırlıyorum. Koluma
dokunuyor, tanıyamadığım için tepki veremiyorum. "Iaaaayöf" gibi sesler
çıkarıyorum. Aslında demek istediğim "bitti mi?" idi.
"Ben Halil Coşkun"
diyor yeşil kıyafetli adam. Ne alakası varsa o anda "Yırttık abicim
yırttık!" repliği geliyor aklıma. "Geçti,bitti. İyisin." diyor doktorum.
O an mantıklı ve güzel çok şey söylemek istiyorum ama iki kelimeyi bir
araya getiremiyor beynim. Ağzımdan ne çıktı farkında değilim, sadece
bakışlarımla teşekkür ediyorum. Halil bey anlar diyorum, o anlar...
(Tabi teşekkür eden bakışlarla baktığımı sanıp narkozun etkisiyle
muhtemelen yavru dana gibi bakıyordum o an, olsun :)
Odaya çıkışımı ve
ilk saatleri hiç anımsamıyorum. İlk uyandığımda annem ve kuzenim
başımda, oda kalabalık. Çok fazla gürültü var. Uyumak istiyorum demeye
kalmadan tekrar uyuyorum. Acıdan ziyade hissettiğim şey uyku. Kaç sefer
böyle uyanıp uyandım hatırlamıyorum. Ara sıra biri tansiyonuma, şekerime
bakıyor. Ara sıra doktorumu görüyorum, ara sıra annemi ve kuzenimi.
Bazen babamı. O gördüklerim gerçek mi değil mi onu bile ayıramıyorum.
Tepemde bir sürü şey asılı, burnumdan ve karnımdan bir hortum çıkıyor.
[Nazogastric hortum ve dren]. Galiba altımda da bir hortum var ama ne
olduğunu kestirecek durumda değilim. Tek isteğim uyumak.
Ameliyatım 2,5 saat
sürmüş.[Uyandırma, odaya gelme derken 4,5 -5 saat elbette] Biz daha uzun
olacağını sanıyorduk. Her türlü uzama ihtimaline ve lap. ameliyatın
açığa dönme ihtimaline hazırlıklıydık. Yine de çabuk çıkmam herkesi
sevindirmişti. Ameliyatta olduğum süre boyunca sözlükten ve diğer sosyal
medya mecralarından sayamayacağım kadar çok telefon, mesaj gelmişti.
Bazı arkadaşlarım ve hatta yüzünü bile görmemiş olduğum bazı
dinleyicilerim ziyaretime geldi. (gelmiş). Bu benim ve ailem için büyük
lütuftu. Belki de insanlara iyi görünebilmek için, üzmemek için
ameliyatımın akşamı hemen ayağa kalkmak istedim. Sırtımın ağrısı ve
ameliyat kesileri dışında ne ağrım ne de acım vardı ama kimse bana
inanmıyordu.
Nihayet akşam Halil
bey bir kez daha durmumu kontrol etmek için geldi. Gayet iyiydim ama
yürümek istiyordum. "Kalkmak istiyorum hocam." dedim. "Bu gece yat
bakalım, yarın sabahtan itibaren kalkabilirsin. İstemediğin kadar
yürüteceğiz seni." dedi. Tamam bir gece yatmaya dayanabilirdim. Söz
dinledim.
Ertesi sabah
vizitten önce yine sevgili doktorum kontrole geldi ve yürüyebileceğim
müjdesini verdi. Sırt ağrım dışında kesiklerim de çok acımıyordu.
Annemin ve aile dostumuz Kadriye ablamın kollarında ayağa kalktım.
Odadan çıktık, biraz yürüdük. Vizite gelen doktorlar şaşırmışlardı.
Normalde hastalar yürümeye pek gönüllü olmuyormuş, ben kendimi atmıştım
resmen yataktan. Yürümenin bu ameliyat sonrasında ne kadar önemli
olduğunu biliyordum, sanıyorum o bilinçaltıma kazınmış.
Ameliyattan sonra en
çok yaptığım şeyler koridorda yürümek, triflo üflemek, uyumak ve
internette takılmak oldu. Çok büyük yorgunluk, bulantı, kusma hissi ve
baş dönmesi hissetmedim. Tek sorunum sırtıma ve köprücük kemiğim
civarlarına saplanan sabit gaz sancısıydı. Bu da ameliyatta
karbondioksit verdikleri için normaldi. Yaşanması beklenen ve makul
sorunları dahi yaşamadım. Bunun ameliyata çok motive olmamla ve
metabolizmamla ilgisi olabilir, bilemiyorum. Belki de sadece şanslıydım.
Her halükarda kolay bir iyileşme süreci geçiriyordum.
Ameliyattan hemen
sonra diyabet için aldığım insülinler kesilmiş, bir gün sonra da şeker
hikayem tarihe karışmış, şekerim regüle olmuştu. Ameliyatımın sanıyorum
ilk hediyesi buydu. Diyabeti yendik! Evet inanılmaz görünüyor ama oldu!
Ameliyattan hemen
sonraki süreçte beni en çok zorlayan susuzluk oldu. Serum aldığım halde
su için öldüm bittim diyebilirim. Halil bey dahil odaya giren herkese
Cuma sabahına kadar "Su istiyorum lütfeeeeeeeeeeeğn" diye yalvardım.
Cuma sabahı nihayet sevgili doktorum ya halime acıdı, ya da benden yıldı
bilemiyorum, "Yarın kaçak testinden sonra su içebilirsin." dedi.
Dünyalar benim olmuştu. Bir gün sabredebilirdim, evet.
Cuma günü aynı
zamanda Halil bey Nazogastric hortumumu da çıkardı. "İçim gıcıklanıyor
hocam." dedim. "Bu niye hala burada" dedi ve vıjt vıjt vıjt üç hamlede
çıkarttı hortumu. Ben o şeyi boğazıma kadar sanıyordum, meğerse mideme
iniyormuş! İçim gıcıklanıyor tam da uygun kelimeymiş yani :) Bu
arada hortum çekilirken canınız yanmıyor, 10 saniye bile sürmüyor,
içiniz gıcıklanıyor, o kadar. Sanki içinize kocaman bir olta atmışlar da
onu topluyorlarmış gibi. Sakın korkmayın ve hareket etmeyin işle
sırasında. Altı üstü 10 saniye :)
Ertesi
gün sabahın seherinde kaçak testi için beklemeye başladım. Metilen
mavisi ilave edilmiş suyu içecektim. Kaçak varsa drenden çıkacaktı.
Tabii ki kaçağım yoktu anca bu yine benim hissettiğim ancak tıbbi bir
ispat taşımayan şeydi. Metilen mavili suyu (tadı gerçekten çok iğrenç)
içtim. İçsel olarak tahmin ettiğim üzere kaçağım yoktu. Gün benim
günümdü. Hem kaçağım yoktu, hem de su içebilecektim. Çok küçük
yudumlarla ufak bir bardak su içtim ağlaya ağlaya, şükrederek.
Normalde çoğu zaman
otomatik olarak yaptığımız şeylerin ne kadar değerli olduğunu bir kez
daha anladım. Cumartesi günü iyice hareketlenmiş, odada duramaz
olmuştum. Şansıma hava çok çok soğuktu ve bahçeye çıkamadık, kantinde
açık bir çay içip tekrar odamıza döndük. Açık çay içmek bile bünyemde
devrim etkisi yaptı. O kadar güzeldi ki!
Pazar sabahı ikinci
kaçak testi için içinde ne olduğunu bilmediğim bir suyu (tadı metilenden
daha iğrençti) içtim ve röntgen çekildi. Daha ufak kaçak var mı emin
olmak için yapılan bu işlemden de sapasağlam çıkmıştım. Çok şükürdü, bin
şükürdü! Pazar gününün diğer kısmı pazartesiyi bekleyerek, gaz
sancıları çekerek ve her pazar yaptığım yayınımı yapamadığım için
ağlayarak geçirdim. Bu zamana kadar yayınlarımı aksatmamıştım. Bu bir
disiplin işiydi ve ben hastane yatağında buna ağlıyordum! (bkz: işkolik
bir başak burcu kadını olmak)
Nihayet beklenen gün
gelmiş, yedi günlük hastane misafirliğimin sonuna gelmiştim. Pazartesi
sabahı drenim çıkarıldı. Bu da can acıtmayan bir işlemdi. Zaten 10
saniye sürüyordu. Nefesinizi tutmanız yeterli oluyordu.
Yapacaklarım, yapmamam gerekenler son kez anlatılmış ve sıra vedalaşmaya gelmişti. Hastaneden çıkarken benim kadar geniş gülümseyen var mıydı bilemiyorum ama yeni hayatıma, diyabetsiz, nld'siz, dertsiz tasasız hayatıma attığım adımın keyfi hem benim, hem de sevgili doktorumun yüzüne yansımıştı...
Yapacaklarım, yapmamam gerekenler son kez anlatılmış ve sıra vedalaşmaya gelmişti. Hastaneden çıkarken benim kadar geniş gülümseyen var mıydı bilemiyorum ama yeni hayatıma, diyabetsiz, nld'siz, dertsiz tasasız hayatıma attığım adımın keyfi hem benim, hem de sevgili doktorumun yüzüne yansımıştı...
Artık yeni hayatımın, yeni doğumumun tadını çıkarmaktaydı sıra,
Yeni hayatım beni bekliyordu! :)
4 Ağustos 2011 Perşembe
Ameliyatınıza hazırlanırken bilmeniz gerekenler...
Varolan
probleminizin farkına varıp bir çözüm aramaya başladınız ve obezite
cerrahisiyle tanıştınız. Öncelikle obezite cerrahisi için uygun hasta
profilinde misiniz, bunu inceleyin. Nedir uygun hasta profili?
- VKİ 40 kg/m2'nin üzerinde olan veya 30-40 kg/m2 arasında olup eşlik eden hastalık durumlarında (hipertansiyon, diabetes mellitus, uyku apne send., artrit, vd.)
- 18-60 yaş arası
- Obezitenin en az 3 yıldır var olması
- Hormonal hastalıkların bulunmaması
- İlaç ve diyet tedavisine rağmen, en az 1 yıldır kilo veremiyenler
- Alkol ve ilaç bağımlısı olmamak
- Hastanın uygulanacak yöntemi anlaması ve ameliyattan sonra uyum sağlayabilecek durumda olması
- Kabul edilebilir ameliyat riski
[ *İlgili şartlar Doç.Dr.Halil Coşkun'un internet sitesinden kopyalanmıştır. ]
Obezite
cerrahisi hastası kriterlerine uyuyorsunuz ve sizin için en uygun
cerrahı da buldunuz. Tebrik ederim! Hekiminizle, size uygun ameliyat
tipini istişareler ile belirlediniz ya da tahlil sürecine bıraktınız.
Peki nedir bu noktadan sonra bilmeniz gerekenler?
Öncelikle
hekiminiz sizden (ameliyat tipine göre değişkenlik göstermekle
birlikte) bir kısım tahlil ve test isteyecek. Tahlilleriniz ve
testleriniz yapılmadan, anesteziye girmeniz olanaksızdır. Olacağını
sanmıyorum ama sizden tahlil istemeyen bir hekim ile asla bu yola
çıkmayın. Unutmayın sizden istenen tahliller sizin genel durumunuz,
doktorlarınızın olası şüpheleri ve seçtiğiniz ameliyat tipine göre
değişkenlik gösterebilir, artabilir yahut azalabilir. [Ekg,
endoskopi/gastroskopi, akciğer grafisi, tam kan tahlili, uyku testi,
endokrinoloji ve anestezi onayı temel tahlil/testlerinizdir.]
Tahlil
süreciniz bittikten sonra sıra anestezi onayına gelecektir. Genellikle
anestezi onayı en sona kalan işlem olur. Anesteziden onay da aldıktan
sonra derin bir oh çekebilirsiniz. Artık hekiminize ve size uygun bir gün için takvim karşılaştırma zamanı!
Ameliyat
gününüzü aldınız, mutlusunuz, heyecanlısınız. Peki ya şimdi neler
yapmalısınız? Öncelikle "Nasılsa ameliyat olacağım, yedikçe yiyeyim."
demeseniz iyi olur zira ameliyata ne kadar (nispeten) hafif girerseniz,
ameliyatınız o kadar rahat geçer. Biraz çelişkili göründüğünün
farkındayım ama güvenin bana, bu böyle :) [Malesef ben bunu yapamadım ve
ameliyattan önce neredeyse dünyayı yedim. Avantajım ise ameliyat
günümden çok yakın bir zaman öncesi tarihimi kararlaştırdık ve neyse ki
"Başak ve diğer yarısı" biçimine gelmeden ameliyat tarihim gelmişti
bile.]
Ameliyatınıza
kadar geçecek sürede egzersiz yapmaya çalışın. Bunun da çelişkili
durduğunun farkındayım ama ne kadar formda olursanız ameliyat o kadar
rahat geçecektir.
Kilo
kaybı ameliyatlarının en büyük handikapı zaten ameliyat olacak hastanın
obez/morbid obez olması ve değerlerinin stabil olmamasıdır. Aslında
olası riskin ve komplikasyon olasılıklarının ana sebebi budur. O yüzden
ameliyata olabildiğince (elden geldiğince) formda girmeniz sizin ve
elbette doktorunuzun yararınadır.
Şayet
sigara içiyorsanız (ki içmeyin) derhal sigarayı bırakmalısınız. Sigara
genel zararının yanısıra -her türlü- ameliyat için risk oluşturur. [Bu
konuda da talkın verecek yüzüm yok aslında ama...]
Şayet
gerek görürse hekiminiz sizi ameliyata kadar birkaç
ilaca/vitamine/inhaler'a başlatabilir. Ameliyatınızın rahat geçebilmesi
için hekiminizin verdiği ilaçları/vitaminleri düzenli kullanın. İhmal
etmeyin.
Kendinizi bu dönemde kaosa sokacak, negatif düşünmenizi sağlayacak her kişi/etken'den uzak durun.
Gerekiyorsa (hassas bir yapınız varsa) haber dahi izlemeyin. Sizi
neşelendirecek, motive edecek şeylerle meşgul olun. Bu dönemde kimsenin
sizi üzmesine ve aklınızı karıştırmasına müsaade etmeyin. Unutmayın
bu sizin hayatınız, bu zamana kadar çektiğiniz acıyı (fiziksel/ruhsal)
siz çektiniz ve hayatınızın en önemli kararını verdiniz. İnsanların
araştırmadan yaptığı yorumlar son derece heves kırıcı olabiliyor zaman
zaman. Bu nedenle sizi neşelendirecek birşeyler bulun, gerekirse
uydurun.
Eğer
çalışıyorsanız işyerinizden ameliyatınız için (mümkünse tarih
opsiyonlu) izin alın. Tam olarak iyileştiğinizi hissetmeden işinizin
başına geçmeyin. [Tabii bunu yazmak kolay ama şu zamanın işleri için çok
mümkün olmayabilir. Siz yine de elinizden geleni yapın.]
Şişeden
ve kana kana su için. Eskiden yarım litre suyu kafama dikebilen ben,
şimdi haza hanımefendi tarzını benimsiyor ve minik yudumlar halinde su
içiyorum :)
Çoban salata yiyin. Hatta benim için de yiyin. [Bunun konuyla ilgisi yok, sadece canım çekiyor :)]
Ameliyattan
sonra bir süreliğine size refakat edecek aile bireyi ve/veya
arkadaşınız olması gerekir. Bunu ameliyatınızdan önce kararlaştırın.
Ameliyatınıza
iki - üç gün kala evinizi temizleyin/temizletin. Çamaşırlarınızı
yıkatın/ütüleyin. Arzu ediyorsanız yüz/saç bakımınızı yapın. Kendinize
güzel filmler ayarlayın, okumaktan hoşlanıyorsanız kitap alışverişi
yapın. [Ben irvin Yalom ve Atilla Atalay arası mekik dokumuştum, tavsiye
ederim.]
En
önemli ve atlamamanız gerekeni; ameliyatınızın olası sonuç, getiri ve
komplikasyonlarını öğrendiğinizden emin olun. Unutmayın ki ameliyatınız
sizin için kişisel tarihinizde bir dönem noktası ve bu önemli olaya
gereken kıymeti verin. Bunun bir avantajı da, ameliyattan sonra
varsayalım en ufak bir gaz sancısında panik olmanızı engelleyecek, sizi
durumunuza daha hakim kılacaktır.
Ameliyatınızdan
bir gün önce doktorunuzun sizden istediği ya da ameliyatınızdan sonra
kullanmanız gereken (emboli çorabı, triflo vs) edindiğinizden emin
olun.
Kişisel
temizliğinizi, bakımınızı yapın. Hastane çantanızı hazırlayın. Hastane
çantanızda [aşağı yukarı 7 gün kalmak için] olması gerekenler aşağı
yukarı şöyledir: İki-üç adet önden düğmeli, bel lastiği olabildiğince
bol pijama ya da gecelik, yeteri kadar iç çamaşırı, iki-üç çift çorap
(ayaklarınız üşüyecek, emin olun.) ıslak mendil, peçete, sıvı sabun,
kağıt havlu, normal havlu, şampuan, diş fırçası, diş macunu, diş ipi,
ağız gargarası, plastik bardak, telefonunuzun şarj aleti, kullanıyor
olduğunuz ilaçlar, kullanıyorsanız gözlük ya da lensleriniz, üşüme
derecenize göre yelek ya da hırka. Kadınlar için saç tokası/bandı,
periyodunuzun günü değilse bile stress faktörünü de hesaplayarak
hijyenik ped, gecelik giyecekseniz belden altınızı örtecek bir sabahlık.
Buraya
bir parantez daha açmak istiyorum, ihtiyacınız olacak malzemeler,
kalacağınız hastane ve odaya [ve elbette süse püse düşkünlüğünüze] göre
değişkenlik gösterecektir. Bizim hastaneye gidişimiz yaklaşık 6 çantayla
olmuştu ki tahmin edebileceğiniz üzere ben son derece süsüne, bakımına
düşkün bir insanım ancak aldığımız şeylerin hemen hemen yarısını da
kullanmadık. Emin olun ameliyattan sonra ojelerinizi değil su içme
vaktinizin gelip gelmediğini düşüneceksiniz.
Annem
ve refakatçim olduğu için ve ayrıca özel odada kalma imkanım olduğu
için ben netbook almayı tercih ettim ama hastaneye ne kadar az değerli
eşya götürürseniz, o kadar iyidir.
Yeterli miktarda nakit para. [Hastanede kredi kartıyla uğraşmak istemeyeceksiniz]
Evet
çantanız da hazır olduğuna göre bu gece hayatınızın son morbid
obez/obez uykusuna yatmanın verdiği keyifle uyuyabilirsiniz! [Heyecandan
uyuyabilirseniz tabii!]
Heeeeey! Sabah oldu! Saat çalıyor, telefon kendini yerden yere atıyor duymuyor musunuz?
Uyanın, yeni hayatınız başlıyor!
Gönderen
betty puf puf
zaman:
16:16
5 yorum:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta Paylaş
Yine
bir maceradan yenik dönmüş, yine evimin güvenli sularına, İstanbul'a
dönmüştüm. En azından artık ne yapacağım kabaca kafamda belliydi. Tek
önemli kısım bu kadar yandaş hastalıkla beni hangi hekimin kabul edip
iyileştireceğiydi. Araştırmalarıma devam ettim, bir yandan da nette
konuyla ilgisi olan herkesle konuşuyordum.
En sonunda çok büyük bir
hastanede çalışan, İstanbul'da yıldızı parlamış çok meşhur hekimlerden
birini aradım randevu için. Ne yazık ki sekreteri telefonda yarım
yamalak beni dinleyip tam 7 ay sonraya gün verdi. Bir çoğunuzun da
anladığı gibi bu en kibar haliyle beni başından savmaydı. "Risk alamıyoruz, kusura bakma." demenin arapçasıydı. Hayat boyu çeşitli yerlerde bu muameleyi o kadar çok görmüştüm ki, üzerinde durmadım.
Ameliyat olma kararı aldığım ana kadar hep söylediğim bir şey vardı. Bazı insanlar bir olay yaşarlar ve gaza gelmelerine sebep olur bu olay. Ne bileyim okulda gençler dalga geçer, kızımız bir üst sınıfa kastırıp incecik başlar. Bu ve bunun gibi binlerce örnek ve hatta film, dizi vs. vardır. Ben de kararımı verene kadar hep söylediğim şey "Bana niye böyle olmuyor, niye hiçbir şeyden gaza gelmiyorum"du. Pek tabii ki bunu "Biri gelsin, hayatımı önce lunaparka, sonra cehenneme çevirsin, ölümlerden döneyim de ancak sağlığıma kafayı takayım" baabında söylemiyordum. Heyhat kader yanlış anlamış olmalı...
Evlenmek o sıralar için düşünmediğimiz ama uzun vadede düşündüğümüz bir mevzuydu O'nunla. Sadece süreci -epeyce- hızlandıracaktık, olacak bitecekti. Her ne kadar ailesine karşı geliyor olacaksak da bir kaç yıl sonra bir bayramda seyranda, en olmadı torunları olunca affederler diye düşündük.
Ertesi sabah daha umutlu, daha yeni bir güne uyanacağımı düşünüyordum ki sabah 8:15'te kapı adeta yıkılırcasına çalmaya başladı. Aklım yerinden oynamıştı. Oldum olası ani (telefonla,kapı ziliyle) uyanmayı sevmezdim ve kapıdakine sıkı bir fırça atmak üzere sinirli sinirli kapıyı açtım. O an benim eridiğim, tansiyonumun kimbilir kaçlara düştüğü, o an sanıyorum hayatımın en kötü anlarından biriydi. Sevdiğim adamın annesi ve babası (fotoğraflarından gayet iyi tanıyordum onları) karşımda duruyordu. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemedim. Bir an, bir kısacık an karşılıklı bakıştık.
Derken benden epey kısa ve epey de zayıf(!) olan müstakbel kayınvaldem beni kapıya doğru itti. Öyle bir boş bulundum ki kapının kolunun sırtımda yaptığı morluk günlerce geçmedi. Basiretim bağlanmıştı, içeri girdiler ve kapayı kapattım. Annesi çekmeceleri karıştırmaya, babası da evi aramaya başladı. Ne aradıklarını asla bilemiyordum, şaşkınlıktan dilim tutulmuştu. Nihayet "Biz O'nun anne ve babasıyız." dedi babası. "Biliyorum" dedim. Sesim adeta miyavlar gibi çıkmıştı. Sonradan öğrendim ki harıl harıl aradıkları evlenme cüzdanıydı!
Salondaki iki koltuğa oturdular, ben de karşılarına oturdum. Bir an önce toparlanmam gerekiyordu. O'nun nerede olduğunu sordular, işyerinde olduğunu söyledim. Salonun ortasında O'nun mezuniyet fotoğrafı duruyordu. Babası buna nedenini anlamadığım biçimde çok kızdı. Zaten olan biten hiçbir şeyin nedenini anlayamıyordum ya neyse. Derken babası belini işaret edip "Bak kızım ben askerim, seni de O'nu da vuracağım, başımızı öne eğdirdiniz. Şimdi zorluk çıkarma da O'nu ara, hastayım de ve buraya gelsin. Bu dava da bitsin." dedi. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım ve ağlamaya başladım. Aklımdan saniyede milyonlarca şey geçiyordu. Tamam beni istememişlerdi ama biz işin namus ve öldürme boyutuna nasıl gelmiştik? 21.yüzyılın İstanbul'unda yaşadığım şeye kendim bile inanamıyordum.
Kendi kendime dahi hayret ederek "Kusura bakmayın ama burası İstanbul, ben O'nu hastayım diye ararsam paniğe kapılır. Bir arabanın altında kalsa ne yapacaksınız? Ben bunu yapamam, O'na yalan söyleyemem!" dedim. Bunu hıçkırıklar içinde şakır şakır ağlarken söylemiştim ve annesi "Benim malımı bana koruyor xxx'e bak!" diye ayaklandı.
Tam daha fazlasını da yaşayamam herhalde dediğim noktada annesi açtı ağzını yumdu gözünü. Önce sakinleştiğini sanmıştım. "Nerede tanıştınız?" dedi, anlattım. "Ne zamandır berabersiniz?" dedi anlattım. Derken asıl mevzuya geldi çattı annesi. Hayatım boyunca unutmayacağım, hayat boyu aklımın bir köşeesinde kalacak o tarihi konuşmayı yaptı.
"Bana bak, benim koç gibi oğlumu nasıl ikna ettin, nasıl tuzağa düşürdün? Büyülerle bilmemnelerle mi kendine bağladın bilemem. Şu kadarını söyleyeyim ben seni oğlumla yatakta bassam, kendi gözlerimle görsem oğlumun sana aşık olduğuna inanmam. Benim oğlum dengi bir kızla evlenecek ve bana torun doğuracak!"
Gözyaşlarım sicim gibi yanaklarımdan akıyordu. Sürekli, nasılsa evleneceğiz, tatsızlık çıkmasın mantığında alttan alıyordum, yoksa elbette verecek cevabım olmadığından değil. Bu esnada babasının ağzını bıçak açmıyordu. Eli belinde oturuyor ve bizi izliyordu. Ha vurdu ha vuracak diyordum içimden ama geri adım atmayacaktım. Ne olacaksa olacaktı! Bir ara tuvalete kaçıp 155'i aramayı düşündüm ama yakalarlarsa olacakları düşünmek bile istemiyordum.
"Size nasıl göründüğünü bilemiyorum ama biz yanlış bir şey yapmadık, sadece birbirimizi sevdik, çok da mutluyuz" dedim. Sanırım bu bardağı taşıran son damla olmuştu. Annesi ayağa kalkıp kolumu kavradı, ben hala oturuyordum. O pehlivan gibi bedenim utanç ve korkudan leblebi gibi kalmıştı. Kolumu sıkmaya devam ederken tarihi ikinci konuşma geldi.
"Bana baksana sen, sen hiç aynaya bakmıyor musun? Şişmansın, hastalıklısın, senin yarın öbür gün çocukların da sakat sakat doğar. Kolsuz bacaksız çocukların olur. Seni böyle, bu halde kim ister? Buldun saf, salak oğlumu yamanmaya mı çalışıyorsun? Büyü mü yaptırdın, dua mı okuttun bilmem ama sen bu işi unut!!! Oğlumun peşini bırak! "
Tek söyleyebildiğim "ama biz birbirimizi seviyoruz" du. Ağladım, çok ağladım. Bu sözler aylarca, günlerce kulağımda çınladı ve özgüvenimi yerle bir etti.
[Daha ayrıntılı ve daha çirkin konuşmalar da vardı ama amacım olayın ana fikrini anlatmak sadece, her ne kadar vaktiyle canım yansa da karşı tarafın kişilik haklarını da olabildiğince korumaya çalışıyorum aktarırken.]
Sanıyorum bana istedikleri dersi verdiklerini düşünmüş olacaklar ki O'nu yakalamaya gittiler. Kapıyı çarptılar ve gittiler. Bir an beklemeden O'nu aradım hemen. Olanları anlattım ve hemen izin alıp eve gelmesini söyledim. Onlara yakalanmasın diye trenle değil dolmuşla gelmesini de tembih ettim. Çünkü tren garına pusuya yatacaklarını duymuştum konuşmalarından. Yarım saat sonra O geldi, çok kötüydü. Ben zaten ayaklı ölü gibiydim. Bembeyaz.
Ailesi sürekli arıyordu, işyerinden kaçtığını öğrenmişlerdi. Yanımda olduğunu anladılar. Direk ailemi arayıp olan biteni anlattım. Ailelerin görüşüp bir orta yol bulması gerekiyordu. Ailem yola çıktı apar topar. [Elbette işin silah, kötek boyutunu telefonda söylememiştim].
Alel acele ne yapabileceğimizi konuştuk ve ailesi döner dönmez hemen nikahı basmaya karar verdik yalnız bir sorun vardı, yanlarına yalnız gitmeye korkuyordu. "Sen gelme ama ben seninkilerle buluşup gideyim." dedi. Tekrar ailemi aradık ve O'nun ailemle buluşması ayarlandı. Sonra da iki aile Kadıköy'de buluşup konuşacaktı. Ya da o an bizim taraf öyle sanıyordu.
[Kadıköy'de karşılıklı çay içerken olaylar tatsızlaşmış, annemin tansiyonu düşmüş, onlar uzlaşmak bir yana tekrar ikimizi de öldürme planlarından söz etmişler, bizimkiler de dellenmişti. Zaten kopmakta olan ipler iyice birbirinden ayrılmış, bir taksi çevirip O'nu tıka basa içeri atıp gitmişlerdi.]
Konuşmanın gidişatını bozmamak için telefonla arayamıyordum ama meraktan ölebilirdim. Derken saatler sonra kapı çaldı. Annem ve eşi yalnızdı. Peki ya O? O neredeydi? Bir taksiye binip götürdüler sürüye sürüye dediler. Hemen telefona sarıldım. Telefon bir türlü açılmıyordu. Meraktan deliye dönmüştüm. Bu kadar ölüm kalım muhabbetinden sonra dönmem de doğaldı. Nihayet akşama doğru telefon açıldı ve O'nun titreyen sesini duydum." xxx'deyiz, beni zorla buraya getirdiler.Bu gece konuşacağım tekrar, şimdi sakinleşmelerini bekliyorum. Bekle beni." O gecenin neredeyse her saniyesini ağlayarak geçirdim.
Sabaha kadar yolunu gözüp gözyaşı döktüğüm adam aslında gitme planları yapıyordu, bense bunu sabahın köründe işyerine açtığım telefonla öğrenecektim...
Ertesi gün önce işinden istifa etti. Sonra beni aradı. "Eve gelip eşyaları toplayacağız annemlerle" dedi. "Gidecek misin, nasıl gidersin? Beni bırakıp nasıl gidersin?" dedim. "Gideceğim, en doğrusu bu." dedi. "Sadece sen gel, annenler bir daha buraya asla giremez." dedim.
Geldi. Taşınmak için karton kutuları bile hazır, hemen toparlanmaya başladı. Ben aldığım sakinleştiriclerle ayakta duruyordum ama bana açıklama yapmıyordu. Sadece "en doğrusu bu" diyordu. Ben, her halükarda seveceğini söylediği ve asla bırakmam dediği ben, bir gecede bitmiştim adeta. "Tehdit mi ettiler, dövdüler mi, sövdüler mi?" Mantığa oturtmaya çalışıyordum ama her mantık elimde kalıyordu. Ağzını bıçak açmıyordu. Nihayet giderayak "Bu film burada bitmeyecek, ben sana bir söz verdim Ya seninle, ya hiçkimseyle. Bunu onlar da görecek." dedi. Duvara "to be continued..." yazdı.
Bir efsane mi, gerçek mi bilmiyorum. Ortaçağda kadınlar savaşa giden kocalarına saçlarını örüp keser verirmiş. O gittiğinde çirkin olmak için. Belime kadar saçlarım vardı benim de. Odama geçtim. Saçlarımı ördüm sıkı sıkı ve dibinden kestim. Şak diye, bir darbede. Kocaman iğrenç bir mutfak makasıyla. O çok sevdiğim saçlarım bir anda elime düşmüştü. Sanıyorum annem o an delirdiğimi düşünmüş olmalı. Hemen bir ilaç daha getirdi bana. Ne olduğuna bakmadan ne getirirlerse içiyordum artık. Saçımı elime aldım ve toparlanmakta olan, sevdiğim adamın yanına döndüm. Saçımı avuçlarına bıraktım ve "Bekleyeceğim." dedim. Sadece bekleyeceğim.
O gün öğleden sonra, 2009'un sıkıntılı bir temmuz günü tüm eşyalarını topladı. O'nu nasıl ve neyle ikna ettiklerini söylemeden, açıklama yapmadan, sonunu dinleyemediğiniz bir şarkı gibi, devamını bilmediğiniz için gidemediğiniz bir adres gibi, yarım bırakarak herşeyi, eşyalarını topladı tek tek, gitti.
Gitti...
---
"Bıraktım öyle kalsın, bizim gibi darmadağın..."
Onsuz günlerin başlangıcı benim de adım adım çöküşümdü adeta. Günlerce O'ndan haber alamadım. Günlerce ilaçlarla uyudum. Günlerce aynı pencerede oturdum. Günlerce yola baktım. Dua ettim, diz çöktüm, ağladım, süründüm. Günlerce yemek yemedim. Neredeyse 10 kilo verdim.
Nihayet günler sonra bir arkadaşıma arattım O'nu ve sağlık haberini alabildim. İyiydi ama baskı altındaydı, interneti yoktu. Aklım almıyordu, insan tuvalette olsun bir mesaj atar diyordum. Aklım almıyordu.
Gidişinin ardından herkese bahaneler buldum. Çok geniş bir ortak çevremiz vardı. Herkes soru soruyordu. Kimseyle konuşmak istemiyor, telefona çıkmıyordum. Bu olanların nesini anlatacaktım ki? Hangi yanından tutsam elimde kalacak, daha da kötüsü muhtemelen bu çağda böyle şey olmaz diye bana inanmayacaklardı. Hoş zaten anlatmazdım, bana yakışmazdı.
Gidişinin ardından tam 101 gün evden çıkmadım. Ojelerimi silmedim, gerekmedikçe banyo yapmadım. Sadece saf, katıksız bir acı çektim. Gidişinin ardından kucağıma ilaçları koyup ölmek istedim, annemi düşünüp vazgeçtim. Gidişiyle beraber kendimi aylarca çirkin olmaya mahkum ettim. Makyaj yapmadım. Mutlu olmadım, küpe takmadım, ağzımın kıvrımıyla bile gülmedim.
Gidişinin ardından filozof oldum, sayfalarca yazı yazdım. İsyan ettim. Yaradılmış bir varlığı bu kadar seviyor olmam ne saçmaydı. İnsan ancak kendini yaratana bu kadar sevgi duyabilirdi. Gidişinin ardından annem delirdiğimi sandı hep, kendime zarar vermemem için sürekli başımda oturdu. Sürekli ilaçlar verdi. Üstüme titredi.
Tam 101 gün sonra arkadaşlarım eve gelip, ojelerimi silip, üstümü başımı giydirip beni evden çıkardılar. Çıkış o çıkış oldu. Sonrasında öyle bir dağıttım ki kimseler toparlayamadı.
Aylarca O'ndan haber alamadıktan sonra hayatına devam ettiğini ve beni unuttuğunu düşünmeye başlamıştım. İnterneti bağlandığı halde (ortak bir arkadaşımızdan öğrenmiştim) bana ulaşmıyordu bir biçimde. Son derece atarlı bir ayrılık maili attım. Benden zaten ayrılan bir adamdan kendimce ayrılıyordum! Bağrıma taş basıyor ama bu ilgisizliği kaldıramıyordum. Maile hemen yanıt geldi. Paragraflarca hala beni çok sevdiğini, sonumuzun birlikte olacağını söylemişti. İnanmıştım...
Sonrasında çok içtim. Öyle böyle bir içmek değildi. Unutmak için içiyor, sızıyor, tekrar içiyordum. Şu kesindi ki bir faydası olmuyordu. Rüyamda, gittiğim yerlerde, evin her yerinde, en önemlisi de içimde O vardı.
Duvara hapishanede gün dolduranlar gibi biten ayları işaretliyordum. Temmuz, Ağustos, Eylül (O'suz bir doğumgünü), Ekim, Kasım, Aralık (O'nsuz bir yılbaşı) derken 6 ay boyunca sadece bir kere saniyelerce telefonla konuşmuştuk ama aşk bitmiyordu. Gözden uzak, gönülden uzak değildi, keşke olsaydı ama değildi.
Ocak 2010'da üzüntüden çene kemiğim eridi. Annem ameliyat oldu. Tam 2 ay her gün dişçiye gitmek zorunda kaldım. Diş hekimim bile "Biri mi öldü, bu kadar ani çene kemiği erimez kızım..." demişti. Bunların hepsinde yalnızdım, umurunda bile olmadı.
Şubat ayında tekrar dellenip atarlı bir ayrılık maili daha attım. Mailime hemen cevap geldi, nasıl oluyorsa biz hiç iletişemediğimiz halde ayrılma lafı geçtiği an mailime cevap geliyordu. O zamanlar bunu anlamayacak kadar salak ve üzüntülüydüm elbette. Bir kez daha beni ikna etti, askere gidip askerliği bitince direk İstanbul'a gelecekti. Eninde sonunda bir plan yapabildiğimiz için daha huzurluydum.
Mart'ın son günlerinde O'nun maillerini kontrol ederken arşiv'de bir iş başvurusu gördüm. İkameti Ankara olan bir başvuru. O an aslında hiç gelmeyeceğini, bu kapıdan çıkarken aslında bittiğini anladım. 8 ay bir "hiçkimse"yi beklediğimi, bitirmeye gayret ettiğim şeyin çoktan bittiğini.....ve bu sefer O da direnmedi. Artık kabullenilmeyecek tarafı kalmamıştı zaten.
Tam 8 ay hiç gelmeyecek birini özlemiş, hiç gelmeyecek biri için hakaretlere maruz kalmış, tehdit edilmiş, bitmiştim...
---
23 Mart'ta bir canlı yayında açıkladım bittiğini. Şarkı aralarında mikrofonu kapatıp ağlıyor, anonslarda ise dinleyicilerimi üzmemek için neşeli takılıyordum. İlişkisinin sorumluluğunu alamayan birinden ayrılığın sorumluluğunu almasını zaten beklemiyordum ama çevreye yapılan açıklamalar beni hep zorladı. Kimse olayın gerçek sebebini bilmedi. Kimse buraya yazdığım kadar açığını okumadı. Kimse bu sevginin bu kadar güçlü olduğunu sezemedi.
Gidişinin, bitişinin ardından açıklama maiyetinde şu yazıyı yazdım, soru sormasınlar diye. İç dökmek için...
Gidişinin ardından bir sene ayağa kalkamadım. Sürekli kredi çekip, hiç çalışamadığım için battım. Uçan kuşa borçlandım. Mahalle bakkalı bile görmesin diye yolumu değiştirdim. Bitişinin ardından hem kalp acısı, hem korkunç ağrılar çektim. Özgüvenimi kaybettim. Hayatımın hatırılı sayılır bir vaktini internette geçirmeye başladım. En abuk siteden, en mantıklısına her şeyi okuyordum. Saatlerce dizi izliyordum aklım boşalsın diye.
Bir gün kelepçe kardeşliği diye bir site keşfettim. Kendime format attırmayı kafama takmıştım fakat bu nasıl olacaktı? Herşeyi geçtim kulağa çok korkutucu geliyordu. Siteden insanlarla tanışmaya başladım. Tanışıp, arkadaş olup birbirimize hikayelerimizi anlattığımızda kelepçenin tek yöntem olmadığını, başka bir yığın yöntemler olduğunu anlattılar bana. Bu sayede obezite yardım sitesini keşfettim. Daha önce buraya girmiş ve bir kaç kez buradakilerle mesajlaşmıştım. Sene 2008 olmalıydı lakin O kilo vermemi ve ameliyat olmamı istememişti, ben de tarihin tozlu raflarına kaldırmıştım bu fikri.
Şimdi ise içimde uyuyan ne varsa uyanmış, özellikle de "çocuklarım sakat doğmasın" diye iyileşmeye karar vermiştim...
Ya sen ya hiçkimse diyen adam ise 2010 Eylül'ünde yeni bir aşka yelken açmıştı bile...Ben O'ndan sonra şu güne kadar kimse ile sağlıklı bir ilişki geliştiremedim. Yapamadığımı anladığım noktada ise ipin ucunu bıraktım ve aşk defterini kapattım, bir daha ne zaman açılacağını bilmeyerek hem de...
Hayatta aşktan çok daha önemli mevzular vardı ve benim içi artık en başta sağlık geliyordu. Eğer bir yolu varsa - ne olursa olsun- iyileşmeliydim. Kaderimde hiç yaşamadığım "iyileşme gazı" nı bu olaylardan sonra yaşadım. Evet kötü, üzüntülü, ölüme paralel çok kötü günlerdi ama sonuçta bana bu gazı vermişlerdi...
Siteden bir tanıdığım bana İzmir'de bir doktorun telefonunu vermişti görüşmek için. Bavulları toplayıp ameliyat olmak için İzmir'e doğru yola çıktık. Benim kararım kesin, gözüm kara fakat ailem tatmin olmamıştı. Ailemi ikna etmek zor olacaktı ama buna doktorla tanıştıktan sonra karar verecektim.
Bir kez daha hiçbir şey umduğum gibi gitmemişti. O zamanlar talihsizlik gözüyle baktığım olaylar zinciri beni dünyanın en şanslı insanı yapacaktı halbuki...Bilemezdim.
"Ah minel aşk"
2008 yazının ertesinde sezonun açılmasına henüz varken düştü içime aşk. O İzmir'de, ben İstanbul'da. Aynı yerlerde yazı yazıyorduk, yayın yapıyorduk. Başlarda arkadaşlıktan fazlası yoktu. Git gide onunla konuşma saatlerini iple çektiğimi, sesini duyduğumda yüzümde çiçekler açtığını farkettim. O beni sadece arkadaş olarak görüyor sanıyordum başlarda.
Saatlerce, o işe gidene kadar, bazen ben evden çıkana kadar yazışıyorduk. O'na aşık olduğumu anladığım anın üzerinden bir ay geçmişti. Aslında ne ben çat diye açılabilecek biriydim, ne de o. O yüzden böyle sürünüp duruyorduk. Bir gün sabaha karşı herşeyi göze alıp döktüm içimi. Bir kadın için hayatta en zor şeylerden biri. Hayatta hep risk alırım ama aşkta aldığım risk buydu ve benim için ilkti.
Hem şaşırdığım, hem de mutluluktan ağladığım bir tepki geldi O'ndan. "Ben de sana aşığım, hayatıma hoşgeldin..." Ne kadar zarifti, ah ne güzeldi. Benden ve ondan mutlusu yoktu, hayat ne güzeldi, kuşlar bile sanki daha mutlu ötüyordu.
Kalktım İzmir'e gittim ben. En büyük endişem: uzakken hissettiklerimizi yakından da hisedebilecek miydik. Evet hissettik, çok daha fazlasını hissettik. Birbirimizin gözbebeğinde gördük kendimizi. Herkes için yaşadığı aşk tek ve benzersizdir ya hani, bizim için de öyleydi.
Artık birbirimizi özlemeye katlanamıyorduk. O İstanbul'a geldi, ben tekrar İzmir'e gittim. Birbirimize kamera açıp uyuyorduk yanyana hissetmek için. Artık bu böyle gitmez dediğimiz anda O İzmir'deki evini kapattı, işinden istifa etti ve İstanbul'a taşındı.
Hastalıklarımı, yaşadıklarımı, hepsini anlattım ona. Hiç bir şeyi saklamadım. Pansuman yaparken ona kendimi hiç göstermedim ama yine de mevzuyu detayıyla biliyordu. O yılın sezonu kötüydü, ekonomik kriz vardı ve çok az işe gidebiliyordum. Yarı domestik, yarı çalışan kadın, yarı kendimi adamış bir kadın olmuş çıkmıştım. Belki dağ başına klübeye taşınalım dese gidecektim. Boşuna aşkın gözü kör demiyorlar. Böyle böyle 6.ayı devirmiştik, zaman su gibi akıyordu.
İlişkimizin 6. ayını kutlarken -yine kendimce- bir devrim yapmaya karar verdim ve pansuman yaparken onu çağırdım. Aklımdan geçenler "böyle gördüğü için beni artık sevmeyecek" idi. Gönlüm ise bambaşka diyarlardaydı. Seven herşeyiyle severdi. Çok açıkçası aşka güveniyorum ama bu tabiri caizse üçbuçuk atmamı engellemiyordu. Ayağımdaki son sargıyı açtıktan sonra O'na şöyle dedim. "Bak ben buyum, malesef bu durumdayım. Şayet bir gün hastayım diye beni bırakacaksan, o gün bugün olsun. Sana daha fazla alışmadan git. Gitmeyeceksen beni böyle sev, hastalıkta, sağlıkta..." ve o da "Seni asla bırakmayacağım, ne olursa olsun!" dedi. Artık saklımız, gizlimiz yoktu ve ben çok mutluydum. Dünya'da hala iyi, hala seven insanlar olduğuna inanmıştım. Bu olay bence gerçekten ilişkimiz için dönüm noktasıydı ve süper atlatmıştık.
İlişkimiz bir yıla doğru yaklaşırken çok fazla ortak çevremiz vardı. Benim ailem durumdan haberdardı ve kesinlikle destekti bize. Hatta ufaktan ufaktan çeyiz alışverişine başlamıştık. Beyaz eşyalar, mutfak robotu, elektrik süpürgesi gibi kesin lazımları almıştık. Bu esnada sürekli görmezden geldiğim ve apranaxla dayandığım korkunç ağrılar yeniden başlamıştı. Hala tümden banyo yapamıyor ve apranaxları leblebi gibi yutuyordum ancak artık durumu kabul etmiştim. Bu Tanrı'nın bana çıkan piyangosuydu. İyileşeceğime dair umudum yoktu. Derin bir tevekkül ve çok fazla acı içerisindeydim. Beni toparlayan tek şey aşk'tı.
Sanırım tek eksiğimiz evlenme teklifiydi. Bir gece televizyon izleyip sütlü eti cici bebe yerken, aniden evlenme teklif etti bana. Hiç beklemediğim anda, şok olmuştum ve tabii ki "evet" dedim. Sonsuza dek evet. Birlikte yolculuk ettik, birlikte hayatı paylaşmaya başladık, birlikte yayınlar yaptık, hayatımız peri masalı gibiydi.
Bir yılı geride bırakıp ikinci yıla doğru koşarken artık ilişkimizi resmiyete dökmek istedik. Benim ailemin zaten durumdan haberi vardı. O'nun ailesiyle konuşması ve isteme vs. gibi detaylar için tarih alması gerekiyordu. Bu sebeple ailesinin yanına Ankara'ya gidecekti. Hayatım boyunca "kendiyle barışık" yalanını özümsemiş, ve kendimi gerçekten kendimle barışık hisseden ben, endişelerle doluydum. Gitmeden onu karşıma aldım. Ailesinden ne kilomu, ne hastalıklarımı saklamamasını, her şeyi açıkça anlatmasını rica ettim. Hatta bir kaç fotoğrafımı göstersindi, bilsinlerdi beni.
Haftasonu gelip çatmış, O'nu Ankara'ya uğurlamıştım. Meraktan, kaygıdan uyuyamıyor, gün sayıyordum. Telefon konuşmalarımızda rahat konuşamıyor, gelince konuşuruz diyordu. Kadınca hislerim yanılmamıştı, bir şeyler ters gidiyordu! Pazartesi akşamı nihayet geldi, birlikte yemek yedik. Ağzını bıçak açmıyordu. Sonunda dayanamadım, ağladım ağlayacaktım. Derken yüzüne baktım. Birbiri ardına gözyaşı döküyordu. Sakin ol ve anlat dedim. Derken hayatımın en acı, en vurucu gerekçelerini dinledim.
Sadece fotoğrafımı görmek bile kesin bir "Hayır." demeleri için yeterli olmuştu. Tansiyonlar yükselmiş, evde kıyamet kopmuştu. Üstüne bir de diyabetim ve NLD duyulunca "Kesinlikle Hayır!" olmuştu cevap. O geceyi nasıl atlattım, nasıl üzüntümden ve utancımdan yerin dibine girmedim şaşırıyorum. Yaşadığım bazı şeylerde nasıl ayakta durabilmişim, hayret.
"Çok zor bazen avaz avaz susmak..."
Vakit ağlamanın değil, neler yapabileceğimizi düşünmenin vaktiydi. Aniden ve kimseye haber vermeden nikah kıymayı düşündük. Oda nikahı olacaktı, bende jean ve sadece duvak, onda da jean ve gömlek. Ayrıntıya değil çözüme ihtiyacımız vardı. Alel acele bir şeyler yapmalıydık. Biz birbirimizi çok seviyorduk ve bizi kimse ayıramazdı!
Halbuki o gece beraber geçirdiğimiz son gece olacaktı...
31 Temmuz 2011 Pazar
Size uygun hekimi nasıl seçebilirsiniz?
Size
uygun hekimi seçmek çok kişisel ve kriterlerinize bağlı bir konu olsa
da özellikle bariatrik cerrahi için sizlere verebileceğim birkaç ipucu
olacak. Bunu "ay ben çok bilirim" mantığında değil, yıllardır çok fazla
doktor-hastane mesaisi yapmamın bir getirisi olarak yazdığımı da
söyleyeyim.Benim kişisel kriterlerim de yer alacak okuduğunuz yazıda.
* Gitmeyi aklınıza koyduğunuz hekimi muhakkak internetten araştırın.
Bir internet sitesi, mail adresi, mail grubu, ve/veya
facebook,twitter,ff hesabı olması önemlidir. "Ne alakası var?" diyenler
için şunu söyleyeyim, sosyal yönünü geliştirmiş ve hastalarıyla daha sık
bağlantıya geçen bir insan demektir bu. Özellikle bariatrik
cerrahi'de "ameliyat oldun, hadi güle güle" mantığı olmadığı için ve
doktorunuzla ömür boyu istişarede bulunmanız gerektiği için daha rahat
takip edip, iletişim kurabileceğiniz bir doktor bulmanız kişisel
yararınız için oldukça önemlidir.
* Ameliyat olmayı düşündüğünüz hekimin eski hastalarıyla tanışın. Devir
iletişim devri. Artık çoğu doktorun internette de bir mesaisi oluyor.
Destek grubu, mail grubu, konuyla ilgili forumlar ve bunun gibi
yerlerden hekiminizin eski hastalarıyla bağlantıya geçip
görüşebilirsiniz. Bu son derece iç rahatlatıcı olacaktır sizin
açınızdan.
* Hekiminizin sigara içmiyor olduğundan emin olun. Seçtiğiniz hekimin sigara içmiyor olması kendiyle ve işiyle çelişmediğini gösterir ve bu yüzden bu mevzu önemlidir.
* Hekiminizin telaffuzuna dikkat edin.
Yine ne alakası var diyenler olacaktır ama şu kadarını söyleyeyim,
inanın var! Ana dalı ille ilgili bir kelimeyi söyleyemeyen hekim lütfen
bir zahmet içinizi de açmasın. Buna hemen bir örnek vereceğim. Bir yıl
kadar tanıdığım bir hekim obezite kelimesini "Obezittttttey" [bkz:
ingilizce telaffuz] şeklinde telaffuz ediyordu sürekli. Bu ne yazık ki
"aa bak ingilizce aksanı var" etkisi yapmıyor, bilakis "doğru düzgün
diline hakim değil" efekti veriyor.
* Size vaka/olgu diyen hekimden uzak durun. Vaka/Olgu
vbg. kelimeler akademik kayıtlar için oldukça normaldir evet ancak
yüzünüze bakıp "siz şöyle bir vakasınız." diyen hekimin size insan
olarak gerekli değeri verebileceğinden şüpheliyim ne yazık ki.
*Bakımsız hekimlerden kaçının. Diğer
bir yazıda bahsetmiştim bu konudan kısaca. Kendine özen göstermeyen
biri, size hiç gösteremez. Bakımsız, dağınık, paspal hekimlere emanet
etmeyin kendinizi. Özellikle eğer imkanınız varsa konuşurken hekiminizin
dişlerine dikkat edin. Kötü ağız bakımı, güzel bir ipucudur sizin için.
* Tek tip ameliyat yapabilen hekimleri tercih etmeyin. Tercih
edeceğiniz hekim hem kapalı [laparoskopik], hem açık olarak bariatrik
cerrahi'nin örneklerini gösterebiliyor olmalıdır. Kendini tek bir
ameliyat tipine vermiş ve diğerlerini tercih etmeyen hekimin, diğer tip
ameliyatlarda etkin ve ehil olması ihtimali istatistiki olarak düşer. Size kendi en iyi olduğu ameliyat tipini seçmeniz için baskı yapmaya çalışabilir. Bu tarz hekimlerden arkanıza bakmadan kaçın!
* Hekiminizin üslubuna dikkat edin. Seçtiğiniz
hekim ne felaket tellalı, ne de polyanna olsun. Ameliyatınızın
risklerini de, yaşayacağınız güzellikleri de aynı oranda size
anlatabiliyor olsun. Size ameliyatınızın risklerinden bahsetmeyen bir
hekimi ciddiye almayın zira hepimiz biliyoruz ki her ameliyatın riski ya
da komplikasyonu olabilir. İyi bir hekim yaşayacağınız süreci artısıyla, eksisiyle önünüze koyandır.
Ben
bunların tümüne dikkat ettim ve şükürler olsun ki kendim için en
doğrusunu buldum. Ameliyattan sonra hiç sorun yaşamadım. Bırakın
komplikasyonu [ki olabilmesi normaldi] ağrı, bulantı vs. bile yaşamadım.
Sırf maddi/manevi -mecburiyet hissettiğiniz için- kendinizi ehil olmayan ellere teslim etmeyin, lütfen...
28 Temmuz 2011 Perşembe
Umudun öteki adı: Doç.Dr.Halil Coşkun!
Bilmem bilir misiniz, obezite cerrahisinde, hastalar arasında bir şehir efsanesi vardır. "
(x)'i görür görmez benim için doğru hekim olduğunu anlamıştım!" Hasta
camiasına girdiğinizde bu sözü çok sık duyarsınız ne yazık ki. Korkarım
ki buna inanıyorsanız hayallerinizi yıkmak zorunda kalacağım çünkü bu
efsane her ne kadar romantik ve dramatik dursa da, kulağa çok süslü
gelse de, sadece efsanedir!
Birini
görür görmez sizin için doğru insan olduğunu düşünüyorsanız ona
ameliyat olmak yerine onunla evlenmeniz daha makul bir seçenek olur zira
bu yaşanana pratikte "seçim" değil "aşk" denir :)
Şaka
bir yana size uygun hekimi nasıl seçebilirsiniz o zaman? Bu ancak sizin
bileceğiniz, kişisel kriterlerinizle ilgili bir konudur. Ben ancak
size ufak ipuçlarıyla yol gösterebilirim. Bu konuya ayrıntılı olarak
başka bir yazıda değineceğim zaten. Peki Ben, benim için Halil bey'in
doğru hekim olduğunu nasıl anladım?
2009'un
son aylarında, yanılmıyorsam Aralık, kuzenimle birlikte Halil beyin o
zamanlar çalıştığı hastaneye doğru yola çıktık. İnanılmaz heyecanlıydım.
Dokunsalar ağlayacak, melankolik, heyecanlı bir haldeydim ve inadına
yol bitmek bilmiyordu. Hastaneye gelip hocanın odasını bulduk. İçerisi
asistanlarla doluydu, kapıda beklemeye başladık. Çok geçmeden içeri
girdik. Halil bey elimizi sıktı ve biz de karşılıklı koltuklara oturduk.
İlk dikkatimi çeken el sıkışıydı.
[Sizi
bilmem ama ben "kedi patisi verir gibi el sıkan insan" dan kadın olsun
erkek olsun nefret ederim. Doğru düzgün el sıkmak, hem kendine güven
belirtisi, hem de başkasına güven vermektir.] Düzgün, güçlü, ve kendine
güvenli bir el sıkıştı. Heyecanımı yatıştırmıştı biraz olsun.
İkinci
dikkatimi çeken ise "temiz" olmasıydı. Tabii ki hiç birimiz sokağa
lekeli, pis şeylerle çıkmıyoruz ya da doktorlar allah için pasaklı
değiller. Burada temizden kastım "jilet gibi olmak" Bir insanın size
dikkat edip, size özen göstermesi için önce kendine özen göstermesi
gerekir diye düşünüyorum. Nasıl ki şişman diyetisyenler ya da söküğü
olan terziler alabildiğince iticiyse paspal bir hekim de öyledir bence.
Gerçekten Halil hoca insanın gözünü alacak kadar temiz, jilet gibi ve
pırıl pırıldı. Üstüne üslük gülümsüyordu ve ben kişisel tarihimde
gülümseyen insanları çok severdim. [Çünkü ben de böyle bir insanım.]
Daha ağzını açmadan karşındakinde olumlu intiba bırakmak sanırım böyle
bir şeydi.
Görüşme
hasta-doktor muhabbetinden çok sohbet havasında ilerliyordu ve ben
iyice rahatlamaya başlamıştım. Aklımda açıkçası tek soru dönüp
duruyordu. Acaba hoca beni geri çevirecek miydi? Artık hem vücudumun
gücü, hem ruhumun gücü tükenmiş gibi hissediyordum, eğer Halil hoca da
beni geri çevirseydi olacakları düşünmek bie istemiyordum. Tanrı
yakarışlarımı duymuş olmalı...
Hoca
boyumu, kilomu, vki'mi sordu, söyledim. Ameliyat tiplerinden söz
ettikten sonra bana hangi ameliyatı düşündüğümü sordu. Ben de "gastric
bypass" dedim. Çok uzun zamandır bunu araştırdığımı ve bilinçli olduğumu
da söyledim. Önce tahlillerine başlayalım, gidişata göre üzerinden
geçmek gerekirse tekrar konuşuruz dedi. Hala ayaklarımdan
bahsedememiştim. Hayır derse diye o kadar korkuyordum ki. Ancak korkunun
bana hiç faydası yoktu. Söylemek zorundaydım. Yay gibi gerilmiştim ve
konuya girdim.
"Hocam
benim ayaklarımda böyle böyle bir sorun var, şöyle oldu, böyle oldu,
neticeten ayaklarımda açık yaralar var. " Halil hoca şöyle bir durdu, o
duruş belki bir saniyeydi ama bana yıllar, yüzyıllar gibi gelmişti.
"Ayaklarını görebilir miyim?" dedi. Gösterdim. Ayaklarımda sargılar
vardı ama hali aşağı yukarı belliydi. İki ayağınızı da kırk kat sargıyla
saracağınız bir şeyin vahameti elbette bellidir. "Hallolur onlar, sorun
yaratacağını sanmıyorum." dedi. Kuzenimle birbirimize bakakaldık.
[Ağlama molası müsaadenizle]
Hallolur!
Hallolur! Kulağımda binlerce defa yankılandı sanki sesi. Defalarca
kapılarından döndüğüm doktorlar, yattığım hastaneler, çilehane gibi
odalar, çektiğim acılar, acılar nedeniyle yaşayamadıklarım,
yaşayamadıklarımdan içimde kalanlar. Bu sözle gözümün önünden aktı gitti
desem inanır mısınız? Orada nasıl ağlamadım, nasıl çıkana kadar
bekleyebildim, ya da nasıl sevinçten zıp zıp zıplamadım hayret ediyorum.
Dışarıdan "salon kadını çizgisi"ni bozmayan benim içimde ne fırtınalar
kopuyordu halbuki! "Ben ol da bil." demiş ya Mevlana, benimki de işte
öyle...
Ben
mana alemimin derinliklerine dalmışken hoca çoktan gerekli evrakı,
sevki yazmaya başlamıştı bile. Bir sürü yere bir sürü tahlil verecektim.
Bir sürü yerden verdiğim tahlilleri alıp anestezi'de birleştirecektim.
Olsun, kolaydı. Yeter ki beni tedavi etsindi. Gerisi umurumda bile
değildi.
Hemen
o gün kan tahlili verip neşeyle eve döndüm. Tanıdıkları tek tek arayıp
müjde verdim. Kolay mı, yıllardır yakınlarım da benimle azap çekmiş,
üzülmüşlerdi.
O
sezon yavaştan 2010 hazırlıkları başlamış, tiyatroda işler çok
yoğunlaşmıştı. İnanılmaz bir sezon yaşıyorduk. Her oyun full olduğu
gibi, her gün de oyun vardı. İşin komik tarafı benim tahlillere gitmem
gereken günler hafta içiydi ve ben hafta içi 5 gün boyunca oyundaydım!
İzin almak ise bizim işler için ancak tatlı bir hayaldi.
Tahlillere
dokunamadan 2010 gelmişti bile. Ara sıra da olsa iptal olan oyunlar
sayesinde arada gidip ufak ufak tamamlamaya çalışıyordum. Çalışmak o
dönem için -mecbur- olduğum bir şeydi, aksatamıyordum. Bir yandan günde 4
apranaxla iş gününü tamamlıyor, tarifi imkansız acılarla iş yapıyordum.
Tek tesellim "Belki bu ameliyatla geçecek bu acılar" idi. Ekip
arkadaşlarım ve patronum, sağolsunlar, bana anlayış gösteriyorlar, oyun
aralarında dinlendiriyorlardı fakat ne kadar dinlenirsem dinleneyim
olmuyordu, o lanet ağrılar dinmiyordu işte...
Göz
açıp kapayıncaya kadar 2010 yaz sezonu gelmişti. Bu arada tahlillerimin
yarısı bitmiş, yarısı da yapılmak üzere bekliyordu. Sezon bitmişti
ancak benim paraya ihtiyacım vardı. Bir biçimde bir mucize olsa diyordum
ki hayatımın en güzel iş tekliflerinden biri geldi. Kariyerime bir uzun
metraj daha katacak, sevgili Müjdat Gezen, Haluk Bilginer, İlker Ayrık
ve Gülçin Santırcıoğlu ile "Memlekette Demokrasi Var" da oynayacaktım.
Her
ne kadar aklım hastanede ve ameliyatımda olsa da bu işi geri çevirmem
hem maddi, hem kariyer anlamında imkansızdı. İstediğim kadar acı çekeyim
öyle ya da böyle bu iş yapılacaktı! Şansıma oynadığım rol (Gülizar) da
ayaklarından hasta (fil hastalığı) bir kadındı ve rolle adeta
kaynaşmıştım. Hayatımda en keyif alarak ancak gerçekte fiziksel olarak
çok acı çekerek yaptığım iş olarak tarihe geçti.
Film
çekimi, gala, özel gösterimler, reklam derken yaz bitmişti. Benim
tahlillerim ise anestezide toplanacak minvale nihayet gelmişti. Anestezi
uzmanının karşısına geçtiğimde hiç de iyi haberler almayacaktım oysa.
Bembeyaz kağıtların üzerinde yine benimle ilgili minik felaketler vardı.
Yeni felaketlerim guatr, kolestrol ve astım başlangıcı idi. Ben daha
diğerleriyle baş edemezken bunlarla ne yapacaktım?
Astım
için inhalerlara, diğerleri için de ilaçlara başladım. Artık günde 4
insülin, 4 apranax ve 3 inhaler ve dört ilacım vardı. Olsun, sonuçta
geçecekti. Kendimi böyle telkin ede ede eylül ayını getirmiştim bile.
Ekim
aynın güzel bir günü tahlillerimi de alıp Halil hocaya göstermek üzere
yola çıktım. Kaderimde rötar olacak ya, bu sefer hoca o hastaneden
ayrılmış, başka bir hastaneye geçiyordu! Kaderime bir miktar sövmekle
beraber hoca nereye ben oraya hesabı arkasından onun gittiği hastaneye
gidecektim. O saatten sonra sağlık ocağına gitse bile arkasından
giderdim. (Hoş hala da giderim)
2010
Ekiminden sonra (benim sezonum bir kez daha açılmışken) diğer hastanede
yapılan testlerimin hepsi tekrar yapıldı. Her tahlil bir daha alındı,
gerekli her doktorla bir daha görüşüldü ve bir yıl daha geride kaldı.
Aslında
aradan bu kadar zaman geçmesine (o zaman çok hayıflansam da) şu an şans
gözüyle bakıyorum. Hem herşey hem benim, hem doktorumun içine sindi.
Hatta iki kez sindi :) , hem de görüşme süremiz kısıtlı olmasına rağmen
ben Halil hocayı,o da beni daha iyi tanımış oldu. Her hastaneye
gidişimde onunla ilgili kafamdaki yargılar pekişiyor, her seferinde
kararımdan daha bir memnun kalıyor ve onun beni tedavi etme kararına bir
kez daha minnet duyuyordum.
Halil
hoca titizdi, hiç bir ayrıntıyı gözden kaçırmıyor, insanı can kulağıyla
dinliyordu. Ayrıntılara önem veriyor, gülümsüyor ama sırf siz mutlu
olasınız diye bir takım gerçekleri gizlemiyordu. Yaşayacağınız olası
şeyleri pozitifse de, negatifse de şak şak koyuyordu masaya. Hepsinin
ötesinde dürüst bir insandı. Hiç bir zaman, bir an bile bana iyileşmem
konusunda boş vaad verdiğine inanmadım. O bana ve iyileşmeme ilk andan beri inanmıştı, ben de ona sonuna kadar inandım ve güvendim.
Yaşadığım
hezeyanları da, üzüntü dalgalarını da, yaşattığı sevinci ve dünyanın en
mutlu insanlarından biri yapmasını da bu dönemlerde çok paylaşamadım
Onunla. Bunun sebebi hem şimdiye nazaran, geçmişte daha kısa
görüşmelerde bulunmuş olmamız, hem de benim arap atı gibi geç açılan bir
insan olmamdan kaynaklanıyordu.
Son
derece sosyal, son derece konuşkan biri olmama rağmen major mutluluk ve
major acılarda konuşamam ben pek. Yazarım ama, hep yazarım.
Yazamıyorsam da biriktiririm. Yine öyle yapmıştım. Allahtan O çok
sabırlıydı ve ameliyattan sonraki dönemde tek tek döküldü ağzımdan çoğu
şey. Yine de çoğu şeyi de burada ilk defa okuyacağına eminim.
Gün
döndü, günler döndü. Tahlillerim, testlerim tamamlandı.[Tahlilleri daha
sonra ayrıntılı biçimde yazacağım için özet geçiyorum] Anestezi onayı,
endokrinoloji raporu, her şeyi tamamlayıp Mart 2011 sonlarında hocanın
karşısına oturdum.
Tiyatrodan
ayrılmış (yarım sezonluğuna), işlerimi ayarlamış, kendimi iyileşmeye
adamış, mükemmel motive olmuştum. Halil hoca tahlillere, testlere tekrar
baktı ve "Nisan başında müsaitsen yapalım artık şu ameliyatı!" dedi.
O zamanlar bilmiyordu, hayatımda hiçbir şey için bu kadar müsait olmamıştım!...
*Fotoğraf Doç.Dr.Halil Coşkun'a aittir.
Etiketler:
ameliyat,
doç.dr.halil coşkun,
doğru hekim,
el sıkışmak,
gastric bypass,
gbp,
minnet,
obezite cerrahisi,
wls
Adım adım umuda yolculuk...

Gözümü
Ankara'ya çevirdim bu kez, Ankara'da yıldızı parlayan bir hekimle
görüşmeye karar verdim. Babam Ankara'da yaşadığı için kendisinden yardım
istedim. Babam adını verdiğim hekimden -gerçekten nedini bilmiyorum-
hoşlanmadı. Gerçi babamın birinden hoşlanması pek olası bir şey değildir
ama...
Bana
yeni bir doktor numarasıyla geri döndü. Bu seferki hekim İstanbul'un en
büyük hastanelerinden birindeydi. Kendisi sadece beni telefonla dinledi
ve görüşme tenezzülünde bile bulunmadı. "Bu senin ayakların zorluk çıkarır bize"
tarzı geveledi ve malesef ki telefon adabından yoksun bir adamdı. Sırf
arada babam var diye çemkirmedim ama muhtemelen hayat boyu kendisine
uyuz olacağım.
Tam
"artık alıp başımı nerelere gideyim" haline gelmişken bir kez daha
sezon açıldı. Bu sefer kesintisiz para kazanmak zorundaydım zira daha
önce de ifade ettiğim gibi hem maddi, hem manevi batmıştım.2009 Kasım
ayının sonlarında bir başka hekim bulduk. Ufak ama daha önce gittiğimiz,
bildiğimiz bir hastanedeydi. Tam kendisinden randevu almak üzereydim ki
hayatımı değiştirecek ilk adım olan telefon Meleğimden geldi.
Tam
beni artık kimse tedavi etmeyecek hissindeydim, yine umutsuzluğun
kıyısındaydım ki bana Doç.Dr.Halil Coşkun'un telefonunu verdi. "Bu hoca da diğerleri gibi beni sepetlemez değil mi?" dediğimi çok net hatırlıyorum. "Hayır, bak göreceksin. O farklıdır..." dedi.
Gerçekten
de Halil hoca farklıydı ve ben genelde her haltı rötarla gerçekleştiren
naçiz kaderimde bu kez avantajlı konuma geçecektim...
*Fotoğraf Doç.Dr.Halil Coşkun'a aittir.
Etiketler:
ankara,
cerrahi,
doç.dr.halil coşkun,
genel cerrahi,
istanbul,
obezite cerrahisi,
son umut,
tedavi,
çıkış yolu
21 Temmuz 2011 Perşembe
Hangi ameliyat bana uygun? [Obezite ve Metabolizma Cerrahisi]
İzmir
bir kere daha, bu sefer doğru bir umut olmasını umduğum, bir umut
kapısı açmıştı bana. Yanımda her zamanki gibi anneciğim, elimizde bir
valiz, cebimizde bir doktor numarası vurduk yollara. Gittiğim doktorun
karşısına geçene kadar aslında internetten öğrendiğim şeyler dışında pek
bir şey yoktu aklımda. Tek bildiğim nld ve diyabetle en iyi
savaşabileceğim şeyin bu ameliyatlar olduğuydu. Bir makalede ameliyat
olanların diyabetlerinin %92 oranında düzeldiğini okumuştum. Yıllardır
rafa kaldırdığım umut tekrar içimde yeşermişti.
Ertesi gün randevu
vardı ve ben heyecandan bayılmak üzereydim. O gece sabahı zor ettim. Hem
bu zamana kadar yaşadığım "yanlış teşhis/tedavi" hadiseleri, hem de
hastanelerde yatmaktan oluşan bir gerginliğim vardı. Korkuyordum, ama
yapmalıydım. Ve nihayet ertesi gün diye diye ertesi gün geldi.
Doktorun
muayenehanesinde sıra beklerken bir yandan ömrümden ömür gidiyordu ki
sıra nihayet bize gelmişti. Küçücük bir odaya girdik, doktor beyle
tanıştık. Güleryüzlüydü. Bu iyiydi. Kendisini nereden bulduğumuzu
anlattım ve kısa bir hasta öyküsü çıkardım. "Peki hangi ameliyatı olmak
istediğine karar verdin mi?" dedi doktor bey. Ne demek hangi ameliyatı?
Kaç tane vardı ki? Neydi onlar? Ben bypass dışında bir şey neden
araştırmamıştım? (Başak burcu biri için sorulan bir şeyi bilmemek çok
azap vericidir ayrıca). Diğer seçenekleri hiç düşünmediğimi söyledim
utana sıkıla. "Şimdi tahlillerine başlayalım, sen de o sırada karar ver"
dedi doktor bey. Eve gider gitmez gerekirse interneti devirip her şeyi
öğrenecektim!
Eve geldim ve seçeneklerin hepsini araştırdım. Peki hakikaten Hangi ameliyat bana uygundu?
* Mide bandı: Halk dilinde kelepçe
denen hadise. Kelepçe seçeneğini başlarda düşünsem bile hem kelepçenin
ne yazık ki basında hep spekülatif haberlerde yer alması beni de
etkilemişti. Halbuki kelepçe ehil ellerde ve gerekli takiple işe yarayan
bir yöntemdi fakat ben o zaman böyle düşünmüyordum. Üstelik diyabet ve
nld için bir çözüm niteliğinde olduğunu da düşünmüyordum. Dolayısıyla bu
seçeneği kafadan eledim. Mide bandı ile ilgili ayrıntılı tıbbi bilgi
için şuradan buyrunuz.
*Sleeve Gastrectomy: Obezite cerrahisi camiasında "tüp mide"
olarak bilinen bir ameliyattı bu. Doğrusu en çok kafamı karıştıranı da
buydu. Son derece işe yarayan, olanların gayet memnun kaldığı ve
gastric bypass'la kıyaslandığında hasta için nispeten kolay bir
operasyondu. Aklıma takılan iki nokta vardı. Biri uzun vadede sonuçları
ve geri kilo alımı pek bilinmiyordu (ya da ben bulmadım o zamanlar,
doktorlar biliyordur elbette). İkinci nokta ise yine diyabet konusunda
bypass'a oranla regüle olma-düzelme istatistiği düşüktü. Bu beni en çok
caydıran şey oldu aslında zira ben -evet kilo vermek istiyordum- ama
Allah da biliyor ya asıl amacım nld ve diyabette iyileşme yaşamaktı.
Beni hayattan bıktıran kilonun beraberinde getirdiği yandaş
hastalıklardı. Bu yüzden bu seçeneği de kafamda eledim. Sleeve Gastrectomy ile ilgili ayrıntılı tıbbi bilgi için şuradan buyrunuz.
16 Temmuz 2011 Cumartesi
Ah minel mevt! [Bir bitiş tefrikası]
Ameliyat olma kararı aldığım ana kadar hep söylediğim bir şey vardı. Bazı insanlar bir olay yaşarlar ve gaza gelmelerine sebep olur bu olay. Ne bileyim okulda gençler dalga geçer, kızımız bir üst sınıfa kastırıp incecik başlar. Bu ve bunun gibi binlerce örnek ve hatta film, dizi vs. vardır. Ben de kararımı verene kadar hep söylediğim şey "Bana niye böyle olmuyor, niye hiçbir şeyden gaza gelmiyorum"du. Pek tabii ki bunu "Biri gelsin, hayatımı önce lunaparka, sonra cehenneme çevirsin, ölümlerden döneyim de ancak sağlığıma kafayı takayım" baabında söylemiyordum. Heyhat kader yanlış anlamış olmalı...
Evlenmek o sıralar için düşünmediğimiz ama uzun vadede düşündüğümüz bir mevzuydu O'nunla. Sadece süreci -epeyce- hızlandıracaktık, olacak bitecekti. Her ne kadar ailesine karşı geliyor olacaksak da bir kaç yıl sonra bir bayramda seyranda, en olmadı torunları olunca affederler diye düşündük.
Ertesi sabah daha umutlu, daha yeni bir güne uyanacağımı düşünüyordum ki sabah 8:15'te kapı adeta yıkılırcasına çalmaya başladı. Aklım yerinden oynamıştı. Oldum olası ani (telefonla,kapı ziliyle) uyanmayı sevmezdim ve kapıdakine sıkı bir fırça atmak üzere sinirli sinirli kapıyı açtım. O an benim eridiğim, tansiyonumun kimbilir kaçlara düştüğü, o an sanıyorum hayatımın en kötü anlarından biriydi. Sevdiğim adamın annesi ve babası (fotoğraflarından gayet iyi tanıyordum onları) karşımda duruyordu. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemedim. Bir an, bir kısacık an karşılıklı bakıştık.
Derken benden epey kısa ve epey de zayıf(!) olan müstakbel kayınvaldem beni kapıya doğru itti. Öyle bir boş bulundum ki kapının kolunun sırtımda yaptığı morluk günlerce geçmedi. Basiretim bağlanmıştı, içeri girdiler ve kapayı kapattım. Annesi çekmeceleri karıştırmaya, babası da evi aramaya başladı. Ne aradıklarını asla bilemiyordum, şaşkınlıktan dilim tutulmuştu. Nihayet "Biz O'nun anne ve babasıyız." dedi babası. "Biliyorum" dedim. Sesim adeta miyavlar gibi çıkmıştı. Sonradan öğrendim ki harıl harıl aradıkları evlenme cüzdanıydı!
Salondaki iki koltuğa oturdular, ben de karşılarına oturdum. Bir an önce toparlanmam gerekiyordu. O'nun nerede olduğunu sordular, işyerinde olduğunu söyledim. Salonun ortasında O'nun mezuniyet fotoğrafı duruyordu. Babası buna nedenini anlamadığım biçimde çok kızdı. Zaten olan biten hiçbir şeyin nedenini anlayamıyordum ya neyse. Derken babası belini işaret edip "Bak kızım ben askerim, seni de O'nu da vuracağım, başımızı öne eğdirdiniz. Şimdi zorluk çıkarma da O'nu ara, hastayım de ve buraya gelsin. Bu dava da bitsin." dedi. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım ve ağlamaya başladım. Aklımdan saniyede milyonlarca şey geçiyordu. Tamam beni istememişlerdi ama biz işin namus ve öldürme boyutuna nasıl gelmiştik? 21.yüzyılın İstanbul'unda yaşadığım şeye kendim bile inanamıyordum.
Kendi kendime dahi hayret ederek "Kusura bakmayın ama burası İstanbul, ben O'nu hastayım diye ararsam paniğe kapılır. Bir arabanın altında kalsa ne yapacaksınız? Ben bunu yapamam, O'na yalan söyleyemem!" dedim. Bunu hıçkırıklar içinde şakır şakır ağlarken söylemiştim ve annesi "Benim malımı bana koruyor xxx'e bak!" diye ayaklandı.
Tam daha fazlasını da yaşayamam herhalde dediğim noktada annesi açtı ağzını yumdu gözünü. Önce sakinleştiğini sanmıştım. "Nerede tanıştınız?" dedi, anlattım. "Ne zamandır berabersiniz?" dedi anlattım. Derken asıl mevzuya geldi çattı annesi. Hayatım boyunca unutmayacağım, hayat boyu aklımın bir köşeesinde kalacak o tarihi konuşmayı yaptı.
"Bana bak, benim koç gibi oğlumu nasıl ikna ettin, nasıl tuzağa düşürdün? Büyülerle bilmemnelerle mi kendine bağladın bilemem. Şu kadarını söyleyeyim ben seni oğlumla yatakta bassam, kendi gözlerimle görsem oğlumun sana aşık olduğuna inanmam. Benim oğlum dengi bir kızla evlenecek ve bana torun doğuracak!"
Gözyaşlarım sicim gibi yanaklarımdan akıyordu. Sürekli, nasılsa evleneceğiz, tatsızlık çıkmasın mantığında alttan alıyordum, yoksa elbette verecek cevabım olmadığından değil. Bu esnada babasının ağzını bıçak açmıyordu. Eli belinde oturuyor ve bizi izliyordu. Ha vurdu ha vuracak diyordum içimden ama geri adım atmayacaktım. Ne olacaksa olacaktı! Bir ara tuvalete kaçıp 155'i aramayı düşündüm ama yakalarlarsa olacakları düşünmek bile istemiyordum.
"Size nasıl göründüğünü bilemiyorum ama biz yanlış bir şey yapmadık, sadece birbirimizi sevdik, çok da mutluyuz" dedim. Sanırım bu bardağı taşıran son damla olmuştu. Annesi ayağa kalkıp kolumu kavradı, ben hala oturuyordum. O pehlivan gibi bedenim utanç ve korkudan leblebi gibi kalmıştı. Kolumu sıkmaya devam ederken tarihi ikinci konuşma geldi.
"Bana baksana sen, sen hiç aynaya bakmıyor musun? Şişmansın, hastalıklısın, senin yarın öbür gün çocukların da sakat sakat doğar. Kolsuz bacaksız çocukların olur. Seni böyle, bu halde kim ister? Buldun saf, salak oğlumu yamanmaya mı çalışıyorsun? Büyü mü yaptırdın, dua mı okuttun bilmem ama sen bu işi unut!!! Oğlumun peşini bırak! "
Tek söyleyebildiğim "ama biz birbirimizi seviyoruz" du. Ağladım, çok ağladım. Bu sözler aylarca, günlerce kulağımda çınladı ve özgüvenimi yerle bir etti.
[Daha ayrıntılı ve daha çirkin konuşmalar da vardı ama amacım olayın ana fikrini anlatmak sadece, her ne kadar vaktiyle canım yansa da karşı tarafın kişilik haklarını da olabildiğince korumaya çalışıyorum aktarırken.]
Sanıyorum bana istedikleri dersi verdiklerini düşünmüş olacaklar ki O'nu yakalamaya gittiler. Kapıyı çarptılar ve gittiler. Bir an beklemeden O'nu aradım hemen. Olanları anlattım ve hemen izin alıp eve gelmesini söyledim. Onlara yakalanmasın diye trenle değil dolmuşla gelmesini de tembih ettim. Çünkü tren garına pusuya yatacaklarını duymuştum konuşmalarından. Yarım saat sonra O geldi, çok kötüydü. Ben zaten ayaklı ölü gibiydim. Bembeyaz.
Ailesi sürekli arıyordu, işyerinden kaçtığını öğrenmişlerdi. Yanımda olduğunu anladılar. Direk ailemi arayıp olan biteni anlattım. Ailelerin görüşüp bir orta yol bulması gerekiyordu. Ailem yola çıktı apar topar. [Elbette işin silah, kötek boyutunu telefonda söylememiştim].
Alel acele ne yapabileceğimizi konuştuk ve ailesi döner dönmez hemen nikahı basmaya karar verdik yalnız bir sorun vardı, yanlarına yalnız gitmeye korkuyordu. "Sen gelme ama ben seninkilerle buluşup gideyim." dedi. Tekrar ailemi aradık ve O'nun ailemle buluşması ayarlandı. Sonra da iki aile Kadıköy'de buluşup konuşacaktı. Ya da o an bizim taraf öyle sanıyordu.
[Kadıköy'de karşılıklı çay içerken olaylar tatsızlaşmış, annemin tansiyonu düşmüş, onlar uzlaşmak bir yana tekrar ikimizi de öldürme planlarından söz etmişler, bizimkiler de dellenmişti. Zaten kopmakta olan ipler iyice birbirinden ayrılmış, bir taksi çevirip O'nu tıka basa içeri atıp gitmişlerdi.]
Konuşmanın gidişatını bozmamak için telefonla arayamıyordum ama meraktan ölebilirdim. Derken saatler sonra kapı çaldı. Annem ve eşi yalnızdı. Peki ya O? O neredeydi? Bir taksiye binip götürdüler sürüye sürüye dediler. Hemen telefona sarıldım. Telefon bir türlü açılmıyordu. Meraktan deliye dönmüştüm. Bu kadar ölüm kalım muhabbetinden sonra dönmem de doğaldı. Nihayet akşama doğru telefon açıldı ve O'nun titreyen sesini duydum." xxx'deyiz, beni zorla buraya getirdiler.Bu gece konuşacağım tekrar, şimdi sakinleşmelerini bekliyorum. Bekle beni." O gecenin neredeyse her saniyesini ağlayarak geçirdim.
Sabaha kadar yolunu gözüp gözyaşı döktüğüm adam aslında gitme planları yapıyordu, bense bunu sabahın köründe işyerine açtığım telefonla öğrenecektim...
Ertesi gün önce işinden istifa etti. Sonra beni aradı. "Eve gelip eşyaları toplayacağız annemlerle" dedi. "Gidecek misin, nasıl gidersin? Beni bırakıp nasıl gidersin?" dedim. "Gideceğim, en doğrusu bu." dedi. "Sadece sen gel, annenler bir daha buraya asla giremez." dedim.
Geldi. Taşınmak için karton kutuları bile hazır, hemen toparlanmaya başladı. Ben aldığım sakinleştiriclerle ayakta duruyordum ama bana açıklama yapmıyordu. Sadece "en doğrusu bu" diyordu. Ben, her halükarda seveceğini söylediği ve asla bırakmam dediği ben, bir gecede bitmiştim adeta. "Tehdit mi ettiler, dövdüler mi, sövdüler mi?" Mantığa oturtmaya çalışıyordum ama her mantık elimde kalıyordu. Ağzını bıçak açmıyordu. Nihayet giderayak "Bu film burada bitmeyecek, ben sana bir söz verdim Ya seninle, ya hiçkimseyle. Bunu onlar da görecek." dedi. Duvara "to be continued..." yazdı.
Bir efsane mi, gerçek mi bilmiyorum. Ortaçağda kadınlar savaşa giden kocalarına saçlarını örüp keser verirmiş. O gittiğinde çirkin olmak için. Belime kadar saçlarım vardı benim de. Odama geçtim. Saçlarımı ördüm sıkı sıkı ve dibinden kestim. Şak diye, bir darbede. Kocaman iğrenç bir mutfak makasıyla. O çok sevdiğim saçlarım bir anda elime düşmüştü. Sanıyorum annem o an delirdiğimi düşünmüş olmalı. Hemen bir ilaç daha getirdi bana. Ne olduğuna bakmadan ne getirirlerse içiyordum artık. Saçımı elime aldım ve toparlanmakta olan, sevdiğim adamın yanına döndüm. Saçımı avuçlarına bıraktım ve "Bekleyeceğim." dedim. Sadece bekleyeceğim.
O gün öğleden sonra, 2009'un sıkıntılı bir temmuz günü tüm eşyalarını topladı. O'nu nasıl ve neyle ikna ettiklerini söylemeden, açıklama yapmadan, sonunu dinleyemediğiniz bir şarkı gibi, devamını bilmediğiniz için gidemediğiniz bir adres gibi, yarım bırakarak herşeyi, eşyalarını topladı tek tek, gitti.
Gitti...
---
"Bıraktım öyle kalsın, bizim gibi darmadağın..."
Onsuz günlerin başlangıcı benim de adım adım çöküşümdü adeta. Günlerce O'ndan haber alamadım. Günlerce ilaçlarla uyudum. Günlerce aynı pencerede oturdum. Günlerce yola baktım. Dua ettim, diz çöktüm, ağladım, süründüm. Günlerce yemek yemedim. Neredeyse 10 kilo verdim.
Nihayet günler sonra bir arkadaşıma arattım O'nu ve sağlık haberini alabildim. İyiydi ama baskı altındaydı, interneti yoktu. Aklım almıyordu, insan tuvalette olsun bir mesaj atar diyordum. Aklım almıyordu.
Gidişinin ardından herkese bahaneler buldum. Çok geniş bir ortak çevremiz vardı. Herkes soru soruyordu. Kimseyle konuşmak istemiyor, telefona çıkmıyordum. Bu olanların nesini anlatacaktım ki? Hangi yanından tutsam elimde kalacak, daha da kötüsü muhtemelen bu çağda böyle şey olmaz diye bana inanmayacaklardı. Hoş zaten anlatmazdım, bana yakışmazdı.
Gidişinin ardından tam 101 gün evden çıkmadım. Ojelerimi silmedim, gerekmedikçe banyo yapmadım. Sadece saf, katıksız bir acı çektim. Gidişinin ardından kucağıma ilaçları koyup ölmek istedim, annemi düşünüp vazgeçtim. Gidişiyle beraber kendimi aylarca çirkin olmaya mahkum ettim. Makyaj yapmadım. Mutlu olmadım, küpe takmadım, ağzımın kıvrımıyla bile gülmedim.
Gidişinin ardından filozof oldum, sayfalarca yazı yazdım. İsyan ettim. Yaradılmış bir varlığı bu kadar seviyor olmam ne saçmaydı. İnsan ancak kendini yaratana bu kadar sevgi duyabilirdi. Gidişinin ardından annem delirdiğimi sandı hep, kendime zarar vermemem için sürekli başımda oturdu. Sürekli ilaçlar verdi. Üstüme titredi.
Tam 101 gün sonra arkadaşlarım eve gelip, ojelerimi silip, üstümü başımı giydirip beni evden çıkardılar. Çıkış o çıkış oldu. Sonrasında öyle bir dağıttım ki kimseler toparlayamadı.
Aylarca O'ndan haber alamadıktan sonra hayatına devam ettiğini ve beni unuttuğunu düşünmeye başlamıştım. İnterneti bağlandığı halde (ortak bir arkadaşımızdan öğrenmiştim) bana ulaşmıyordu bir biçimde. Son derece atarlı bir ayrılık maili attım. Benden zaten ayrılan bir adamdan kendimce ayrılıyordum! Bağrıma taş basıyor ama bu ilgisizliği kaldıramıyordum. Maile hemen yanıt geldi. Paragraflarca hala beni çok sevdiğini, sonumuzun birlikte olacağını söylemişti. İnanmıştım...
Sonrasında çok içtim. Öyle böyle bir içmek değildi. Unutmak için içiyor, sızıyor, tekrar içiyordum. Şu kesindi ki bir faydası olmuyordu. Rüyamda, gittiğim yerlerde, evin her yerinde, en önemlisi de içimde O vardı.
Duvara hapishanede gün dolduranlar gibi biten ayları işaretliyordum. Temmuz, Ağustos, Eylül (O'suz bir doğumgünü), Ekim, Kasım, Aralık (O'nsuz bir yılbaşı) derken 6 ay boyunca sadece bir kere saniyelerce telefonla konuşmuştuk ama aşk bitmiyordu. Gözden uzak, gönülden uzak değildi, keşke olsaydı ama değildi.
Ocak 2010'da üzüntüden çene kemiğim eridi. Annem ameliyat oldu. Tam 2 ay her gün dişçiye gitmek zorunda kaldım. Diş hekimim bile "Biri mi öldü, bu kadar ani çene kemiği erimez kızım..." demişti. Bunların hepsinde yalnızdım, umurunda bile olmadı.
Şubat ayında tekrar dellenip atarlı bir ayrılık maili daha attım. Mailime hemen cevap geldi, nasıl oluyorsa biz hiç iletişemediğimiz halde ayrılma lafı geçtiği an mailime cevap geliyordu. O zamanlar bunu anlamayacak kadar salak ve üzüntülüydüm elbette. Bir kez daha beni ikna etti, askere gidip askerliği bitince direk İstanbul'a gelecekti. Eninde sonunda bir plan yapabildiğimiz için daha huzurluydum.
Mart'ın son günlerinde O'nun maillerini kontrol ederken arşiv'de bir iş başvurusu gördüm. İkameti Ankara olan bir başvuru. O an aslında hiç gelmeyeceğini, bu kapıdan çıkarken aslında bittiğini anladım. 8 ay bir "hiçkimse"yi beklediğimi, bitirmeye gayret ettiğim şeyin çoktan bittiğini.....ve bu sefer O da direnmedi. Artık kabullenilmeyecek tarafı kalmamıştı zaten.
Tam 8 ay hiç gelmeyecek birini özlemiş, hiç gelmeyecek biri için hakaretlere maruz kalmış, tehdit edilmiş, bitmiştim...
---
23 Mart'ta bir canlı yayında açıkladım bittiğini. Şarkı aralarında mikrofonu kapatıp ağlıyor, anonslarda ise dinleyicilerimi üzmemek için neşeli takılıyordum. İlişkisinin sorumluluğunu alamayan birinden ayrılığın sorumluluğunu almasını zaten beklemiyordum ama çevreye yapılan açıklamalar beni hep zorladı. Kimse olayın gerçek sebebini bilmedi. Kimse buraya yazdığım kadar açığını okumadı. Kimse bu sevginin bu kadar güçlü olduğunu sezemedi.
Gidişinin, bitişinin ardından açıklama maiyetinde şu yazıyı yazdım, soru sormasınlar diye. İç dökmek için...
Gidişinin ardından bir sene ayağa kalkamadım. Sürekli kredi çekip, hiç çalışamadığım için battım. Uçan kuşa borçlandım. Mahalle bakkalı bile görmesin diye yolumu değiştirdim. Bitişinin ardından hem kalp acısı, hem korkunç ağrılar çektim. Özgüvenimi kaybettim. Hayatımın hatırılı sayılır bir vaktini internette geçirmeye başladım. En abuk siteden, en mantıklısına her şeyi okuyordum. Saatlerce dizi izliyordum aklım boşalsın diye.
Bir gün kelepçe kardeşliği diye bir site keşfettim. Kendime format attırmayı kafama takmıştım fakat bu nasıl olacaktı? Herşeyi geçtim kulağa çok korkutucu geliyordu. Siteden insanlarla tanışmaya başladım. Tanışıp, arkadaş olup birbirimize hikayelerimizi anlattığımızda kelepçenin tek yöntem olmadığını, başka bir yığın yöntemler olduğunu anlattılar bana. Bu sayede obezite yardım sitesini keşfettim. Daha önce buraya girmiş ve bir kaç kez buradakilerle mesajlaşmıştım. Sene 2008 olmalıydı lakin O kilo vermemi ve ameliyat olmamı istememişti, ben de tarihin tozlu raflarına kaldırmıştım bu fikri.
Şimdi ise içimde uyuyan ne varsa uyanmış, özellikle de "çocuklarım sakat doğmasın" diye iyileşmeye karar vermiştim...
Ya sen ya hiçkimse diyen adam ise 2010 Eylül'ünde yeni bir aşka yelken açmıştı bile...Ben O'ndan sonra şu güne kadar kimse ile sağlıklı bir ilişki geliştiremedim. Yapamadığımı anladığım noktada ise ipin ucunu bıraktım ve aşk defterini kapattım, bir daha ne zaman açılacağını bilmeyerek hem de...
Hayatta aşktan çok daha önemli mevzular vardı ve benim içi artık en başta sağlık geliyordu. Eğer bir yolu varsa - ne olursa olsun- iyileşmeliydim. Kaderimde hiç yaşamadığım "iyileşme gazı" nı bu olaylardan sonra yaşadım. Evet kötü, üzüntülü, ölüme paralel çok kötü günlerdi ama sonuçta bana bu gazı vermişlerdi...
Siteden bir tanıdığım bana İzmir'de bir doktorun telefonunu vermişti görüşmek için. Bavulları toplayıp ameliyat olmak için İzmir'e doğru yola çıktık. Benim kararım kesin, gözüm kara fakat ailem tatmin olmamıştı. Ailemi ikna etmek zor olacaktı ama buna doktorla tanıştıktan sonra karar verecektim.
Bir kez daha hiçbir şey umduğum gibi gitmemişti. O zamanlar talihsizlik gözüyle baktığım olaylar zinciri beni dünyanın en şanslı insanı yapacaktı halbuki...Bilemezdim.
Etiketler:
ameliyat,
ayağa kalkmak,
aşk acısı,
İzmir,
kelepçe,
kelepçe kardeşliği,
mide bandı,
obezite,
obezite yardım
15 Temmuz 2011 Cuma
Ah minel aşk!
"Ah minel aşk"
2008 yazının ertesinde sezonun açılmasına henüz varken düştü içime aşk. O İzmir'de, ben İstanbul'da. Aynı yerlerde yazı yazıyorduk, yayın yapıyorduk. Başlarda arkadaşlıktan fazlası yoktu. Git gide onunla konuşma saatlerini iple çektiğimi, sesini duyduğumda yüzümde çiçekler açtığını farkettim. O beni sadece arkadaş olarak görüyor sanıyordum başlarda.
Saatlerce, o işe gidene kadar, bazen ben evden çıkana kadar yazışıyorduk. O'na aşık olduğumu anladığım anın üzerinden bir ay geçmişti. Aslında ne ben çat diye açılabilecek biriydim, ne de o. O yüzden böyle sürünüp duruyorduk. Bir gün sabaha karşı herşeyi göze alıp döktüm içimi. Bir kadın için hayatta en zor şeylerden biri. Hayatta hep risk alırım ama aşkta aldığım risk buydu ve benim için ilkti.
Hem şaşırdığım, hem de mutluluktan ağladığım bir tepki geldi O'ndan. "Ben de sana aşığım, hayatıma hoşgeldin..." Ne kadar zarifti, ah ne güzeldi. Benden ve ondan mutlusu yoktu, hayat ne güzeldi, kuşlar bile sanki daha mutlu ötüyordu.
Kalktım İzmir'e gittim ben. En büyük endişem: uzakken hissettiklerimizi yakından da hisedebilecek miydik. Evet hissettik, çok daha fazlasını hissettik. Birbirimizin gözbebeğinde gördük kendimizi. Herkes için yaşadığı aşk tek ve benzersizdir ya hani, bizim için de öyleydi.
Artık birbirimizi özlemeye katlanamıyorduk. O İstanbul'a geldi, ben tekrar İzmir'e gittim. Birbirimize kamera açıp uyuyorduk yanyana hissetmek için. Artık bu böyle gitmez dediğimiz anda O İzmir'deki evini kapattı, işinden istifa etti ve İstanbul'a taşındı.
Hastalıklarımı, yaşadıklarımı, hepsini anlattım ona. Hiç bir şeyi saklamadım. Pansuman yaparken ona kendimi hiç göstermedim ama yine de mevzuyu detayıyla biliyordu. O yılın sezonu kötüydü, ekonomik kriz vardı ve çok az işe gidebiliyordum. Yarı domestik, yarı çalışan kadın, yarı kendimi adamış bir kadın olmuş çıkmıştım. Belki dağ başına klübeye taşınalım dese gidecektim. Boşuna aşkın gözü kör demiyorlar. Böyle böyle 6.ayı devirmiştik, zaman su gibi akıyordu.
İlişkimizin 6. ayını kutlarken -yine kendimce- bir devrim yapmaya karar verdim ve pansuman yaparken onu çağırdım. Aklımdan geçenler "böyle gördüğü için beni artık sevmeyecek" idi. Gönlüm ise bambaşka diyarlardaydı. Seven herşeyiyle severdi. Çok açıkçası aşka güveniyorum ama bu tabiri caizse üçbuçuk atmamı engellemiyordu. Ayağımdaki son sargıyı açtıktan sonra O'na şöyle dedim. "Bak ben buyum, malesef bu durumdayım. Şayet bir gün hastayım diye beni bırakacaksan, o gün bugün olsun. Sana daha fazla alışmadan git. Gitmeyeceksen beni böyle sev, hastalıkta, sağlıkta..." ve o da "Seni asla bırakmayacağım, ne olursa olsun!" dedi. Artık saklımız, gizlimiz yoktu ve ben çok mutluydum. Dünya'da hala iyi, hala seven insanlar olduğuna inanmıştım. Bu olay bence gerçekten ilişkimiz için dönüm noktasıydı ve süper atlatmıştık.
İlişkimiz bir yıla doğru yaklaşırken çok fazla ortak çevremiz vardı. Benim ailem durumdan haberdardı ve kesinlikle destekti bize. Hatta ufaktan ufaktan çeyiz alışverişine başlamıştık. Beyaz eşyalar, mutfak robotu, elektrik süpürgesi gibi kesin lazımları almıştık. Bu esnada sürekli görmezden geldiğim ve apranaxla dayandığım korkunç ağrılar yeniden başlamıştı. Hala tümden banyo yapamıyor ve apranaxları leblebi gibi yutuyordum ancak artık durumu kabul etmiştim. Bu Tanrı'nın bana çıkan piyangosuydu. İyileşeceğime dair umudum yoktu. Derin bir tevekkül ve çok fazla acı içerisindeydim. Beni toparlayan tek şey aşk'tı.
Sanırım tek eksiğimiz evlenme teklifiydi. Bir gece televizyon izleyip sütlü eti cici bebe yerken, aniden evlenme teklif etti bana. Hiç beklemediğim anda, şok olmuştum ve tabii ki "evet" dedim. Sonsuza dek evet. Birlikte yolculuk ettik, birlikte hayatı paylaşmaya başladık, birlikte yayınlar yaptık, hayatımız peri masalı gibiydi.
Bir yılı geride bırakıp ikinci yıla doğru koşarken artık ilişkimizi resmiyete dökmek istedik. Benim ailemin zaten durumdan haberi vardı. O'nun ailesiyle konuşması ve isteme vs. gibi detaylar için tarih alması gerekiyordu. Bu sebeple ailesinin yanına Ankara'ya gidecekti. Hayatım boyunca "kendiyle barışık" yalanını özümsemiş, ve kendimi gerçekten kendimle barışık hisseden ben, endişelerle doluydum. Gitmeden onu karşıma aldım. Ailesinden ne kilomu, ne hastalıklarımı saklamamasını, her şeyi açıkça anlatmasını rica ettim. Hatta bir kaç fotoğrafımı göstersindi, bilsinlerdi beni.
Haftasonu gelip çatmış, O'nu Ankara'ya uğurlamıştım. Meraktan, kaygıdan uyuyamıyor, gün sayıyordum. Telefon konuşmalarımızda rahat konuşamıyor, gelince konuşuruz diyordu. Kadınca hislerim yanılmamıştı, bir şeyler ters gidiyordu! Pazartesi akşamı nihayet geldi, birlikte yemek yedik. Ağzını bıçak açmıyordu. Sonunda dayanamadım, ağladım ağlayacaktım. Derken yüzüne baktım. Birbiri ardına gözyaşı döküyordu. Sakin ol ve anlat dedim. Derken hayatımın en acı, en vurucu gerekçelerini dinledim.
Sadece fotoğrafımı görmek bile kesin bir "Hayır." demeleri için yeterli olmuştu. Tansiyonlar yükselmiş, evde kıyamet kopmuştu. Üstüne bir de diyabetim ve NLD duyulunca "Kesinlikle Hayır!" olmuştu cevap. O geceyi nasıl atlattım, nasıl üzüntümden ve utancımdan yerin dibine girmedim şaşırıyorum. Yaşadığım bazı şeylerde nasıl ayakta durabilmişim, hayret.
"Çok zor bazen avaz avaz susmak..."
Vakit ağlamanın değil, neler yapabileceğimizi düşünmenin vaktiydi. Aniden ve kimseye haber vermeden nikah kıymayı düşündük. Oda nikahı olacaktı, bende jean ve sadece duvak, onda da jean ve gömlek. Ayrıntıya değil çözüme ihtiyacımız vardı. Alel acele bir şeyler yapmalıydık. Biz birbirimizi çok seviyorduk ve bizi kimse ayıramazdı!
Halbuki o gece beraber geçirdiğimiz son gece olacaktı...
12 Temmuz 2011 Salı
Cerrahpaşa Güncesi [N.L.D][+24]
Umutsuz,
isyan dolu anlarıma Tanrı'dan bir cevap niteliğinde gelen Cem hoca
randevusu bana biraz olsun umut vermişti. Doğrusunu isterseniz artık
umutlanmaya da heveslenmeye de korkar olmuştum.
Ertesi
gün elimizde Cem hocanın muayenehane adresi Şişli sokaklarındaydık
annemle. Sonunda bulabildik, sıra bekliyorduk. Sıra beklediğimiz o 5-10
dakika bana yüzyıllar gibi gelmişti. Nihayet Cem hocanın odasındaydık.
Durumu anlattım, anlatırken nasıl ağlamadığıma hala hayret ediyorum.
Bazı özel durumlarda insana abuk bir soğukkanlılık çöküyor.
Cem
hoca "Ayaklarını aç." dedi. Korkarak çıkardım bantları. "Durum baya
kötü" dedi, işte o ana kadar soğukkanlılıkla tuttuğum gözyaşlarım
yanaklarımdan düşüverdi. "Üzülme, gencecik kızsın, elimizden geleni yapacağız."
diye ekledi Cem hoca. Bu bile benim için o kadar büyük umuttu
ki...Oradan nasıl büyük mutlulukla çıktığımızı, Şişli sokaklarında hem
ağlayıp, hem zıplayarak nasıl yürüdüğümüzü, Cem hocanın bana nasıl bir umut verdiğini anlatamam.
Ertesi
sabah sabahın ilk ışıklarıyla Cerrahpaşa Dermatoloji'de yatağıma
yerleşiyordum. İki kişilik hücre gibi minnacık bir odaydı. Yanımda nesi
olduğunu anlayamadığım bir hatun yatıyordu. Oda çamaşırhaneye bakıyordu
ama zerre kadar umurumda değildi. Camdan baktığımda gökyüzünü
görebiliyordum. Bu bile bana yeterdi. İlk gün kayıt, hasta hikayesi
alma, ıvır zıvır derken geçip gitti. İkinci gün vizitte diğer hocalarla
tanıştım. Hocalar "hem ilaç tedavisi, hem de pansuman yapılacak."
dediler.
Pansuman
kavramına alışıktım, nasıl olsa daha kötüsü olamaz diye düşünüyordum ve
rahattım. Elbette ki her zamanki gibi yanılıyordum. Pansuman saati
geldiğinde Pansumancı kocaman bir kovayla başıma dikildi. Haydi bakalım
aç bacaklarını dedi ve banyodan kovayı doldurmaya başladı. Hiçbir şey
anlamamıştım ama dediğini yaptım. Burda adını vermek istemediğim mor,
ufacık bir hap attı içine sıcacık suyun. [İlacın adını vermek
istemememin sebebi ilacın çok zehirli olması, zehir olarak da
kullanılabilitesi ve kolay ulaşılabilen bir madde olması] Pansumancının
doldurduğu kova ilacın erimesiyle mosmor olmuştu. Ben hala ne yapacağımı
bilemiyor, aval aval kovaya bakıyordum.
"Ayağını
içine sok" dedi pansumancı. "Nasıl yani???" demişim. "Baya işte
alacaksın ayağını suya batıracaksın" dedi ve bir eliyle ayağımı sıcak su
dolu o kovaya soktu. Şarkılar söyleyerek kendimi kesmeye alışkın biri
olan ben için bile bu acının tarifi imkansız. Öyle bir çığlık attım ki
oda arkadaşım odadan kaçtı, servisin tüm kapıları kapandı yine.
Hemşireler kaçıştı...
Her yaşadığı acıda insan, bunun bir üstü olamaz diyor ama gömlek gömlek üstü acılar var hayatta.
Hem ağlıyordum hem de bunu tek iyileşme yolum olarak gördüğümden
ayağımı çıkaramıyordum. Yaraların yer yer kabuk tutmuş kısımları o suyun
içinde çözülüyordu tek tek ve ben feryat figan bağırıyordum.
Yarım
saat süren bu işkenceden sonra serumlu suya batırılan sargı bezleriyle
ayaklarımı silmeye başladı. Bu da can yakıcıydı ama sıcak suyla
kıyaslanmazdı bile. Sonra da merhemleme süreci başladı. Merhemler ufak
olduğu için "kova silverdin" denen şeyle karıştırılıyordu. (kova
silverdin silverdin'in en büyük boyudur). Nihayet en son da ayaklarım
kocaman top top sargı bezleriyle sarılıyordu. (alçı gibi).
Pansuman
saatleri beni o kadar yoruyordu ki saatlerce uyuyordum pansumandan
sonra. Bitkindim, halim kalmıyordu. Zamanla her acı gibi, hepsine
alıştığım gibi buna da alıştım. (İnsan adaptasyonu en yüksek canlıdır).
Yaklaşık 20 gün sonra- en azından- yaralardaki enfeksiyon geçmişti.
Artık kokmuyordum! İşin acısı bir başak burcu olarak koku ve
kokma olayına ne kadar duyarlıydım. Çok sonra öğrenecektim ki oda
arkadaşım benden rahatsız olmuş, odasını değiştirmek istemişti. Ne
koymuştu bu bana...
Sadece
bu mu...Bir gün mr. konsültasyonu için mr. odasına inmiştim.Mr.'ın
başındaki doktor ya da teknisyen hanım her kimse bana "Ben seni bu alete sokmam, sen hiç aynaya bakmıyor musun, o kiloyla bu aleti bozarsın, başıma iş açamam."
dedi. Sanki hayatının hıncını benden alır gibi. İki gözüm iki çeşme
bahçeye attım kendimi...Sokakta yediğimiz hakaretlere alışkındım fakat
bir tıp çalışanından dahi bunları duymak beni çok kötü etkilemişti.
Bahçede saatlerce ağlamıştım...
Derma
servisleri enteresan yerlerdir. Büyük bir aknesi olan da gerek
görülürse yatabilir, cilt kanseri olan da. Netekim sonradan öğrendim ki
yanımdaki hatunun aknesi varken bir yanımda yatan odadaki Adem abi cilt
kanseriydi. İki gecede bir doktorlar koşuşur, Adem abi fenalaşırdı. Dile
kolay...Cerrahpaşa dermatoloji servisinde tam 96
gün yattım. İyileşme umuduyla tam 96 gün. Tam taburcu olduğum gün Adem
abiyi kaybettik, nur içinde yatsın...Kimileri kazanıyor, kimileri
kaybediyor diye düşünmüştüm ilk duyduğumda. Üzülemedim çünkü o kadar çok
çekiyordu ki, o kadar gözümüzün önünde ölmek için yalvarıyordu ki...
Cerrahpaşa
bende çok izler bırakmıştı. Çamaşırhanesi daha ezbere biliyorum hala
oranın. Herkesle ahpab olmuştum. Konsültasyonum olmasa bile başka
servislerden doktorlar yanıma uğruyor, durumuma bakıyorlardı. Akşam
yemeğinden sonra dahiliyenin yanındaki küçük bahçeye inerdim. En büyük
keyfim kulağımda kulaklık, akşam kahvesini orada içmekti. O acıların
içinde dahi kurtuluşu müzikte bulmuştum. Deliler gibi kitap okuyor ve
müzik dinliyordum.
2008 yazının üç aydan fazlasını Cerrahpaşa'da geçirdim. Elimde artık bir "salah ile taburcu edildi"
kağıdı vardı ama ben yine salah içinde değildim. Normalde beni tedavi
edemeyen ya da yanlış tedavi yapan yerlerin adını yazmıyorum ama Cem
hoca başkaydı. O karamsarlığın içinde bana tek umut veren O'ydu. Elinden
geleni yaptı, yaptırdı. Her zaman hastasına saygılı, sevgili muhteşem
bir hekim profili oldu gözümde.
İyileşemiyor
olmam onun suçu değildi, en azından artık elimde NLD ile nasıl
yaşayacağım ve nasıl doğru pansuman yapabilirim bilgisi vardı ve
bunların hepsini Cem hocadan öğrendim. Doktorların hepsinin aynı
olmadığını ve hastası için insani bir çaba gösteren doktorlar da
olduğunu bana O öğretti. Her daim yolu açık olsun.
Cerrahpaşadan
çok şey öğrenmiştim ama hayat hakkında eksiğim hala çoktu. Nitekim
hayat da bana bunu göstermek için bir kez daha aşk yolunu
seçecekti...Ruhsal bir acının, aşk acısının nasıl fiziksel acıdan gömlek
gömlek üstün olduğunu çok sonraları anlayacaktım...
Gönderen
betty puf puf
zaman:
10:27
5 yorum:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta Paylaş
Merhaba sevgili okuyucu. "Sensin Obez!" e hoşgeldiniz. Nasılsınız inşallah?
Öncelikle ben kimim, neden böyle bir blog açtım, neden yazmak zorunda hissettim, dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Buradan gün be gün okuyacağınız şey aslında bir morbid obez'in normalleşme süreci olacak. (diye umuyorum).
Hastaneye gittiğinizde sizinle ilgili doldurdukları formlarda en önde kilo değeriniz olur genelde. Siz, temsil ettiğiniz değerler, okuduğunuz okullar (ki haklı olarak bu doktorların ne işine yarayacak), yaptığınız işlerin önünde bir morbid obezsinizdir. Sırf hastane değil, toplumda, nefes aldığınız her yerde bireyselliğiniz dahi önüne geçen tek şeydir kilo. Çünkü insanlar anomaliyi sevmezler. Kendileri gibi olmayan her şeyden, herkesten korkarlar. Bu toplum psikolojisidir. İlk olarak bir obez-morbid obezseniz bunlar kişisel almamayı öğrenmelisiniz. Yoksa çok canınız yanar. (burda hazır yanmışı var :)
Burada 30 senelik bir obezite hikayesi, bir kaç aylık da bir zafer hikayesi olacak ömrüm boyunca sürmesini umduğum.
Ben sanal dünyada betty puf puf diye tanıdığınız Başak, 30 yaşında, yazan, okuyan, hipersosyal, dj, oyuncu, seven, sevilen, gülen, haberiniz yokken ağlayan ama yazan, hep yazan...Size dilim döndüğünce hikayemi anlatacağım burada ve göreceksiniz, "Obezite kader değil!"*.
*Doç.Dr. Halil Coşkun
10 Temmuz 2011 Pazar
Allahım neden ben?! [N.L.D][+18]
Hep
iyileşeceğime inandım ben, en kötü anda bile. Neden bilmiyorum.
Yaşadığım onca şeyden sonra bile içimde bir gün mutlaka "normal" bir
insana dönüşeceğime dair inanç vardı. Bu inanç sağlıyordu sanırım devam
etmemi, ta ki durana kadar...
İstanbul'a dönmüş olmak bile iyi gelmişti bana. Bir Ankara'lı olarak sonradan keşfettiğim İstanbul'un aşığı oldum ben. Hiçbir yerde bu kadar rahat nefes alamadım, bu kadar sevemedim hiçbir yeri. Sezonumuz açılmış ve işe dönmüştüm. İnsülin ve pansumanlar devam ediyor kesip biçme kısmına da her gün daha fazla alışıyordum.
Pansuman için kullandığım malzemeleri malesef sigorta ödemiyordu ve -bugünün şartlarında bile- çok pahalılardı. Annemle elele yetiştirmeye çalışıyorduk ama zordu. O dönem epeyce borçlanmak durumunda kaldık. Patronum (hala da patronum kendisi ) hayatta tanışıp tanışabileceğiniz en zor ama bir o kadar da iyi kalpli adamdı. Bana hem mesleki olarak, hem maddi, hem manevi inanılmaz hakkı geçmiş bir insan oldu hep. Başka bir insan bu kadar hastalık ve ıvır zıvırı olan oyuncuyu çoktan kapının önüne koymuştu. Nitekim başka dönemlerde başvurduğum çok önemli bir özel tiyatro ve çok meşhur bir oyuncu beni "şeker hastası" olmam sebebiyle hakaretlere boğmuştu.Sözlükte yazmıştım bununla ilgili.Hayatım boyunca sağlığı ile övünen insanları garip buldum, sağlık öyle bir mevzudur ki; kibiriyle etrafta dolaştığınız an adeta Tanrı sizi duyar ve bunu tersine çevirir.
İkinci sezonun ortalarında sabahları çok yorgun uyanmaya başladım. Diyabetin potansiyeline bağlıyordum bunu. Derken hafiften ağrılar başladı ayaklarımda. Önceleri iş yoğunluğuna bağlıyor geçiştirmeye çalışıyordum. Daha sonra geçiştirilmeye izin vermeyen ağrılar başladı. Önceleri ağrıyı hisseder hissetmez hemen bir apranax alıyordum. Bıçak gibi kesiliyordu ağrı. Çok ayakta durmaktan olduğunu düşünüyordum çünkü başrol oynuyordum ve sürekli sahnedeydim.
Ağrıların ikinci safhasında yaraların alanının genişlediğini farkettim. İki ayağımda da dizimin altından bileğe kadar olan bölgede genişlemeye başlamışlardı. Necrobiosis Lipoidica genişliyor, bir canavar gibi büyüyordu. Ayakta olmak iyi gelmiyordu bana kesin. Ya da ben öyle sanıyordum. Gün geçtikçe ağrılar daha çok canımı yakmaya ve aldığım apranax sayısı ikiye çıkmaya başladı. Sabahları kuliste bir tane, öğlenleri kuliste bir tane daha derken akşamları da apranax almaya başladım. Ağrıları ve yaraların büyümesini bu kadar görmezden gelmem çok büyük bir hataydı ama tekrar hastaneye yatacak ne maddi ne de manevi gücüm vardı. Gün geçtikçe daha da batıyordum üstelik.
İkinci sezonun sonlarına doğru sağ ayağımda uyuşmalar başladı. Uyuşma -özellikle de - ayak ve ellerdeyse hiç iyi bir işaret değildir. [venöz yetmezlik] İçten içe çok korkuyordum. Pansumanlarda çektiğim acı o kadar artmıştı ki sürekli ağlar olmuştum. Yaralar çok hızla genişliyor ve derinlikleri artıyordu. Bir şeyler yapmam gerekiyordu ama ne olduğunu bilemiyordum. Beni iyileştirecek birini bulmalıydım. İnternetten de sürekli araştırıyordum bu hastalığı ama sağlam bir sonuç görünmüyordu.
Sezon sonuna kadar dayandım yine. Dayandım ama ne yapacağımı, kime gideceğimi bilemiyordum. Banyo yapmak en büyük kabusumdu artık. Banyo yaparken açık olan yaralar cayır cayır yanıyor banyodan sonra da saatlerce ağrıyordu. Bu sıralarda bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biriyle tanıştım. Ayaklarımdan tuhaf bir koku geliyordu. Korktuğum, görmezden geldiği şey başıma gelmişti, canlı canlı çürüyordum ben!
Acilen bir şey yapmam gerekiyordu. Annem, eş dost hep beraber doktor aramaya başladık. Özellikle İstanbul'daki özel-üniversite vs tüm hastanelere mail attık. Kurduğu devasa dermatoloji ünitesiyle bir özel hastaneye çok güveniyordum, saatlerce pc başında mail bekledim. Bir hafta sonra mailime, "Ne yazık ki sizi tedavi edemeyiz. Tedaviniz Türkiye sınırları içinde mümkün değildir." diye bir mail geldi. Sanki yurtdışında mümkünmüş gibi! Oraya o kadar güveniyordum ki sanırım dark side'a geçişim o an oldu.
Annemi çağırdım ve maili gösterdim. Sinirle banyoya girdim, ne kokuya, ne yaralara tahammülüm kalmamıştı. Enfeksiyon kaptığımı biliyordum ama artık çareler tükenmişti. Kendimi o kadar çözümsüz, o kadar çaresiz hissediyordum ki...Ağlaya ağlaya yıkanmaya başladım, bu benim baştan ayağa yapabildiğim son banyo olacaktı.
Hayatım boyunca Tanrı'yla aram iyi oldu benim. Hep inandım, hep güvendim. İman o kadar hassas, gergin bir dengedir ki, iman edebilmek için Tanrı'ya inanıyor olmanız yetmez. Bir çok insan Tanrı'ya inanır ama güvenmezler. Ben güvenen ve seven kısımdaydım. O son banyoda "Allah beni sevmiyor!" dedim kendi kendime, "Sürekli neden ben, neden ben" diyordum. Ve o banyodan çıkamadım...Nasıl bir çığlık attıysam annem içeri daldı, acıdan adım atamıyordum. Annem beni yatağa kadar taşıdı, ayaklarımı gördü. Pansumanları yalnız yaptığım için görmemişti ve ağlamaya başladı. "Bir çaresini bulacağız kızım, Allah bizimle, melekleri bizimle" dedi. "Anne" diye ağladım, "ALLAH NEREDE? MELEKLERİ NEREDE? Beni bırakıp gittiler!" diye bağırdım. [Ağlamaktan yazamadım daha fazla]
Annem bana bir sakinleştirici ve apranax içirdi ve uyudum. Bana sonsuz gibi gelen bir süre için.
Bu benim ilk isyan edişimdi. Şimdiye kadar da tek oldu. Yaradılmış bir insana bu kadar acı çektirilmesinin mantığını bulamıyordum. Sevgi böyle değildi, kimse çaresiz kalmamalıydı, kimse...
Ertesi gün annemin bir tanıdığı bir hocanın ismiyle geldi bize. Kolsuz Agop diye bilinen hocanın öğrencisi Prof.Dr.Cem MAT. Hocanın randevuları aylarca doluydu ancak araya tanıdıklar sokarak hemen ertesi güne randevu aldık.
Son umudum Cem hocaydı, o da beni geri çevirseydi çok süslü bir cenaze törenim olacaktı...
İstanbul'a dönmüş olmak bile iyi gelmişti bana. Bir Ankara'lı olarak sonradan keşfettiğim İstanbul'un aşığı oldum ben. Hiçbir yerde bu kadar rahat nefes alamadım, bu kadar sevemedim hiçbir yeri. Sezonumuz açılmış ve işe dönmüştüm. İnsülin ve pansumanlar devam ediyor kesip biçme kısmına da her gün daha fazla alışıyordum.
Pansuman için kullandığım malzemeleri malesef sigorta ödemiyordu ve -bugünün şartlarında bile- çok pahalılardı. Annemle elele yetiştirmeye çalışıyorduk ama zordu. O dönem epeyce borçlanmak durumunda kaldık. Patronum (hala da patronum kendisi ) hayatta tanışıp tanışabileceğiniz en zor ama bir o kadar da iyi kalpli adamdı. Bana hem mesleki olarak, hem maddi, hem manevi inanılmaz hakkı geçmiş bir insan oldu hep. Başka bir insan bu kadar hastalık ve ıvır zıvırı olan oyuncuyu çoktan kapının önüne koymuştu. Nitekim başka dönemlerde başvurduğum çok önemli bir özel tiyatro ve çok meşhur bir oyuncu beni "şeker hastası" olmam sebebiyle hakaretlere boğmuştu.Sözlükte yazmıştım bununla ilgili.Hayatım boyunca sağlığı ile övünen insanları garip buldum, sağlık öyle bir mevzudur ki; kibiriyle etrafta dolaştığınız an adeta Tanrı sizi duyar ve bunu tersine çevirir.
İkinci sezonun ortalarında sabahları çok yorgun uyanmaya başladım. Diyabetin potansiyeline bağlıyordum bunu. Derken hafiften ağrılar başladı ayaklarımda. Önceleri iş yoğunluğuna bağlıyor geçiştirmeye çalışıyordum. Daha sonra geçiştirilmeye izin vermeyen ağrılar başladı. Önceleri ağrıyı hisseder hissetmez hemen bir apranax alıyordum. Bıçak gibi kesiliyordu ağrı. Çok ayakta durmaktan olduğunu düşünüyordum çünkü başrol oynuyordum ve sürekli sahnedeydim.
Ağrıların ikinci safhasında yaraların alanının genişlediğini farkettim. İki ayağımda da dizimin altından bileğe kadar olan bölgede genişlemeye başlamışlardı. Necrobiosis Lipoidica genişliyor, bir canavar gibi büyüyordu. Ayakta olmak iyi gelmiyordu bana kesin. Ya da ben öyle sanıyordum. Gün geçtikçe ağrılar daha çok canımı yakmaya ve aldığım apranax sayısı ikiye çıkmaya başladı. Sabahları kuliste bir tane, öğlenleri kuliste bir tane daha derken akşamları da apranax almaya başladım. Ağrıları ve yaraların büyümesini bu kadar görmezden gelmem çok büyük bir hataydı ama tekrar hastaneye yatacak ne maddi ne de manevi gücüm vardı. Gün geçtikçe daha da batıyordum üstelik.
İkinci sezonun sonlarına doğru sağ ayağımda uyuşmalar başladı. Uyuşma -özellikle de - ayak ve ellerdeyse hiç iyi bir işaret değildir. [venöz yetmezlik] İçten içe çok korkuyordum. Pansumanlarda çektiğim acı o kadar artmıştı ki sürekli ağlar olmuştum. Yaralar çok hızla genişliyor ve derinlikleri artıyordu. Bir şeyler yapmam gerekiyordu ama ne olduğunu bilemiyordum. Beni iyileştirecek birini bulmalıydım. İnternetten de sürekli araştırıyordum bu hastalığı ama sağlam bir sonuç görünmüyordu.
Sezon sonuna kadar dayandım yine. Dayandım ama ne yapacağımı, kime gideceğimi bilemiyordum. Banyo yapmak en büyük kabusumdu artık. Banyo yaparken açık olan yaralar cayır cayır yanıyor banyodan sonra da saatlerce ağrıyordu. Bu sıralarda bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biriyle tanıştım. Ayaklarımdan tuhaf bir koku geliyordu. Korktuğum, görmezden geldiği şey başıma gelmişti, canlı canlı çürüyordum ben!
Acilen bir şey yapmam gerekiyordu. Annem, eş dost hep beraber doktor aramaya başladık. Özellikle İstanbul'daki özel-üniversite vs tüm hastanelere mail attık. Kurduğu devasa dermatoloji ünitesiyle bir özel hastaneye çok güveniyordum, saatlerce pc başında mail bekledim. Bir hafta sonra mailime, "Ne yazık ki sizi tedavi edemeyiz. Tedaviniz Türkiye sınırları içinde mümkün değildir." diye bir mail geldi. Sanki yurtdışında mümkünmüş gibi! Oraya o kadar güveniyordum ki sanırım dark side'a geçişim o an oldu.
Annemi çağırdım ve maili gösterdim. Sinirle banyoya girdim, ne kokuya, ne yaralara tahammülüm kalmamıştı. Enfeksiyon kaptığımı biliyordum ama artık çareler tükenmişti. Kendimi o kadar çözümsüz, o kadar çaresiz hissediyordum ki...Ağlaya ağlaya yıkanmaya başladım, bu benim baştan ayağa yapabildiğim son banyo olacaktı.
Hayatım boyunca Tanrı'yla aram iyi oldu benim. Hep inandım, hep güvendim. İman o kadar hassas, gergin bir dengedir ki, iman edebilmek için Tanrı'ya inanıyor olmanız yetmez. Bir çok insan Tanrı'ya inanır ama güvenmezler. Ben güvenen ve seven kısımdaydım. O son banyoda "Allah beni sevmiyor!" dedim kendi kendime, "Sürekli neden ben, neden ben" diyordum. Ve o banyodan çıkamadım...Nasıl bir çığlık attıysam annem içeri daldı, acıdan adım atamıyordum. Annem beni yatağa kadar taşıdı, ayaklarımı gördü. Pansumanları yalnız yaptığım için görmemişti ve ağlamaya başladı. "Bir çaresini bulacağız kızım, Allah bizimle, melekleri bizimle" dedi. "Anne" diye ağladım, "ALLAH NEREDE? MELEKLERİ NEREDE? Beni bırakıp gittiler!" diye bağırdım. [Ağlamaktan yazamadım daha fazla]
Annem bana bir sakinleştirici ve apranax içirdi ve uyudum. Bana sonsuz gibi gelen bir süre için.
Bu benim ilk isyan edişimdi. Şimdiye kadar da tek oldu. Yaradılmış bir insana bu kadar acı çektirilmesinin mantığını bulamıyordum. Sevgi böyle değildi, kimse çaresiz kalmamalıydı, kimse...
Ertesi gün annemin bir tanıdığı bir hocanın ismiyle geldi bize. Kolsuz Agop diye bilinen hocanın öğrencisi Prof.Dr.Cem MAT. Hocanın randevuları aylarca doluydu ancak araya tanıdıklar sokarak hemen ertesi güne randevu aldık.
Son umudum Cem hocaydı, o da beni geri çevirseydi çok süslü bir cenaze törenim olacaktı...
Etiketler:
dark side,
diyabet,
enfeksiyon,
iman,
necrobiosis lipoidica,
prof.dr.cem mat,
umut,
venöz yetmezlik
5 Temmuz 2011 Salı
Umutsuz insan, çoktan ölmüştür! [N.L.D][+18]
Uyarı:
Okuyacaklarınız çok acılı, bir o kadar da gerçek. Lütfen içiniz
kaldırmıyorsa, kendinizi güçlü hissetmiyorsanız, sizi kötü
etkileyeceğini düşünüyorsanız okumayın. Amacım kimseyi üzmek değil, hiç
olmadı. Burada okuyacaklarınız ailemin ve belki bir kaç arkadaşımın
şahit olduğu gerçeklerdir. Bu kadar açık yazmamın sebebi ise bir kişi
olsun varsa aynı şeyi yaşayan, bilsin, hayat devam ediyor ve herkesin
bir mutlu sonu var. Mutlu sonlara inanın, lütfen...
Hayatım boyunca umudu kaybettiğim, bir çıkış noktası göremediğim anlar nadirdir. Bir konuda hiç umut göremiyorsam eğer, kendimi yanlış yere doğru baktığıma ikna ederim fakat...
O yıllar için bunu söylemek de, yaşamak da, umutlu olmak da zordu. Egzema teşhisiyle rahatlayan ben ve annem ilaçları, merhemleri kullanarak düzeleceğime gayet tabii ki sonsuz inanıyorduk. Günler geçiyor, bacağımda bir düzelme olmuyordu. Çok kafaya da takmıyordum zira sezon sonuydu, annem anneannemle beraber İzmir'deydi ve ben çok yoğun çalışıyordum.
Bir sabah yine oyuna gitmek için uyandığımda kendimde bir tuhaflık sezdim. Ayağımı gördüğüm an yataktan yarım metre zıpladım desem yalan olmaz. Sağ ayağımda dizimin altındaki o korkunç morluk bir gecede üzeri kocaman kabuk kaplı mosmor bir yaraya dönüşmüştü. Bizim sektörü bilenler için açıklama yapmaya gerek yok lakin bilmeyenler için söyleyeyim, bizim sektörde eğer ölmediyseniz, oyuna çıkarsınız zira oyuncunun oyuna çıkmaması gibi bir durum söz konusu değildir. Bugün işe gitmesem lüksü yoktur (hele ki küçük tiyatrolarda).
Sabahın köründe bandaj gibi bir şey bulup sarıp işe gittim, akşam eve gelip duş alıp egzama merhemlerini sürüyor ve tekrar başka bir bandajla ayağımı kapatıyordum. Geçen üç günün sonunda nihayet bir saat kadar bir boşluk bulup özel bir tıp merkezinin Dermatoloji doktoruna göründüm.
Adamın ayağıma dehşetle bakıp "Kızım bu bizim işimiz değil, ben bunu tedavi edemem ama bu kesinlikle egzama değil. Bir üniversite hastanesine görünmelisin." dediğini hatırlıyorum. Artık hem egzema olmadığına emin, hem de dehşet içinde sezonun bitmesine gün sayıyordum. Son iki gündü ve ben de atlayıp İzmir'e gidecektim, orada bir üniversite hastanesine gitmekti amacım. Son iki gündü ve ben çektiğim acıya rağmen sahnedeydim. Şükürler olsun sezon bitti ve soluğu İzmir'de aldım.
Annem ve anneannem vaziyeti görünce gecikmeden acilden hastaneye gitmemizin gerektiğini söylediler. Durumum o kadar kötüydü ki ayağımın ağrısından başımı kaldırıp gözyaşlarımı silemiyordum. "x" hastanesinin acil salonunda görevliyle annem tartışıyordu, durum çok acil diye bağırıyordu. Görevli inatla Dermatoloji'nin acili olmadığını söylüyordu. Son gücümle ağlayarak ayağa kalktım ve adama ayağımı gösterdim. 10 dakika içinde Dermatoloji'deki tüm doktorlar etrafımda bir uzaylıyı inceler gibi bana bakıyorlardı. Demek bu kadar kötüydüm...
Vakit kaybetmeden beni hastaneye yatırdılar, başıma doluşan doktorlar sürekli ya benim şişmanlığımdan ya da ayağımdan, ya da anlamadığım bir şeylerden bahsediyorlardı. O kadar korkmuştum ki...[Şimdi benim için bunları yazmak o kadar zor ki, ağlamak için ara vermek zorundayım]
Bir tarafıma serum, bir tarafıma adını daha önce hiç duymadığım bir makineye bağlı bir sıvı taktılar. Ne sorsam sürekli "komadasın" yanıtını alıyordum ama komada değildim! Bahsettikleri komanın "yüksek şeker koması [hiperglisemi] olduğunu bilemezdim tabii. Yarım saatte bir birisi başıma geliyor ve parmağımdan kan alıyor, tansiyonumu ölçüyor ve bir takım rakamlar yazıp gidiyordu. O gün bir şey anlayamadan geçti gitti.
Nihayet ertesi gün vizitte benimle ilgili birbirlerine açıklama yaparlarken neyim olduğunu öğrendim. Tip 1 diyabet teşhisi koymuşardı ama peki ya ayağım? Bana hiç açıklama yapmadan gidiyorlardı ki aralarından bir doktor "Vaka obez" dedi. Nasıl yataktan doğruldum ve nasıl sesimi yükselttim bilemiyorum.
"Vaka değilim ben, insanım! Bana bir açıklama yapmak zorundasınız!" Bütün doktorlar bana dönmüştü. Nihayet bana diyabetimle ilgili biraz bilgi verdiler. Eminim hastane loglarıma "Hasta asabi." de yazılmıştır zira öğleden sonra psikiyatriden bir hanım konsültasyona geldi. O gün bugündür hastası hakkında "vaka" diyen doktorlardan hep bucak bucak kaçtım. Siz evet, akademik sunumlarda,makalelerde hastane kayıtlarında vaka, olgu vs olabilirsiniz ama sizinle muhattap olan hekim yüzünüze bakıp Vaka dememeli. Siz bir insansınız, bireysiniz. İnsan gibi davranılmayı hakediyorsunuz.
Nihayet o gün öğleden sonra ayağım için bir şeyler yapıldı. Ufak bir örnek alınacak sanan ben gayet rahatken ayağımdan (yaranın üstünden) yarım cm lik yuvarlak bir parça aldılar. Kesin sonucu patoloji sonrası söyleceklerini de eklediler. Ben patoloji sonucu beklerken isteğim, arzum ya da iznim olmadan insülin'e bağlanmıştım bile. İnsülinin ne demek olduğunu bilmeden hem de!
Patoloji sonucu gelene kadar pansuman yapacağız dediler. Pansuman kavramı hakkında pek haberim olmayarak rahatça tamam dedim. Ertesi sabah vizit sonrası beni pansumana götürdüler. 10 adıma 10 adım kadar ufacık penceresiz bir odada ayağımı sargısından açtı doktor. Serumla ayağımı temizledikten sonra eline bir bisturi aldı. Geriye doğru zıplayınca "Bundan başka iyileşme şansın yok, istersen bağır, çağır, küfret, canın yanacak.Uyuşturursak ne kadar kestiğimizi hissedemezsin." dedi. Kesmek??? Canın yanacak kavramından anladığım şey kesinlikle bu değildi. Çıkardığı bisturi ile ayağımdaki yarayı kazımaya başladı. Öyle çığlıklar atıyordum ki birileri annemi alıp iki kat yukarı çıkarmak zorunda kalmış, tüm servisin kapılarını da kapatmıştı, duyulmasın diye. İlk pansumanım yaklaşık bir saat sürdü. Şimdi bana rahatça ameliyat izliyorum diye deli muamelesi yapan arkadaşlarım var, ben kendi kesilişimi her gün izlemiştim. Hiç uyuşturulmadan, kendi etinin sesini duyarak...
O zamanlar henüz dj. değildim. Acıyla baş etmenin yolunu kendimce bulmuştum. Doktor eline bisturiyi aldığı an şarkı söylemeye başlıyordum. Her gün farklı bir şarkı söylüyordum bağıra bağıra. Kendimce acıyla savaşmanın yolu buydu. O satten sonra da hayatım boyunca şarkılar yanımda olacaktı, her savaşımda...
Hastaneye yatalı 10 gün geçmişti. Patoloji sonucunu ve tedavi sürecini deli gibi merak ediyordum. Hastaneye ve "acıyla imtihan" a alışmıştım. İnsan böyle bir şeye nasıl alışır demeyin, insan denen varlık aklınıza gelebilecek her acıya adapte oluyor. Patoloji sonucu geldiğinde heyecandan ölecek gibiydim. Sonuç: Necrobiosis Lipoidica! Ne? Nedir? Nasıldır hiç bir fikrim yoktu. Nihayet ertesi gün vizitinde 10.000.000 (on milyon) kişide bir görülen bir cilt hastalığı olduğunu, yabancı kaynaklarda "cell cancer/cell tumor" şeklinde geçtiğini, diyabetin komplikasyonu olmadığını ama diyabetin tetiklediğini, daha çok kadınlarda görüldüğünü öğrendim hocalardan.
Vay be! Kimine loto vuruyordu, bana da kaderin lotosu buydu demek. Peki neden oluyordu bu? Genetik değil, yeme içme değil, diyabet değil? E peki nedir? Hocaların cevabı : Bilmiyoruz. Gayya kuyusu gibi bir hastalıktı işte. Yara açılmasına egzama merhemleri sebep olmuş olabilirdi, güneş olabilirdi, kedi köpek tüyü olabilirdi, su olabilirdi. Gayet fiyakalı ismi olan bir bilinmezlikti N.L.D. Benim için daha önemli kısmı açıkçası o an nasıl geçeceğiydi. Doktorların cevabı ise gayet netti: Bilmiyoruz, deneyeceğiz. Çok güzel, demek deneyeceklerdi. Başka çarem yoktu. Her şeye tamam dedim. Her sabah 45 dakika-1 saat arası canlı canlı kesilmeye, ışık, lazer tedavisi, deneysel merhemler, türlü çeşit işlemler...
"x" hastanesinde 20.günümde pansuman yapan doktora pansumanımı kendim yapmak istediğimi söyledim. Madem biri beni kesecekti, bu ben olmalıydım. İzin verdiler ve her sabah 45 dakika kendi bistürimi kendim tutup, kendi canımı yakıyordum artık. Hatta pansumanı ve diğer işlemleri o kadar iyi yapmaya başlamıştım ki artık öğlen tatillerinde katı bana emanet edip gidiyorlardı. "Bir şey olursa ararsın" diyerek. Açıkçası dermatoloji hakkında bu kadar ıvır zıvırı ve temel bilgiyi orada öğrendim diyebilirim.
Artık öyle bir hale gelmiştim ki, hemşirelerle fal kapatıyor, konsültasyona gelen doktorlarla batak atıyordum. Uzun süreli yatan hastalar için hastanelerde pek çok şey yasak değildir biliyor musunuz bilmem. Biraz kafayı kırma olasılığınız yüksek olduğundan, biraz da evde gibi hissetmenizi sağlamak için. Çok canım çektiği için un helvası yapıp (diyabetik hastaya) getiren doktorlarım bile oldu orada.
"x" hastanesinde böyle böyle tam 63 gün geçirdim. 63 günün sonunda artık daha fazla bir şey yapılamayacağını söyleyerek ayağımda hala bir yarayla "salah ile taburcu" edildim. Halbuki ben salah içinde değildim ve onlar da ben de bunu biliyorduk! Salah içinde taburcu edildi yazıyordu son raporumda, içim burkuluyordu...
Artık hastanede olmadığım halde belki işe yarar diye pansumanıma devam ediyor, yarayı da "roll por" denen bantların(yara pedi) 18 cm ya da 20 cm olanlarıyla kapatıyordum. Sadece banyoda açıyor ve o kadar acıya da göz yumuyordum. Hayat böyleydi ve böyle yaşamaya alışmalıydım. Yeni bir sezon başlıyordu ve işe dönmeliydim.
İstanbul'a, işime, evime döndüm. Artık diyabetim vardı, alışmaya çalışıyordum. Artık günde dört kere insülin alıyor, her gün pansuman yapıyor, ayağım bantlı dolaşıyordum. Nasılsa bundan beter bir acı çekemem diye düşünüyordum o zamanlar.
Halbuki ne çok yanılmıştım hayatta. Bu da onlardan biriydi. Acıdan büyük acı vardı ve ben henüz yarısını bile görmemiştim...
Hayatım boyunca umudu kaybettiğim, bir çıkış noktası göremediğim anlar nadirdir. Bir konuda hiç umut göremiyorsam eğer, kendimi yanlış yere doğru baktığıma ikna ederim fakat...
O yıllar için bunu söylemek de, yaşamak da, umutlu olmak da zordu. Egzema teşhisiyle rahatlayan ben ve annem ilaçları, merhemleri kullanarak düzeleceğime gayet tabii ki sonsuz inanıyorduk. Günler geçiyor, bacağımda bir düzelme olmuyordu. Çok kafaya da takmıyordum zira sezon sonuydu, annem anneannemle beraber İzmir'deydi ve ben çok yoğun çalışıyordum.
Bir sabah yine oyuna gitmek için uyandığımda kendimde bir tuhaflık sezdim. Ayağımı gördüğüm an yataktan yarım metre zıpladım desem yalan olmaz. Sağ ayağımda dizimin altındaki o korkunç morluk bir gecede üzeri kocaman kabuk kaplı mosmor bir yaraya dönüşmüştü. Bizim sektörü bilenler için açıklama yapmaya gerek yok lakin bilmeyenler için söyleyeyim, bizim sektörde eğer ölmediyseniz, oyuna çıkarsınız zira oyuncunun oyuna çıkmaması gibi bir durum söz konusu değildir. Bugün işe gitmesem lüksü yoktur (hele ki küçük tiyatrolarda).
Sabahın köründe bandaj gibi bir şey bulup sarıp işe gittim, akşam eve gelip duş alıp egzama merhemlerini sürüyor ve tekrar başka bir bandajla ayağımı kapatıyordum. Geçen üç günün sonunda nihayet bir saat kadar bir boşluk bulup özel bir tıp merkezinin Dermatoloji doktoruna göründüm.
Adamın ayağıma dehşetle bakıp "Kızım bu bizim işimiz değil, ben bunu tedavi edemem ama bu kesinlikle egzama değil. Bir üniversite hastanesine görünmelisin." dediğini hatırlıyorum. Artık hem egzema olmadığına emin, hem de dehşet içinde sezonun bitmesine gün sayıyordum. Son iki gündü ve ben de atlayıp İzmir'e gidecektim, orada bir üniversite hastanesine gitmekti amacım. Son iki gündü ve ben çektiğim acıya rağmen sahnedeydim. Şükürler olsun sezon bitti ve soluğu İzmir'de aldım.
Annem ve anneannem vaziyeti görünce gecikmeden acilden hastaneye gitmemizin gerektiğini söylediler. Durumum o kadar kötüydü ki ayağımın ağrısından başımı kaldırıp gözyaşlarımı silemiyordum. "x" hastanesinin acil salonunda görevliyle annem tartışıyordu, durum çok acil diye bağırıyordu. Görevli inatla Dermatoloji'nin acili olmadığını söylüyordu. Son gücümle ağlayarak ayağa kalktım ve adama ayağımı gösterdim. 10 dakika içinde Dermatoloji'deki tüm doktorlar etrafımda bir uzaylıyı inceler gibi bana bakıyorlardı. Demek bu kadar kötüydüm...
Vakit kaybetmeden beni hastaneye yatırdılar, başıma doluşan doktorlar sürekli ya benim şişmanlığımdan ya da ayağımdan, ya da anlamadığım bir şeylerden bahsediyorlardı. O kadar korkmuştum ki...[Şimdi benim için bunları yazmak o kadar zor ki, ağlamak için ara vermek zorundayım]
Bir tarafıma serum, bir tarafıma adını daha önce hiç duymadığım bir makineye bağlı bir sıvı taktılar. Ne sorsam sürekli "komadasın" yanıtını alıyordum ama komada değildim! Bahsettikleri komanın "yüksek şeker koması [hiperglisemi] olduğunu bilemezdim tabii. Yarım saatte bir birisi başıma geliyor ve parmağımdan kan alıyor, tansiyonumu ölçüyor ve bir takım rakamlar yazıp gidiyordu. O gün bir şey anlayamadan geçti gitti.
Nihayet ertesi gün vizitte benimle ilgili birbirlerine açıklama yaparlarken neyim olduğunu öğrendim. Tip 1 diyabet teşhisi koymuşardı ama peki ya ayağım? Bana hiç açıklama yapmadan gidiyorlardı ki aralarından bir doktor "Vaka obez" dedi. Nasıl yataktan doğruldum ve nasıl sesimi yükselttim bilemiyorum.
"Vaka değilim ben, insanım! Bana bir açıklama yapmak zorundasınız!" Bütün doktorlar bana dönmüştü. Nihayet bana diyabetimle ilgili biraz bilgi verdiler. Eminim hastane loglarıma "Hasta asabi." de yazılmıştır zira öğleden sonra psikiyatriden bir hanım konsültasyona geldi. O gün bugündür hastası hakkında "vaka" diyen doktorlardan hep bucak bucak kaçtım. Siz evet, akademik sunumlarda,makalelerde hastane kayıtlarında vaka, olgu vs olabilirsiniz ama sizinle muhattap olan hekim yüzünüze bakıp Vaka dememeli. Siz bir insansınız, bireysiniz. İnsan gibi davranılmayı hakediyorsunuz.
Nihayet o gün öğleden sonra ayağım için bir şeyler yapıldı. Ufak bir örnek alınacak sanan ben gayet rahatken ayağımdan (yaranın üstünden) yarım cm lik yuvarlak bir parça aldılar. Kesin sonucu patoloji sonrası söyleceklerini de eklediler. Ben patoloji sonucu beklerken isteğim, arzum ya da iznim olmadan insülin'e bağlanmıştım bile. İnsülinin ne demek olduğunu bilmeden hem de!
Patoloji sonucu gelene kadar pansuman yapacağız dediler. Pansuman kavramı hakkında pek haberim olmayarak rahatça tamam dedim. Ertesi sabah vizit sonrası beni pansumana götürdüler. 10 adıma 10 adım kadar ufacık penceresiz bir odada ayağımı sargısından açtı doktor. Serumla ayağımı temizledikten sonra eline bir bisturi aldı. Geriye doğru zıplayınca "Bundan başka iyileşme şansın yok, istersen bağır, çağır, küfret, canın yanacak.Uyuşturursak ne kadar kestiğimizi hissedemezsin." dedi. Kesmek??? Canın yanacak kavramından anladığım şey kesinlikle bu değildi. Çıkardığı bisturi ile ayağımdaki yarayı kazımaya başladı. Öyle çığlıklar atıyordum ki birileri annemi alıp iki kat yukarı çıkarmak zorunda kalmış, tüm servisin kapılarını da kapatmıştı, duyulmasın diye. İlk pansumanım yaklaşık bir saat sürdü. Şimdi bana rahatça ameliyat izliyorum diye deli muamelesi yapan arkadaşlarım var, ben kendi kesilişimi her gün izlemiştim. Hiç uyuşturulmadan, kendi etinin sesini duyarak...
O zamanlar henüz dj. değildim. Acıyla baş etmenin yolunu kendimce bulmuştum. Doktor eline bisturiyi aldığı an şarkı söylemeye başlıyordum. Her gün farklı bir şarkı söylüyordum bağıra bağıra. Kendimce acıyla savaşmanın yolu buydu. O satten sonra da hayatım boyunca şarkılar yanımda olacaktı, her savaşımda...
Hastaneye yatalı 10 gün geçmişti. Patoloji sonucunu ve tedavi sürecini deli gibi merak ediyordum. Hastaneye ve "acıyla imtihan" a alışmıştım. İnsan böyle bir şeye nasıl alışır demeyin, insan denen varlık aklınıza gelebilecek her acıya adapte oluyor. Patoloji sonucu geldiğinde heyecandan ölecek gibiydim. Sonuç: Necrobiosis Lipoidica! Ne? Nedir? Nasıldır hiç bir fikrim yoktu. Nihayet ertesi gün vizitinde 10.000.000 (on milyon) kişide bir görülen bir cilt hastalığı olduğunu, yabancı kaynaklarda "cell cancer/cell tumor" şeklinde geçtiğini, diyabetin komplikasyonu olmadığını ama diyabetin tetiklediğini, daha çok kadınlarda görüldüğünü öğrendim hocalardan.
Vay be! Kimine loto vuruyordu, bana da kaderin lotosu buydu demek. Peki neden oluyordu bu? Genetik değil, yeme içme değil, diyabet değil? E peki nedir? Hocaların cevabı : Bilmiyoruz. Gayya kuyusu gibi bir hastalıktı işte. Yara açılmasına egzama merhemleri sebep olmuş olabilirdi, güneş olabilirdi, kedi köpek tüyü olabilirdi, su olabilirdi. Gayet fiyakalı ismi olan bir bilinmezlikti N.L.D. Benim için daha önemli kısmı açıkçası o an nasıl geçeceğiydi. Doktorların cevabı ise gayet netti: Bilmiyoruz, deneyeceğiz. Çok güzel, demek deneyeceklerdi. Başka çarem yoktu. Her şeye tamam dedim. Her sabah 45 dakika-1 saat arası canlı canlı kesilmeye, ışık, lazer tedavisi, deneysel merhemler, türlü çeşit işlemler...
"x" hastanesinde 20.günümde pansuman yapan doktora pansumanımı kendim yapmak istediğimi söyledim. Madem biri beni kesecekti, bu ben olmalıydım. İzin verdiler ve her sabah 45 dakika kendi bistürimi kendim tutup, kendi canımı yakıyordum artık. Hatta pansumanı ve diğer işlemleri o kadar iyi yapmaya başlamıştım ki artık öğlen tatillerinde katı bana emanet edip gidiyorlardı. "Bir şey olursa ararsın" diyerek. Açıkçası dermatoloji hakkında bu kadar ıvır zıvırı ve temel bilgiyi orada öğrendim diyebilirim.
Artık öyle bir hale gelmiştim ki, hemşirelerle fal kapatıyor, konsültasyona gelen doktorlarla batak atıyordum. Uzun süreli yatan hastalar için hastanelerde pek çok şey yasak değildir biliyor musunuz bilmem. Biraz kafayı kırma olasılığınız yüksek olduğundan, biraz da evde gibi hissetmenizi sağlamak için. Çok canım çektiği için un helvası yapıp (diyabetik hastaya) getiren doktorlarım bile oldu orada.
"x" hastanesinde böyle böyle tam 63 gün geçirdim. 63 günün sonunda artık daha fazla bir şey yapılamayacağını söyleyerek ayağımda hala bir yarayla "salah ile taburcu" edildim. Halbuki ben salah içinde değildim ve onlar da ben de bunu biliyorduk! Salah içinde taburcu edildi yazıyordu son raporumda, içim burkuluyordu...
Artık hastanede olmadığım halde belki işe yarar diye pansumanıma devam ediyor, yarayı da "roll por" denen bantların(yara pedi) 18 cm ya da 20 cm olanlarıyla kapatıyordum. Sadece banyoda açıyor ve o kadar acıya da göz yumuyordum. Hayat böyleydi ve böyle yaşamaya alışmalıydım. Yeni bir sezon başlıyordu ve işe dönmeliydim.
İstanbul'a, işime, evime döndüm. Artık diyabetim vardı, alışmaya çalışıyordum. Artık günde dört kere insülin alıyor, her gün pansuman yapıyor, ayağım bantlı dolaşıyordum. Nasılsa bundan beter bir acı çekemem diye düşünüyordum o zamanlar.
Halbuki ne çok yanılmıştım hayatta. Bu da onlardan biriydi. Acıdan büyük acı vardı ve ben henüz yarısını bile görmemiştim...
4 Temmuz 2011 Pazartesi
Pazartesi Diyete Başlıyorum!
Tiyatro,
yani sahne "işte ben burada olmalıyım." dediğim tek şey ve kendimi
evimde hissettiğim tek yerdi. O kadar mutluydum ki çalışırken, bir klişe
vardır ya; hem sevdiğim işi yapıyor, hem üstüne para alıyordum. Tiyatro
hayatım; ilk yılı 50 civarında oyuncusu olan, benim için bir eğitim
sürecini başlatan güzel bir yerdi. Tek bir sorun vardı ki, ben herkesten
şişmandım. Oyunlarda - danslarda nefes nefese kalıyor, oyun aralarında
bulduğum her yerde uyuyakalıyordum. Benim olduğum yerde konuşulmuyordu
ama ben yokken kilomun muhabbetinin yapıldığını biliyordum. Ekibim oyun
aralarında uyuklamamdan şikayetçiydi ancak ben bunun henüz kiloyla
bağlantısını kuramıyordum.
Bu
esnada çok büyük geyiktir ama doğrudur, her pazartesi diyete başlıyor,
salı günü pastanenin önünden geçerken sıcacık açmaları görünce niyeti
bozuyordum. Salı gecesini geçirsem çarşamba günü kuliste börek şenliği
oluyordu. Ne irademe, ne kendime hükmedecek halim kalmıştı. Bu arada
ekipçe en büyük zevkimiz oyun arasında olsun, kulis zamanında olsun cola
içmekti. Günde 2 adet 2,5 lt. kola içiyorduk. Bir de buna benim evde
içtiklerim ekleniyordu. Utanmasam eve cola sebili yaptıracaktım. Bu
pazartesi rejimleri yüzünden çok fena ti'ye alınıyordum ama yapacak bir
şey yoktu. Belli ki zayıf iradeliydim. Teslim oldum.
Başladığım
ilk tiyatroda iki sezon geçirdim ve oradan ayrılan arkadaşlarımın
kurduğu yeni ve nispeten daha küçük bir tiyatroya geçtim. (Bir nevi
transfer). Ekip arkadaşlarımdan ayrılmadığım için sorun yaşamadım ancak
bu kulis uyuyakalmaları artık herkesin dilindeydi ve feci alay
konusuydu. Tabi ben hala sebebini bilmiyordum. İki sezon da ikinci
tiyatromda geçirdim.
O
yaz sezon bitimine yakın sağ ayağımda bir pembelik farkettim. O sıralar
sevgili Ülker Köksal'ın Şaka adlı oyununu oynuyorduk ve ben perde
kapanırken finalde bayılıyordum. Kendi kendime dedim ki "Herhalde sert
düşürüyorum kendimi." Günler geçiyor, günler geçtikçe ayağımdaki
pembelik yerini morluğa bırakıyordu. "Ne biçim düşüyorum ben, mosmor
oldu ayağım." diyordum da hala bir şeyden şüphelenmiyordum.
Sezon
bitmişti fakat ayağımdaki morluk hala geçmiyordu. Derken o yaz dedemi
(annemin babasını) cilt kanserinden kaybettik. Allah rahmet eylesin.
Çok, çok üzüldüm. Üzülmekle beraber annemin de benim de birbirimize
çaktırmadan düşündüğü ilk şey "Acaba bu morluk da kanser mi?" oldu.
Uykularım kaçmaya başlamadan bir doktora görünmek iyi olacaktı.
Hemen
ertesi gün eve yakın olduğu için "x" hastanesinin Dermatoloji bölümüne
gittik. Doktor bey bakar bakmaz "Egzama" teşhisi koydu, hatta ekledi
"Bir şeye çok üzülmüşsün kızım." . Dedemi yeni kaybettiğim için buna
yorduk ve ne yalan söyleyeyim annem de ben de birbirimize çaktırmadan
derin bir oh çektik. Doktorumuz egzama için bir reçete yazdı. Mutlu
mesut evimizin yolunu tuttuk.
Yanlış, yapyanlış bir teşhis olacağı ve kullanacağım ilaçların bana ne kadar zarar verebileceğini hiç düşünmemiştik...
Etiketler:
cilt kanseri,
cola,
dermatoloji,
egzama,
pazartesi diyetleri,
pazartesi sendromu,
sahne,
tiyatro,
yanlış teşhis
1 Temmuz 2011 Cuma
Açılın, okulun en şişman kızı geliyor!
*Şişman insanlara iyi davranın, bir gün hayatınızı kurtarabilirler.
Küçük çocukların bazen ne kadar zalim olabildiğini farketmişsinizdir. Aslında bu çocukların "politically correct" davranmayı bilmemesinden, yani düşündüğünü cart diye söylemesinden ileri gelir. Büyüdükçe yalanlara, adına kibarlık dediğimiz "insan ilişkileri"ne ve maskelere alışırız. Çocukken bunlar yoktur.
Benim için ise çocukken aman aman yaşamadığım zalimlik Üniversite hayatında, sosyal çevremde başgösterdi. İstanbul Üniversitesi'ne, İstanbul'a, yeni evimize, yeni arkadaşlara zor alışmıştım. İstanbul gözümü korkuttuğu kadar da cezbetti beni. Yeni bir çevre edinmem zor olmadı ama bu çevre çok enteresan biçimde şu an ününün doruğunu yaşayan bir şarkıcı kanka, şu an oyunculuğunun en güzel yıllarını geçiren bir ex manken ile kanka olmamla bir miktar değişti.
Aynı okulun farklı bölümlerindeydik, farklı yerlerden de tanış çıkmıştık. Her yere beraber gidiyorduk ve iki adet -literally- çöp gibi, taş gibi hatunun arasında gerçekten yancı gibi duruyordum her zaman. Onlar bunu asla hissettirmese de güzel kızların yanındaki şişman hatun rolü beni bunalıma soktu. (Bu arada isimlerini vermek istemedim zira bu onların hikayesi değil, onları kullanarak hayatımda adım atmadım ve atmam da. Hala çok sevdiğim insanlar ikisi de)
Üstelik çok yakın oturuyorduk ve ya ben onlarda ya onlar bizde takılıyorduk. Beni tanıyanlar bilir, arkadaşlık, çevre edinme vs konusunda gerçekten hiç problem yaşamadığım gibi, Tanrı'nın bir lütfu olarak hep sevilen bir insan oldum. Yeni oluşan arkadaş grubum sayesinde gerçekten adını hayal bile edemeyeceğim çok kişiyle tanıştım. Bir çoğunun en az benim kadar normal insanlar olduğuna aymamla birlikte büyüleri de bozuldu.
Bu esnada annemin ve tabii de benim ilk diyetisyen girişimlerimiz başladı. İlk diyetisyenim benden daha kilolu olduğu için (epic fail) kesinlikle kendisine güvenmedim. Derken pasif jimnastik ile tanıştım. Başlanan her rejim gibi o da uzun sürmedi ve yarım bıraktım. Bıraktığım an da verdiğim 6 kilonun iki katını aldım. (Yanılmıyorsam buna yo-yo sendromu deniyor) Diyetisyenlerin verdiği her listeyi bir aydan sonra evde uçak yaptık, eğlendik. Verdikleri listeler ne gerçekçi, ne de uygulanabilir şeylerdi. Kahvaltı etmemeyi, öğün atlamayı güzel ve sağlıklı şeyler sanıyordum o zaman. Kilo vermek için verdiğim her çaba metabolizmam ve iştahım tarafından büyük bir kuvvetle püskürtülüyordu. Derken elbette kapımı tekrar aşk çaldı. Bu sefer sırılsıklam aşık olmuştum!
Cem'le internette tanıştık. Ufak bir sorun dışında ilişkimiz şahane gidiyordu. Ben 18, o ise 28 yaşındaydı. Allahtan bu sefer o da bana aşıktı (ya da ben öyle sanıyordum). İlşkimiz gayet hararetliydi, sıklıkla kavga ediyorduk. Yaşım dolayısıyla ben onun isteklerine cevap veremiyor, kendimi eksik hissediyordum. Bu da ilişkide problem oluyordu. Sonra bir gün bir baktım ki biz hiç dışarı çıkmıyoruz! (Bunu farketmem epey uzun sürdü) (biraz salak olabilirim o yıllarda, evet) Cem'in bana çok emeği geçti kişisel ilişkiler ve her konuda ama benden utandığını ve o yüzden benimle dışarı çıkmadığını anladığımda hayatımın en sağlam hayal kırıklıklarından birini daha yaşamıştım.
İte kaka bir süre daha yürüttüm ilişkiyi, sebebi de ondan vazgeçemeyecek kadar aşık olmamdı. En sonunda gerçekten çok büyük bir kavgayla bitirdik. Benden utandığını asla kabul etmedi, tek söylediği "Ben seni kardeşim gibi görüyorum artık." idi ve bu da zaten yeterince kalbimi kırmıştı. Ben gerçek sebebi de biliyordum üstelik. O gün (ayrıldığımız gün) bir kutu amerikan aspirini içip intihar etmeye çalıştım. O zamanlar bir miktar salak olduğum için aspirinle intihar edilmeyeceğini bilmiyordum. Cem'e telefon açıp dokunaklı bir konuşma yapacaktım hesapta (tam ergen) fakat telefonda baygınlık geçirdim.
Nişantaşı'ndan Ataköy'e ışık hızıyla gelip beni kusturdu. Üstümü başımı yıkadı, yatrdı. Anneme haber verdi (elbette intihar ettiğimi söylemedi, hastalandı dedi). Trip atmak için intihar edilmeyeceğini de öğrenmiş oldum. Üstelik trip atmaya çalıştığım adam hayatımı kurtarmıştı! (rezillik diz boyu).Alıp başımı gitmek istiyordum ama nereye?...
O sene can havliyle İstanbul Üniversitesini bırakıp (evet yaptım bunu), yeniden sınava girdim. Çanakkale 18 Mart'ı kazandım. Ne olduğuna bakmadan sorgusuz sualsiz bir yerlere gidesim vardı. Çalıkuşu misali yollara düşecektim ki bir sabah sakin sakin otururken karnıma korkunç bir sancı girdi. Sancıdan bayılmışım. Gözümü açtığımda başımda annem ve teyzemi gördüm. Bir daha ayıldığımda ise ambulanstaydım.
Hastanede ilk iş batın usg çektiler (Karın ultrasonu) ve doktor hanım bana bakıp "aman allahım! " dedi. Sonra tekrar bayıldım. Ne kadar profesyonelce değil mi? Hastanın suratına baka baka "Aman Allahım!" demek. Acilen apar topar ameliyata alındım. Sağ yumurtalığıma yapışık tam 6,5 kilo(!) bir kist patlamak üzereyken alındı. Sağ yumurtalığım da yapışık olduğu için alındı ve teşhisi ayılıp kendime geldikten ve karnımdaki birbirinden biçimsiz korkunç 60 adet dikişi gördükten sonra öğrendim. Polikistik Over Sendromu! (PCOS).
Çook sonradan öğrendiğim kadarıyla kilo-pcos ve diyabet birbirini tetikleyen şeylermiş ve hasta -hala- diyabet değilse bir pre-diyabet tedavisi gerekirmiş. Kendi araştırmalarımla bulduğum sonuçtan sanıyorum o zamanki doktorlarım haberdar değildi.(!) Kilonun sağlığıma indirdiği ilk major darbe bu oldu.
Tabii bu sayede ikinci Üniversiteme yani Çanakkale'ye karnım boydan boya yarık, sittin adet iyileşmemiş dikiş, korkunç bir ruh hali ve bir avuç ilaçla başladım. Ameliyattan dolayı bir hafta geç başlayabilmiştim üstelik. Herkes iyi kötü birbiriyle kaynaşmış, ben tabiri caizse ampul gibi ortada kalmıştım. Sadece fönlü saça yurda gittiğim için adım anında "sosyete" ye çıkmış, sonradan öğrendiğime göre de oturduğum koltuğun minderinin çökmesiyle minderi eline alıp popomun kocamanlığıyla ilk günden dalga geçmeye başlamışlardı yurt arkadaşlarım.
Çanakkale İstanbul'a göre, hatta Ankara'ya göre bile fazlaca tutucu ve her nedense en büyük gelir kaynağı olan öğrencilerden nefret eden bir şehirdi. Geçirdiğim ameliyat dolayısıyla pansumana gittiğimde doğum yaptığımı (sezaryen) sanan ve dedikodu yapan iş bilmez hemşireler mi istersiniz, şampuan alırken kendi dedikodunuzu duymak mı dersiniz...Gerçekten çok sıkıntılı zamanlar yaşadım. Gün olup devran döndüğünde bana "Doğum yapmışsın sen!" diyen hemşire bir gün evimin önünde fenalık geçirmişti ve şansa bakın ki bir paket meyve suyuyla hayatını kurtarmıştım. (Keser döner sap döner vs. Karma is a bitch) Elbette çok keyifli anları da oldu ama verdiğim bu karar (İstanbul'u bırakıp gitmek) hayatım boyunca belki de en hayıflanacağım, "keşke" kelimesine en yakın duracağım şeydi.
Ne İstanbul Üniversitesinde okuduğum bölümü (Müt. Terc.), ne de Çanakkale'deki bölümümü (Tasarım) yapmayacağımdan emin oldum bir kaç yıl içinde. Hayat bana bambaşka yollar hazırlıyordu. Yavaş ve emin adımlarla hem de. Günü gelip Çanakkale defterini kapattığımda ise nihayet ne yapmak istediğime karar vermiş, teoriden sıkılmış ve bir an önce hayatın pratiğine geçmek ister bir haldeydim.
Pılımı pırtımı toplatıp Çanakkale'den ayrıldım ve yuvama İstanbul'a geri döndüm. Gönlümde yatan arslan'a, "aman beş kuruşsuz kalırım" diye başlamadığım konservatuara inat oyunculuk adeta kollarını açmış beni bekliyordu. Dönüşümden kısa bir süre sonra küçük özel bir tiyatroda iş buldum. Teknik olarak Tiyatro eğitimi almadığım için kurslara gitmeye başladım. Böylece meslek hayatım başlamıştı ama obezite burada da yakamı bırakmayacaktı...
Bu arada her iki Üniversitenin de en şişmanı olduğumu söylemiş miydim :)
Küçük çocukların bazen ne kadar zalim olabildiğini farketmişsinizdir. Aslında bu çocukların "politically correct" davranmayı bilmemesinden, yani düşündüğünü cart diye söylemesinden ileri gelir. Büyüdükçe yalanlara, adına kibarlık dediğimiz "insan ilişkileri"ne ve maskelere alışırız. Çocukken bunlar yoktur.
Benim için ise çocukken aman aman yaşamadığım zalimlik Üniversite hayatında, sosyal çevremde başgösterdi. İstanbul Üniversitesi'ne, İstanbul'a, yeni evimize, yeni arkadaşlara zor alışmıştım. İstanbul gözümü korkuttuğu kadar da cezbetti beni. Yeni bir çevre edinmem zor olmadı ama bu çevre çok enteresan biçimde şu an ününün doruğunu yaşayan bir şarkıcı kanka, şu an oyunculuğunun en güzel yıllarını geçiren bir ex manken ile kanka olmamla bir miktar değişti.
Aynı okulun farklı bölümlerindeydik, farklı yerlerden de tanış çıkmıştık. Her yere beraber gidiyorduk ve iki adet -literally- çöp gibi, taş gibi hatunun arasında gerçekten yancı gibi duruyordum her zaman. Onlar bunu asla hissettirmese de güzel kızların yanındaki şişman hatun rolü beni bunalıma soktu. (Bu arada isimlerini vermek istemedim zira bu onların hikayesi değil, onları kullanarak hayatımda adım atmadım ve atmam da. Hala çok sevdiğim insanlar ikisi de)
Üstelik çok yakın oturuyorduk ve ya ben onlarda ya onlar bizde takılıyorduk. Beni tanıyanlar bilir, arkadaşlık, çevre edinme vs konusunda gerçekten hiç problem yaşamadığım gibi, Tanrı'nın bir lütfu olarak hep sevilen bir insan oldum. Yeni oluşan arkadaş grubum sayesinde gerçekten adını hayal bile edemeyeceğim çok kişiyle tanıştım. Bir çoğunun en az benim kadar normal insanlar olduğuna aymamla birlikte büyüleri de bozuldu.
Bu esnada annemin ve tabii de benim ilk diyetisyen girişimlerimiz başladı. İlk diyetisyenim benden daha kilolu olduğu için (epic fail) kesinlikle kendisine güvenmedim. Derken pasif jimnastik ile tanıştım. Başlanan her rejim gibi o da uzun sürmedi ve yarım bıraktım. Bıraktığım an da verdiğim 6 kilonun iki katını aldım. (Yanılmıyorsam buna yo-yo sendromu deniyor) Diyetisyenlerin verdiği her listeyi bir aydan sonra evde uçak yaptık, eğlendik. Verdikleri listeler ne gerçekçi, ne de uygulanabilir şeylerdi. Kahvaltı etmemeyi, öğün atlamayı güzel ve sağlıklı şeyler sanıyordum o zaman. Kilo vermek için verdiğim her çaba metabolizmam ve iştahım tarafından büyük bir kuvvetle püskürtülüyordu. Derken elbette kapımı tekrar aşk çaldı. Bu sefer sırılsıklam aşık olmuştum!
Cem'le internette tanıştık. Ufak bir sorun dışında ilişkimiz şahane gidiyordu. Ben 18, o ise 28 yaşındaydı. Allahtan bu sefer o da bana aşıktı (ya da ben öyle sanıyordum). İlşkimiz gayet hararetliydi, sıklıkla kavga ediyorduk. Yaşım dolayısıyla ben onun isteklerine cevap veremiyor, kendimi eksik hissediyordum. Bu da ilişkide problem oluyordu. Sonra bir gün bir baktım ki biz hiç dışarı çıkmıyoruz! (Bunu farketmem epey uzun sürdü) (biraz salak olabilirim o yıllarda, evet) Cem'in bana çok emeği geçti kişisel ilişkiler ve her konuda ama benden utandığını ve o yüzden benimle dışarı çıkmadığını anladığımda hayatımın en sağlam hayal kırıklıklarından birini daha yaşamıştım.
İte kaka bir süre daha yürüttüm ilişkiyi, sebebi de ondan vazgeçemeyecek kadar aşık olmamdı. En sonunda gerçekten çok büyük bir kavgayla bitirdik. Benden utandığını asla kabul etmedi, tek söylediği "Ben seni kardeşim gibi görüyorum artık." idi ve bu da zaten yeterince kalbimi kırmıştı. Ben gerçek sebebi de biliyordum üstelik. O gün (ayrıldığımız gün) bir kutu amerikan aspirini içip intihar etmeye çalıştım. O zamanlar bir miktar salak olduğum için aspirinle intihar edilmeyeceğini bilmiyordum. Cem'e telefon açıp dokunaklı bir konuşma yapacaktım hesapta (tam ergen) fakat telefonda baygınlık geçirdim.
Nişantaşı'ndan Ataköy'e ışık hızıyla gelip beni kusturdu. Üstümü başımı yıkadı, yatrdı. Anneme haber verdi (elbette intihar ettiğimi söylemedi, hastalandı dedi). Trip atmak için intihar edilmeyeceğini de öğrenmiş oldum. Üstelik trip atmaya çalıştığım adam hayatımı kurtarmıştı! (rezillik diz boyu).Alıp başımı gitmek istiyordum ama nereye?...
O sene can havliyle İstanbul Üniversitesini bırakıp (evet yaptım bunu), yeniden sınava girdim. Çanakkale 18 Mart'ı kazandım. Ne olduğuna bakmadan sorgusuz sualsiz bir yerlere gidesim vardı. Çalıkuşu misali yollara düşecektim ki bir sabah sakin sakin otururken karnıma korkunç bir sancı girdi. Sancıdan bayılmışım. Gözümü açtığımda başımda annem ve teyzemi gördüm. Bir daha ayıldığımda ise ambulanstaydım.
Hastanede ilk iş batın usg çektiler (Karın ultrasonu) ve doktor hanım bana bakıp "aman allahım! " dedi. Sonra tekrar bayıldım. Ne kadar profesyonelce değil mi? Hastanın suratına baka baka "Aman Allahım!" demek. Acilen apar topar ameliyata alındım. Sağ yumurtalığıma yapışık tam 6,5 kilo(!) bir kist patlamak üzereyken alındı. Sağ yumurtalığım da yapışık olduğu için alındı ve teşhisi ayılıp kendime geldikten ve karnımdaki birbirinden biçimsiz korkunç 60 adet dikişi gördükten sonra öğrendim. Polikistik Over Sendromu! (PCOS).
Çook sonradan öğrendiğim kadarıyla kilo-pcos ve diyabet birbirini tetikleyen şeylermiş ve hasta -hala- diyabet değilse bir pre-diyabet tedavisi gerekirmiş. Kendi araştırmalarımla bulduğum sonuçtan sanıyorum o zamanki doktorlarım haberdar değildi.(!) Kilonun sağlığıma indirdiği ilk major darbe bu oldu.
Tabii bu sayede ikinci Üniversiteme yani Çanakkale'ye karnım boydan boya yarık, sittin adet iyileşmemiş dikiş, korkunç bir ruh hali ve bir avuç ilaçla başladım. Ameliyattan dolayı bir hafta geç başlayabilmiştim üstelik. Herkes iyi kötü birbiriyle kaynaşmış, ben tabiri caizse ampul gibi ortada kalmıştım. Sadece fönlü saça yurda gittiğim için adım anında "sosyete" ye çıkmış, sonradan öğrendiğime göre de oturduğum koltuğun minderinin çökmesiyle minderi eline alıp popomun kocamanlığıyla ilk günden dalga geçmeye başlamışlardı yurt arkadaşlarım.
Çanakkale İstanbul'a göre, hatta Ankara'ya göre bile fazlaca tutucu ve her nedense en büyük gelir kaynağı olan öğrencilerden nefret eden bir şehirdi. Geçirdiğim ameliyat dolayısıyla pansumana gittiğimde doğum yaptığımı (sezaryen) sanan ve dedikodu yapan iş bilmez hemşireler mi istersiniz, şampuan alırken kendi dedikodunuzu duymak mı dersiniz...Gerçekten çok sıkıntılı zamanlar yaşadım. Gün olup devran döndüğünde bana "Doğum yapmışsın sen!" diyen hemşire bir gün evimin önünde fenalık geçirmişti ve şansa bakın ki bir paket meyve suyuyla hayatını kurtarmıştım. (Keser döner sap döner vs. Karma is a bitch) Elbette çok keyifli anları da oldu ama verdiğim bu karar (İstanbul'u bırakıp gitmek) hayatım boyunca belki de en hayıflanacağım, "keşke" kelimesine en yakın duracağım şeydi.
Ne İstanbul Üniversitesinde okuduğum bölümü (Müt. Terc.), ne de Çanakkale'deki bölümümü (Tasarım) yapmayacağımdan emin oldum bir kaç yıl içinde. Hayat bana bambaşka yollar hazırlıyordu. Yavaş ve emin adımlarla hem de. Günü gelip Çanakkale defterini kapattığımda ise nihayet ne yapmak istediğime karar vermiş, teoriden sıkılmış ve bir an önce hayatın pratiğine geçmek ister bir haldeydim.
Pılımı pırtımı toplatıp Çanakkale'den ayrıldım ve yuvama İstanbul'a geri döndüm. Gönlümde yatan arslan'a, "aman beş kuruşsuz kalırım" diye başlamadığım konservatuara inat oyunculuk adeta kollarını açmış beni bekliyordu. Dönüşümden kısa bir süre sonra küçük özel bir tiyatroda iş buldum. Teknik olarak Tiyatro eğitimi almadığım için kurslara gitmeye başladım. Böylece meslek hayatım başlamıştı ama obezite burada da yakamı bırakmayacaktı...
Bu arada her iki Üniversitenin de en şişmanı olduğumu söylemiş miydim :)
29 Haziran 2011 Çarşamba
Balık etli, balık "esir"li yıllar
Kütükten
Samsun'lu olup Ankara'da doğdum ben. Sene 1980, 10 Eylül. Tevellütü
yetenler 80 darbesiyle anacaktı bu haftayı, ben ise gayet normal
kilolarda doğan mini mini bir bebektim daha. Annem ve babam o zaman
boşanmamıştı, babannem ve dedemle altlı üstlü oturuyorduk. Annem ve
babam çalıştığı için akşamları onlarda, gündüzeri ise çoğunlukla
babannemin borusunun öttüğü alt kattaydım.
Çok açık söyleyeyim, o zamanlar babannem tanıdığım en "büyük" ebattaki insandı ve hayatta en çok ondan korkardım. Ayağını bastığı yer titrerdi. (Ya da ben çok küçüktüm). Sözü üstüne söz söylenmez, evde tam bir dominant hatun havası eserdi.
İlkokul'a (bizim zamanımızda ilkokul ve ortaokul ayrıydı) başlamadan, daha bezelye kadarken hem okumayı, hem çarpım tablosunu bana söktürmüş, hem de daha beş yaşında beni okula yazdırmıştı. Eğitim konusunda tüm ailem üstüme düşerdi, beslenme konusunda ise ne yazık ki babanem sürekli benim aç kaldığım saplantısına sahipti. Sürekli evde "Çocuk aç!" havası esiyordu ve ben hiç aç değildim.
Öyle bir vahim haldi ki bu, gece yarısı uykudan kaldırıp yarım ekmeğe yağlı ballı ekmek hazırlar bana yedirirdi rahmetli. Uykumun arasında ağlaya ağlaya zorla yediğimi çok net hatırlıyorum. O zaman bu zaman yağdan da baldan da nefret ettim. (Gerçi bu şişmanlamamın önüne geçmedi). Yaşıtlarıma göre çoktan irileşmiş ve normalde 6-7 yaşında başlamam gereken okula şak diye 5 yaşında alınmıştım.
Yıllarla doğru orantılı bir şekilde kilom da arttı. Sürekli açmışım gibi yağlarla, kaymaklarla, ballarla, pekmezlerle besleniyordum. Doğal olarak okuldaki en şişman kız ünvanını almam gecikmedi. Annem ve babamlayken gayet düzgün besleniyor, babannemlere inince besiye çekiliyordum. Şu anda bulunduğum noktada yanlışlarını görmekle beraber onlara kızmıyorum, onlar doğru bildiklerini yaptılar ve torunlarını el bebek, gül bebek yetiştirdiler. O zamanki şartlarrın en iyisi buydu ve ellerinden geleni yaptılar.
Dördüncü sınıfın başlarında kaybettim babannemi. Allah gani gani rahmet eylesin. Bir yandan çok korkmakla beraber, çok bağlıydım ona. Babannem öldükten sonra resmen şirazem kaydı. Bezelye kadar olsam da yaşadığım depresyonu hatırlayabiliyorum. Bir sene sonra da dedemi kaybettik. Artık beşinci sınıfta, dersleri şahane fakat ailesinin bir kısmını kaybetmiş, depresif, yaşıtlarına göre şişko bir küçük kızdım.
Ortaokul'a başladım sonra. Ankara'yı bilenler bilir. Kumrular caddesinin orta yerinde, Namık Kemal'de okudum ben. Elbette burada da okulun en şişman kızı olarak zamanla ünlenecektim. Ortaokul hayatım gayet silikti. Hala da hatırladığım çok şey olduğu söylenemez. Berksan hariç. Tahmin ettiğiniz üzere aşık olmuştum! Berksan okulun yaşı en büyük ve elbette en havalı, en yakışıklı çocuğuydu. Üç sene boyunca çocuğa malak gibi baktım. Merdiven köşesinden, cam arkasından, sıra ardından. Ne kadar saklamaya çalıştıysam da okulda zamanla duyuldu. Orta sona kadar bakıştığım Berksan orta sonun son günü yanıma gelip "Seninle konuşacağız, 10 dk sonra bahçeye gel!" dedi. Heyecanımdan ölebilirdim! O 10 dakika geçmek bilmedi. Kalbim ağzımda ata ata bahçeye indim. Berksan beni kuytu bir köşeye çekip bağırmaya başladı. "Bir daha okuldan birine bana aşık olduğunu söylersen seni gebertirim!" Yaka paça kaçtım yanından. Allah da biliyor ya, bir an da olsa belki o da beni seviyordur diye düşünmüştüm. Sanırım ilk hayal kırıklığım böyle başladı ve ortaokul (şükürler olsun) bitti.
Liseye geçtiğim yaz annemle babam boşandı. Annem çeşitli durumlardan ötürü Almanya'ya gitti. O zamanların Emlak Bankası'nın Düsseldorf temsilciliğine atandı. Bana çok güzel bir lise bulundu Ankara'da. Ben babamın yanında Ankara'da kalıp Lise'ye devam ettim. Bulduğum her fırsatta, olası her tatilde Almanya'ya kaçarak tabii.
Liseye de mini mini yeni travmalar ve koca bir mideyle başlayan ben, her zamanki gibi okulun en şişman kızıydım. (Bunu sürekli yazmama gerek var mı bilemedim aslında). Üstelik okuduğum lise (Ankara'yı bilenler için Atılım Lisesi) tam zamanlı eğitim veriyordu ve ben okulda -sürekli- yiyordum.
Tanıdığım kadınlar arasından en hızlı hazırlanan hatun olarak ta bebecikkenden beri kahvaltı etme alışkanlığım olmadığını itiraf edeyim. Lisede de böyleydi. Bütün sabahım öğle yemeğini düşünmekle geçer, öğle yemeğinde de afedersiniz ama dana gibi yerdim. (Okulda yemek veriliyordu). Öğleden sonra ise kah tost, kah hamburger ile kilolarımı pekiştiyor, akşam yemeğine altlık yapıyordum.
Akşam eve döndüğümde ise babamla tipik bekar yemekleri yiyorduk. Nedir bekar yemeği? Olası en fazla karbonhidrat ile yapılan, göze çok gelen, karın doyuran şeyler. (Bu arada ne çileli hayatmış yahu, yazarken kendime üzüldüm).
Lisede hazırlık okuduktan sonra bölüm seçiliyordu. Yabancı dil (İngilizce-Fransızca) ve diğerleri şeklinde. Yabancı dil, İngilizce mezunu olarak, okul zamanı Türkiye'de, her tatilde Düsseldorf'ta muhteşem damak tadıma Yunan, Alman ve Fransız mutfağını katarak yılları birbirine ekledim. Çok okudum, çok gezdim ve çok yedim.
Yıllar yılları kovaladı ve artık Üniversite hayatı beni bekliyordu. Annem yurda dönüyor, ben İstanbul'a taşınıyor, ben babamdan ve Ankara'dan ayrılıp kocaman bir şehire gidiyordum. Ankara düzendi, Ankara haza beyefendi, hanımefendilerin mekanıydı, Ankara güzeldi. İstanbul korkutucu, büyük, kaos içinde ve bilinmezlikle doluydu. Tercihlerimde bilmemkaçıncı sırada olan İstanbul Üniversitesini kazandım, annem İstanbul'a kesin dönüş ile geldi. Yollara düştüm balık etli ve o yıllarda farkedemediğim bir şekilde balık "esir" li bir şekilde...
Çok açık söyleyeyim, o zamanlar babannem tanıdığım en "büyük" ebattaki insandı ve hayatta en çok ondan korkardım. Ayağını bastığı yer titrerdi. (Ya da ben çok küçüktüm). Sözü üstüne söz söylenmez, evde tam bir dominant hatun havası eserdi.
İlkokul'a (bizim zamanımızda ilkokul ve ortaokul ayrıydı) başlamadan, daha bezelye kadarken hem okumayı, hem çarpım tablosunu bana söktürmüş, hem de daha beş yaşında beni okula yazdırmıştı. Eğitim konusunda tüm ailem üstüme düşerdi, beslenme konusunda ise ne yazık ki babanem sürekli benim aç kaldığım saplantısına sahipti. Sürekli evde "Çocuk aç!" havası esiyordu ve ben hiç aç değildim.
Öyle bir vahim haldi ki bu, gece yarısı uykudan kaldırıp yarım ekmeğe yağlı ballı ekmek hazırlar bana yedirirdi rahmetli. Uykumun arasında ağlaya ağlaya zorla yediğimi çok net hatırlıyorum. O zaman bu zaman yağdan da baldan da nefret ettim. (Gerçi bu şişmanlamamın önüne geçmedi). Yaşıtlarıma göre çoktan irileşmiş ve normalde 6-7 yaşında başlamam gereken okula şak diye 5 yaşında alınmıştım.
Yıllarla doğru orantılı bir şekilde kilom da arttı. Sürekli açmışım gibi yağlarla, kaymaklarla, ballarla, pekmezlerle besleniyordum. Doğal olarak okuldaki en şişman kız ünvanını almam gecikmedi. Annem ve babamlayken gayet düzgün besleniyor, babannemlere inince besiye çekiliyordum. Şu anda bulunduğum noktada yanlışlarını görmekle beraber onlara kızmıyorum, onlar doğru bildiklerini yaptılar ve torunlarını el bebek, gül bebek yetiştirdiler. O zamanki şartlarrın en iyisi buydu ve ellerinden geleni yaptılar.
Dördüncü sınıfın başlarında kaybettim babannemi. Allah gani gani rahmet eylesin. Bir yandan çok korkmakla beraber, çok bağlıydım ona. Babannem öldükten sonra resmen şirazem kaydı. Bezelye kadar olsam da yaşadığım depresyonu hatırlayabiliyorum. Bir sene sonra da dedemi kaybettik. Artık beşinci sınıfta, dersleri şahane fakat ailesinin bir kısmını kaybetmiş, depresif, yaşıtlarına göre şişko bir küçük kızdım.
Ortaokul'a başladım sonra. Ankara'yı bilenler bilir. Kumrular caddesinin orta yerinde, Namık Kemal'de okudum ben. Elbette burada da okulun en şişman kızı olarak zamanla ünlenecektim. Ortaokul hayatım gayet silikti. Hala da hatırladığım çok şey olduğu söylenemez. Berksan hariç. Tahmin ettiğiniz üzere aşık olmuştum! Berksan okulun yaşı en büyük ve elbette en havalı, en yakışıklı çocuğuydu. Üç sene boyunca çocuğa malak gibi baktım. Merdiven köşesinden, cam arkasından, sıra ardından. Ne kadar saklamaya çalıştıysam da okulda zamanla duyuldu. Orta sona kadar bakıştığım Berksan orta sonun son günü yanıma gelip "Seninle konuşacağız, 10 dk sonra bahçeye gel!" dedi. Heyecanımdan ölebilirdim! O 10 dakika geçmek bilmedi. Kalbim ağzımda ata ata bahçeye indim. Berksan beni kuytu bir köşeye çekip bağırmaya başladı. "Bir daha okuldan birine bana aşık olduğunu söylersen seni gebertirim!" Yaka paça kaçtım yanından. Allah da biliyor ya, bir an da olsa belki o da beni seviyordur diye düşünmüştüm. Sanırım ilk hayal kırıklığım böyle başladı ve ortaokul (şükürler olsun) bitti.
Liseye geçtiğim yaz annemle babam boşandı. Annem çeşitli durumlardan ötürü Almanya'ya gitti. O zamanların Emlak Bankası'nın Düsseldorf temsilciliğine atandı. Bana çok güzel bir lise bulundu Ankara'da. Ben babamın yanında Ankara'da kalıp Lise'ye devam ettim. Bulduğum her fırsatta, olası her tatilde Almanya'ya kaçarak tabii.
Liseye de mini mini yeni travmalar ve koca bir mideyle başlayan ben, her zamanki gibi okulun en şişman kızıydım. (Bunu sürekli yazmama gerek var mı bilemedim aslında). Üstelik okuduğum lise (Ankara'yı bilenler için Atılım Lisesi) tam zamanlı eğitim veriyordu ve ben okulda -sürekli- yiyordum.
Tanıdığım kadınlar arasından en hızlı hazırlanan hatun olarak ta bebecikkenden beri kahvaltı etme alışkanlığım olmadığını itiraf edeyim. Lisede de böyleydi. Bütün sabahım öğle yemeğini düşünmekle geçer, öğle yemeğinde de afedersiniz ama dana gibi yerdim. (Okulda yemek veriliyordu). Öğleden sonra ise kah tost, kah hamburger ile kilolarımı pekiştiyor, akşam yemeğine altlık yapıyordum.
Akşam eve döndüğümde ise babamla tipik bekar yemekleri yiyorduk. Nedir bekar yemeği? Olası en fazla karbonhidrat ile yapılan, göze çok gelen, karın doyuran şeyler. (Bu arada ne çileli hayatmış yahu, yazarken kendime üzüldüm).
Lisede hazırlık okuduktan sonra bölüm seçiliyordu. Yabancı dil (İngilizce-Fransızca) ve diğerleri şeklinde. Yabancı dil, İngilizce mezunu olarak, okul zamanı Türkiye'de, her tatilde Düsseldorf'ta muhteşem damak tadıma Yunan, Alman ve Fransız mutfağını katarak yılları birbirine ekledim. Çok okudum, çok gezdim ve çok yedim.
Yıllar yılları kovaladı ve artık Üniversite hayatı beni bekliyordu. Annem yurda dönüyor, ben İstanbul'a taşınıyor, ben babamdan ve Ankara'dan ayrılıp kocaman bir şehire gidiyordum. Ankara düzendi, Ankara haza beyefendi, hanımefendilerin mekanıydı, Ankara güzeldi. İstanbul korkutucu, büyük, kaos içinde ve bilinmezlikle doluydu. Tercihlerimde bilmemkaçıncı sırada olan İstanbul Üniversitesini kazandım, annem İstanbul'a kesin dönüş ile geldi. Yollara düştüm balık etli ve o yıllarda farkedemediğim bir şekilde balık "esir" li bir şekilde...
20 Mayıs 2011 Cuma
"Eğer elimde sihirli bir değnek olsaydı, çaya batırıp yerdim."
Merhaba sevgili okuyucu. "Sensin Obez!" e hoşgeldiniz. Nasılsınız inşallah?
Öncelikle ben kimim, neden böyle bir blog açtım, neden yazmak zorunda hissettim, dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Buradan gün be gün okuyacağınız şey aslında bir morbid obez'in normalleşme süreci olacak. (diye umuyorum).
Hastaneye gittiğinizde sizinle ilgili doldurdukları formlarda en önde kilo değeriniz olur genelde. Siz, temsil ettiğiniz değerler, okuduğunuz okullar (ki haklı olarak bu doktorların ne işine yarayacak), yaptığınız işlerin önünde bir morbid obezsinizdir. Sırf hastane değil, toplumda, nefes aldığınız her yerde bireyselliğiniz dahi önüne geçen tek şeydir kilo. Çünkü insanlar anomaliyi sevmezler. Kendileri gibi olmayan her şeyden, herkesten korkarlar. Bu toplum psikolojisidir. İlk olarak bir obez-morbid obezseniz bunlar kişisel almamayı öğrenmelisiniz. Yoksa çok canınız yanar. (burda hazır yanmışı var :)
Burada 30 senelik bir obezite hikayesi, bir kaç aylık da bir zafer hikayesi olacak ömrüm boyunca sürmesini umduğum.
Ben sanal dünyada betty puf puf diye tanıdığınız Başak, 30 yaşında, yazan, okuyan, hipersosyal, dj, oyuncu, seven, sevilen, gülen, haberiniz yokken ağlayan ama yazan, hep yazan...Size dilim döndüğünce hikayemi anlatacağım burada ve göreceksiniz, "Obezite kader değil!"*.
*Doç.Dr. Halil Coşkun
Etiketler:
betty puf puf,
obezite,
sensin obez,
su içsem yarıyor,
şişko
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
30 Aralık 2012 Pazar
29 Aralık 2012 Cumartesi
"Kusura bakmayın ama biz işi bırakıyoruz."
"Kusura bakmayın ama biz işi bırakıyoruz."
Yaşlı bir adam emekli olduktan sonra bir lisenin yanında küçük bir ev aldı. Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur
içinde geçirdi ama ders yılı başlayınca huzuru kaçtı.
Okulların açıldığı ilk günden başlayarak öğrenciler, dersten çıkar çıkmaz yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmeliyorlar, anlamsız sesler çıkararak bağırıp, çağırıyorlar, dayanılmaz gürültüler yapıyorlardı. Çocukların gürültülerinin
dinmek tükenmek bilmeyeceğini anlayan yaşlı adam, bu işe bir son verebilmek için kurnazca bir çözüm buldu. Ertesi gün
çocuklar öğrenciler okuldan çıkıp, yine dayanılmaz gürültüler yaparak evinin önünden geçerken yaşlı adam dışarı çıktı,
onlara bir öneride bulundu.
"Siz hepiniz çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz" dedi.
"Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı biçimde gürültüler çıkarmaktan
hoşlanırdım. Siz bana gençliğimi anımsatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün
bir dolar veririm. Kabul mü?."
Bu öneri çocukların çok hoşuna gitti. Her gün hem eğleniyorlar, hem bol bol gürültü yapıyorlar, hem de bir dolar para kazanıyorlardı.
Bu durum bir hafta bu biçimde sürdükten sonra bir gün yaşlı adam çocukları yine durdurdu ve onlara kısa bir açıklama yaptı:
"Çocuklar, yaşam pahalılığı, enflasyon beni de etkilemeye başladı" dedi. "Bugünden sonra size ancak elli sent verebileceğim.
Beni anlayışla karşılayacağınızı umarım."
Bu durumdan pek hoşlanmamalarına karşın çocuklar yaşlı adama anlayış gösterdiler ve günlük gürültülerini elli sent karşıladığında yapmayı kabul ettiler. Aradan birkaç gün daha geçtikten sonra yaşlı adam bir gün çocukları yine durdurdu
ve onlara bir durum açıklaması daha yapmak zorunda kaldığını bildirdi:
"Bakın, bizim emekli paralarını gününde ödemiyorlar" dedi.
"Durumum biraz sıkışık... Üzülerek söylüyorum ama yapabileceğim başka bir şey yok... Bundan sonra size ancak
yirmi beş sent verebileceğim... Tamam mı?.. Anlaştık mı?"
Yaşlı adamın bu son önerisi, çocukların hiç de hoşuna gitmedi. "Olanaksız bayım" dedi içlerinden biri. "Günde yirmi beş
sent için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Kusura bakmayın ama biz işi bırakıyoruz."
Alıntı
Yaşlı adam ve gürültücü öğrenciler
Yaşlı bir adam emekli olduktan sonra bir lisenin yanında küçük bir ev aldı. Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur
içinde geçirdi ama ders yılı başlayınca huzuru kaçtı.
Okulların açıldığı ilk günden başlayarak öğrenciler, dersten çıkar çıkmaz yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmeliyorlar, anlamsız sesler çıkararak bağırıp, çağırıyorlar, dayanılmaz gürültüler yapıyorlardı. Çocukların gürültülerinin
dinmek tükenmek bilmeyeceğini anlayan yaşlı adam, bu işe bir son verebilmek için kurnazca bir çözüm buldu. Ertesi gün
çocuklar öğrenciler okuldan çıkıp, yine dayanılmaz gürültüler yaparak evinin önünden geçerken yaşlı adam dışarı çıktı,
onlara bir öneride bulundu.
"Siz hepiniz çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz" dedi.
"Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı biçimde gürültüler çıkarmaktan
hoşlanırdım. Siz bana gençliğimi anımsatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün
bir dolar veririm. Kabul mü?."
Bu öneri çocukların çok hoşuna gitti. Her gün hem eğleniyorlar, hem bol bol gürültü yapıyorlar, hem de bir dolar para kazanıyorlardı.
Bu durum bir hafta bu biçimde sürdükten sonra bir gün yaşlı adam çocukları yine durdurdu ve onlara kısa bir açıklama yaptı:
"Çocuklar, yaşam pahalılığı, enflasyon beni de etkilemeye başladı" dedi. "Bugünden sonra size ancak elli sent verebileceğim.
Beni anlayışla karşılayacağınızı umarım."
Bu durumdan pek hoşlanmamalarına karşın çocuklar yaşlı adama anlayış gösterdiler ve günlük gürültülerini elli sent karşıladığında yapmayı kabul ettiler. Aradan birkaç gün daha geçtikten sonra yaşlı adam bir gün çocukları yine durdurdu
ve onlara bir durum açıklaması daha yapmak zorunda kaldığını bildirdi:
"Bakın, bizim emekli paralarını gününde ödemiyorlar" dedi.
"Durumum biraz sıkışık... Üzülerek söylüyorum ama yapabileceğim başka bir şey yok... Bundan sonra size ancak
yirmi beş sent verebileceğim... Tamam mı?.. Anlaştık mı?"
Yaşlı adamın bu son önerisi, çocukların hiç de hoşuna gitmedi. "Olanaksız bayım" dedi içlerinden biri. "Günde yirmi beş
sent için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Kusura bakmayın ama biz işi bırakıyoruz."
Alıntı
Gerçeğe Şüphe ile Ulaşılır
25 Aralık 2012 Salı
18 Aralık 2012 Salı
Street Fighter X Mega Man PC'ye Çıktı, Ücretsiz!
Street Fighter X Mega Man PC'ye Çıktı, Ücretsiz!
Capcom daha önce söz verdiği gibi Street Fighter x Mega Man'i PC için ücretsiz olarak yayınladı. Mega Man'in 25. Yıl kutlamaları kapsamında geliştirilen oyun bir hayli keyifli duruyor.
Bu ücretsiz dövüş oyununu indirmek için: http://www.capcom-unity.com/mega_man
Bu ücretsiz dövüş oyununu indirmek için: http://www.capcom-unity.com/mega_man
Merhaba
GoGoBaBa
17 Aralık 2012 Pazartesi
Müzik :: Şebnem Ferah

Queen, Heart gibi grupların şarkılarını çalarak Türkiye'nin ilk kadın rock gruplarından Volvox'un kurucusu olan Şebnem Ferah, Türkiye'de rock müzik denilince akla gelen sayılı isimlerden. Müzikal kariyerini basit ve net bir şekilde "15'imdeyken gitar çalıp şarkı söylemek benim her şeyimdi. O heyecanımı hala kaybetmedim" cümleleriyle tanımlayan ve hala müziğini icra etmeye devam eden Ferah, kariyerine altı stüdyo albümü, bir konser DVD'si, sayısız düet ve yüzlerce konser sığdırdı.
Makedonya'nın başkenti Üsküp'ten Yalova'ya göç eden Ferah Ailesi'nin son üyesi olarak 12 Nisan 1972 senesinde dünyaya gelen Şebnem, babasının ve ablasının müzikle ciddi anlamda ilgilenmesinden etkilenerek solfej derslerine; kendince şarkı söyleyip, mandolin çalmaya başladı. O zamanlar eğlenmek için yaptığı bir şey olan müzik, Bursa'daki Namık Sözeri Lisesi'ne yazılıp yatılı okumaya başlayınca hayatının amacı haline geldi. İlk defa ailesinden uzak kalan genç kız, seneler sonra hislerini "...Ailem beni öyle bir güven içinde büyüttü ki, bir adada yalnız başıma kalsam bile hayatta kalacağıma inanırdım." diye ifade etti.
Lise yıllarında Pegasus adlı bir müzik grubunda solistlik yapan Şebnem, 1988 senesinde Türkiye'niin ilk kadın rock gruplarından Volvox'u kurdu. Gitar ve vokalde yer alan Ferah, lisede tanıştığı Duygu Karpuz ve Ebru Bank'ı da gruba dahil etti. Elektro gitarda Duygu, bass gitarda Ebru ve davulda Bursa'da tanıştıkları Gül Ağırca yer alıyordu. Bursa'da açılan rock bar ve Sedat Yıldırım Sarıcan'ın desteğiyle konserlere çıkan dörtlünün gidişatı, Şebnem'in Ankara'daki Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ekonomi Bölümü'nü kazanmasıyla farklı bir boyut aldı.
Bölümü istemediğini anlayan Şebnem, ikinci sınıfında bıraktığı okulunu İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı'nda devam ettirmeye karar verdi. İstanbul gibi büyük bir şehirde rock müzik yapan Volvox, zamanla eleman değişikliğine uğradı. Grubu bırakan Ebru'nun yerine gelen Buket Doran, bugün hala birlikte sahne aldığı Şebnem ile yakın dost oldu. Ayrıca, modacılarımızdan Arzu Kaprol ve rock müziğin kadın seslerinden Özlem Tekin de Volvox'ta çalan diğer isimler.
Bölümü istemediğini anlayan Şebnem, ikinci sınıfında bıraktığı okulunu İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı'nda devam ettirmeye karar verdi. İstanbul gibi büyük bir şehirde rock müzik yapan Volvox, zamanla eleman değişikliğine uğradı. Grubu bırakan Ebru'nun yerine gelen Buket Doran, bugün hala birlikte sahne aldığı Şebnem ile yakın dost oldu. Ayrıca, modacılarımızdan Arzu Kaprol ve rock müziğin kadın seslerinden Özlem Tekin de Volvox'ta çalan diğer isimler.
Türk metal müzik gruplarından Pentagram'ın ön grubu olarak çıkan Volvox, Sis Bar ve Kemancı Bar tayfası tarafından sevilmişti ve dönemin rock müzik dergiler, fanzinleri neredeyse her sayılarında Volvox'tan bahseder olmuşlardı.
"Biz kadın rock müzisyenleri olarak çok fazla zorluk çektik. Öyle zamanlardı ki rock müzik performansı izleyemezdik bile. İzlemek için yılbaşını beklerdik."
1993 sonlarında çatırdamaya başlayan Volvox, 1994 senesinde dağıldığını duyurdu. İskender Paydaş, Onno Tunç ve Sezen Aksu'nun yapımcılığını üstlendiği ilk albümü "Kadın" için stüdyoya giren Şebnem Ferah, Tarkan Gözübüyük ile birlikte çalıştı. Raks Müzik Yapım tarafından 7 Aralık 1996 senesinde çıkan albümden Vazgeçtim Dünyadan, Fırtına, Bu Aşk Fazla Sana ve Yağmurlar adlı parçalar kliplendi. Satış rekorları kıran albüm, uzun zaman medyanın gündeminden düşmedi. İlk konserini 1997 Nisan'ında İzmir Ege Üniversitesi'nde veren Şebnem, altı bin kişiden fazla insanın geldiği bu etkinlik, müzisyenin gelecek vaat ettiğinin kanıtıydı.
"Volvox'ta çalarken gelecekte albümlerimin çıkacağı, şarkılarımın dinleneceği beklentisi içinde değildim. Duygularımla hareket ediyordum, o zaman ne yapmak istiyorsam onu yapıyordum. Bugün hala duygularımla hareket ederim. Volvox bitti, kendimde albüm yapabilecek gücü gördüm ve çalışmaya başladım."
Binlerce kopya satan ilk albüm başarısından konserden konsere koşan Şebnem, 1998 senesinde ablası Aycan Ferah'ı kaybetti. Ölümcül hastalığa yakalanan Aycan'ın hastalık döneminin oldukça sancılı geçtiğini söyleyen Şebnem, ikinci albümü "Artık Kısa Cümleler Kuruyorum"u ablasına "Bana müzik aşkını ilk kez hissettiren ve adeta öğreten canım ablam" diyerek ithaf etti.
6 Temmuz 1999 tarihinde çıkan ikinci albümünden Bugün ve Artık Kısa Cümleler Kuruyorum adlı parçaları kliplendiren Ferah, tüm Türkiye'yi acı içinde bırakan 17 Ağustos 1999 depreminde babası Ali Ferah'ı yitirdi. Bir sene arayla iki büyük kayıp yaşayan Şebnem, müziğe sıkı sıkı bağlanarak ara vermeden çalıştı.
Sezen Aksu, Sertab Erener, Nilüfer, Çelik, Tarkan, Tüzmen, Cenk Eroğlu ve Haluk Levent gibi müzisyenlere çeşitli şarkılarında geri vokalde eşlik eden Şebnem, Azeri sanatçı Polat Bülbüloğlu ile yaptığı "Gel Ey Seher" düeti ile de Azeri müzikseverlerin beğenisini kazandı. Ayrıca, 1989 senesinde çekilen "The Little Mermaid" animasyonu için "O Dünyada" adlı bir parça yazdı.
18 Ekim 2001 tarihinde üçüncü stüdyo albümü "Perdeler"i yayınlayan Ferah, albümdeki Perdeler parçasının farklı bir versiyonu için Finlandiyalı müzik grubu Apocalyptica ile birlikte çalıştı. Perdeler ve Sigara adlı parçalara klip çeken Şebnem, albümün CD versiyonunda Amerika'ya yaptığı yolculuğu ve Apocalyptica ile olan çalışmalarını sunuyor. Albüme ek olarak, son parçadaki bir kaç dakikalık sessizlikten sonra Yemen Türküsü'nü söyleyen müzisyen, dinleyicilerine hoş bir sürpriz yaptı.
"Ablamı ve babamı kaybetmek, hayatımın en zor dönemlerinden ikisini yaşattı. Perdeler'den sonra bir süre evime kapandım. 18'lerimdeyken izleyip de etkilendiğim ne kadar film, müzik varsa hepsini bir bir elden geçirdim. Eski heyecanımı yakalamak istiyordum."
Türk rock müzisyenlerinden Teoman ile de sıkı dost olan Şebnem, arkadaşının "İki Yabancı" adlı parçasında ona eşlik etti. Dipnot olarak, şarkıda Ferah'ın sesinin kısık olduğunu, ancak Teoman'ın görüşüyle, bu haliyle farklı bir hava kattığını da belirtelim.
Dördüncü albümü için stüdyo çalışmalarına başlayan Şebnem, 15 Mayıs 2003 tarihinde yayınladığı "Kelimeler Yetse" albümünde bambaşka biri olarak karşımıza çıktı. Aldatılmış, kadınlık gururu incinmiş, aşk acısı çeken ama yine de güçlü bir kadın imajı veren "Kelimeler Yetse", Ferah'ın da hep söylediği gibi, yazdığı en kişisel parçalardan oluşuyor. Albümden, Gözlerimin Etrafındaki Çizgiler, Ben Şarkımı Söylerken ve Mayın Tarlası parçalarına klip çeken usta müzisyen, Fanta Turnesi'ne çıkarak albümünü tanıttı.
Kargo grubu ile "Kalamış Parkı" düeti, Mor ve Ötesi grubu ile "Küçük Sevgilim" düeti, Nilüfer'in çıkardığı düet albümündeki "Erkekler Ağlamaz", Ogün Sanlısoy ile "Bir Ben" düeti, Müzeyyen Senar ile "Vardar Ovası" ve "Sarı kurdelem Sarı" düetleri, Bulutsuzluk Özlemi konserinde "Sözlerimi Geri Alamam" düetiyle beğeni toplayan Ferah, 2005 senesinde dinleyenlerine göre 'en sert', kendisine göre 'en keskin' albümü olan "Can Kırıkları"nı piyasaya sürdü. Karin Karakaşlı'nın "Can Kırıkları" adlı kitabından etkilenerek adını verdiği albümünden Ferah, Can Kırıkları ve Çakıl Taşları adlı parçalara klip çekti. Bu albümden Hoşçakal adlı parçaya da klip çeken Şebnem, yapım şirketiyle yaşadığı sorun yüzünden daha yayına girmeden klibi geri çekti.
Kargo grubu ile "Kalamış Parkı" düeti, Mor ve Ötesi grubu ile "Küçük Sevgilim" düeti, Nilüfer'in çıkardığı düet albümündeki "Erkekler Ağlamaz", Ogün Sanlısoy ile "Bir Ben" düeti, Müzeyyen Senar ile "Vardar Ovası" ve "Sarı kurdelem Sarı" düetleri, Bulutsuzluk Özlemi konserinde "Sözlerimi Geri Alamam" düetiyle beğeni toplayan Ferah, 2005 senesinde dinleyenlerine göre 'en sert', kendisine göre 'en keskin' albümü olan "Can Kırıkları"nı piyasaya sürdü. Karin Karakaşlı'nın "Can Kırıkları" adlı kitabından etkilenerek adını verdiği albümünden Ferah, Can Kırıkları ve Çakıl Taşları adlı parçalara klip çekti. Bu albümden Hoşçakal adlı parçaya da klip çeken Şebnem, yapım şirketiyle yaşadığı sorun yüzünden daha yayına girmeden klibi geri çekti.
Her konserine binlerce dinleyicisine seslenen müzisyenin canlı performansındaki başarısından bahsetmeden geçmek olmaz. Konserlere Aykan ilkan (davul), Metin Türkcan (gitar), Buket Doran (bass gitar), Ozan Tügen (klavye) ve Ceren Tügen (geri vokal) ile birlikte çıkan Şebnem Ferah, menajer Yeşim Doran ile birlikte çalışmaktadır.
"Beni seven insanlara her zaman samimi cevap veriyorum. Bu yüzden aramızda arkadaşlık ilişkisi oluyor. Şarkılarımı da bu samimiyetle yazıyorum. İçimden geçenleri törpülemeden, hapşırır gibi çıkıyorlar."
2007 senesinin 10 Mart gününde Bostancı Gösteri Merkezi'nde konser veren Ferah, bu konserini DVD olarak piyasaya sürdü. Orhan Şallıel ile birlikte çalıştığı bu DVD, kısa zamanda en çok satanlar listesinin baş numarasına oturdu. Çıkardığı beş albümden performanslar sergileyen Şebnem, Çakıl Taşları ve Sil Baştan performanslarını klip olarak yayınladı.
Koçfest ve Coca-Cola Soundwave ile şehir şehir gezen başarılı şarkıcı, son olarak 2009 senesinin Aralık ayında "Benim Adım Orman" adlı altıncı stüdyo albümünü çıkardı. Bu albümden Yalnız ve Eski'yi kliplendiren Ferah, Aylin Aslım, Badem, TNK ve Hayko Cepkin ile "Özgürce Yaşa" adında bir şarkı söyledi. Ayrıca, şarkının sadece Şebnem Ferah yorumu da mevcut.
LeechTurk :: LeechTurk TSF FORUMS : v1.7.2 by xam :: Müzik :: Şebnem Ferah
murmur

Zır Deli / İnfazcı Muco


Kayıt Tarihi: 11-08-2011
Mesajlar :675
12 Aralık 2012 Çarşamba
Facebook: 2012 Yılına Genel Bakış Gogobaba E. Gökhan Kayan

Bu yılki önemli gelişmelerin, öne çıkan gönderilerin ve popüler haberlerin dahil en önemli 20 anına genel bir bakış.
http://www.facebook.com/yearinreview/GoGoBaBa
11 Aralık 2012 Salı
Amiga: 25 senelik efsane!
Amiga: 25 senelik efsane!
1987, Commodore'un yılıydı: 25 sene geçse de hala unutulmayan bilgisayar Amiga 500, 90'lı yıllarda tüm dünyanın en sevilen oyun cihazı olmuştu.
25 yıl önce, Avrupa'da, özellikle İngiltere ve Almanya'da, Commodore, ucuz Amiga 500 ev bilgisayarıyla bir başarı hikayesi yazdı. 8-bit jenerasyonunun yerine geçen Amiga 500, özellikle de genç müşterilerden aldığı güçle Atari ST ve IBM PC gibi güçlü rakiplerini geride bıraktı ve 90'ların pazarına egemen oldu.
Amiga 500'ün tek eksiği TV bağlantısıydı; Amerikalı kullanıcılar bir adaptör ya da monitör alıp bu sorunun üstesinden gelirken Avrupalı kullanıcıların televizyonlarında hali hazırda bulunan scart bağlantısı ile Amiga 500'ün parlak RGB görüntüsü televizyona yansıyordu. Amiga 500'üne 512KB - 1MB arası ek hafıza koyanlar ise göreceli olarak daha ufak bir para karşılığında rakipsiz ve geleceğe yönelik bir bilgisayara sahip oluyorlardı.
1988'den itibaren Amiga 500'ün yolculuğuna yığınla yüksek kaliteli yazılım da eşlik etti. Hali hazırda pek çok Amerikan firması Commodore'dan dönüp PC'ye yanaşmaya başlamışken, özellikle Psygnosis, British Telecom'un alt firması Rainbird ve geliştirme takımlarından Bitmap Brothers ve Sensible Software gibi İngiliz firmaları sıradışı oyunlara imza attılar. Kısa bir süre sonra Fransız, Alman ve İskandinav programcılar da A500 trenine katıldılar. 80'lerin sonunda Amiga 500 için 1000'den fazla oyun piyasaya sürülmüştü ve bunların pek çoğu da sadece bu platforma özeldi.
Yasal yazılım pazarının yanında bir de hacker'ların yarattığı pazarda popülerleşen korsan oyunlar, gençliği tekno akımına yakınlaştırdı. Amiga yazılımlarının "kırılması (crack)" sayesinde bu yazılımlar çok daha büyük kitlelere ulaştı fakat hala bunun Commodore'un sonunu mu hazırladığı yoksa Amiga'nın başarısında temel sebep mi olduğu tartışılır.
Şurası kesin ki, yazılım kırılma ve bu sayede yazılımların okullarda arkadaşlar arasında takası olmasaydı pazar bu kadar hızlı ve güçlü büyüyemezdi. 80'lerin sonuna doğru Amiga en popüler bilgisayar haline gelmişti; hatta kimi Bayern Münih oyuncuları bile Commodore formalarıyla sahaya çıkıyorlardı. Yani Amiga 500, Commodore'u, tarihin en büyük bilgisayar üreticilerinden biri haline getirmişti.
Ne yazık ki Amiga 500, aslında Commodore'un son parlak fikri oldu. Kompakt bilgisayarların pazara hakim olmasıyla birlikte donanım geliştirmekte geri kaldı Commodore. Belki de elindekini yeterli sanmak gibi bir yanılgıya düştü. Ama sonun başlangıcı çoktan gelmişti bile...
Üst seviye modeller Amiga 2000, A3000 ve A4000, DOS-işletimli PC filosunun karşısında duramadı. Daha sonra düşük fiyata alt seviye modeller piyasaya sürmeyi deneyen Commodore, bu hamlesiyle de geri dönmeyi ek başaramadı.
Birkaç uyumluluk sorunu dışında (yeni işletim sistemi eski oyunların hepsini tanımıyordu) dış görünüş olarak hiç değişmeyen Amiga 500+'nın ardından 1992 senesinde Amiga 600'ü tanıttı Commodore. Amiga 500'ün çevre birimleriye uyumlu olmaması, yüksek fiyatı ve nümerik olmayan klavyesiyle Amiga 600, hayranlarının beklentilerini yarı yolda bıraktı. Üstelik tamamen lehimli yapısı ve bu yapının soketlerde yaşattığı sorun, donanım güncellemesi yapmayı da çok zorhale getirdi. Ayrıca işletim sistemi yine pek çok oyunla uyumlu değildi.
Yine 1992 yılında, Amiga 600'ün çıkışından sadece birkaç ay sonra, Commodore azalan prestijini ve popülaritesini toparlamak için Amiga 1200'ü piyasaya sürdü. Görünüş olarak Amiga 500'e benzeyen fakat yeni AGA-çipsetini kullanan, teknik ve grafik olarak Amiga 600'den çok daha üstün olan Amiga 1200, dahili sabit disk ile yükseltilebiliyordu. Fakat ne yazık ki Commodore'un bu hamlesi çok geç kalmıştı; market Sega ve Nintendo, IBM ve Apple arasında güç yarışmasına dönüşmüştü bile... Böylece Commodore'un çağı da sona ermiş oldu.
Amiga CD32 isimli konsolla CD-ROM piyasasına atılmayı da deneyen Commodore, pazarın yenilmez liderleri Sega ve Sony'den pay kapmaya çalıştı fakat sadece birkaç yüz bin CD32 cihazı satabildi. 29 Nisan 1994 tarihinde ise, şirket resmi olarak kepenklerini indirdi.
Avrupalı oyun geliştiricileri Amiga'nın tecrübesinden yararlandı ve daha sonraları teknik olarak benzer Sega Mega Drive konsolu piyasaya sürüldü. 80'lerin ve 90'ların grafik programlama uzmanları, Amiga'nın programlanması için kullanılan geliştirme araçları ve ara yazılımlar Playstation Co. tarafından devralındı. Peter Molyneux ve Jez San'dan David Perry'e, DMA, Codemasters ve Factor 5'ten Reflections'a kadar 21. yüzyıla damgasını vurmuş sayısız oyun ve üretici, ilk ünlerini Amiga 500'de kazanmışlardı...
KAYNAK
1987, Commodore'un yılıydı: 25 sene geçse de hala unutulmayan bilgisayar Amiga 500, 90'lı yıllarda tüm dünyanın en sevilen oyun cihazı olmuştu.
25 yıl önce, Avrupa'da, özellikle İngiltere ve Almanya'da, Commodore, ucuz Amiga 500 ev bilgisayarıyla bir başarı hikayesi yazdı. 8-bit jenerasyonunun yerine geçen Amiga 500, özellikle de genç müşterilerden aldığı güçle Atari ST ve IBM PC gibi güçlü rakiplerini geride bıraktı ve 90'ların pazarına egemen oldu.
Amiga 500'ün tek eksiği TV bağlantısıydı; Amerikalı kullanıcılar bir adaptör ya da monitör alıp bu sorunun üstesinden gelirken Avrupalı kullanıcıların televizyonlarında hali hazırda bulunan scart bağlantısı ile Amiga 500'ün parlak RGB görüntüsü televizyona yansıyordu. Amiga 500'üne 512KB - 1MB arası ek hafıza koyanlar ise göreceli olarak daha ufak bir para karşılığında rakipsiz ve geleceğe yönelik bir bilgisayara sahip oluyorlardı.
1988'den itibaren Amiga 500'ün yolculuğuna yığınla yüksek kaliteli yazılım da eşlik etti. Hali hazırda pek çok Amerikan firması Commodore'dan dönüp PC'ye yanaşmaya başlamışken, özellikle Psygnosis, British Telecom'un alt firması Rainbird ve geliştirme takımlarından Bitmap Brothers ve Sensible Software gibi İngiliz firmaları sıradışı oyunlara imza attılar. Kısa bir süre sonra Fransız, Alman ve İskandinav programcılar da A500 trenine katıldılar. 80'lerin sonunda Amiga 500 için 1000'den fazla oyun piyasaya sürülmüştü ve bunların pek çoğu da sadece bu platforma özeldi.
Yasal yazılım pazarının yanında bir de hacker'ların yarattığı pazarda popülerleşen korsan oyunlar, gençliği tekno akımına yakınlaştırdı. Amiga yazılımlarının "kırılması (crack)" sayesinde bu yazılımlar çok daha büyük kitlelere ulaştı fakat hala bunun Commodore'un sonunu mu hazırladığı yoksa Amiga'nın başarısında temel sebep mi olduğu tartışılır.
Şurası kesin ki, yazılım kırılma ve bu sayede yazılımların okullarda arkadaşlar arasında takası olmasaydı pazar bu kadar hızlı ve güçlü büyüyemezdi. 80'lerin sonuna doğru Amiga en popüler bilgisayar haline gelmişti; hatta kimi Bayern Münih oyuncuları bile Commodore formalarıyla sahaya çıkıyorlardı. Yani Amiga 500, Commodore'u, tarihin en büyük bilgisayar üreticilerinden biri haline getirmişti.
Ne yazık ki Amiga 500, aslında Commodore'un son parlak fikri oldu. Kompakt bilgisayarların pazara hakim olmasıyla birlikte donanım geliştirmekte geri kaldı Commodore. Belki de elindekini yeterli sanmak gibi bir yanılgıya düştü. Ama sonun başlangıcı çoktan gelmişti bile...
Üst seviye modeller Amiga 2000, A3000 ve A4000, DOS-işletimli PC filosunun karşısında duramadı. Daha sonra düşük fiyata alt seviye modeller piyasaya sürmeyi deneyen Commodore, bu hamlesiyle de geri dönmeyi ek başaramadı.
Birkaç uyumluluk sorunu dışında (yeni işletim sistemi eski oyunların hepsini tanımıyordu) dış görünüş olarak hiç değişmeyen Amiga 500+'nın ardından 1992 senesinde Amiga 600'ü tanıttı Commodore. Amiga 500'ün çevre birimleriye uyumlu olmaması, yüksek fiyatı ve nümerik olmayan klavyesiyle Amiga 600, hayranlarının beklentilerini yarı yolda bıraktı. Üstelik tamamen lehimli yapısı ve bu yapının soketlerde yaşattığı sorun, donanım güncellemesi yapmayı da çok zorhale getirdi. Ayrıca işletim sistemi yine pek çok oyunla uyumlu değildi.
Yine 1992 yılında, Amiga 600'ün çıkışından sadece birkaç ay sonra, Commodore azalan prestijini ve popülaritesini toparlamak için Amiga 1200'ü piyasaya sürdü. Görünüş olarak Amiga 500'e benzeyen fakat yeni AGA-çipsetini kullanan, teknik ve grafik olarak Amiga 600'den çok daha üstün olan Amiga 1200, dahili sabit disk ile yükseltilebiliyordu. Fakat ne yazık ki Commodore'un bu hamlesi çok geç kalmıştı; market Sega ve Nintendo, IBM ve Apple arasında güç yarışmasına dönüşmüştü bile... Böylece Commodore'un çağı da sona ermiş oldu.
Amiga CD32 isimli konsolla CD-ROM piyasasına atılmayı da deneyen Commodore, pazarın yenilmez liderleri Sega ve Sony'den pay kapmaya çalıştı fakat sadece birkaç yüz bin CD32 cihazı satabildi. 29 Nisan 1994 tarihinde ise, şirket resmi olarak kepenklerini indirdi.
Avrupalı oyun geliştiricileri Amiga'nın tecrübesinden yararlandı ve daha sonraları teknik olarak benzer Sega Mega Drive konsolu piyasaya sürüldü. 80'lerin ve 90'ların grafik programlama uzmanları, Amiga'nın programlanması için kullanılan geliştirme araçları ve ara yazılımlar Playstation Co. tarafından devralındı. Peter Molyneux ve Jez San'dan David Perry'e, DMA, Codemasters ve Factor 5'ten Reflections'a kadar 21. yüzyıla damgasını vurmuş sayısız oyun ve üretici, ilk ünlerini Amiga 500'de kazanmışlardı...
KAYNAK
Dik dur ve gülümse bırak neden gülümsediğini merak etsinler
Nazlı Masatçı Davası İle İlgili Basın Açıklaması :
Nazlı Masatçı Davası İle İlgili Basın Açıklaması :
Posted: 11 Dec 2012 06:55 AM PST
Basına ve Kamuoyuna;
01.09.2010 yılından bu yana Tiyatromuzun oyuncusu Nazlı Masatçı, İnan Süver’e destek eyleminde oynadığı “Palto” isimli sokak oyunundan yargılanmaktaydı. Bugün 20. Sulh Ceza Mahkemesi’nde karar davasına çıkan oyuncumuz, eyleme katılan 5 kişi ile birlikte, “Halkı Askerlikten Soğutmak” suçlamasından 6 ay ceza aldı. Hakim “mahkemede gösterdiği iyi niyet” için sanıklara 6′da 1 indirim uygulayarak cezayı 5 aya indirdi. Ve sonra 5 yıl boyunca benzer suçlara karışmamaları kaydıyla cezayı 5 yıl erteledi.
Bizler en basından beri bu davada yargılanan sanat olduğunu söyledik. Bugün orada ceza alan Nazlı Masatçı değil, N.Gogol’dur. Bu davaya karşı belirleyeceğimiz duruş, sanatın gelecekte nasıl bir yerde duracağını gösterecektir. Nazlı Masatçı’ya verilen ceza sadece İzmir Yenikapı Tiyatrosu’na değil, “Rağmen” açılış yapan Şehir Tiyatroları sanatçılarına, Devlet Tiyatrosu’nun kapatılmasına ve şehir tiyatrolarının yönetmeliğinin değiştirilmesine karşı çıkan bütün bir kamuoyuna verilmiş gözdağıdır.
Adalet’in terazisi “uslu” çocuklar olmayı öğretmeye koşullandırılmış olsa da bizler uslu durmayacağız.
N.Gogol’u bu suçta yalnız bırakmayacak ortaklar bulacağız. Mesela W. Shakespeare, A.Çehov, P.Weiss, B.Vian ya da Melih Cevdet Anday, Can Yücel, Yaşar Kemal, Haldun Taner.. Oyunlarımızı her koşulda sahneye ve sokağa “Bir derdimiz var ki” diye çıkaracağız.
Tüm dostlarımız ve dost olamayanlarımız bilsin ki; bir toplumun sanatı yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür.
Dava sürecinde kamuoyuna, “Sanat Yargılanıyor, susacak mısınız?” diye sormuştuk. Yüzlerce insan imzalarıyla, onlarca aydın-yazar-sanatçı yazılarıyla
destek vermişti. Bir kez daha soruyoruz şimdi; N. Gogol 5 ay ceza aldı! Ne yapacaksınız?
Sanatta işlenebilecek hiç bir suç yoktur !
İZMİR YENİKAPI TİYATROSU

01.09.2010 yılından bu yana Tiyatromuzun oyuncusu Nazlı Masatçı, İnan Süver’e destek eyleminde oynadığı “Palto” isimli sokak oyunundan yargılanmaktaydı. Bugün 20. Sulh Ceza Mahkemesi’nde karar davasına çıkan oyuncumuz, eyleme katılan 5 kişi ile birlikte, “Halkı Askerlikten Soğutmak” suçlamasından 6 ay ceza aldı. Hakim “mahkemede gösterdiği iyi niyet” için sanıklara 6′da 1 indirim uygulayarak cezayı 5 aya indirdi. Ve sonra 5 yıl boyunca benzer suçlara karışmamaları kaydıyla cezayı 5 yıl erteledi.
Bizler en basından beri bu davada yargılanan sanat olduğunu söyledik. Bugün orada ceza alan Nazlı Masatçı değil, N.Gogol’dur. Bu davaya karşı belirleyeceğimiz duruş, sanatın gelecekte nasıl bir yerde duracağını gösterecektir. Nazlı Masatçı’ya verilen ceza sadece İzmir Yenikapı Tiyatrosu’na değil, “Rağmen” açılış yapan Şehir Tiyatroları sanatçılarına, Devlet Tiyatrosu’nun kapatılmasına ve şehir tiyatrolarının yönetmeliğinin değiştirilmesine karşı çıkan bütün bir kamuoyuna verilmiş gözdağıdır.
Adalet’in terazisi “uslu” çocuklar olmayı öğretmeye koşullandırılmış olsa da bizler uslu durmayacağız.
N.Gogol’u bu suçta yalnız bırakmayacak ortaklar bulacağız. Mesela W. Shakespeare, A.Çehov, P.Weiss, B.Vian ya da Melih Cevdet Anday, Can Yücel, Yaşar Kemal, Haldun Taner.. Oyunlarımızı her koşulda sahneye ve sokağa “Bir derdimiz var ki” diye çıkaracağız.
Tüm dostlarımız ve dost olamayanlarımız bilsin ki; bir toplumun sanatı yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür.
Dava sürecinde kamuoyuna, “Sanat Yargılanıyor, susacak mısınız?” diye sormuştuk. Yüzlerce insan imzalarıyla, onlarca aydın-yazar-sanatçı yazılarıyla
destek vermişti. Bir kez daha soruyoruz şimdi; N. Gogol 5 ay ceza aldı! Ne yapacaksınız?
Sanatta işlenebilecek hiç bir suç yoktur !
İZMİR YENİKAPI TİYATROSU

Posted: 11 Dec 2012 02:29 AM PST
Vicdani retçi İnan Süver’in tutuklu olduğu dönemde İzmir’de destek için yapılan eylemde Gogol’un yazdığı Palto adlı oyunu oynayan tiyatrocu Nazlı Masatçı’nın içinde olduğu 6 kişinin yargılandığı davada karar çıktı.
İzmir 20. Sulh Ceza Mahkemesi, 6 kişi hakkında TCK’nın “halkı askerlikten soğutmak” eylemini düzenleyen 318. maddesinin ihlal edildiği gerekçesiyle 6 ay hapis cezası verdi. Ceza, “iyi hal indirimi”yle 5 aya indirildi. Mahkeme, hükmün açıklanmasını 5 yıl erteledi.
‘SANATIMIZI YAPMAYA DEVAM EDECEĞİZ’
Duruşma sonrasında Bayraklı Adliyesi’nin önünde açıklama yapan Yenikapı Tiyatrosu yönetmenlerinden Orçun Masatçı, Bugün N. Gogol halkı askerlikten soğutmaktan 5 ay ceza aldı. Endişeye mahal yok 5 yıl boyunca suç(!) işlemezse ertelendi.
A. Çehov’u, W. Shakespeare’i, H. Taner’i, G. Dilmen’i ne zaman yargılayacaklar heyecanla bekliyoruz..
Unuttular ama hatırlatalım;
Bir toplumun türkülerini (sanatini) yapanlar, yasalarinı yapanlar daha güçlüdür.
Masatçı, söz konusu cezanın Türkiye’de “adalet”in nasıl tecelli ettiğini gösteren örneklerden biri olduğunu belirtti.
(etha)
İzmir 20. Sulh Ceza Mahkemesi, 6 kişi hakkında TCK’nın “halkı askerlikten soğutmak” eylemini düzenleyen 318. maddesinin ihlal edildiği gerekçesiyle 6 ay hapis cezası verdi. Ceza, “iyi hal indirimi”yle 5 aya indirildi. Mahkeme, hükmün açıklanmasını 5 yıl erteledi.
‘SANATIMIZI YAPMAYA DEVAM EDECEĞİZ’
Duruşma sonrasında Bayraklı Adliyesi’nin önünde açıklama yapan Yenikapı Tiyatrosu yönetmenlerinden Orçun Masatçı, Bugün N. Gogol halkı askerlikten soğutmaktan 5 ay ceza aldı. Endişeye mahal yok 5 yıl boyunca suç(!) işlemezse ertelendi.
A. Çehov’u, W. Shakespeare’i, H. Taner’i, G. Dilmen’i ne zaman yargılayacaklar heyecanla bekliyoruz..
Unuttular ama hatırlatalım;
Bir toplumun türkülerini (sanatini) yapanlar, yasalarinı yapanlar daha güçlüdür.
Masatçı, söz konusu cezanın Türkiye’de “adalet”in nasıl tecelli ettiğini gösteren örneklerden biri olduğunu belirtti.
(etha)
6 Aralık 2012 Perşembe
şöyle özetleyeyim şapka konusunu.
Aslanın canı çok sıkılmıştır, hemen tilkiyi çağırır.
“Çok canım sıkılıyor, vakit geçirecek bir şeyler bul bana.” der.
“Çok canım sıkılıyor, vakit geçirecek bir şeyler bul bana.” der.
Tilki sinsice gülerek ;
“Tamam Kralım, su kıyısına gidelim.Orada bulduğumuz ilk hayvanı dövelim.” der.
Bu fikir aslanın pek hoşuna gider ama bahane lazımdır.
Tilki onu da düşünür hemen.
“Şapkan niye yok deyip pata küte döveriz kralım” der Tilki.
Hemen su kıyısına inerler.Orada bulunan Tavşanı çağırır aslan yanına.
”Nerde lan senin şapkan” der.
Tavşan şaşırır.
”Ne Şapkası kralım.” Demeye kalmadan, Aslan Tavşanı evire çevire döver.
”Ne Şapkası kralım.” Demeye kalmadan, Aslan Tavşanı evire çevire döver.
Ertesi gün aslanın yine canı sıkılır ve su kıyısına iner. Tavşanı tekrar çağırır yanına.
Yine ”Nerde lan senin şapkan” der Aslan ve yine pata küte döver tavşanı.
Bu olay üç gün tekrarlanır. ….
Dördüncü gün Aslan Tilkiye ;
”Hep aynı soruyu sormak ve aynı bahaneyle dövmek ayıp oluyor. Değişik şeyler bul” der.
”Hep aynı soruyu sormak ve aynı bahaneyle dövmek ayıp oluyor. Değişik şeyler bul” der.
Tilki de; ”Elbette bulurum sayın kralım, hatta buldum bile. Tavşandan sigara isteyelim. Filtreli getirirse, neden filtresiz getirmedin, filtresiz getirirse neden filtreli getirmedin diye dövelim...” der.
Aslan beğenir bu fikri ve hemen tatbik eder.
Tilkiyi de yanına alarak su kıyısına inerler.
Aynı tavşan, kafası gözü sargıda, titreyerek yiyecek bir şeyler aramaktadır dere kenarında.
Aslan tavşana ”Git bana bakkaldan sigara al...” der
Tavşan hemen koşmaya başlar ama bir iki adım sonra durup geri dönerek,
” Filtreli mi Olsun, yoksa filtresiz mi sayın kralım” diye sormaz mı…
Aslan şaşırmıştır. Ne diyeceğini bilemez, hemen bağırmaya başlar ;
Tavşan hemen koşmaya başlar ama bir iki adım sonra durup geri dönerek,
” Filtreli mi Olsun, yoksa filtresiz mi sayın kralım” diye sormaz mı…
Aslan şaşırmıştır. Ne diyeceğini bilemez, hemen bağırmaya başlar ;
“NERDE LAN SENİN ŞAPKAN !”
Gül yaprağı
GÜL YAPRAĞI
Uzakdoğu'da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli
olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan
açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı
geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.
Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden
kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu.
Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki budist,
kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan
sonra söz'süz konuşmaları başladı. Gelen yabancı,
tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar
suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.
Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir
gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı.
Gül yaprağı suyun üsünde yüzüyordu ve su taşmamıştı.
İçerideki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak
yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir
gül yaprağına her zaman yer vardı.
İmza Çağrısı: Sanatta İşlenebilecek Bir Suç Yok :
İmza Çağrısı: Sanatta İşlenebilecek Bir Suç Yok :
İmza Çağrısı: Sanatta İşlenebilecek Bir Suç Yok
Yayınlayan yenikapi on Aralık - 2 - 2012 | 39 Yorum Oyuncularımızdan Nazlı Masatçı, oynadığı bir sokak oyunundan kaynaklı İzmir Sulh Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaktadır. 4 Aralık 2012 tarihinde son mahkeme hayata geçecektir. Öncesinde gazeteye vereceğimiz ilanlarla mahkemeye bu imza kampanyasını sunmayı düşünüyoruz. Katkı koymanız önemlidir. Lütfen imzalarınızı isim ve soyisim belirterek ya da kurumunuzun adını bildirerek; sanattasucyok@gmail.com adresine yollayınız. Mahkemeye verilecek metin aşağıdaki gibidir. Sevgiler…
İzmir Sulh Ceza Mahkemesi’ne;
İzmir Yenikapı Tiyatrosu oyuncusu Nazlı Masatçı bir vicdani red eyleminde oynadığı sokak oyunundan kaynaklı mahkemeniz tarafından “Halkı askerlikten soğutmak” suçlamasıyla yargılanmaktadır.
Biz aşağıda imzası bulunan kurum ve insanlar herhangi bir sanat eserinde işlenebilecek bir suç olduğuna inanmıyoruz. Nazlı Masatçı’nın oynadığı oyundan yargılanmasını kabul edilemez buluyor ve beraatini talep ediyoruz.

İMZA LİSTESİ (Son Güncelleme: 04.12.2012, 10:15)
1-Ezgi SEZER
2-Zeynep ERDOĞDU
3-Ece KİREZCİ
4-Mahir ÖZEL
5-Hakan KİREZCİ
6-Esme SARITAŞ
7-Ahmet Vehbi YILDIZER
8-Halkın Takımı Dergisi
9-Martı Sanat Tiyatrosu
10-Ferdi ÖZTABAK
11-Uğur İPEK
12-Gülgün İŞBİLEN
13-Serkan KIRMIZI
14-Ekim Devrim ÇAPARTAŞ
15-Miray ÖZTURAN
16-Ufuk AKTAŞ
17-Taylan Özgür NEFES
18-Gülin ÖZÜAYDIN
19-Yağmur KAYA
20-Tiyatro Karga
21-Mehmet Emin TURAN
22-Kahve Bahane
23-Mert AKALIN
24-Yaşar GÜNDEM
25-Onur ATAYOĞLU
26-Piren AYHAN
27-Emre BUCAK
28-Onur ÇATAL
29-Toprak Sahne Tiyatrosu
30-Özgür YÜKSEKDAĞ
31-Didem DİRİK
32-Ayşegül ÖZDOĞAN
33-Fatma TOKSÖZ
34-Emel Cansu AKSEL
35-Şirin ERAKIN
36-Üner MUSLUKÇU
37-Ceren KÜÇÜKKURT
38-Özcan YAŞAR
39-Deniz Güney İŞİNTEK
40-Ragıp YAVUZ
41-Korkut AKIN
42-Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu
43-İstanbul Şehir Tiyatroları Sanatçıları Derneği (İŞTİSAN)
44-Umur ÖZLÜER
45-Ayşen AYGÜN
46-Dilşad GÜNGÖR
47-Esra COŞKUNER POYRAZ
48-Cebrail KELEŞ
49-İmece Tiyatro
50-Kil İşleri
51-İbrahim VARLI
52-Sokak Sanatları Atölyesi
53-Serap TELÖZ
54-Kum Edebiyat Dergisi
55-Üstün AKMEN
56-Sibel ÖZBUDUN
57-Temel DEMİRER
58-Yine Mi Tiyatro Topluluğu
59-Damla AHKEMOĞLU
60-Erdener EVİN
61-B. Seçkin KAYMAZ
62-Melike YAŞAR
63-NKK Gösteri Sanatları Topluluğu
64-Nilüfer Sokak Oyuncuları
65-Esra GÜNEŞ
66-Ezgi ÖZKAN ALTAYLI
67-Dilek SUER
68-Uğur DOĞAN
69-Canan GÜNAŞTI
70-Uğur Baran TOKER
71-Kemal MADEN
72-Yücel ERTEN
73-Gül KAPAR
74-Ozan GÖZEL
75-Atilla CEYLAN
76-Reyhan GÜLDAL
77-Neslihan MANİOĞLU
78-Mehmet BORA
79-Nihan SUSULU
80-Uğur ÖZKAYA
81-Gamze YILMAZ
82-Enver MUTLU
83-İzmir Hareket Tiyatrosu
84-Mehmet DURU
85-Mesut GÜNGÖR
86-Beyhan GÜNGÖR
87-Bilgesu YAPRAK
88-Abdullah UYSAL
89-Nadine DOĞAN
90-Süleyman ASLITÜRK
91-Fırat BAYIR
92-Kadriye DEMİREL
93-Gökhan GÖKÇE
94-Semah TUĞSEL
95-Tiyatro Avesta
96-Dilan GEZMİŞ
97-Çağdaş AYDIN
98-Yunus Emre KIRKANAHTAR
99-Mehmet UÇAR
100-Janset KARAVİN
101-Deniz DOĞRUER
102-Deniz GÜLENER
103-Ezgi AKYILDIZ
104-Bahar SAVAŞ
105-Ceyda TAŞDEMİROĞLU
106-Selahattin Samet DEMİR
107-Duygu ONAY
108-Ahmet BİNGÖL
109-Cüneyt UZUNLAR
110-Gülseren AYDIN
111-Gülsüm SOYDAN
112-Semih ÖZCAN
113-Kemal ORUÇ
114-Tiyatro Eğitim Derneği
115-Drama Kumpanya
116-Emre DURSUN
117-Mustafa ÖZGÜNGÖR
118-Ayşe Merve ARSLAN
119-Salih TANIŞ
120-Candeğer DELEN
121-Hebûn LGBT Diyarbakır
122-Mesut KARA
123-Modern Zamanlar Sinema Dergisi
124-Burcu SÖZERİ
125-Uğur AKİPEK
126-Murat COŞKUNER
127-Ufuk Ebru DÖLENEKEN
128-Buket ULUKUT
129-Sinem SİNAN
130-Zafer GECEGÖRÜR
131-Gökhan ALTUNTAŞ
132-Hakan ALTUNTAŞ
133-Gülnaz ALTUNTAŞ
134-Hüseyin ALTUNTAŞ
135-Melek Selin SÖZMEN
136-Ümit Bahadır KARACA
137-Melis BULU
138-Defne EPİKMEN
139-Redhack
140-Ayşegül EKİNCİ
141-Samsun Sanat Tiyatrosu
142-M. Ergün IŞILDAR
143-Ayşe YILDIRAN
144-Faysal TEKOĞLU
145-Selin İŞCAN
146-Orkun AKGÜNDÜZ
147-Cansu ATEŞ
148-Derviş KARA
149-Nazin Andaç BEYHUN
150-Özge MEMİŞOĞLU
151-Utkan BUGAY
152-Alperen ÇÖL
153-Nilay ŞİT
154-Senem PORDUĞAN
155-Ümit ŞAHİN
156-Erman BALIKÇI
157-Cem KAPLAN
158-Bilge KOCAARSLAN
159-Mümin HÜSEYİNOĞLU
160-Ferhat Yılmaz Tiyatrosu
161-Cihan ZİYAN
162-Kübra Teberik YURT
163-Halil İbrahim ŞAN
164-Turgut ÖZAR
165-Tamer Barış ÜLGER
166-Namık KARTALOĞLU
167-Zuhal KAYA
168-Gülşah KIRBIYIK
169-Fatma ÜNSAL
170-Can SATILMIŞ
171-Büşra KIVRAK
172-Aksine Tiyatro
173-Cemal EKİCİ
174-Firaz SUMMAKOĞLU
175-Selda TEMÜRTÜRKAN
176-Milas Düşün Kültür Sanat Merkezi
177-Selçuk GÜNAY
178-Melike ARAÇ
179-Haluk IŞIK
180-Yeryüzü Sahnesi
181-Doğu EROĞLU
182-Kültürlerarası Araştırmalar Derneği
183-Metin GÜLER
184-Sarphan UZUNOĞLU
185-İkaros Kültür Evi
186-Turgut KESKİN
187-Adnan ÇETİN
188-Ayten ÖNYILMAZ
189-Volkan DEMİRKAN
190-Nüvide ERTEK
191-Sibel TURUNZ
192-Halil SAVDA
193-Pakize Melek BULUT
194-İlknur YATIR GÜNSAN
195-Sunar AYTUNA
196-Mete AKALIN
197-İsmail IŞILSOY
198-Sare Feyza ALAYBEYİ
199-Mehtap ÖZKAN
200-Nebahat PEKGÜLEÇ
201-Ayşe DRAZ
202-A. Şahin FİDAN
203-Hadiye İNCEOĞLU
204-Onur AYDIN
205-Kitap Dengi Girişimi
206-Arguvan Çiftlik Köyü Derneği
207-Ceren İMAL
208-İmgesu ÜNAL
209-Bilgihan KÖSALİ
210-Raziye Şeyma KELEŞ
211-Emrah Gökhan KAYAN
212-Fatma KÖSALİ KAYAN
213-Turgut KAYAN
214-Oğuzhan KAYAN
215-Elif ÇABUK KAYAN
216-Metehan KAYAN
217-Merve HATİPOĞLU
218-Nazlı DOĞAN
İmza Çağrısı: Sanatta İşlenebilecek Bir Suç Yok
Yayınlayan yenikapi on Aralık - 2 - 2012 | 39 Yorum Oyuncularımızdan Nazlı Masatçı, oynadığı bir sokak oyunundan kaynaklı İzmir Sulh Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaktadır. 4 Aralık 2012 tarihinde son mahkeme hayata geçecektir. Öncesinde gazeteye vereceğimiz ilanlarla mahkemeye bu imza kampanyasını sunmayı düşünüyoruz. Katkı koymanız önemlidir. Lütfen imzalarınızı isim ve soyisim belirterek ya da kurumunuzun adını bildirerek; sanattasucyok@gmail.com adresine yollayınız. Mahkemeye verilecek metin aşağıdaki gibidir. Sevgiler…
İzmir Sulh Ceza Mahkemesi’ne;
İzmir Yenikapı Tiyatrosu oyuncusu Nazlı Masatçı bir vicdani red eyleminde oynadığı sokak oyunundan kaynaklı mahkemeniz tarafından “Halkı askerlikten soğutmak” suçlamasıyla yargılanmaktadır.
Biz aşağıda imzası bulunan kurum ve insanlar herhangi bir sanat eserinde işlenebilecek bir suç olduğuna inanmıyoruz. Nazlı Masatçı’nın oynadığı oyundan yargılanmasını kabul edilemez buluyor ve beraatini talep ediyoruz.

İMZA LİSTESİ (Son Güncelleme: 04.12.2012, 10:15)
1-Ezgi SEZER
2-Zeynep ERDOĞDU
3-Ece KİREZCİ
4-Mahir ÖZEL
5-Hakan KİREZCİ
6-Esme SARITAŞ
7-Ahmet Vehbi YILDIZER
8-Halkın Takımı Dergisi
9-Martı Sanat Tiyatrosu
10-Ferdi ÖZTABAK
11-Uğur İPEK
12-Gülgün İŞBİLEN
13-Serkan KIRMIZI
14-Ekim Devrim ÇAPARTAŞ
15-Miray ÖZTURAN
16-Ufuk AKTAŞ
17-Taylan Özgür NEFES
18-Gülin ÖZÜAYDIN
19-Yağmur KAYA
20-Tiyatro Karga
21-Mehmet Emin TURAN
22-Kahve Bahane
23-Mert AKALIN
24-Yaşar GÜNDEM
25-Onur ATAYOĞLU
26-Piren AYHAN
27-Emre BUCAK
28-Onur ÇATAL
29-Toprak Sahne Tiyatrosu
30-Özgür YÜKSEKDAĞ
31-Didem DİRİK
32-Ayşegül ÖZDOĞAN
33-Fatma TOKSÖZ
34-Emel Cansu AKSEL
35-Şirin ERAKIN
36-Üner MUSLUKÇU
37-Ceren KÜÇÜKKURT
38-Özcan YAŞAR
39-Deniz Güney İŞİNTEK
40-Ragıp YAVUZ
41-Korkut AKIN
42-Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu
43-İstanbul Şehir Tiyatroları Sanatçıları Derneği (İŞTİSAN)
44-Umur ÖZLÜER
45-Ayşen AYGÜN
46-Dilşad GÜNGÖR
47-Esra COŞKUNER POYRAZ
48-Cebrail KELEŞ
49-İmece Tiyatro
50-Kil İşleri
51-İbrahim VARLI
52-Sokak Sanatları Atölyesi
53-Serap TELÖZ
54-Kum Edebiyat Dergisi
55-Üstün AKMEN
56-Sibel ÖZBUDUN
57-Temel DEMİRER
58-Yine Mi Tiyatro Topluluğu
59-Damla AHKEMOĞLU
60-Erdener EVİN
61-B. Seçkin KAYMAZ
62-Melike YAŞAR
63-NKK Gösteri Sanatları Topluluğu
64-Nilüfer Sokak Oyuncuları
65-Esra GÜNEŞ
66-Ezgi ÖZKAN ALTAYLI
67-Dilek SUER
68-Uğur DOĞAN
69-Canan GÜNAŞTI
70-Uğur Baran TOKER
71-Kemal MADEN
72-Yücel ERTEN
73-Gül KAPAR
74-Ozan GÖZEL
75-Atilla CEYLAN
76-Reyhan GÜLDAL
77-Neslihan MANİOĞLU
78-Mehmet BORA
79-Nihan SUSULU
80-Uğur ÖZKAYA
81-Gamze YILMAZ
82-Enver MUTLU
83-İzmir Hareket Tiyatrosu
84-Mehmet DURU
85-Mesut GÜNGÖR
86-Beyhan GÜNGÖR
87-Bilgesu YAPRAK
88-Abdullah UYSAL
89-Nadine DOĞAN
90-Süleyman ASLITÜRK
91-Fırat BAYIR
92-Kadriye DEMİREL
93-Gökhan GÖKÇE
94-Semah TUĞSEL
95-Tiyatro Avesta
96-Dilan GEZMİŞ
97-Çağdaş AYDIN
98-Yunus Emre KIRKANAHTAR
99-Mehmet UÇAR
100-Janset KARAVİN
101-Deniz DOĞRUER
102-Deniz GÜLENER
103-Ezgi AKYILDIZ
104-Bahar SAVAŞ
105-Ceyda TAŞDEMİROĞLU
106-Selahattin Samet DEMİR
107-Duygu ONAY
108-Ahmet BİNGÖL
109-Cüneyt UZUNLAR
110-Gülseren AYDIN
111-Gülsüm SOYDAN
112-Semih ÖZCAN
113-Kemal ORUÇ
114-Tiyatro Eğitim Derneği
115-Drama Kumpanya
116-Emre DURSUN
117-Mustafa ÖZGÜNGÖR
118-Ayşe Merve ARSLAN
119-Salih TANIŞ
120-Candeğer DELEN
121-Hebûn LGBT Diyarbakır
122-Mesut KARA
123-Modern Zamanlar Sinema Dergisi
124-Burcu SÖZERİ
125-Uğur AKİPEK
126-Murat COŞKUNER
127-Ufuk Ebru DÖLENEKEN
128-Buket ULUKUT
129-Sinem SİNAN
130-Zafer GECEGÖRÜR
131-Gökhan ALTUNTAŞ
132-Hakan ALTUNTAŞ
133-Gülnaz ALTUNTAŞ
134-Hüseyin ALTUNTAŞ
135-Melek Selin SÖZMEN
136-Ümit Bahadır KARACA
137-Melis BULU
138-Defne EPİKMEN
139-Redhack
140-Ayşegül EKİNCİ
141-Samsun Sanat Tiyatrosu
142-M. Ergün IŞILDAR
143-Ayşe YILDIRAN
144-Faysal TEKOĞLU
145-Selin İŞCAN
146-Orkun AKGÜNDÜZ
147-Cansu ATEŞ
148-Derviş KARA
149-Nazin Andaç BEYHUN
150-Özge MEMİŞOĞLU
151-Utkan BUGAY
152-Alperen ÇÖL
153-Nilay ŞİT
154-Senem PORDUĞAN
155-Ümit ŞAHİN
156-Erman BALIKÇI
157-Cem KAPLAN
158-Bilge KOCAARSLAN
159-Mümin HÜSEYİNOĞLU
160-Ferhat Yılmaz Tiyatrosu
161-Cihan ZİYAN
162-Kübra Teberik YURT
163-Halil İbrahim ŞAN
164-Turgut ÖZAR
165-Tamer Barış ÜLGER
166-Namık KARTALOĞLU
167-Zuhal KAYA
168-Gülşah KIRBIYIK
169-Fatma ÜNSAL
170-Can SATILMIŞ
171-Büşra KIVRAK
172-Aksine Tiyatro
173-Cemal EKİCİ
174-Firaz SUMMAKOĞLU
175-Selda TEMÜRTÜRKAN
176-Milas Düşün Kültür Sanat Merkezi
177-Selçuk GÜNAY
178-Melike ARAÇ
179-Haluk IŞIK
180-Yeryüzü Sahnesi
181-Doğu EROĞLU
182-Kültürlerarası Araştırmalar Derneği
183-Metin GÜLER
184-Sarphan UZUNOĞLU
185-İkaros Kültür Evi
186-Turgut KESKİN
187-Adnan ÇETİN
188-Ayten ÖNYILMAZ
189-Volkan DEMİRKAN
190-Nüvide ERTEK
191-Sibel TURUNZ
192-Halil SAVDA
193-Pakize Melek BULUT
194-İlknur YATIR GÜNSAN
195-Sunar AYTUNA
196-Mete AKALIN
197-İsmail IŞILSOY
198-Sare Feyza ALAYBEYİ
199-Mehtap ÖZKAN
200-Nebahat PEKGÜLEÇ
201-Ayşe DRAZ
202-A. Şahin FİDAN
203-Hadiye İNCEOĞLU
204-Onur AYDIN
205-Kitap Dengi Girişimi
206-Arguvan Çiftlik Köyü Derneği
207-Ceren İMAL
208-İmgesu ÜNAL
209-Bilgihan KÖSALİ
210-Raziye Şeyma KELEŞ
211-Emrah Gökhan KAYAN
212-Fatma KÖSALİ KAYAN
213-Turgut KAYAN
214-Oğuzhan KAYAN
215-Elif ÇABUK KAYAN
216-Metehan KAYAN
217-Merve HATİPOĞLU
218-Nazlı DOĞAN
3 Aralık 2012 Pazartesi
İmza Çağrısı: Sanatta İşlenebilecek Bir Suç Yok
Bir eylemde oynadığı sokak oyunundan sonra halkı askerlikten soğutmakla suçlanan Nazlı Masatçı’nın 4 Aralık’ta gerçekleştirilecek karar duruşması 11 Aralık 2012, saat 09:00′a ertelenmiştir.
11 Aralık’ta Sanat Yargılanıyor!
Sanata duyarlı tüm kamuoyunu 11 Aralık’ta, Bayraklı Adliyesinde ses vermeye çağırıyoruz!
İzmir Yenikapı Tiyatrosu

11 Aralık’ta Sanat Yargılanıyor!
Sanata duyarlı tüm kamuoyunu 11 Aralık’ta, Bayraklı Adliyesinde ses vermeye çağırıyoruz!
İzmir Yenikapı Tiyatrosu

İzmir Sulh Ceza Mahkemesi’ne;
İzmir Yenikapı Tiyatrosu oyuncusu Nazlı Masatçı bir vicdani red eyleminde oynadığı sokak oyunundan kaynaklı mahkemeniz tarafından “Halkı askerlikten soğutmak” suçlamasıyla yargılanmaktadır.
Biz aşağıda imzası bulunan kurum ve insanlar herhangi bir sanat eserinde işlenebilecek bir suç olduğuna inanmıyoruz. Nazlı Masatçı’nın oynadığı oyundan yargılanmasını kabul edilemez buluyor ve beraatini talep ediyoruz.

İMZA LİSTESİ (Son Güncelleme: 03.12.2012, 15:07)
26 Kasım 2012 Pazartesi
Haka - Yeni Zelanda'nın 140 yıllık savaş dansı
Haka - YouTube
Yeni Zelanda'nın 140 yıllık savaş dansı
Yeni Zelanda'nın dünya tarafından bilinen en önemli kültür sembollerinden biri olan "Haka Dansı" aynı zamanda savaş dansı olarak biliniyor. Yeni Zelanda'da yaşayan Maori kabilesine özgü bir dans olan Haka ilk kez 1810 yılında ortaya çıktı. Efsaneye göre Kabilenin savaş şeflerinden Te Rauparaha rakip kabilelerden savaşçıların kendisini öldürmek için geldiğini öğrenince kaçmaya başladı. Bir çukura girerek saklandı. Çukurun başında kendisini vücudu kıllarla kaplı bir savaşçı liderin beklediğini gördü. Ancak bu kişi onu öldürmek yerine özgürlüğünü verince Rauparaha da çukurdan çıkarak günümüze kadar değişmeden gelen Haka dansının sözleriyle dans etmeye başladı. Aynı zamanda bu dansla kendisini öldürmek isteyen savaşçılardan intikam almak için de yemin etti. Rauparaha daha sonra bu dansı tüm Maoriler'e öğretti ve girdikleri tüm çatışmalardan önce düşmanlarını korkutmak için kabile üyeleri Haka yapmaya başladı.
Sözleri
Haka dansı edilirken Yeni Zelandalılar şu sözleri kullanıyor:
Ölüm bu, ölüm bu!
Yaşam bu, yaşam bu!
İşte bu kıllı adam ile,
Güneş yeniden doğdu!
Yanyana durun, yanyana!
Zirveye çıkacağız, zirveye.
Güneşin doğduğu yere!
Dansın kareografisi
Dansın kareografisi bir hayli ilginç. Yüze korkutucu bir ifade verip el ve kolları sert şekilde hareket ettirmeye dayanıyor. Önce avuç içi dirseklere vurularak huhhh huhhhh haaaaaaaaaa şeklinde nidalarla izleyenlere dönülüyor sonra yine avuç içi bu sefer kolun üzerine getirilerek huhhh huhh haaaaaaaa nidasıyla vuruluyor.
Ka mate Ka mate
It is death It is death
Ka ora Ka ora
It is life It is life
Ka mate Ka mate
It is death It is death
Ka ora Ka ora
It is life It is life
Tenei Te Tangata Puhuruhuru
This is the hairy man
Nana i tiki mai whakawhiti te ra
Who caused the sun to shine again for me
Upane Upane
Up the ladder Up the ladder
Upane Kaupane
Up to the top
Whiti te ra
The sun shines!
Yeni Zelanda'nın 140 yıllık savaş dansı
Yeni Zelanda'nın dünya tarafından bilinen en önemli kültür sembollerinden biri olan "Haka Dansı" aynı zamanda savaş dansı olarak biliniyor. Yeni Zelanda'da yaşayan Maori kabilesine özgü bir dans olan Haka ilk kez 1810 yılında ortaya çıktı. Efsaneye göre Kabilenin savaş şeflerinden Te Rauparaha rakip kabilelerden savaşçıların kendisini öldürmek için geldiğini öğrenince kaçmaya başladı. Bir çukura girerek saklandı. Çukurun başında kendisini vücudu kıllarla kaplı bir savaşçı liderin beklediğini gördü. Ancak bu kişi onu öldürmek yerine özgürlüğünü verince Rauparaha da çukurdan çıkarak günümüze kadar değişmeden gelen Haka dansının sözleriyle dans etmeye başladı. Aynı zamanda bu dansla kendisini öldürmek isteyen savaşçılardan intikam almak için de yemin etti. Rauparaha daha sonra bu dansı tüm Maoriler'e öğretti ve girdikleri tüm çatışmalardan önce düşmanlarını korkutmak için kabile üyeleri Haka yapmaya başladı.
Sözleri
Haka dansı edilirken Yeni Zelandalılar şu sözleri kullanıyor:
Ölüm bu, ölüm bu!
Yaşam bu, yaşam bu!
İşte bu kıllı adam ile,
Güneş yeniden doğdu!
Yanyana durun, yanyana!
Zirveye çıkacağız, zirveye.
Güneşin doğduğu yere!
Dansın kareografisi
Dansın kareografisi bir hayli ilginç. Yüze korkutucu bir ifade verip el ve kolları sert şekilde hareket ettirmeye dayanıyor. Önce avuç içi dirseklere vurularak huhhh huhhhh haaaaaaaaaa şeklinde nidalarla izleyenlere dönülüyor sonra yine avuç içi bu sefer kolun üzerine getirilerek huhhh huhh haaaaaaaa nidasıyla vuruluyor.
Ka mate Ka mate
It is death It is death
Ka ora Ka ora
It is life It is life
Ka mate Ka mate
It is death It is death
Ka ora Ka ora
It is life It is life
Tenei Te Tangata Puhuruhuru
This is the hairy man
Nana i tiki mai whakawhiti te ra
Who caused the sun to shine again for me
Upane Upane
Up the ladder Up the ladder
Upane Kaupane
Up to the top
Whiti te ra
The sun shines!
14 Kasım 2012 Çarşamba
Sevgili Öğretmenim NEVİN GÜZELCE yollamış.
Yaş 87 ama....
-"Yaşımın 87 olması benim için kesinlikle bir sorun değil.
Hiç kimseyi yaşıyla yargılayamazsınız.
> Yaşlı insanlar genç davranabilir, genç insanlar da eski kafalı olabilir.
> Bence bir kişiyi, kimliğindeki doğum tarihine bakarak değerlendiremezsiniz.
> İnsan için önemli olan vizyonu ve enerjisidir. İnsanı bunlarla
> değerlendirebiliriz."
>
>
> Şimon Peres'le ilgili bu röportaj beni çok etkiledi.
> Geçmişte 80-90 yaşındaki kişilerin neler yaptığını araştırdım.
> Picasso, 90'nda nefis eserler veriyordu.
> Goethe, Dr. Faustus'u 80'unden sonra kaleme aldı.
> Verdi, Otello'yu 73 yaşında, Falstaff'ı 80 yaşında bitirdi.
> Mikelanj, 80'li yaşlarında hala yaratıyordu.
> İngiliz düşünürü Thomas Hobbes, 90'nını geçtikten sonra bile yazdı.
> Peki vücudu ve aklı dik ve dinç tutmanın sırları ne?
> Hayattan kopmamak.
> Öğrenmeyi sürdürmek.
> Her yaşta hedefli olmak.
> Bu konuda ABD'li ünlü komedyon George Corlin'in ilginç önerileri var:
>
> 1. Zorunlu olmayan sayıları çöpe atın. Yaş, kilo, boy...
>
> 2. Sadece neşeli arkadaşlarınız olsun. Suratsız negatif insanlara
> yaklaşmayın.
>
> 3. Öğrenmeyi sürdürün. El işleri, bilgisayar, bahçecilik. Beyniniz atıl
> kalmasın. Atıl kafa iblisin tezgahıdır. İblisin adı da, Alzheimer'dir.
>
> 4. Küçük şeylerden zevk almaya bakın.
>
> 5. Sık sık, uzun uzun ve var gücünüzle gülün.
>
> 6. Gözyaşları olacaktır. Katlanın, yas tutun, başka yaşantılara geçin.
>
> 7. Çevrenizi sevdiklerinizle doldurun. Aileniz, kedi, köpek, kuş, balık,
> müzik, bitkiler... Ne olursa. Eviniz, sığınağınız olsun! Tadını çıkarın!...
>
> 8. Sağlığınızın kıymetini bilin. İyiyse, üstüne titreyin. Bozuksa,
> düzeltin. Siz kendiniz
> düzeltemiyorsanız, yardım isteyin.
>
> 9. Vicdan azabından uzak durun. Çarşı pazarda gezin, ülkenizi ve yabancı
> ülkeleri dolaşın. Ama sakın suçluluk ve pişmanlık duygusuna kapılmayın.
>
> 10. Sevdiğiniz insanlara, onları sevdiğinizi söyleyin. Her fırsatta
> sevdiğinizi hissettirin.
>
> 11. Hiç unutmayın ki yaşam, aldığınız soluklarla değil, soluk kesen
> anlarla ölçülür.
6 Kasım 2012 Salı
Türkiyenin İlk Modern Doğaçlama Tiyatrosu Mahşeri Cümbüş Sahnede
Türkiye'nin İlk Modern Doğaçlama Tiyatro Ekibi Mahşer-i Cümbüş ile Beyin Fırtınası ya da Tiyatro Sporu Hayalhane'de!
- Türkiye'nin ilk modern doğaçlama ekibi Mahşer-i Cümbüş, televizyonların ardından sahnede!
- Birbirinden ünlü oyunculardan oluşan ekibi ile Mahşer-i Cümbüş'ü canlı canlı izleme imkanı
- Beyin Fırtınası'nı ve Tiyatro Sporu'nu keşfetme şansı
- Burak Satıbol, Yiğit Arı, Ayhan Taş, Dilek Çelebi, Ayça Işıldar, Özlem Türay ve dahası ile keyifli dakikalar!
Bu kez perde bambaşka bir deneyim için aralanıyor. Mahşer-i Cümbüş, tiyatro sporu ile sahnede size keyifli dakikalar yaşatmaya hazırlanıyor!
Mahşer-i Cümbüş, Türkiye'nin ilk modern doğaçlama ekibi olarak sahnede sizi Beyin Fırtınası ile tanıştırıyor.
Bu ne sadece bir tiyatro, ne de bir spor; bu interaktif, eğlenceli ve doğaçlama bir tiyatro!

Mahşer-i Cümbüş
Türkiye’de Modern Doğaçlama Tiyatro'nun öncüsü olan Mahşer-i Cümbüş, 2001 yılı Mayıs ayında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü öğrencileri tarafından kuruldu.
Aynı yıl Eylül ayında Ankara Tenedos Kafe’de “Tiyatro Sporu” gösterilerine başladı. Mahşer-i Cümbüş 2003 yılının Ağustos ayında İstanbul’a taşınarak faaliyetlerini İstanbul’da sürdürdü. Mahşer-i Cümbüş kurulduğu günden bu yana Ankara ve İstanbul başta olmak üzere bir çok ilde gösteriler sergiledi ve festivallere katıldı. Türkiye’de Modern Doğaçlama Tiyatro'nun öncüsü olan Mahşer-i Cümbüş, Doğaçlama Tiyatronun gösteri biçimlerinden biri olan “Tiyatro Sporu”nu Türkiye’de ilk defa seyirci ile buluşturdu.
Kuruluşunun 5. yılında kendi sahnesi " Mahşer-i Cümbüş Hayalhanesi " ni açtı. Ekip bugüne kadar 500'ün üzerinde “Tiyatro Sporu”, 200’ün üzerinde “Beyin Fırtınası” gösterisi yaptı.
Türkiye’de Modern Doğaçlama Tiyatro'nun öncüsü olan Mahşer-i Cümbüş, bir başka ilke daha imza atarak 2007 yılında Türkiye’nin ilk doğaçlama şov programı “Anında Görüntü Show”u ekranlara taşıdı ve Türk televizyonlarında yepyeni bir dönem başladı.

Beyin Fırtınası
İlk kez 2006 yılında Mahşer-i Cümbüş tarafından geliştirilen ve Hayalhane’de oynanan, yarışma mantığına dayanmayan yeni bir gösteri biçimidir. Modern doğaçlama tiyatro’nun tüm türlerinde olduğu gibi, Beyin Fırtınası’nda da seyircinin katılımı oldukça önemlidir.
Çeşitli sayılarda "longform" adı verilen uzun biçim oyunlar yanyana gelir ve tüm oyuncular birlikte oynarlar. Uzun biçim oyunlar, sadece bir anın oynanmadığı, tamamlanmış oyunlardır. Oyuncular, seyirciden alınan yönelimler doğrultusunda öykü, karakter ve temayı ortaya çıkararak tamamlanmış oyunlar sergilerler. Oyuncuların performanslarının dışında, doğaçlama müzik ve ışık da uzun biçim oyunlarda çok etkilidir. Seyirciler tamamlanmış bir öykü seyrederken, farklı mekanları, duygu durumlarını ve karakterlerin etkilerini, oyun sırasında tasarlanan müzik ve ışığın etkisiyle daha da gerçekçi hissederler. Hatta bu etkiyi arttırmak için gerektiğinde oyuncuların sesle yaptıkları efektler de önemli rol oynar.
Tiyatro Sporu
1977’de Alberta, Calgary’de Keith Johnstone tarafından geliştirilen Tiyatro Sporu fikri, hararet yaratan ve seyirci tepkisi çeken profesyonel güreş müsabakalarında kullanılan tekniklerin Johnstone tarafından gözlemlenmesiyle icat edilmiştir.
Tiyatro Sporu; oyuncuların iki takıma ayrılıp her iki takımın da seyircilerden alınan çıkış noktalarıyla çeşitli “shortform” adı verilen kısa turlar oynayarak birbirleri ile müsabaka etmesi mantığına dayanır. Her turun sonunda takımlara seyirciler tarafından puanlar verilir ve gösterinin sonunda bu puanlar toplanır. Ortaya bir galip ve bir mağlup çıkar ya da her iki takımın da puanları eşitse gösteri beraberlikle sonuçlanır.
Mahşer-i Cümbüş ve diğer Hayalhane gruplarının(Sürç-ü Lisan, Ehl-i Keyf, Ani Etki Ters Tepki, Mevzu Bahis) yaptığı bir Tiyatro Sporu gösterisinde spontane düşünme ve canlandırma, yanılsamayı kırma, kara mizah, ironi gibi unsurlar esastır. Özel bir kostüm olmadan oyuncular gündelik kıyafetleri ile sahnede yer alırlar. Çıplak sahne oyuncunun ve seyircinin hayal gücü ile şekillenir. Seyirci oyuncudan kopuk, karanlık salonda görünmez silüetler değil oyuncunun her an dokunabildiği, hissettiği ve onun gücünden yararlandığı sahne arkadaşıdır. Tiyatro Sporu gösterisi seyirciyle birlikte bir “oyun” un oluşturulmasını sağlar.
Tiyatro Sporu, bir müsabaka olmasına rağmen, klişelerin ve esprilerin oyunun niteliğini düşüreceği yönünde bir felsefeye sahiptir. Önemli olan karakterleri yaratmak, spontane ve işbirlikçi öykü anlatımıdır. Komiklikler ve espriler öykünün gidişatını bozucu, bunun yanı sıra hem işbirlikçi çalışmayı hem de sahne oluşturmayı engelleyici olarak görülür.
Johnstone tarafından öğretilen diğer bir yöntem ise sahnede ilk önce karakterleri ve arka planı belirleyen bir “ortam” hazırlamaktır. Bu ortam hazırlandığında bazı çatışmalar ve kurnazlıklar(oynamalar) öne sürülmelidir. Bu yönteme göre bir sahne her zaman daralabilecek bir “olasılıklar çemberi”ni içermelidir. “Olasılıklar çemberi”, doğaçlamacıların oyun içinde mantıklı bir şekilde ortaya atabileceği çeşitli öneriler demektir. Bir sahnenin başlangıcında her şey mümkündür fakat birçok öneri oluşturulduğunda ve sahnenin gerçekliği net bir şekilde tanımlandığında olasılıklar çemberi daralır ve doğaçlamacılar önceden kurulmuş olanla tutarsız görünen önerilerde bulunarak olasılıklar çemberinin dışına çıkmamalılardır.
Bir “Tiyatro Sporu” gösterisi asla tekrar etmez. Her şey o oyuna ve o seyirciye özeldir. Bu sebeple her oyun birbirinden farklıdır.
Mahşer-i Cümbüş, Türkiye'nin ilk modern doğaçlama ekibi olarak sahnede sizi Beyin Fırtınası ile tanıştırıyor.
Bu ne sadece bir tiyatro, ne de bir spor; bu interaktif, eğlenceli ve doğaçlama bir tiyatro!

Mahşer-i Cümbüş
Türkiye’de Modern Doğaçlama Tiyatro'nun öncüsü olan Mahşer-i Cümbüş, 2001 yılı Mayıs ayında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü öğrencileri tarafından kuruldu.
Aynı yıl Eylül ayında Ankara Tenedos Kafe’de “Tiyatro Sporu” gösterilerine başladı. Mahşer-i Cümbüş 2003 yılının Ağustos ayında İstanbul’a taşınarak faaliyetlerini İstanbul’da sürdürdü. Mahşer-i Cümbüş kurulduğu günden bu yana Ankara ve İstanbul başta olmak üzere bir çok ilde gösteriler sergiledi ve festivallere katıldı. Türkiye’de Modern Doğaçlama Tiyatro'nun öncüsü olan Mahşer-i Cümbüş, Doğaçlama Tiyatronun gösteri biçimlerinden biri olan “Tiyatro Sporu”nu Türkiye’de ilk defa seyirci ile buluşturdu.
Kuruluşunun 5. yılında kendi sahnesi " Mahşer-i Cümbüş Hayalhanesi " ni açtı. Ekip bugüne kadar 500'ün üzerinde “Tiyatro Sporu”, 200’ün üzerinde “Beyin Fırtınası” gösterisi yaptı.
Türkiye’de Modern Doğaçlama Tiyatro'nun öncüsü olan Mahşer-i Cümbüş, bir başka ilke daha imza atarak 2007 yılında Türkiye’nin ilk doğaçlama şov programı “Anında Görüntü Show”u ekranlara taşıdı ve Türk televizyonlarında yepyeni bir dönem başladı.

Beyin Fırtınası
İlk kez 2006 yılında Mahşer-i Cümbüş tarafından geliştirilen ve Hayalhane’de oynanan, yarışma mantığına dayanmayan yeni bir gösteri biçimidir. Modern doğaçlama tiyatro’nun tüm türlerinde olduğu gibi, Beyin Fırtınası’nda da seyircinin katılımı oldukça önemlidir.
Çeşitli sayılarda "longform" adı verilen uzun biçim oyunlar yanyana gelir ve tüm oyuncular birlikte oynarlar. Uzun biçim oyunlar, sadece bir anın oynanmadığı, tamamlanmış oyunlardır. Oyuncular, seyirciden alınan yönelimler doğrultusunda öykü, karakter ve temayı ortaya çıkararak tamamlanmış oyunlar sergilerler. Oyuncuların performanslarının dışında, doğaçlama müzik ve ışık da uzun biçim oyunlarda çok etkilidir. Seyirciler tamamlanmış bir öykü seyrederken, farklı mekanları, duygu durumlarını ve karakterlerin etkilerini, oyun sırasında tasarlanan müzik ve ışığın etkisiyle daha da gerçekçi hissederler. Hatta bu etkiyi arttırmak için gerektiğinde oyuncuların sesle yaptıkları efektler de önemli rol oynar.
Tiyatro Sporu
1977’de Alberta, Calgary’de Keith Johnstone tarafından geliştirilen Tiyatro Sporu fikri, hararet yaratan ve seyirci tepkisi çeken profesyonel güreş müsabakalarında kullanılan tekniklerin Johnstone tarafından gözlemlenmesiyle icat edilmiştir.
Tiyatro Sporu; oyuncuların iki takıma ayrılıp her iki takımın da seyircilerden alınan çıkış noktalarıyla çeşitli “shortform” adı verilen kısa turlar oynayarak birbirleri ile müsabaka etmesi mantığına dayanır. Her turun sonunda takımlara seyirciler tarafından puanlar verilir ve gösterinin sonunda bu puanlar toplanır. Ortaya bir galip ve bir mağlup çıkar ya da her iki takımın da puanları eşitse gösteri beraberlikle sonuçlanır.
Mahşer-i Cümbüş ve diğer Hayalhane gruplarının(Sürç-ü Lisan, Ehl-i Keyf, Ani Etki Ters Tepki, Mevzu Bahis) yaptığı bir Tiyatro Sporu gösterisinde spontane düşünme ve canlandırma, yanılsamayı kırma, kara mizah, ironi gibi unsurlar esastır. Özel bir kostüm olmadan oyuncular gündelik kıyafetleri ile sahnede yer alırlar. Çıplak sahne oyuncunun ve seyircinin hayal gücü ile şekillenir. Seyirci oyuncudan kopuk, karanlık salonda görünmez silüetler değil oyuncunun her an dokunabildiği, hissettiği ve onun gücünden yararlandığı sahne arkadaşıdır. Tiyatro Sporu gösterisi seyirciyle birlikte bir “oyun” un oluşturulmasını sağlar.
Tiyatro Sporu, bir müsabaka olmasına rağmen, klişelerin ve esprilerin oyunun niteliğini düşüreceği yönünde bir felsefeye sahiptir. Önemli olan karakterleri yaratmak, spontane ve işbirlikçi öykü anlatımıdır. Komiklikler ve espriler öykünün gidişatını bozucu, bunun yanı sıra hem işbirlikçi çalışmayı hem de sahne oluşturmayı engelleyici olarak görülür.
Johnstone tarafından öğretilen diğer bir yöntem ise sahnede ilk önce karakterleri ve arka planı belirleyen bir “ortam” hazırlamaktır. Bu ortam hazırlandığında bazı çatışmalar ve kurnazlıklar(oynamalar) öne sürülmelidir. Bu yönteme göre bir sahne her zaman daralabilecek bir “olasılıklar çemberi”ni içermelidir. “Olasılıklar çemberi”, doğaçlamacıların oyun içinde mantıklı bir şekilde ortaya atabileceği çeşitli öneriler demektir. Bir sahnenin başlangıcında her şey mümkündür fakat birçok öneri oluşturulduğunda ve sahnenin gerçekliği net bir şekilde tanımlandığında olasılıklar çemberi daralır ve doğaçlamacılar önceden kurulmuş olanla tutarsız görünen önerilerde bulunarak olasılıklar çemberinin dışına çıkmamalılardır.
Bir “Tiyatro Sporu” gösterisi asla tekrar etmez. Her şey o oyuna ve o seyirciye özeldir. Bu sebeple her oyun birbirinden farklıdır.
Mahşer-i Cümbüş
İstiklal caddesi Sadri Alışık Sokak No:24 , Beyoğlu İstanbulWebsitesi
26 Ağustos 2012 Pazar
09Şubat.2008 MEVZU BAHİS Sözlerimi Geri Alamam klibi Ayhan Taş - Fatih Pestil - Fatih Günay - GoGoBaBa Mevzu Bahis
09Şubat.2008 MEVZU BAHİS Sözlerimi Geri Alamam klibi Ayhan Taş - Fatih Pestil - Fatih Günay - GoGoBaBa Mevzu Bahis
Provolar sırasında bazende eğleniyoruz, çoşşuyoruz, stres atıyoruz. 9 Şubat 2008'de Bulutsuzluk Özleminin SÖZLERİMİ GERİ ALAMAM parcası ile HayalHane'de provo arasında dinlenirken bile çalışmalara devam. Provoları görüntülerken bende birden kendimi sahnede buldum. Şarkıyı söyler gibi yaptım aramızda kalsın :)
Burada Laf Çok - Burak Satıbol - 06/Ağustos/2012
Burada Laf Çok - Burak Satıbol - 06/Ağustos/2012
Mahşer-i Cümbüş (ANINDA GÖRÜNTÜ SHOW) Günleri
Mahşer-i Cümbüş Genel Sanat Yönetmeni BURAK SATIBOL programda TiVi kanallarıyla görüşmeler devam ediyor, doğaçlama bir program ile yeniden ekrana döneceğiz sinyalleri verdi.
Mesut Yar ile "Burada Laf Çok" programının 06.08.2012 tarihli bölümünde Murat Cemcir, Ahmet Kural, Sadi Celil Cengiz, Yeliz Şar ve Burak Satıbol konuk oldu.
23 Ağustos 2012 Perşembe
Doğum günleri önemlidir çünkü...
Doğum günleri önemlidir çünkü insan ne kadar sevildiğini hatırlar, görür, bi kez daha emin olur.
Kutlayacak kişi için de önemlidir, bir kaç cümleye tüm sevgisini, iyi dileklerini sığdırmaya çalışır, sığmaz..
Mutlu ol her gününde
Hayatın her yerinde
Mutlu ol doğum günüde
Sevinçlerin senin elinde
Dilek tut hislerinle
Kabul olur doğum gününde…
Zaman akıp gider
Bir bir gözlerin önünden
Bir öpücük gönderir düşlerinden
Dünya senle güzel
Bu kalp sana özel
Bekler durur seni
Sen gel de yeter
Mutlu ol her gününde
Hayatın her yerinde
Mutlu ol doğum günüde
Sevinçlerin senin elinde
Dilek tut hislerinle
Kabul olur doğum gününde…
Kutlayacak kişi için de önemlidir, bir kaç cümleye tüm sevgisini, iyi dileklerini sığdırmaya çalışır, sığmaz..
Mutlu ol her gününde
Hayatın her yerinde
Mutlu ol doğum günüde
Sevinçlerin senin elinde
Dilek tut hislerinle
Kabul olur doğum gününde…
Zaman akıp gider
Bir bir gözlerin önünden
Bir öpücük gönderir düşlerinden
Dünya senle güzel
Bu kalp sana özel
Bekler durur seni
Sen gel de yeter
Mutlu ol her gününde
Hayatın her yerinde
Mutlu ol doğum günüde
Sevinçlerin senin elinde
Dilek tut hislerinle
Kabul olur doğum gününde…
20 Ağustos 2012 Pazartesi
sen gittin , ben bittim , masal bitti.
Sen gittin evimin adresi, kapımın zili gitti
Sen gittin sazımin teli, kuşumun dili gitti yangınlar düştü yüreğime /ıssızlaştı şehir sokaklara hüzün yağdı/ gözlerime yağmur kapandı üstümekapılar, ben kapandım içime günlerce haftalarca ağladım kırık bir ağaç dalında öksüz bir kuş gibi kaldım Sen gittin yaprağa duran ağaçlarımı götürdün umutlarımı götürdün,baharlarımı dudağımda şarkılarımı,gökyüzünde kuşlarımı tutam tutam saçlarımı götürdün yaslandıgım duvarlarım yıkıldı,güvendiğim dağlarım üstüme kapandı kapılar, açılmadı bir daha bir daha güldüğümü gören olmadı zehir-zıkkım oldu yaşamak küstüm bütün dünyaya Sen gittin kapımın zili kuşumun dili sazımın teli gitti yüreğimde kanayan siirler masamda sigara izmaritleri kaldı ben kaldım öyle kimsesiz öyle tesellisiz birde yıkıntım Sen gittin Şiirlerim öksüz kaldı kalemlerim defterlerim ellerim gözlerim kirpiklerim yüreğimde kalkıp giden gemilerim dillerim öksüz kaldı Sen gittin kemanım yayım güneşim ayım mutluluk payım gitti kara bulutlar çöktü üzerime bir ben kaldım böyle boynu bükük ortalarda bir de yastiğımda yağmur hıçkırıkları Sen gittin kalbimin bülbülü sustu bahçemin gülü soldu yoldu bağrımı yokluğun çöl oldu gülistanım Sen gittin evimin adresi gitti,zilimin sesi ağzımın tadı mutluluğumun adı gitti Sen gitin hayalim düşüm sevincim gülüşüm servetim işim gitti Sen gittin özlemin yüreğimde yokluğun kirpiğimde çoğaldı sen gittin umudum gitti gururum gitti her gece ağladım ıslandı/ ekmeğime karıştı korkunç acı Sen gittin Kavruldu bahçelerim çiçeklerim soldu gelmedin acılarım içimde fışkıran kan oldu Sen gittin çakıl taşlarım yürekvuruşlarım sevgikuşlarım gitti yaralı bir ceylanın bakışında yaralı kaldım her yerde izimi arıyor avcılar sen gittin ben bittim masal bitti............ Şiir: Nuri CAN |
SeRSeRiM
serserim...
SERSERİME
Elime son kez aldim kagit kalemi,
Bu sana son mektubum.
Postaci son bir kez haber getirecek
Benden sana.
Canim bilirim aldirmazsin hiçbirseye,
Ne sevgiye ne de hislere.
Simdi elimde bir sigara var,
Bugün çok içtim.
Bilirim kizacaksin, "Içme demistim" diyeceksin,
Ama ben yine ayni cevabi verecegim: Dertliyim.
Son kez bu kalp derdinle dolu.
Bu mektubumda
Seni ne kadar sevdigimi
Özledigimi yazmayacagim.
Artik degistim ben.
Senin umursamaz tavirlarindan biktim SERSERIM.
Takmiyorum artik ben de seni.
Hani bende bir resmin varya,
Arkadasima verdim SERSERIM.
Çok begenmis seni,
"Al senin olsun" dedim
Ama dikkat etmesini de söyledim,
Olur ya çikarsaniz "Boynuzlamasin seni" dedim.
Yüzünün seklini görmeni isterdim SERSERIM.
Bu mektup digerine benzemiyr degil mi?
Dün gece yiktin, öldürdün beni SERSERIM.
Dilindeki hece bir kursun gibi saplandi yüregime.
Tüm gece kanadi durmadan,
Gözlerim doldu aglayamadim.
Yataklara düstüm ne zamandir.
Ama iyi oldu aslinda
Seni umursamiyorum artik,
Sen ne demistin SERSERIM.
"Üzülme!"
Üzülmüyorum zaten gülüyorum,
Bu acilarin getirdigi mutsuzlugu seviyorum.
Lanet olsun sana SERSERIM.
Bu kadar degersiz miydi sevgim?
Biliyorsun ben seni çok sevdim.
Bu sana son mektubum SERSERIM.
Yak istersen,istersen baskalarina okut.
Ya da evet
Içip içip agla,
Ama sunu bil ki bu sana son mektubum.
Bundan sonra hain yazar mezar tasinda
Bir ölüsün artik sen hatiralarimda....
SERSERIDEN CEVAP
Bugün hiç beklemedigim bir anda,
Mektubunu aldim GÜZELIM.
Son mektubum demissin, inanmam
Sen dayanamazsin bensizlige,
Erirsin,bitersin günden güne.
Bak ne diyorum GÜZELIM
Gönlün olsun,birkaç gün daha çikalim
Sevinirsin belki.
Hediye olur ya da bir elma sekeri.
Sen bensiz yapamazsin GÜZELIM.
Seni öptügüm o ilk ani hatirla,
Nasil da çocuklar gibiydin,
Bayilacaksin diye korkmustum GÜZELIM.
Ben senin gibi neler geçirdim elimden,
Bilirim haberim yok sevmeden, sevilmeden.
Sen beni gerçekten sevdin mi GÜZELIM?
Sana bu mektubu meyhaneden yaziyorum,
Biraz önce birkaç çocuk dövdük GÜZELIM,
Onlarin serefine içiyoruz.
Bak GÜZELIM!Ben sana ne demistim hatirlamiyorum
"Üzülme" yazmissin
Sahiden dedim mi?
Içkiliyken herhalde, bilirsin.
"Yiktin" yazmissin
Sahiden yikildin mi?
Umursamazsin sanmistim
Takmazsin diye ummustum,
Ama madem beni umuttun,
Bu sana son sözüm olsun
Ben de seni sevdim haberin olsun GÜZELIM.
KIZIN ARKADASINDAN SERSERIYE
Seni tanimiyorum serseri,
Ama arkadasim seni çok sevdi.
"Son mektup" demisti dogru,
Hem o seni çoktan unuttu.
Seni çok begendim be serseri,
Belki seversin, belki de...
"Güzelim" demissin bizimkine,
Ben de seni zevkli bilirdim.
Ben ondan daha güzelim.
Bak serseri!
Ben seni ondan daha çok severim.
Telefon numarami yaziyorum,arkada,
Onu aradigin gibi beni de ara.
Ayrica senin güzel gariplesti bu ara
"Kalbim agriyor" diyor,
Doktor bir teshis koyamiyor.
Aman canim o da bir baska,
Aglasa da gülüyorum der etrafa
Sakin unutma beni ara.
SERSERIDEN ARKADASA
Bak kizim ben seni sevmedim daha en basta,
Ben güzelimi sevdim herseyden çok.
O bana "serserim" derdi canindan koparcasina,
Sen ise "serseri" diyorsun sokakta kalmisçasina.
Senin gibi arkadas olmaz olsun.
Güzellige gelince,kimse yarisamaz benim GÜZELIMLE.
Simdi birak bunlari "son mektup" derken yalan sanmistim
Daha beter içer oldum,
Her gece sarhosum.
Bir daha ki mektupta güzelimden bahset bana.
Simdi gerçekten mutlu mu?
Yoksa baskasini mi seviyor?
Hasta demistin,kalbinden hasta
Yoksa bu ask hastaligimi?
Benden baskasi ile...
Çabuk yaz arkadas
Herseyi arkadas, herseyi anlat bana.
Anladim ki yasayamam ben onsuz bu dünyada.
ARKADASTAN SERSERIYE
Afedersin serseri yanlis yapmisim ben,
O seni gerçekten çok sevmis.
Son nefesinde bile adini söyledi,
Yüregim parçalandi,anlayamazsin.
éSERSERIM" deyisini duysaydin gözleri kapanirken.
Askin öyle sarmis ki bedenini
Kaybedince, yasayamadi öldü iste.
Son mektunda ne yaptin?
Içip içip agliyor musun?
O simdi mezarinda huzurlu yatarken,
Yilanlara bile seni anlatir süphen olmasin.
Zaten mezar tasinda
"SENI SEVMISTIM SERSERI"
Yazisini görünce anlarsin.
Belki bir umut vardi yasamasinda,
Ama senin de ciddi olmandi.
"Birkaç gün çikalim" demissin ona.
"Elma sakari olur" demissin.
Iste o vurdu senin güzelini,
Indi zavallicigin yüregine.
Simdi mezarinda derin bir uykuda,
Sevgisi de sonsuzlasti onunla.
Aslinda o hiç istemedi öldügünü bilmeni
Ama dayanamadim yazdim iste.
Simdi ne yaparsin,nasil yasarsin?
Içer misin, adam mi döversin?
Sen de onu sevmissin öyle yazmissin,
Öyleyse birak askiniz yasasin.
SERSERININ ODASINDAKI NOT ;
SANA GELIYORUM GÜZELIM,
SENI SEVIYORUM GÜZELIM.
SERSERİME
Elime son kez aldim kagit kalemi,
Bu sana son mektubum.
Postaci son bir kez haber getirecek
Benden sana.
Canim bilirim aldirmazsin hiçbirseye,
Ne sevgiye ne de hislere.
Simdi elimde bir sigara var,
Bugün çok içtim.
Bilirim kizacaksin, "Içme demistim" diyeceksin,
Ama ben yine ayni cevabi verecegim: Dertliyim.
Son kez bu kalp derdinle dolu.
Bu mektubumda
Seni ne kadar sevdigimi
Özledigimi yazmayacagim.
Artik degistim ben.
Senin umursamaz tavirlarindan biktim SERSERIM.
Takmiyorum artik ben de seni.
Hani bende bir resmin varya,
Arkadasima verdim SERSERIM.
Çok begenmis seni,
"Al senin olsun" dedim
Ama dikkat etmesini de söyledim,
Olur ya çikarsaniz "Boynuzlamasin seni" dedim.
Yüzünün seklini görmeni isterdim SERSERIM.
Bu mektup digerine benzemiyr degil mi?
Dün gece yiktin, öldürdün beni SERSERIM.
Dilindeki hece bir kursun gibi saplandi yüregime.
Tüm gece kanadi durmadan,
Gözlerim doldu aglayamadim.
Yataklara düstüm ne zamandir.
Ama iyi oldu aslinda
Seni umursamiyorum artik,
Sen ne demistin SERSERIM.
"Üzülme!"
Üzülmüyorum zaten gülüyorum,
Bu acilarin getirdigi mutsuzlugu seviyorum.
Lanet olsun sana SERSERIM.
Bu kadar degersiz miydi sevgim?
Biliyorsun ben seni çok sevdim.
Bu sana son mektubum SERSERIM.
Yak istersen,istersen baskalarina okut.
Ya da evet
Içip içip agla,
Ama sunu bil ki bu sana son mektubum.
Bundan sonra hain yazar mezar tasinda
Bir ölüsün artik sen hatiralarimda....
SERSERIDEN CEVAP
Bugün hiç beklemedigim bir anda,
Mektubunu aldim GÜZELIM.
Son mektubum demissin, inanmam
Sen dayanamazsin bensizlige,
Erirsin,bitersin günden güne.
Bak ne diyorum GÜZELIM
Gönlün olsun,birkaç gün daha çikalim
Sevinirsin belki.
Hediye olur ya da bir elma sekeri.
Sen bensiz yapamazsin GÜZELIM.
Seni öptügüm o ilk ani hatirla,
Nasil da çocuklar gibiydin,
Bayilacaksin diye korkmustum GÜZELIM.
Ben senin gibi neler geçirdim elimden,
Bilirim haberim yok sevmeden, sevilmeden.
Sen beni gerçekten sevdin mi GÜZELIM?
Sana bu mektubu meyhaneden yaziyorum,
Biraz önce birkaç çocuk dövdük GÜZELIM,
Onlarin serefine içiyoruz.
Bak GÜZELIM!Ben sana ne demistim hatirlamiyorum
"Üzülme" yazmissin
Sahiden dedim mi?
Içkiliyken herhalde, bilirsin.
"Yiktin" yazmissin
Sahiden yikildin mi?
Umursamazsin sanmistim
Takmazsin diye ummustum,
Ama madem beni umuttun,
Bu sana son sözüm olsun
Ben de seni sevdim haberin olsun GÜZELIM.
KIZIN ARKADASINDAN SERSERIYE
Seni tanimiyorum serseri,
Ama arkadasim seni çok sevdi.
"Son mektup" demisti dogru,
Hem o seni çoktan unuttu.
Seni çok begendim be serseri,
Belki seversin, belki de...
"Güzelim" demissin bizimkine,
Ben de seni zevkli bilirdim.
Ben ondan daha güzelim.
Bak serseri!
Ben seni ondan daha çok severim.
Telefon numarami yaziyorum,arkada,
Onu aradigin gibi beni de ara.
Ayrica senin güzel gariplesti bu ara
"Kalbim agriyor" diyor,
Doktor bir teshis koyamiyor.
Aman canim o da bir baska,
Aglasa da gülüyorum der etrafa
Sakin unutma beni ara.
SERSERIDEN ARKADASA
Bak kizim ben seni sevmedim daha en basta,
Ben güzelimi sevdim herseyden çok.
O bana "serserim" derdi canindan koparcasina,
Sen ise "serseri" diyorsun sokakta kalmisçasina.
Senin gibi arkadas olmaz olsun.
Güzellige gelince,kimse yarisamaz benim GÜZELIMLE.
Simdi birak bunlari "son mektup" derken yalan sanmistim
Daha beter içer oldum,
Her gece sarhosum.
Bir daha ki mektupta güzelimden bahset bana.
Simdi gerçekten mutlu mu?
Yoksa baskasini mi seviyor?
Hasta demistin,kalbinden hasta
Yoksa bu ask hastaligimi?
Benden baskasi ile...
Çabuk yaz arkadas
Herseyi arkadas, herseyi anlat bana.
Anladim ki yasayamam ben onsuz bu dünyada.
ARKADASTAN SERSERIYE
Afedersin serseri yanlis yapmisim ben,
O seni gerçekten çok sevmis.
Son nefesinde bile adini söyledi,
Yüregim parçalandi,anlayamazsin.
éSERSERIM" deyisini duysaydin gözleri kapanirken.
Askin öyle sarmis ki bedenini
Kaybedince, yasayamadi öldü iste.
Son mektunda ne yaptin?
Içip içip agliyor musun?
O simdi mezarinda huzurlu yatarken,
Yilanlara bile seni anlatir süphen olmasin.
Zaten mezar tasinda
"SENI SEVMISTIM SERSERI"
Yazisini görünce anlarsin.
Belki bir umut vardi yasamasinda,
Ama senin de ciddi olmandi.
"Birkaç gün çikalim" demissin ona.
"Elma sakari olur" demissin.
Iste o vurdu senin güzelini,
Indi zavallicigin yüregine.
Simdi mezarinda derin bir uykuda,
Sevgisi de sonsuzlasti onunla.
Aslinda o hiç istemedi öldügünü bilmeni
Ama dayanamadim yazdim iste.
Simdi ne yaparsin,nasil yasarsin?
Içer misin, adam mi döversin?
Sen de onu sevmissin öyle yazmissin,
Öyleyse birak askiniz yasasin.
SERSERININ ODASINDAKI NOT ;
SANA GELIYORUM GÜZELIM,
SENI SEVIYORUM GÜZELIM.
Cemal Safi
Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git!
Git de şen şakrak geçen günlerine gün ekle,
Beni kahkahaların sustuğu yerde bekle.
Git ki siyah gözlerin arkada kalmasınlar,
Git ki gamlı yüzümün hüznüyle dolmasınlar.
Mademki benli hayat sana kafes kadar dar,
Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar.
Hadi git, benden sana dilediğince izin,
Öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin.
Kahrımın nedenini söylesem irkilirler;
Çünkü herkes beni Kays, seni Leyla bilirler.
Sanırlar ki sen beni biricik yar saymıştın;
Oysaki hep yedekte, hep elde var saymıştın.
Hadi git, ne bir adres, ne bir hatıra bırak,
Zannetme ki, pişmanlık, mutluluk kadar ırak!
Sanma ki fasl-ı bahar geldiğim gibi gitmez,
Sanma ki hüsranını görmeye ömrüm yetmez.
Her darbene tahammül edecektir bedenim,
Gururum mani olur perişanıma benim.
Yari Ferhat olanın ellerle ülfeti ne?
Şirin ol katlanayım dağ gibi külfetine.
Henüz layık değilken tomurcuk kadar aşka,
Sana gül bahçesini kim açar benden başka!
Hercai arılara meyhanedir çiçekler,
Kim bilir şerefinden kaç kadeh içecekler!
Mademki aşk tablosunun takdirinden acizsin,
Git de çağdaş ressamlar modern resimler çizsin.
Ne vedaya gerek var, ne de mektuba hacet,
Git de Allah aşkına bir selama muhtaç et!
Güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan!
Fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan!
Kopsun nerden inceyse artık bu bağ, bu düğüm!
Her gece daha berbat, daha vahim gördüğüm.
Korkulu düşlerimi yorumdan kaçırıyorum;
Sırf sana üzülüyor, sırf sana acıyorum!
Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git! ...
Cemal Safi
Seninle başladım, bitsin seninle...
Ve gün be gün, ben seni düşünürüm.
Sen benim herşeyimsin ey sevgili.
Rüzgarlara ezberlettim türkülerimi,
Ben hep uzaklara türkü yazarım
Sılamsın, sevdamsın, sabır taşımsın
Kalemim adından başka ad yazmaz
Bu kütükte başka bir ad okunmaz
Narına nuruna kurban olduğum
Seven sevdiğinden asla yakınmaz
Ben sevda bölüğünde kıdemli bir askerim
Terhis olsam gidecek bir yerim yok
Yüreğimden başka silah taşımam
Bütün adresleri iptal ettim
Benim senden özge gerçek yarim yok.
Sen benim herşeyimsin ey sevgili
Ben rol gereği aşık değilim
Deme bu garibin benimle işi ne...
Aşkım beni teşhir eder, Sesim içime saklanır
Aklanırsa adım, seninle aklanır.
İstersen durmadan adres değiştir,
Gözlerimi bağlasalar da bulurum seni.
Ben, türkülerde tanıdım Fizan'ı, Yemen'i
Anlasam ki sesim sesine değmiştir,
Bütün gemileri yakar gelirim.
Bu bir taahhüttür; sına beni..
En deli rüzgarların önüne sür, bulut-bulut,
Bir yerde yanlış yaparsam adımı unut.
Son kurşunu kendime sıkar gelirim.
Bir et kemik torbası değilim ben
Bir hasar raporu değil yazdığım
Bir aşk mektubudur ey sevgili,
Kızıl-kıyametten önce...
Ve görmek için bakmaya gerek yok
Her dilde güzeldir senin adın
Meydanlar sarsılır sen ortaya çıkınca
Yeter ki görecek göz, göz olsun.
Velhasıl uzun sözlere hiç gerek yok
Dil hicâbından lâl olmalı seni anarken
Ey benim tabibim, tacidarım
Gündönümüdür ben seni bekliyorum
Günahıma girmeden, katilim olmadan git!
Git de şen şakrak geçen günlerine gün ekle,
Beni kahkahaların sustuğu yerde bekle.
Git ki siyah gözlerin arkada kalmasınlar,
Git ki gamlı yüzümün hüznüyle dolmasınlar.
Mademki benli hayat sana kafes kadar dar,
Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar.
Hadi git, benden sana dilediğince izin,
Öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin.
Kahrımın nedenini söylesem irkilirler;
Çünkü herkes beni Kays, seni Leyla bilirler.
Sanırlar ki sen beni biricik yar saymıştın;
Oysaki hep yedekte, hep elde var saymıştın.
Hadi git, ne bir adres, ne bir hatıra bırak,
Zannetme ki, pişmanlık, mutluluk kadar ırak!
Sanma ki fasl-ı bahar geldiğim gibi gitmez,
Sanma ki hüsranını görmeye ömrüm yetmez.
Her darbene tahammül edecektir bedenim,
Gururum mani olur perişanıma benim.
Yari Ferhat olanın ellerle ülfeti ne?
Şirin ol katlanayım dağ gibi külfetine.
Henüz layık değilken tomurcuk kadar aşka,
Sana gül bahçesini kim açar benden başka!
Hercai arılara meyhanedir çiçekler,
Kim bilir şerefinden kaç kadeh içecekler!
Mademki aşk tablosunun takdirinden acizsin,
Git de çağdaş ressamlar modern resimler çizsin.
Ne vedaya gerek var, ne de mektuba hacet,
Git de Allah aşkına bir selama muhtaç et!
Güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan!
Fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan!
Kopsun nerden inceyse artık bu bağ, bu düğüm!
Her gece daha berbat, daha vahim gördüğüm.
Korkulu düşlerimi yorumdan kaçırıyorum;
Sırf sana üzülüyor, sırf sana acıyorum!
Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git! ...
Cemal Safi
Seninle başladım, bitsin seninle...
Ve gün be gün, ben seni düşünürüm.
Sen benim herşeyimsin ey sevgili.
Rüzgarlara ezberlettim türkülerimi,
Ben hep uzaklara türkü yazarım
Sılamsın, sevdamsın, sabır taşımsın
Kalemim adından başka ad yazmaz
Bu kütükte başka bir ad okunmaz
Narına nuruna kurban olduğum
Seven sevdiğinden asla yakınmaz
Ben sevda bölüğünde kıdemli bir askerim
Terhis olsam gidecek bir yerim yok
Yüreğimden başka silah taşımam
Bütün adresleri iptal ettim
Benim senden özge gerçek yarim yok.
Sen benim herşeyimsin ey sevgili
Ben rol gereği aşık değilim
Deme bu garibin benimle işi ne...
Aşkım beni teşhir eder, Sesim içime saklanır
Aklanırsa adım, seninle aklanır.
İstersen durmadan adres değiştir,
Gözlerimi bağlasalar da bulurum seni.
Ben, türkülerde tanıdım Fizan'ı, Yemen'i
Anlasam ki sesim sesine değmiştir,
Bütün gemileri yakar gelirim.
Bu bir taahhüttür; sına beni..
En deli rüzgarların önüne sür, bulut-bulut,
Bir yerde yanlış yaparsam adımı unut.
Son kurşunu kendime sıkar gelirim.
Bir et kemik torbası değilim ben
Bir hasar raporu değil yazdığım
Bir aşk mektubudur ey sevgili,
Kızıl-kıyametten önce...
Ve görmek için bakmaya gerek yok
Her dilde güzeldir senin adın
Meydanlar sarsılır sen ortaya çıkınca
Yeter ki görecek göz, göz olsun.
Velhasıl uzun sözlere hiç gerek yok
Dil hicâbından lâl olmalı seni anarken
Ey benim tabibim, tacidarım
Gündönümüdür ben seni bekliyorum
Ninova Diyala
Hayal kırıklığına uğradığımızda keşke suçlayacak birilerini bulabilseydik.
Belki de bu hüzünbaz geceleri suçlamayız.
Keşke bir çok şeyi içimizde yaşayabilseydik.
keşke güz yaprakları gibi dökülmese umutlar ellerimize
keşke hiç olmasaydı hayatımızda keşke
çiçek misali yüzümüzü dönsek güneşe
yinede solar mıydı umutlar, sevgiler ellerimizde
Ah hüzünbaz geceler, ah yağmurlu gecenin
koynunda uçmaya çalışan ıslak kuşlar, ah yaprak misali
Rüzgara kapılmış savrulan umutlar
Ah doğmamış yeni aşklar, solmayan eski sevdalar
Bir yaradır yürekte kaşıdıkça kanar, kanadıkça yanar
Rüzgar misali yüreğimi delip geçen sevdalar
şimşek çakmış misali beynimi işlevsizleştiren sevdalar
Bir elektro şoktur belki de hayata bağlayan
belki de bir ölüm öpücüğüdür sona yaklaştıran
Ah yüreğimi söküp parçalayan sevdalar
Ah baş ağrılarım, ah yürek yaralarım
Ah hayat denen silahtan fırlayıp yüreğime
saplanan kurşun gözlü sevdalar
Sonu gelmeyecek mi bu baş ağrılarının
gelmeyecek mi sonu bu hayat denen yuvarlak masanın
Durmayacak mı bu rüzgar
durmayacak mı bu beynimde ki fırtınalar
Durmayacak mı bu kanadıkça kanayan yara
Durmayacak mı dağlarımızı süsleyen
ağaçları çiçekleri sulayan kanlar
Ben duruldum, ben yoruldum, ben tükendim
Artık bilmelisin bilmelisin
Ben bir suçluyum bunlar da yollara dökülmüş suçlarım
bilmelisin ben bir yolcuyum bunlar da yolluğum
Ninova Diyala
Belki de bu hüzünbaz geceleri suçlamayız.
Keşke bir çok şeyi içimizde yaşayabilseydik.
keşke güz yaprakları gibi dökülmese umutlar ellerimize
keşke hiç olmasaydı hayatımızda keşke
çiçek misali yüzümüzü dönsek güneşe
yinede solar mıydı umutlar, sevgiler ellerimizde
Ah hüzünbaz geceler, ah yağmurlu gecenin
koynunda uçmaya çalışan ıslak kuşlar, ah yaprak misali
Rüzgara kapılmış savrulan umutlar
Ah doğmamış yeni aşklar, solmayan eski sevdalar
Bir yaradır yürekte kaşıdıkça kanar, kanadıkça yanar
Rüzgar misali yüreğimi delip geçen sevdalar
şimşek çakmış misali beynimi işlevsizleştiren sevdalar
Bir elektro şoktur belki de hayata bağlayan
belki de bir ölüm öpücüğüdür sona yaklaştıran
Ah yüreğimi söküp parçalayan sevdalar
Ah baş ağrılarım, ah yürek yaralarım
Ah hayat denen silahtan fırlayıp yüreğime
saplanan kurşun gözlü sevdalar
Sonu gelmeyecek mi bu baş ağrılarının
gelmeyecek mi sonu bu hayat denen yuvarlak masanın
Durmayacak mı bu rüzgar
durmayacak mı bu beynimde ki fırtınalar
Durmayacak mı bu kanadıkça kanayan yara
Durmayacak mı dağlarımızı süsleyen
ağaçları çiçekleri sulayan kanlar
Ben duruldum, ben yoruldum, ben tükendim
Artık bilmelisin bilmelisin
Ben bir suçluyum bunlar da yollara dökülmüş suçlarım
bilmelisin ben bir yolcuyum bunlar da yolluğum
Ninova Diyala
Gül yaprağı...Gülden Kale Düştü
Gül yaprağı...
Gülden Kale Düştü adlı kitabında, Ahmet Karcılılar bir hikaye anlatıyor.
Hikaye
şu: “Eski Çin’de, neredeyse hiç konuşmadan iletişim kuran rahiplerin
yaşadığı manastırlar varmış; empati duyguları o kadar gelişmiş ki
çoğunlukla diğerinin bir şey söylemesine gerek kalmadan ne istediğini ya
da ne düşündüğünü bilirlermiş. Bu manastırlarda eğitim görmeye hak
kazanan öğrenciler, gerekli her şeyi öğrenseler bile empati
yeteneklerini geliştirmeden rahip olamazlarmış.
Bu
manastırlara girmek oldukça zormuş. Her yıl pirinç hasadından sonra
öğrenci adayları manastıra girebilmek için günlerce kapıda beklermiş,
ama kapı bir türlü açılmazmış. Bir süre sonra beklemekten bıkan kimileri
vazgeçip köyüne dönermiş. Kalıp manastıra girmeyi başaranları başka
zorluklar beklermiş; rahipler ve eski öğrenciler manastırın bütün
işlerini yeni gelenlere yaptırırlar, hem de çok kötü muamele ederlermiş.
İç
savaşlar sırasında ve Japonya Çin’i işgal ettiğinde, bütün liderler ve
kahramanlar manastırlarda eğitim gören savaşçılar ya da rahiplerden
çıktı. Sanırım rahipler aynı zamanda zarar görmeden yerel derebeylerine
karşı çıkabiliyorlardı, yani statü sahibiydiler. Bu yüzden, bu kadar
zorluğa rağmen oldukça fazla sayıda kalan oluyormuş. Onları da zorlu bir
eğitim süreci beklermiş.
Manastıra
girmeyi çok isteyen bir çocuk giriş zamanını kaçırdığından kapıda
kalmış, ama yine de umutla kapıda bekliyormuş. Rahipler çocuğun
beklediğini görüyor, fakat girişle ilgili katı kurallar olduğundan
kapıyı açmıyorlarmış. Bir ay sonra beklemekten vazgeçmeyeceğini
anlamışlar, ona acıyıp manastıra girmesinin olanaksız olduğunu bir
şekilde göstermeleri gerektiğini düşünmüşler. Bir rahip kapıya çıkmış,
elinde ağzına dek su dolu bir tas varmış. Çocuk bir süre rahibe
baktıktan sonra yerdeki bir gül yaprağını alıp suyun üstüne koymuş.
Rahip saygıyla eğilerek geri çekilmiş ve bütün kuralları çiğneyerek
çocuğun manastıra girmesine izin vermiş.”
Aslında
kendimizle o kadar doluyuz ki, hayatlarımıza giren herkesin bizleri
taşırmayacak bir gül yaprağı olması gerekiyor. Kendilerini gonca gül
zannedip, gül yaprağı olamayacak olanlarla yollarımız ayrılıyor.
Evlilikler, birliktelikler, sevgililer de böylece uçup gidiyor.
Gelenler
gidenleri, gidenler yeni gelenleri aratıyor, aramalar sürekli bir hal
alıyor ve üvertür ilişkiler arasında boğuşmalar sürgit devam ediyor.
Oysa hayatlarımızda hep ve daima as ilişkiler ve başyapıtlar vardır. Ama
öyle bir yere gelinmiştir ki, kimsenin bir diğerinin gonca gülü olma
hakkına sahipliği kalmamıştır.
Yeni hayatlara ve gül yapraklarına merhaba... 12 Ağustos 2012 Pazar
17 Temmuz 2012 Salı
Sensin Obez!: Ameliyatınıza hazırlanırken bilmeniz gerekenler......
Sensin Obez!: Ameliyatınıza hazırlanırken bilmeniz gerekenler......: Varolan probleminizin farkına varıp bir çözüm aramaya başladınız ve obezite cerrahisiyle tanıştınız. Öncelikle obezite cerrahisi için uyg...
http://www.milliyet.com.tr/-66-kilo-verdim-31-yasinda-yeniden-dogdum-/pazar/haberdetay/20.05.2012/1542559/default.htm
FACEBOOK sayfası : https://www.facebook.com/obezitecerrahisi
birde BLOG sayfası var ameliyat olan kızın : http://sensinobez.blogspot.com/
Başak Üstündağ’ın yaşam öyküsü “Hadi canım! Bu kadar da olmaz” dedirten cinsten. Zaten o da anlatırken arada “Türk filmi gibi değil mi?” diyor. Siz de dinleyici olarak muhtemelen gözyaşları içinde (En azından benim için öyle oldu) “Bırak filmi milmi, devam
et sen. Eee sonra ne oldu?” diyorsunuz. Ben de 100 küsur kilodan 60’lara düştüğüm için zayıflama hikayeleri daha doğrusu insanların hayatlarını değiştirmeyi becerdikleri ve ‘mutlu son’la biten gerçek öyküleri seviyorum. Başak’ınki de öyle.

“Eski pantolonumun tek bacağı bile bol geliyor”
* 66 kilo verdiniz. Ortalama bir insanın ağırlığı kadar kilo kaybettiniz...
İnanılmaz tabii ki. Kilodan dolayı dört sene bağdaş kurup oturamadığımı hatırlarım. Şimdi eski pantolonlarımın tek bacağına giriyorum ve bol geliyor. Kimse yolda tanımıyor tabii. Ben bile aynada tanımakta zorlanıyorum kendimi. Bir de şu an hedefimi geçmiş durumdayım. Aklımda maksimum 65 kilo vermek vardı ama baktım ki kilolar gitmeye devam ediyor. Doktorum da bunun bir sorun olmadığını söyledi. Şu an 66 kilo ağırlığındayım, 38 beden giyiyorum. 60 olsam yeter.
* Hep kilolu muydunuz? Şişman bir bebek miydiniz?
Hep tombiktim. Toplumumuzda ‘Şişman bebek sağlıklı bebektir’ diye büyük bir yanılgı var. Anne ve babalar çocuklarına zorla yemek yediriyorlar. Oysa bilmiyorlar ki diyabet, kalp ve damar hastalıklarının birçoğunun temeli o yaşlarda atılıyor. Benim hikayem de böyle başladı. Annem ve babam çalıştıkları için beni babaanneme bırakırlardı. Kadın da emanetim diye yediriyor da yediriyor. Hiç unutmam sobada bir tam ekmeği ısıtır, üzerine yağ ve bal sürer zorla yedirirdi. Hâlâ tereyağından baldan nefret ederim. İlkokulda da, ortaokulda da okulun en şişman çocuğuydum, hep “Ergenliğe girince atar” derlerdi. Derken lise başladı, ben kiloları atmadım üzerine kilo eklemeye başladım.

“Kocam beni şişman olarak tanıdı ve her halimle kabul etti.
* Kimileri canı sıkkın olduğunda hiçbir şey yiyemez, kimi insansa her şeye saldırır. Siz ikinci gruptansınız sanırım...
Aynen öyle. Duygusal yiyiciyim. Üzüntü, sıkıntı, hasret herhangi bir duygu beni tetiklerdi ve yerdim. Tatlıya karşı da aşırı düşkünlüğüm vardı. Ne zaman canım yansa, kendimi yalnız, mutsuz hissetsem pastaneye giderdim.
* Peki, ne oldu da canınıza tak etti?
Klasik senaryo yani bir erkeğe âşık olursun o da seni şişmansın diye istemez durumu benim başıma gelmedi. Erkeklerden yana şanslıydım. Ne zaman “Ben bu çocuğu tavlayacağım” dediysem tavladım. İçine kapanık, asosyal şişmanlardan değildim.
Çok arkadaşım vardı, çok dışarı çıkardım. Kilolarımın yaşantımı kısıtlamasına izin vermezdim. Benim canıma tak eden nokta vücudumda ‘necrobiosis lipoidica’ isimli hastalığın belirmesiyle başladı. Bu bir çeşit hücre kanseri, çok yeni bir rahatsızlık ve nedeni de tedavisi de bilinmiyor. Hastalığın birebir kilo ile ilgili yok ancak vücudunda açık yaralar çıkıyor. Suya değmen yasak, hep bandajlı geziyorsun. Ağrı ise felaket. Türkiye’de ne kadar hastane varsa gezdim. Günlerce yattığım oldu, geçmedi. Teşhis konulduktan sonra “Bir çıkış yolu bulmalıyım” dedim. Madem bu hastalık var, belki bu dünyadaki zaman kısıtlı. Bu süreyi zayıf geçirmek istedim.
* Neden herhangi bir diyet programı ve spor değil de ameliyat?
Her şeyi denedim. Akupunkturlar, bitkisel çaylar, zayıflama hapları, tek gıda rejimleri, doktorların özel diyetleri... Hiçbiri işe yaramadı. Maksimum 10 kilo verip geri alıyordum. İçimdeki duygusal açlık zayıflamamı engelliyordu. “Ancak midem küçülürse yapabilirim” dedim. Bu arada yapı itibariyle çok garantici biriyim. Öyle maceraya atılmam. Doktorumu bulmam iki yılımı aldı. Araştırdım. Bu ameliyatı kimler yapıyor? Hangisinin hasta kaybı daha düşük, hangisinin ameliyatlarından sonra hastaları daha hızlı toparlanıyor diye.
* Ne kadar zamanda kaç kilo verdiniz?
İlk ay 22 kilo verdim. Dördüncü ayda 44 kilo gitmişti. Bu arada bir mucize oldu ve yaralarım da iyileşmeye başladı. Bir ay sonra kontrole gittiğimde doktorum bacağımdaki bandajlardan birini açtı. Bir baktım, yara yok. Görüyorum ama inanamıyorum. Üç ay sonra da tüm yaralar kapandı. Son bandajın çıktığı günü unutamam. Tüm gün ağlaya ağlaya banyo yaptım.
* Eşinizle ne zaman tanıştınız? O nasıl girdi bu hikâyeye?
Daha önce kötü bir tecrübe yaşamıştım. Sırf kiloluyum diye birlikte olduğum adamın ailesi evime gelmiş ve bana hakaretler etmişti. O adam da ailesini dinleyip beni ertesi gün terk etmişti. Oysa evlilik tarihi belirleyecektik, her şey hazırdı! Eşimle de tanıştığımda aklımda aşk yoktu. Zaten biz şişmanlar ne kadar kilo versek de duruma alışamayız. Bir adam bizimle flört edince “Aman canım, bana mı bakacak?” deriz. Yine öyle oldu ama bu defa karşımdaki kişi kararlı ve dürüst çıktı. Hani “Beni her halimle kabul etsin” deriz ya. Erdem işte o adam. Onu karşıma alıp
“Bak ben kilo veriyorum. Bu bir süreç. Sonunda güzelleşsem de kollarım, bacaklarım sarkacak. Sonra bir de bacaklarımda eski yara izlerim var. Bunları sorun yapacaksan hemen şimdi git” dedim. Yaralarımı görmek istedi ve sonra eğilip bacağımdakini öptü.

“İlk ay 22, dördüncü ayda 44 kilo verdim. Bir yılda 66 kilo zayıfladım.”
“Risk, kalp ameliyatlarından çok daha düşük”
Üstündağ’ın doktoru Halil Coşkun Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde genel cerrahi ana bilim dalında öğretim üyesi. Coşkun “Başak daha önce tüm diyet programlarını denediği için bu, onun için ideal yöntemdi” diyor
* Başak hanımın ameliyatının ismi laparoskopik mini gastrik baypas ameliyatı. Bu yöntem ile kilo verme mekanizması iki şekilde işler. Oluşturulan yani küçültülen mide ile fazla gıda alımı engellenerek yemek yeme miktarı azaltılıyor ve bu yeni mide ile ince bağırsak arasında yapılan özel bağlantı sayesinde alınan gıdalar direkt olarak ince bağırsağa geçiyor. Bu da emilim oranını düşürüyor.
* Obezite cerrahisinde sadece bu ameliyat yok, en az onun kadar sık uygulanan mide bandı (kelepçe) ve tüp mide operasyonları da bulunmakta. Ayrıca bir de ameliyatsız bir yöntem olan mide balonu uygulaması var. Hepsini gerçekleştiriyorum. Uygulamalarım haftada 12-15 vaka arasında değişmekte, şu ana kadar 750’den fazla ameliyat gerçekleştirdim. Hastaların yüzde 90’ı memnun.
* Hasta seçerken American Society for Metabolic and Bariatric Surgery’nin kriterlerine uyulmakta. Bunları kısaca sayayım: Hastanın vücut kitle indeksinin 35-40 arasında olması, en az üç yıldır obez olması, hormonal hiçbir problem
taşımaması ve alkol-ilaç bağımlısı olmaması gerekli.
* Bu ameliyatlardaki ölüm riski yüzde 0,5’in altında. Bu oran kalp ameliyatındaki riskten (yüzde 3,5) düşüktür. Toplumdaki algı bence medyaya yansıyan negatif olgulardan kaynaklanıyor, oysa genele bakmak gerek. Ameliyat sayısı tüm dünyada hızla artmakta. 2008 yılında tüm dünyada 350 bin operasyon yapıldı.
* Başak hanımı ilk gördüğümde ileri derecede obezdi, ayrıca Tip 2 diyabeti vardı. İnsülin kullanımı çok yüksek
ve hayat kalitesi son derece düşüktü. Bu ameliyatın aynı zamanda anti-diyabetik etkisi de var. Nitekim ameliyattan 24 saat sonra Başak hanımın kan şekeri de normale döndü ve insülinden kurtulmuş oldu. Kilo kaybının getirdiği etki ile ayaklarındaki yaralar düzeldi. Riskli bir karardı ama bunu birlikte verdik.
* Ameliyat sonrasında beslenme çok önemli. İlk iki hafta sıvı diyet, sonraki iki hafta püreli diyet ve sonrasında dengeli bir şekilde normal gıdalara geçiş sağlıyoruz. Beslenme şekli genel hatlarıyla düşük kalorili gıdalardan oluşmalı, bununla birlikte yüksek protein oranına sahip olmalıdır. Ayrıca en önemli şeylerden biri de vitamin ve mineral takviyelerinin düzenli olarak alınması.
* Gastrik baypas ameliyatı son derece etkili bir operasyon, 18 aylık bir dönem içerisinde fazla kilonuzun yüzde 80’ini kaybedebilirsiniz. Dördüncü yıldan sonra beslenme alışkanlıklarınız değişmemiş ise bir kısım hastada da görüldüğü gibi yüzde 25‘lik oran geri alınabilir.
Prof. Dr. Murat Tuzcu’nun ameliyatla ilgili görüşleri:
“Hasta, sorununun ameliyatla tamamen ortadan kalkmayacağını anlamalı”
Tıbbi adı bariyatrik cerrahi olan kilo verdirme ameliyatları çok fazla kilosu olup sağlığı bozulmuş ya da bozulma riski olanların seçmesi gereken bir yöntem. Ayrıca hastanın bu tedaviye karar vermeden önce ameliyatın nedeniyle oluşabilecek zararları iyice anlaması gerekiyor. Ayrıca sorununun ameliyatla tümüyle ortadan kalkmayacağını, sonrasında mutlaka uyması gereken kurallar olduğunun ona anlatılması da şart. Genel olarak bu yöntemlerin fazla kiloları verdirmede çok başarılı olduğunda tüm uzmanlar hemfikir. Zayıflamanın derecesi de cerrahinin çeşidine göre değişiyor.
Tabii bir de yan etkilerinden bahsetmek lazım: Zayıflama için yapılan ameliyatlarda kanama, mikrop kapma, bağırsağın yırtılıp delinmesi ya da tıkanması gibi komplikasyonlar olabilir. Ameliyat yerinde fıtık oluşması ender değildir. Ortaya çıkan problemleri çözmek için her 10 hastadan bir veya ikisinde tekrar ameliyat gerekebilir. Cerrahi müdahaleden sonraki gün ve haftalar içinde ortaya çıkabilecek olan bu sorunların yanı sıra uzun vadede görülen ciddi yan etkileri de unutmamak gerek. Bu tür ameliyat geçirenlerde safra kesesinde taş oluşması kolaylaşır. Bağırsakların bir kısmının devre dışı bırakılması durumunda da eğer gerekli vitamin ve mineral desteği alınmazsa her üç kişiden birinde kansızlık, kemik erimesi, safra taşı gibi ciddi sorunları görülebilir.

Doç. Dr. Halil Coşkun tarafından büyük bir titizlikle hazırlanan bu kitap da son yıllarda en etkili tedavi alternatiflerinden
biri olarak kabul edilen Obezite Cerrahi Yöntemleri ve bu konuda
bilinmesi gereken tüm detaylar yalın bir dille anlatılmaktadır


Anatomik


Kilo kaybı ameliyatının, önemli miktarda ve sürekli kilo kaybı sağlamada etkili olduğu artık tüm bilimsel yayınlarda gösterilmiştir. Günümüzde arzu edilen bu sonuca ulaştıran çeşitli farklı kilo kaybı ameliyatları mevcuttur. Bu nedenle kilo kaybı ameliyatı düşünen hastalardan en sık aldığım sorulardan bir taneside; “Hangi prosedürün benim için uygun olduğuna nasıl karar vereceğim?” sorusudur.

Kilo kaybı ameliyatlarından sonra çoğu insanın benimsemek zorunda olduğu yeni alışkanlık, her gün vitamin almaktır. “Gerçekte ne almam gerekir?” sorusunu cevaplarken ilk ve en önemli cevap şudur: “Doktorunuz ne öneriyorsa onu alın”...
http://sensinobez.blogspot.com/
Kişisel olarak konuşmak
gerekirse; benim katılara geçişim tamı tamına doktorumun takvimine göre
ve 1,5 ayım dolduktan sonra olmuştu. Yine kişisel olarak katılara
geçişte çok dikkatli ve seçici davrandım ve oldukça da faydasını gördüm
diyebilirim. Öncelikle şunu netleştireyim ki; katılara geçmek, çorba
gibi şahane bir besinden vazgeçmek değildir. Benim tavsiyem; özellikle
erken dönem katılara geçtiğinizde bir öğününüzü muhakkak çorbanın
oluşturması. (Şayet yazın ortasında katıya geçiyorsanız bunun yerine
salatalıksız cacık koyabilirsiniz.)
Yine katılara geçişte hatırlamanız gereken en önemli şey sıvı ve püre öğününüzden çok daha çabuk doyacağınız ve çok daha az yiyebileceğinizdir. Küçük bir tabak püreyi belki rahatça yiyebilirsiniz ama söz konusu katılar olduğunda tahminen ancak yarısını yiyebileceksiniz. Panik yok, normal bu. Sakiniz. :)
Benim katılara geçişim ekşili köfte yemeği ile oldu. Yanlış hatırlamıyorsam iki minik köfte yiyebilmiştim. Benim tavsiyem katılara geçişinizde çok katılardan başlamamanız ve bu süreci acelesiz, bebek adımlarıyla geçmeniz. Ben öyle yaptım ve son derece rahat bir geçiş dönemi yaşadım. Bebek adımlarından kastım ne peki? Şu: ezilebilecek ve/veya nispeten hazmı kolay şeylerden başlayın.
-Kıymalı kabak yemeği
-Kıymalı ıspanak
-Kıymalı semizotu
-Her nevi sulu köfte
-Balık (ton balığı/ fırında balık/buğulama)
-Rafadan yumurta
-Kabuksuz meyveler (çilek hariç)
Bunun bir ileriki adımında, katıların ilk adımına rahat geçtiyseniz:
-Kıymalı pırasa yemeği (pırasanın hazmı zordur ancak sindiriminiz için fevkalade yararlıdır. yine de ilk tercihiniz olmasın.)
-Kıymalı bamya (yine sindirim için muhteşem bir yemek!)
-Kıymalı karışık sebze
-Kabuğu soyulmuş domates ve biberden yapılmış menemen
-Lor peynirli yumurta
-Kıymalı bezelye
-Kıymalı türlü
-Beyaz peynir çeşitleri
-Zeytin ezmesi/zeytin
-Havuçlu, yoğurtlu meze (pişirerek yapılanı)
-Yoğurtlu semizotu
-Süzme yoğurt
Her yemeği ısrarla kıymalı yazmamın sebebi, et hazmı oldukça zor ve sizi yoracak bir tercihtir. Tamamen katılara sorunsuz geçtiğinizde et denemeleri yapmanızı öneririm. Ayrıca yemeklerinizi et/tavuk suyuna pişirmek protein alımı açısından size oldukça yarar sağlar.
Bir adım sonrasında sizi nispeten daha az yoracak bir iki seçenek eklemelisiniz.
Tavuk (kalça but hazmı en kolay yerdir)
Sebzeli tavuk haşlama
Okyanus balıkları
Midye/kalamar/surumi (yengeç) (muhteşem protein kaynakları)
Benim/annemin pişirme tercihlerim/iz her zaman yağsız ve/veya çok az yağlı oldu. Zira kullandığınız kıyma/tavuk yeterince yağ içermekte. Günde üç tatlı kaşığı yağ bünyenin yağ ihtiyacınız karşılar. Bana kalırsa bunlar zaten tavuk ve kıymada var ama gözünüze az geliyorsa yemeğinize ekleyin.
Kahvaltılarınızda meyve ve/veya rafadan yumurta almayı tercih edin. Meyveyi sabah yemek sinidiriminiz açısından oldukça yararlıdır. Nedense bizim kültürümüzde meyve akşam yemeğinden sonrası ile özdeşleşmiş. Halbuki sabah meyve yemenin sayısız faydası var. Kahvaltı öğününde sade yumurta ya da lor yavan geliyorsa eti form etimek tüketebilirsiniz. Ben hala öyle yapıyorum.
Bypass ya da sleeve (tüp mide) için de bir hatırlatma yapmak isterim. Özellikle yakın katı dönemlerinizde çiğ sebze/baklagilden uzak durun. İlginç bir biçimde insanın canı ısrarla salata yemek istiyor biliyorum ama çiğ sebzenin ve baklagillerin hazmı çok zor olduğu gibi, insanı çok rahatsız ediyor. Bir yemeğe koyarken de sebzelerinizi (özellikle domates gibi ince kabukluları) soyun. Asla zar kabuklu şeylerin kabuğunu yemeyin.
Yine yakın katı döneminizde mısır gevrek ve lapaları midenize oturma hissi yaratır ancak uzak katı döneminde şahane kurtarıcılardır. Restoranlarda soğuk meze olarak geçen şeyleri rahat yediğinizi göreceksiniz. Bunlar da dışarı yemeğe çıkıldığında çorba seçeneğiniz yoksa şahane kurtarıcılar oluyor.
Ekmek mümkün olduğunca uzak durmanız gereken bir besin. Ne kadar geç başlarsanız o kadar iyi. Lakin bazı besinler var ki ekmeksiz yenemiyor. Burada benim kullandığım taktik, bu tarz besinleri (yumurta gibi) form etimekle yemek. Kabul edin, ekmek olmazsa olmazlarınızdan değil ve olmamalı.
Makarna, pilav, hamurişi, karbonhidrat ağırlıklı besinler diyetinizde 6 aydan önce olmamalı. Siz bunları okuduğunuzda benim 13.ayım dolmuş olacak ve ben hala bunlardan uzak duruyorum. Özellikle pilav toplamda 3 kere ancak yemişimdir, o da mecburi ortamlarda. Eksikliğini de hissetmiyorum.
Peki katı döneminin kaçamakları nelerdir?
İşte size dev hizmet. Hem yemesi kolay, hem kalorisi az, benim sıklıkla başvurduğum kaçamaklar. ;)
-Çubuk kraker (hala çantamda taşırım, kurtarıcıların en büyüğü)
-Patlamış mısır (yağsız, tuzsuz, 1 bardak)
-Ceviz, badem, yabanmersini, leblebi
-Şayet şekeriniz düşüyorsa akide şekeri (tarçınlıyı tercih edin.)
-Nesquik
(Muayyen dönemlerinde tatlı aşerenler için not: Bu dönemlerde hafif ve ufak bir porsiyon sütlü tatlı tercih edebilirsiniz (sütlaç hariç) ancak dumping seçeneğini unutmayın. Limonata ve sahlep'in bile zaman zaman dumping yapabildiğini düşünürsek dikkatli olmanızda fayda var.)
Yukarıdaki satırlarda da belirttiğim gibi benim katılara geçişim çok rahat oldu. Umarım bu bilgiler size katılara geçişte bir nebze yardımcı olur. Unutmayın, geçişlerin hepsini bebek adımlarıyla yaparsanız kilo verişiniz uzun atlama adımlarıyla olur. Haydin kolay gelsin! :)
*Ekşili köfte yemeğinin
köftesizi. (Bu çorbayı annemle uydurduğumuz için böyle tarif ettim.
Ekşili köfte yapıp içinden köfttelerini çıkarın. İşte en çok içtiğim
çorba! )
*Tavuk suyuna tebiyeli rondo şehriye (Az şehriye katılmış tavuk suyunu rondodan geçirin. Çorba kıvamını kaybetmesin.)
*Ayran.
*Ton balığı püresi (Sıfır yağlı olanlardan alıp rondoladım bol bol)
Bu noktada en büyük yardımcınız -kendinizi hissetmeye başlamak- olacak. Eskiden hissetmediğiniz -doyma- hatta hatta - bir lokma daha yersem herhalde çatlayacağım- hissi geri gelecek. Bu en büyük avantajınız. Sizlere tavsiyem hiç bu hissi duyana kadar yemeyin e mi. :)
Ameliyat öncesi rutin testler yapılıyordu bir yandan. Her şey yolunda gözüküyordu. Oldukça meşgul olmasına rağmen sevgili doktorum Halil bey bu süreçte beni hiç yalnız bırakmadı diyebilirim. Ne zaman biraz gerginleşsem artık hissediyor muydu yoksa tesadüf müydü bilemiyorum ama şak diye odanın kapısında o muhteşem güleryüzüyle beliriyordu. Pazartesi günü bana tembihlenen en önemli şey artık şu saatten sonra katı bir yiyecek yememem gerektiği idi. [ Buna ameliyattan önce benden başka uyan yokmuş, ben uymuştum ve içim gayet rahattı. Lütfen size söylenen zamandan itibaren ASLA katı bir şey yiyip içmeyin. Ufak bir kaçamak dahi ameliyatınız ve daha önemlisi hayatınızı tehlikeye atabilir zira mide-bağırsak ameliyatı oluyorsunuz. Çıldırmayın :)] Dolayısıyla aralarda sürekli çorba ve ayran içiyordum.
Ameliyat Sabahı
http://www.milliyet.com.tr/-66-kilo-verdim-31-yasinda-yeniden-dogdum-/pazar/haberdetay/20.05.2012/1542559/default.htm
FACEBOOK sayfası : https://www.facebook.com/obezitecerrahisi
birde BLOG sayfası var ameliyat olan kızın : http://sensinobez.blogspot.com/
Takiptekiler^^
20 Mayıs 2012 - 02:30
‘66 kilo verdim, 31 yaşında yeniden doğdum’
Geçirdiği mide operasyonu ile bir yılda 66 kilo veren Başak Üstündağ için hayat yeni başlıyor. Üstündağ artık doğum günlerini ameliyat tarihi olan 20 Nisan’da kutluyor
Pelin Çini/pelin.cini @ milliyet.com.tr
Başak Üstündağ’ın yaşam öyküsü “Hadi canım! Bu kadar da olmaz” dedirten cinsten. Zaten o da anlatırken arada “Türk filmi gibi değil mi?” diyor. Siz de dinleyici olarak muhtemelen gözyaşları içinde (En azından benim için öyle oldu) “Bırak filmi milmi, devam
et sen. Eee sonra ne oldu?” diyorsunuz. Ben de 100 küsur kilodan 60’lara düştüğüm için zayıflama hikayeleri daha doğrusu insanların hayatlarını değiştirmeyi becerdikleri ve ‘mutlu son’la biten gerçek öyküleri seviyorum. Başak’ınki de öyle.
“Eski pantolonumun tek bacağı bile bol geliyor”
* 66 kilo verdiniz. Ortalama bir insanın ağırlığı kadar kilo kaybettiniz...
İnanılmaz tabii ki. Kilodan dolayı dört sene bağdaş kurup oturamadığımı hatırlarım. Şimdi eski pantolonlarımın tek bacağına giriyorum ve bol geliyor. Kimse yolda tanımıyor tabii. Ben bile aynada tanımakta zorlanıyorum kendimi. Bir de şu an hedefimi geçmiş durumdayım. Aklımda maksimum 65 kilo vermek vardı ama baktım ki kilolar gitmeye devam ediyor. Doktorum da bunun bir sorun olmadığını söyledi. Şu an 66 kilo ağırlığındayım, 38 beden giyiyorum. 60 olsam yeter.
* Hep kilolu muydunuz? Şişman bir bebek miydiniz?
Hep tombiktim. Toplumumuzda ‘Şişman bebek sağlıklı bebektir’ diye büyük bir yanılgı var. Anne ve babalar çocuklarına zorla yemek yediriyorlar. Oysa bilmiyorlar ki diyabet, kalp ve damar hastalıklarının birçoğunun temeli o yaşlarda atılıyor. Benim hikayem de böyle başladı. Annem ve babam çalıştıkları için beni babaanneme bırakırlardı. Kadın da emanetim diye yediriyor da yediriyor. Hiç unutmam sobada bir tam ekmeği ısıtır, üzerine yağ ve bal sürer zorla yedirirdi. Hâlâ tereyağından baldan nefret ederim. İlkokulda da, ortaokulda da okulun en şişman çocuğuydum, hep “Ergenliğe girince atar” derlerdi. Derken lise başladı, ben kiloları atmadım üzerine kilo eklemeye başladım.
“Kocam beni şişman olarak tanıdı ve her halimle kabul etti.
* Kimileri canı sıkkın olduğunda hiçbir şey yiyemez, kimi insansa her şeye saldırır. Siz ikinci gruptansınız sanırım...
Aynen öyle. Duygusal yiyiciyim. Üzüntü, sıkıntı, hasret herhangi bir duygu beni tetiklerdi ve yerdim. Tatlıya karşı da aşırı düşkünlüğüm vardı. Ne zaman canım yansa, kendimi yalnız, mutsuz hissetsem pastaneye giderdim.
* Peki, ne oldu da canınıza tak etti?
Klasik senaryo yani bir erkeğe âşık olursun o da seni şişmansın diye istemez durumu benim başıma gelmedi. Erkeklerden yana şanslıydım. Ne zaman “Ben bu çocuğu tavlayacağım” dediysem tavladım. İçine kapanık, asosyal şişmanlardan değildim.
Çok arkadaşım vardı, çok dışarı çıkardım. Kilolarımın yaşantımı kısıtlamasına izin vermezdim. Benim canıma tak eden nokta vücudumda ‘necrobiosis lipoidica’ isimli hastalığın belirmesiyle başladı. Bu bir çeşit hücre kanseri, çok yeni bir rahatsızlık ve nedeni de tedavisi de bilinmiyor. Hastalığın birebir kilo ile ilgili yok ancak vücudunda açık yaralar çıkıyor. Suya değmen yasak, hep bandajlı geziyorsun. Ağrı ise felaket. Türkiye’de ne kadar hastane varsa gezdim. Günlerce yattığım oldu, geçmedi. Teşhis konulduktan sonra “Bir çıkış yolu bulmalıyım” dedim. Madem bu hastalık var, belki bu dünyadaki zaman kısıtlı. Bu süreyi zayıf geçirmek istedim.
* Neden herhangi bir diyet programı ve spor değil de ameliyat?
Her şeyi denedim. Akupunkturlar, bitkisel çaylar, zayıflama hapları, tek gıda rejimleri, doktorların özel diyetleri... Hiçbiri işe yaramadı. Maksimum 10 kilo verip geri alıyordum. İçimdeki duygusal açlık zayıflamamı engelliyordu. “Ancak midem küçülürse yapabilirim” dedim. Bu arada yapı itibariyle çok garantici biriyim. Öyle maceraya atılmam. Doktorumu bulmam iki yılımı aldı. Araştırdım. Bu ameliyatı kimler yapıyor? Hangisinin hasta kaybı daha düşük, hangisinin ameliyatlarından sonra hastaları daha hızlı toparlanıyor diye.
* Ne kadar zamanda kaç kilo verdiniz?
İlk ay 22 kilo verdim. Dördüncü ayda 44 kilo gitmişti. Bu arada bir mucize oldu ve yaralarım da iyileşmeye başladı. Bir ay sonra kontrole gittiğimde doktorum bacağımdaki bandajlardan birini açtı. Bir baktım, yara yok. Görüyorum ama inanamıyorum. Üç ay sonra da tüm yaralar kapandı. Son bandajın çıktığı günü unutamam. Tüm gün ağlaya ağlaya banyo yaptım.
* Eşinizle ne zaman tanıştınız? O nasıl girdi bu hikâyeye?
Daha önce kötü bir tecrübe yaşamıştım. Sırf kiloluyum diye birlikte olduğum adamın ailesi evime gelmiş ve bana hakaretler etmişti. O adam da ailesini dinleyip beni ertesi gün terk etmişti. Oysa evlilik tarihi belirleyecektik, her şey hazırdı! Eşimle de tanıştığımda aklımda aşk yoktu. Zaten biz şişmanlar ne kadar kilo versek de duruma alışamayız. Bir adam bizimle flört edince “Aman canım, bana mı bakacak?” deriz. Yine öyle oldu ama bu defa karşımdaki kişi kararlı ve dürüst çıktı. Hani “Beni her halimle kabul etsin” deriz ya. Erdem işte o adam. Onu karşıma alıp
“Bak ben kilo veriyorum. Bu bir süreç. Sonunda güzelleşsem de kollarım, bacaklarım sarkacak. Sonra bir de bacaklarımda eski yara izlerim var. Bunları sorun yapacaksan hemen şimdi git” dedim. Yaralarımı görmek istedi ve sonra eğilip bacağımdakini öptü.
“İlk ay 22, dördüncü ayda 44 kilo verdim. Bir yılda 66 kilo zayıfladım.”
“Risk, kalp ameliyatlarından çok daha düşük”
Üstündağ’ın doktoru Halil Coşkun Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde genel cerrahi ana bilim dalında öğretim üyesi. Coşkun “Başak daha önce tüm diyet programlarını denediği için bu, onun için ideal yöntemdi” diyor
* Başak hanımın ameliyatının ismi laparoskopik mini gastrik baypas ameliyatı. Bu yöntem ile kilo verme mekanizması iki şekilde işler. Oluşturulan yani küçültülen mide ile fazla gıda alımı engellenerek yemek yeme miktarı azaltılıyor ve bu yeni mide ile ince bağırsak arasında yapılan özel bağlantı sayesinde alınan gıdalar direkt olarak ince bağırsağa geçiyor. Bu da emilim oranını düşürüyor.
* Obezite cerrahisinde sadece bu ameliyat yok, en az onun kadar sık uygulanan mide bandı (kelepçe) ve tüp mide operasyonları da bulunmakta. Ayrıca bir de ameliyatsız bir yöntem olan mide balonu uygulaması var. Hepsini gerçekleştiriyorum. Uygulamalarım haftada 12-15 vaka arasında değişmekte, şu ana kadar 750’den fazla ameliyat gerçekleştirdim. Hastaların yüzde 90’ı memnun.
* Hasta seçerken American Society for Metabolic and Bariatric Surgery’nin kriterlerine uyulmakta. Bunları kısaca sayayım: Hastanın vücut kitle indeksinin 35-40 arasında olması, en az üç yıldır obez olması, hormonal hiçbir problem
taşımaması ve alkol-ilaç bağımlısı olmaması gerekli.
* Bu ameliyatlardaki ölüm riski yüzde 0,5’in altında. Bu oran kalp ameliyatındaki riskten (yüzde 3,5) düşüktür. Toplumdaki algı bence medyaya yansıyan negatif olgulardan kaynaklanıyor, oysa genele bakmak gerek. Ameliyat sayısı tüm dünyada hızla artmakta. 2008 yılında tüm dünyada 350 bin operasyon yapıldı.
* Başak hanımı ilk gördüğümde ileri derecede obezdi, ayrıca Tip 2 diyabeti vardı. İnsülin kullanımı çok yüksek
ve hayat kalitesi son derece düşüktü. Bu ameliyatın aynı zamanda anti-diyabetik etkisi de var. Nitekim ameliyattan 24 saat sonra Başak hanımın kan şekeri de normale döndü ve insülinden kurtulmuş oldu. Kilo kaybının getirdiği etki ile ayaklarındaki yaralar düzeldi. Riskli bir karardı ama bunu birlikte verdik.
* Ameliyat sonrasında beslenme çok önemli. İlk iki hafta sıvı diyet, sonraki iki hafta püreli diyet ve sonrasında dengeli bir şekilde normal gıdalara geçiş sağlıyoruz. Beslenme şekli genel hatlarıyla düşük kalorili gıdalardan oluşmalı, bununla birlikte yüksek protein oranına sahip olmalıdır. Ayrıca en önemli şeylerden biri de vitamin ve mineral takviyelerinin düzenli olarak alınması.
* Gastrik baypas ameliyatı son derece etkili bir operasyon, 18 aylık bir dönem içerisinde fazla kilonuzun yüzde 80’ini kaybedebilirsiniz. Dördüncü yıldan sonra beslenme alışkanlıklarınız değişmemiş ise bir kısım hastada da görüldüğü gibi yüzde 25‘lik oran geri alınabilir.
Prof. Dr. Murat Tuzcu’nun ameliyatla ilgili görüşleri:
“Hasta, sorununun ameliyatla tamamen ortadan kalkmayacağını anlamalı”
Tıbbi adı bariyatrik cerrahi olan kilo verdirme ameliyatları çok fazla kilosu olup sağlığı bozulmuş ya da bozulma riski olanların seçmesi gereken bir yöntem. Ayrıca hastanın bu tedaviye karar vermeden önce ameliyatın nedeniyle oluşabilecek zararları iyice anlaması gerekiyor. Ayrıca sorununun ameliyatla tümüyle ortadan kalkmayacağını, sonrasında mutlaka uyması gereken kurallar olduğunun ona anlatılması da şart. Genel olarak bu yöntemlerin fazla kiloları verdirmede çok başarılı olduğunda tüm uzmanlar hemfikir. Zayıflamanın derecesi de cerrahinin çeşidine göre değişiyor.
Tabii bir de yan etkilerinden bahsetmek lazım: Zayıflama için yapılan ameliyatlarda kanama, mikrop kapma, bağırsağın yırtılıp delinmesi ya da tıkanması gibi komplikasyonlar olabilir. Ameliyat yerinde fıtık oluşması ender değildir. Ortaya çıkan problemleri çözmek için her 10 hastadan bir veya ikisinde tekrar ameliyat gerekebilir. Cerrahi müdahaleden sonraki gün ve haftalar içinde ortaya çıkabilecek olan bu sorunların yanı sıra uzun vadede görülen ciddi yan etkileri de unutmamak gerek. Bu tür ameliyat geçirenlerde safra kesesinde taş oluşması kolaylaşır. Bağırsakların bir kısmının devre dışı bırakılması durumunda da eğer gerekli vitamin ve mineral desteği alınmazsa her üç kişiden birinde kansızlık, kemik erimesi, safra taşı gibi ciddi sorunları görülebilir.
Tüp Mide Ameliyatı Üzerine Güncelleştirilmiş Durum Bildirimi: 3. Rapor (2011)

Amerikan
Metabolizma ve Obezite Cerrahisi Derneği Tüp Mide ameliyatının (TM) bir
obezite cerrahisi prosedürü olarak kullanılmasıyla üzerine daha önce 2
durum bildirisi yayınlamıştı. Bu durum bildirimleri hastalar, doktorlar,
hastaneler, sağlık sigortası muhatapları, medya ve diğerleri tarafından
uzmanlık alanımızda yakından inceleme ve kanıta dayalı tetkik
gerektiren yeni prosedürler ve konularla ilgili olarak yapılan
başvurulara bir yanıt olarak geliştirilmişti. Obezite cerrahisinin
gelişmekte olan alanında artan ya da değişen kanıtlara dayalı olarak
güncellenmiş durum bildirimlerinin periyodik olarak sunulması bir
zorunluluktur.
ABD’de
Klinik Meseleler Komitesi ve Yürütme Kurulu, 2009 yılında TM konusunda
durum bildirimi yayınlandığından bu yana literatürde TM ile ilgili
önemli değişiklikler olduğunu ve yayınların sayısıyla niteliklerinin,
güncellenmiş bir durum bildirimi yayınlanmasını gerektirdiğini
belirlemiştir. 2009 yılındaki durum bildiriminden bu yana özellikle TM
den sonra eşlik eden hastalıklarda iyileşme bildiren çok sayıda çalışma,
kabul gören diğer obezite cerrahisi prosedürleri ile karşılaştırmalı
çalışmalar ve uzun dönem sonuçları ortaya çıkmıştır. Öneriler
yayınlanmış, meslektaş incelemesinden geçmiş bilimsel kanıtlara ve uzman
görüşlerine dayalı olarak yapılmaktadır.
Bu
durum bildirisi herhangi bir obezite cerrahisi prosedürü için yerel,
bölgesel ya da ulusal bazda standart belirtme ya da belirleme amaçlı
olmayıp, bu şekilde yorumlanmamalıdır.
Veriler
Tüp
Mide (TM), genel olarak hacim kısıtlayıcı bir prosedür şeklinde
düşünülmekle birlikte TM’den sonraki kilo kaybı mekanizmaları ve eşlik
eden hastalıklarda görülen iyileşmeler, aynı zamanda mide rezeksiyonu ya
da ince barsağa hızlandırılmış gıda geçişiyle ilgili nöro-humoral
değişimlerle de ilişkili olabilir. TM’nin etkisinin metabolik
mekanizmaları, aktif bir araştırma alanı olmaya devam etmektedir.
TM’nin
bir obezite cerrahisi prosedürü olarak kullanılmasıyla ilgili 2009
yılındaki durum bildiriminde yer alan öneriler o zaman için tamamlanmış
bulunan ve iki randomize kontrollü çalışma, bir non-randomize
eşleştirilmiş kohort analizi ve 33 kontrolsüz olgu serisinden oluşan
sistematik bir literatür incelemesine dayanmakta idi. O zaman için
bildirilen TM’den sonraki genel ortalama fazla kilo kaybı yüzdesi (%EWL)
%55 (ortalama 3 yıldan kısa izlem) idi ve büyük tek merkezli
serilerdeki (n>100) komplikasyon oranları %15’e kadar yükselmekteydi.
Sistematik incelemede (yüksek riskli hastaları da içeren) bildirilen
kaçak, kanama ve daralma oranları sırasıyla %2.2, %1.2 ve %0.63 olup,
ameliyat sonrası 30 günlük ölüm oranı ise yayınlanmış prosedürde %0.29
idi.
Şimdiki
güncellenmiş bildirim (2011) için aynı araştırma stratejisi
kullanılarak gerçekleştirilen güncellenmiş bir literatür araştırması
yapıldı. Bu güncellenmiş araştırma, o zamanki önerileri desteklemek
amacıyla ilgili sonuçların verilerini sunan son durum bildiriminden bu
yana 69 adet çalışmanın yayınlanmış olduğunu ortaya çıkardı. Bu yeni
literatür, genellikle Laparoskopik TM’nin kısa ve orta vadeli izlem
sonuçlarıyla birlikte hali hazırda kabul edilmiş olan diğer prosedürlere
(Gastric Bypass-GB ve Mide Bandı-MB) denk ya da üstün olduğunu gösteren
çeşitli randomize kontrollü çalışmayı içermektedir. Listelenen
randomize kontrollü çalışmalara ek olarak, TM’yi takiben GB ve MB’ye
denk ya da daha üstün kilo kaybı sonuçları, diyabet gerileme oranları ve
inflamatuvar belirteçlerle kardiyovasküler riskteki iyileşmelerle
obeziteyle ilgili çeşitli eşlik eden hastalıklardaki iyileşmeleri
gösteren çeşitli eşleştirilmiş kohort, prospektif ve olgu kontrol
çalışmaları da yer almaktadır. TM’den sonra Tip 2 diyabetteki gerileme
oranları tipik olarak, hasta popülasyonu ile izlem süresinin uzunluğuna
bağlı olarak %60 ile %80 arasında bildirilmektedir. TM’den sonra
diyabetin gerileme oranları üzerine yapılan sistematik bir inceleme 27
çalışma ile 673 hastayı içermiştir. Ortalama 13 aylık bir izlem süresi
sonunda diyabet, hastaların %66’sında ortadan kalkmış, %27’sinde ise
iyileşme göstermiştir. Kan şekerinde ortalama 88mg/DL, HbA1c ise
ortalama %1.7’lik bir azalma söz konusudur.
Çeşitli
çalışmalar, TM’den sonra çok sayıda klinik parametreye ek olarak yaşam
kalitesinde de gerçekleşen önemli iyileşmeleri göstermiştir. GB’nin
kilo kaybı, eşlik eden hastalıklarda azalma ya da diyabette gerileme
açısından TM’den üstün olduğunu gösteren çeşitli olgu kontrolü ve
retrospektif çalışmalar bulunmakla birlikte randomize kontrollü
çalışmalar ise kilo kaybı (EWL %48’e karşı %66), eşlik eden
hastalıklarda azalma ya da diyabette gerileme açısından TM’nin GB’ye
denkliğini ya da üstünlüğünü ve TM’nin MB’ye üstünlüğünü göstermiştir.
TM’den
sonraki komplikasyonlar üzerine yayınlanmış olan incelemeler, majör
komplikasyon oranlarının 2009 yılında yayınlanan bildirimde yer alanlara
eşit ya da daha az olduğunu ve yeni güvenlik endişelerinin ortaya
çıkmadığını göstermektedir. TM’den sonra zımba hattı kaçakları ile
kanama halen en ciddi komplikasyonlar olup, yayınlanmış büyük
serilerdeki hastaların %1-3’ünde oluşmaktadır.
TM’den
sonra gastroözofageal reflü (GERD) gelişimi çeşitli yayınlarda
bildirilmiş olmakla birlikte TM’nin GERD üzerine etkisini değerlendiren
yeni bir sistematik incelemede tutarsız sonuçlar bildirilmiştir. Daha
kesin sonuçlar elde edilmesi amacıyla TM’nin GERD semptomları üzerine
uzun vadeli etkileri ve hiatal herni bulunan hastalarda TM’nin rolü
konusunda daha fazla çalışmaya gereksinim vardır. Ayrıca TM’nin, GB den
sonra bildirilenden daha az beslenme eksikliğine neden olduğunu bildiren
çalışmalar da vardır, ancak kesin bir sonuç çıkarmaya yetecek bulgular
mevcut değildir ve TM’nin vitamin, mineral ve beslenme yetersizlikleri
üzerine etkileriyle ilgili daha fazla bulgu gereklidir.
Bir
takım büyük ölçekli kayıtlar da TM’den sonraki kilo kaybı ve
komplikasyonları bildirmiştir. Amerikan Cerrahlar Birliği, Obezite
Cerrahisi Merkezi Ağı, yakın zamanlarda TM, MB ve GB’nin morbidite ve
mortalite ile yeniden hastaneye yatışın yanı sıra VKİ azalma ve kiloya
bağlı eşlik eden hastalıkları da içeren 30 günlük, 6 aylık ve 1 yıllık
boylamsal (n=28.616) bir veritabanı raporlanmıştır. Bu çalışmada TM’de
riske göre düzeltilmiş morbidite, yeniden hastaneye yatış ve tekrar
operasyon/müdahale oranlarının MB’ye göre daha yüksek olduğu, ancak
tekrar operasyon/müdahale oranlarının MB ve GB’dekinden daha düşük
olduğu bildirilmiştir. Mortalite açısından gruplar arasında farklılık
söz konusu değildir. Bununla birlikte TM hastalarının VKİ ve risk
profilleri MB hastalarınınkinden daha yüksektir. TM’den
sonra kiloya bağlı eşlik eden hastalıklardaki azalma MB ve GB’nin
arasında yer almaktadır. Michigan Obezite Cerrahisi İşbirliği, 25
hastanedeki 62 obezite cerrahı için 30 günlük komplikasyon oranlarını
değerlendirmiş ve MB’den sonra %0.9, GB’den sonra ise %3.6 olan ciddi
komplikasyon riskinin TM’den sonra %2.2 olduğunu bildirmiştir. Bir başka
yayınında obezite cerrahisinden sonrası için bir risk tahmini modeli
geliştirmek amacıyla 25.469 obezite cerrahisi hastasının kayıtları
kullanılmış, TM’nin riskinin MB ile GB’nin riskleri arasında olduğu
saptanmıştır. İspanya’dan büyük ölçekli bir ulusal prospektif kayıtta 17
merkezden 540 TM hastasının sonuçları raporlanmıştır. Morbidite oranı
%5.2 olup, mortalite oranı ise %0.26’dır. Komplikasyonlar süper-obez
hastalarda, erkeklerde ve 55 yaşından büyük olanlarda daha fazladır.
Yirmi dört ayda kaybedilen fazla kilo kaybı yüzde ortalaması %72.4
+/- 31 dir. Bu hasta popülasyonunda hastaların %81’inde diyabet
gerilemiş, %63.2’sinde de hipertansiyon iyileşmiştir. Onsekiz hastada
ikinci aşama ameliyatı yapılmıştır.
Üçüncü Uluslararası Tüp Mide Zirvesi’nin, (3rd
International Summit for Sleeve Gastrectomy) 19.605 TM operasyonu
gerçekleştiren 88 cerrahtan gelen anket sonuçlarını da içeren verileri
yayınlanmıştır. Bu hasta grubunda hastaların %2.2’sinde bir ikinci aşama
operasyonu gerekli olmuştur. Cerrahlar tarafından 1,2,3,4 ve 5. yıllar
için bildirilen kilo kaybı ortalama yüzdeleri sırasıyla %62.7, %64.7,
%64.0, %57.3 ve %60.0 şeklindedir. Olguların %1.3’ünde (%0-10) proksimal
zımba hattı kaçağı ve %0.5’inde de distal zımba hattı kaçağı
oluşmuştur. Intraluminal kanama olguların %2.0’sinde oluşmuş olup,
mortalite oranı %1 +/- %0.3’tür.
Son
5 yıl boyunca TM’nin dayanıklılığı önemli bir mesele olmuştur. Şu anki
durumda TM’den sonraki uzun dönem (≥ 5 yıl) kilo kaybını raporlayan 5
çalışma ile rezeksiyonel olmayan düşey sleeve’in (non-resectional
vertical sleeve) (Magenstrasse ve Mill prosedürü) uzun dönem sonuçlarını
bildiren bir makale mevcuttur.
Sarela
ve ark., bir ilk prosedür olarak TM geçiren 20 hastalarıyla uzun vadeli
deneyimlerini yayınlamıştır. Bu grup için genel fazla kilo kaybı (EWL)
yüzdesi ≥ 8 yıl için %68 olmuştur. İzlem periyodu boyunca, iki yıl sonra
hastaların üçü takip dışı kalmış, dört hasta ise yetersiz kilo kaybı
nedeniyle bir revizyon prosedürü (üç RYGB ve bir doedonal switch)
geçirmiştir. Yalnızca TM yaptırmış olan ve uzun dönemli izlemi bulunan
13 hastanın ortalama EWL’si %68 iken, 13 hastanın 11’inde >%50’lik
bir EWL oluşmuştur.
Bohdjalian ve ark., TM’yi ilk prosedür olarak yaptıran 26 hastalarının
5 yıllık izlem sonuçlarını bildirmiştir. Beş yılda ortalama EWL %55
şeklinde gerçekleşmiştir (dönüşüm yaptırmayan, n=21). Bu seride 26
hastanın 5’inde (%19.2) 10 kg’dan fazla yeniden kilo alımı olmuş, dört
hasta ise (%15.4) ağır reflü (n=1) ve kilo verememe (n=1) nedeniyle
GB’ye dönüşüm yaptırmıştır. Buna ek olarak Bohdjalian ve ark. yine bu
hastaların bir alt kümesinde Ghrelin’in uzun vadede bastırıldığını
göstermiştir. Himpens ve ark. ilk prosedür olarak TM geçiren 41
hastalarıyla uzun vadeli deneyimlerini raporlamıştır. Altı yıllık izlem
döneminde 11 hasta duodenal switch’e dönüşüm yaptırmış olup, bu grupta 6
yıl sonundaki EWL %71 olmuştur (üçüncü yıldaki %60’lık EWL’den daha
büyük bir oran). Yalnız TM geçiren 30 hastada ise EWL üçüncü yılda %77
ve altıncı yılda ise %53 şeklinde gerçekleşmiştir. Bu grupta bir miktar
kilo artışına rağmen hastaların TM’yi kabullenme oranı yüksek olarak
devam etmiştir. Bu ve diğer çalışmalar, muhtemelen GB’ye benzer şekilde
TM’den sonra bir miktar kilo alma eğilimi bulunduğunu göstermektedir.
Özet ve Öneriler
Meslektaş
incelemeli literatürde TM’den sonra kalıcı kilo kaybı, eşlik eden
hastalıklarda iyileşme, uzun dönemli hasta memnuniyeti ve yaşam
kalitesindeki iyileşmeyi gösteren önemli miktarda karşılaştırmalı ve
uzun vadeli veriler artık yayınlanmaya başlanmıştır.
Bu
nedenle de Amerikan Obezite ve Metabolizma Cerrahi Derneği, TM’yi ilk
obezite cerrahisi prosedürü olarak kabul edilebilir bir seçenek ve
planlanan aşamalı yaklaşımın bir parçası olarak yüksek riskli hastalarda
bir ilk basamak tedavisi olarak onaylamaktadır.
Mevcut durumda yayınlanmış literatüre dayalı olarak TM’nin MB ile GB arasında yer alan bir risk/fayda profili bulunmaktadır.
Herhangi
bir obezite cerrahisi prosedüründe olduğu gibi uzun vadede geri kilo
alımı mümkün olup, TM durumunda bu durum yeniden müdahale ile etkili bir
şekilde yönetilebilir. TM’nin ilk uygulanan bir prosedür olmasıyla
alakalı bilgilendirilmiş onam formları diğer obezite cerrahisi
prosedürlerinde sunulanlarla tutarlı olmalı ve uzun vadede yeniden kilo
alımı riskini içermelidir.
TM
prosedürü uygulayan cerrahların, meslektaş incelemeli literatürde
prospektif olarak sonuç verilerini toplamaları ve raporlamaları teşvik
edilmektedir.
Doç. Dr. Halil Coşkun
Çarşamba, Ocak 25, 2012
Obezite Kaderiniz Değil! Kilo Vermenin Ötesinde, Kaliteli Bir Yaşam İçin Obezite Cerrahisi

OBEZİTE KADERİNİZ DEĞİL!
Kilo Vermenin Ötesinde, Kaliteli Bir Yaşam İçin Obezite Cerrahisi
Değişen
yaşam koşulları ve sağlıksız beslenme sonucunda giderek yaygınlaşan
obezite, sadece yaşam kalitenizi düşürmez, birçok hastalığa da davetiye
çıkarır. Bütün bunlarla baş etmek ve sağlıklı kilonuza kavuşmak artık
elinizde.
Obezite Cerrahisi, obezite ve eşlik eden hastalıklarla mücade
lede
en etkin ve kalıcı yöntemdir. İyileşmek için yıllarca beklemeniz
gerekmiyor. İyileşme süreciniz, kararlılığınız ve yardım gerektiğini
fark etmenizle başlar.
Unutmayın, obezite ile mücadelede yalnız değilsiniz!
Doç. Dr. Halil Coşkun
İnternet Satış:

Pazartesi, Ağustos 23, 2010
Kilo Kaybı Ameliyatından Sonra Yeniden Kilo Almanın Tedavisi

Ameliyat,
önemli ölçüde kilo vermek için güçlü bir “araç” sağlar, ancak uygun bir
bakım olmazsa bu “araç” etkinliğini kaybederek yeniden kilo almaya yol
açabilir.
Kilo Almayı Önlemenin Temelleri
Yeniden kilo almayı önlemenin temeli eğitim ve düzenli takipdir.
Hem ameliyattan önce, hem de ameliyattan sonra hastalara, başarılarını
optimize etmek için ameliyatlarını nasıl kullanacaklarının öğretilmesi
gerekir. Optimum eğitim; ameliyat sonrası diyette danışma, davranışsal
değişim ve ekzersiz konularını içermelidir.
Yeniden kilo alan bir hastayla görüştüğümde öncelikle, beni görmeye gelme cesaretine sahip olduğundan dolayı kendisini kutlarım.
Vizit sırasında başlıca odaklandığım şey, yeniden kilo almanın;
anatomik bir problemden mi (ameliyatta yanlış giden bir şeyler), medikal
bir problemden mi yoksa davranışsal bir problemden mi (eski
alışkanlıklara dönüş) kaynaklandığının anlaşılmasıdır.
Yeniden kilo alma konusunu çözerken aşağıdaki soruları sormak oldukça yardımcı olmaktadır;
1. Günde kaç kere yemek yiyorsunuz?
2. Günde kaç kere acıkıyorsunuz?
3. Hiç doyduğunuzu hissediyor musunuz, hissediyorsanız ne kadar sürüyor?
4. Bir oturuşta ne kadar yemek yiyebilirsiniz?
5. Mide ekşimesi ya da reflü yaşıyor musunuz?
6. Herhangi bir yeni ilaca başladınız mı?
7. Enerji düzeyiniz nasıl?
8. Yaşantınızda yeni ya da devam eden stres faktörü var mı?
9. Yeniden kilo almanızın nedeni hakkında ne düşünüyorsunuz?
Eğer
bir hasta aniden daha büyük öğünler tolere edebilmeye başlamışsa, artan
sıklıkta açlık hissi yaşıyorsa ya da yeni veya tekrarlayan reflüsü
varsa o zaman, daha çok bir anatomik problemle (ameliyatta kötü giden
birşeyler) karşı karşıya olunduğundan şüphe edilmelidir. Anatomik
problemlerin tanısı en iyi şekilde, üst gastrointestinal endoskopi ile
konur.
Aşağıda yeniden kilo almanın bazı anatomik nedenleri yer almaktadır;
Anatomik
- Poş genişlemesi (Mide Bandı için)
- Mide bandı problemleri (balon kaçağı, tüpte delik, port bağlantısının kesilmesi, band ta kayma, band migrasyonu vb)
- Anastomotik genişleme (Gastric Bypass için)
- Mide hacim genişlemesi (Tüp Mide için)
Yeniden
kilo almaya yol açabilen bazı medikal durumlar da vardır. En yaygın
olanlarını aşağıda listeledim. Bunların çoğunun tanısı, iyi bir medikal
öykü ve kan testleri ile konulacaktır.
Medikal
Medikal
- Gebelik
- Tiroid hastalıkları
- Adrenal hastalıkları
- Yeni ilaçlar
- Böbrek ve/veya kalp problemleri
Deneyimlerime
göre kilo kaybı ameliyatından sonra yeniden kilo almanın anatomik ve
medikal nedenleri oldukça nadirdir, ancak mutlaka göz önünde
bulundurulmalıdır. Hastaların büyük çoğunluğunda yeniden kilo alma hastanın eski, sağlıksız alışkanlıklarına tekrar geri dönmesinin sonucudur.
İyi haber, erken müdahale ve hastayla özel konuları ele almakla, sıklıkla hastanın yeniden kilo almasının önlenebildiğidir.
Doç. Dr. Halil Coşkun
Obezite Ameliyatlarından Sonra Gebelik

İstatistiklere
göre hamileliklerin %40-50’si planlanmadan olmaktadır, bu nedenle obez
genç kadınları gebeliklerini kilo verdikten sonraya ertelemeleri
konusunda uyarmak zordur.
Obezitenin Cerrahi Tedavisi Tabloya Nasıl Uymaktadır? Ya da Uymakta mıdır?
Obez
gebeliklerin tehlikelerini bilmemek, problemin yalnızca bir parçasıdır.
Diğer parçası ise kilo almaya yatkın olanlarda kilo vermeyi başarma,
hatta kararlı bir kiloyu sürdürme için etkili yollara erişme
eksikliğidir. Kilo kaybı ameliyatı neden(ler)ine bakılmaksızın gerçek
şudur ki, hızla artan sayıda daha genç yaşlardaki kadınlar kilo kaybı
operasyonu yaptırmaktadır. Çoğunluğunun hamile kalması beklenmektedir.
Aslında obezite, kısırlığın yaygın bir nedenidir ve ameliyatla veya
diğer yollarla kilo kaybı, sıklıkla bu tür kısırlığı tedavi etmektedir.
Ameliyat
olmayı düşünen ya da ameliyat yaptırmış olan kadınlar, gebelik
sonuçları üzerindeki etkileri hakkında neler bilmelidirler?
Öncelikle iki önemli operasyon arasındaki farkları bilmek önemlidir.
Operasyonun bir türü (Mide Bandı),
midenin üst kısmına ayarlanabilir bir band yerleştirilerek küçük bir
mide poşunun oluşturulduğu “mide hacmini kısıtlayıcı” ameliyattır.
Şişirilen band, gıdaların bandın altındaki büyük mideye geçmeleri için
çok küçük bir açıklık bırakır. Bu, küçük miktarlardaki katı gıdaların
mide poşu duvarını gererek bir tokluk hissi oluşturmasının yanında aynı
zamanda katı gıdaların küçük poştan boşalmasının yavaşlamasına da neden
olur. Katı gıdalar açıklığı tıkamadığı sürece sıvılar ve eriyen gıdalar
(çikolata, kurabiye, cips) doğrudan geçerler.
Diğer operasyon türü ise (Gastric Bypass)
hem mide hacminde kısıtlama hemde alınan gıdaların emiliminde azalma
sağlamaktadır. Şüphesiz operasyonların kısıtlayıcı eylemleri, özellikle
de hasta eğer hızlı yiyorsa ve çiğnemesi yetersiz ise kusmaya neden
olabilir. Yeterince büyük iseler haplar ve kapsüller de benzer şekilde
kusmaya neden olabilirler.
Gebelik Sonuçları Üzerindeki Etkiler
Her zaman için, kilo kaybı ameliyatı geçiren ve gebe kalma kapasiteleri bulunan genç kadınların, hızlı kilo kaybı evresi boyunca ve ameliyatlarından en az 18-24 ay sonrasına kadar gebeliği önleyici önlemleri almaları önerilmektedir.
Kilo kaybı ameliyatlarının tümünden sonraki gebelik sonuçları genel
olarak, obez gebeliğin sonuçlarından daha iyidir. Hatta anneler
ameliyatlarından sonra yine de obez olsalar bile sonuçlar, hiç ameliyat
olmamalarından daha iyidir.
Bununla
birlikte unutmamak gerekir ki; anne eğer kusmaya, ishale ve güçsüzlük
hissine karşı önerilen tavsiyeleri izlemekte başarısız olursa, kilo
kaybı operasyonlarının neden olduğu risklere karşı farkında olması
önemlidir. Doğum öncesi bakımın bir parçası olarak hastalar, önerilen
takviyeleri almalı ve kritik besinlerin kan düzeyleri izlenmelidir.
Obezite ameliyatı geçiren tüm hastalar için söz konusu olduğundan, yeme
ve kusma ile ilgili kurallar izlenmelidir.
Obezite
ameliyatından sonraki sonuçlar için en son bilgiler, “Sağlıklı kilo
alma” ilkelerinin gözden geçirilmesi gerektiğini öne sürmektedir. Institute of Medicine of the National Academy of Sciences’e (Ulusal Bilim Akademisi Tıp Enstitüsü) göre genellikle 20-26 kg/m2
arasında bir VKİ’leri olan normal kilolu kadınların 10-15 kg almaları
önerilirken “yüksek aralık”ta bulunanların (VKİ 26-29 kg/m2) ise “önerilen kilo alma hedeflerinin en fazla 7 kg” olması önerilmektedir.
Çarpıcı bir şekilde artan obez kadın sayısı, şiddetli obez kadınlarda (VKİ 35 kg/m2
den büyük) gebelik kilosu değişimi üzerine daha fazla istatistik
sağlayarak yeni yönergelerin geliştirilmesine olanak sağlamıştır. Obez
kadınlar sıklıkla gebelik esnasında kilo verirler ve kilo kaybı
ameliyatından sonraki sonuçlar, hatta önerilmeyen hızlı kilo kaybı
evresindekiler bile herhangi bir kilo alımı olmamasına karşılık
sağlıklıdır. Yine de ameliyatın öncesinde ve sonrasında gebelik
sonuçlarını optimize etmek üzere gerekli olan vitaminler, mineraller ve
diğer besinlerin izlenmesi ve takviye edilmesi asla unutulmamalıdır.
Çocuklar Üzerindeki Etkiler
Obez
anneler, zayıf annelerden daha sık olarak yaşına göre küçük ya da aşırı
zayıf bebekler doğururlar. Ancak son zamanlarda, ufak bebeklerin
“sağlıklı” oldukları fark edilmiştir. Gerçekte ufak (ve hatta prematüre)
bebekler için hızlı kilo almak, tehlikelidir. Hızlı kilo, sıklıkla
çocukluk obezitesine yol açmaktadır. Obez gebeliklerin ve erken büyüme
uygulamalarının pek çok probleme neden olacağını kavramak önemlidir.
Eski deyimler artık kabul edilebilir değildir: “şirin, tombul bebek”,
yuvarlak tombul yanaklar “sağlıklı bebek”in belirtileri değildir.
Obez
kadınlar, obez olmayan kadınlar kadar yaygın bir şekilde emzirme ile
beslemezler. Obez kadınlar emzirdiklerinde de bunu, çok daha kısa bir
dönem için yaparlar. Daha kısa emzirme uygulamaları, daha fazla doğum
öncesi kilo ve çocukta artan obezlikle ilişkilidir. Emzirme ile
beslemeyi teşvik etmek için herşey yapılmalıdır. Çok sağlıklı ve
karşılığı görülen bir uygulama olup, anne ve çocukta obeziteyi önleyici
bir rolü vardır.
Sonuçlar
Obez
gebelikler tehlikeli gebeliklerdir. Kilo kaybı ameliyatını takiben
gebelikler anne ve çocuk için obez gebeliklerden daha güvenlidir. Kiloya bakılmaksızın kilo kaybı ameliyatı sonrası gebelikler;
a.) Ameliyattan sonraki ilk 18 ay boyunca önlenmelidir.
b.) Takviye alımını yönlendirmek üzere besin yetersizlikleri için izlenmelidir.
Kilo Kaybı Ameliyatı Geçiren Gebe Kadınlar İçin Öneriler
Yemek yeme davranışı. Kusma riskini azaltmak için:
- Minimum stres ve dikkat dağılması ile yavaşça yiyin
- Diyetinizi sıvılardan yarı katı gıdalara, sonra da katı gıdalara ilerletin
- Küçük porsiyonlar yiyin
- Yutmadan önce iyi çiğneyin
- Doygunluk hissederseniz, yemeyi bırakın
- Yemeğinizle birlikte bir şey içmeyin – yemekten sonra en az bir saat bekleyin
Kusmaya karşılık verme. Kusarsanız ya da geri çıkarırsanız:
- Nedenlerini bulmaya çalışın
- Dört saatliğine bir şey içmeyin
- Diyetinizi yavaş bir şekilde ilerleterek sıvılarla başlayın.
- İlerleme esnasında bulantı ya da kusma oluşursa 12 saat için ağızdan bir şey almayın
- Yukarıdaki önlemlere rağmen kusmaya devam ederseniz cerrahınızla temasa geçin
Doç. Dr. Halil Coşkun
Salı, Haziran 29, 2010
Hangi Obezite Cerrahi Prosedürü Benim için En “Doğru” Seçimdir?

Kilo kaybı ameliyatının, önemli miktarda ve sürekli kilo kaybı sağlamada etkili olduğu artık tüm bilimsel yayınlarda gösterilmiştir. Günümüzde arzu edilen bu sonuca ulaştıran çeşitli farklı kilo kaybı ameliyatları mevcuttur. Bu nedenle kilo kaybı ameliyatı düşünen hastalardan en sık aldığım sorulardan bir taneside; “Hangi prosedürün benim için uygun olduğuna nasıl karar vereceğim?” sorusudur.
Kilo Kaybı Cerrahi Ameliyatlarının Etkinliği
Benim görüşüm, bugün en yaygın olarak yapılan kilo kaybı ameliyatlarının (mide bandı, gastric bypass, tüp mide ve mide balonu) HER BİRİNİN, aşağıdaki şartlar gerçekleştirildiğinde etkin olduğudur; * Yetkin bir cerrah tarafından yapıldıklarında * En önemlisi de bu ameliyatların, işbirliği yapmayı dileyen bir hasta üzerinde uygulandıklarında
Hasta
hangi prosedürü seçerse seçsin kilo kaybının temeli hastanın, kilo
kaybı operasyonunu yaşam tarzı değişikliği uygulamada kullanmasını
sağlamaktır. Mevcut ameliyatlardan her biri gerçekten de açlığı ve
porsiyon büyüklüğünü kontrol etmeye yardımcı olan bir “araç”tır, ancak
hepsi budur! Gerisi hastaya kalmıştır.
Bununla
birlikte mevcut “araç”lar arasında bazı farklılıklar vardır. Aşağıda
bir hastanın, hangi ameliyatın uygun olduğuna karar verirken göz önüne
alması gereken bazı hususlar yer almaktadır.
Ameliyat Türünü Seçerken Dikkate Alınacak Hususlar
* Beklenen Kilo Kaybı:
Genel olarak Gastric Bypass ameliyatı hastaları fazla kilolarının
yaklaşık %70’ini, Tüp Mide hastaları yaklaşık %40-60’ını ve Mide Bandı
(Kelepçe) hastaları da yaklaşık %50-60’ını verirler. Ancak tüm bunlar;
hastanın ne kadar iyi takip edildiğine ve hastanın, uzun vadede başarıyı
sağlamak üzere yapılması gerekli olan tüm yaşam tarzı değişikliklerine
ağırlık verip vermemesine bağlıdır.
* Kilo Kaybının Güvenilirliği:
Gastric Bypass ve Tüp Mide hastaları, hemen her zaman yukarıda söz
edilen beklenen kilo kaybına ulaşırlar. Bu hastaların kilo
kaybetmelerinden değil; zamanla yeniden kilo almalarından endişe
ediyorum. Bu durum, kilo kaybı operasyonlarından sonraki ilk bir yıl
içerisinde gerekli yaşam tarzı değişikliklerini yapmadıklarında
oluşmaktadır. Mide
Bandı ile kilo kaybı ise çok daha değişkendir. Bazı hastalar fazla
kilolarının %70-90’nını (beklenenin %50-60 olduğunu hatırlayın)
kaybederken, bazıları ise çok daha az kaybedebilirler. Görüyorsunuz ki
bir band ile birlikte hastalar takip edilmezse ve yaşam tarzı
değişikliği üzerinde HEMEN çalışmazsa, kilo kaybını etkileyeceğidir. İyi
haber ise, bir Mide Bandı hastası kilo kaybettiğinde, hemen her zaman
kilo almaktan uzak durmasıdır, çünkü kilodan uzak durmak için yaşam
tarzı değişiklikleri yapmaları zorunludur ve bu durum, HERHANGİ BİR kilo
kaybı operasyonu için de kilodan uzak tutmaktadır.
* Hızlı ya da Yavaş:
Gastric Bypass ve Tüp Mide hastaları tipik olarak başlangıçta haftada
2,5-3 kg verecek ve operasyondan 12-15 ay sonra da beklenen kilo kaybına
ulaşacaklardır. Diğer
taraftan Mide Bandı hastaları ise daha yavaş ve istikrarlı bir kilo
kaybı (haftada 0,5-1 kg kilo verme) görme eğilimindedirler ancak
ameliyattan yaklaşık iki yıl sonrasında beklenen kilo kayıplarına
ulaşıncaya kadar bu şekilde devam ederler.
* Bilinmeyenin Korkusu: Gastrik
Bypass ile Mide Bandı uzun vadeli etkilerini araştıran güvenilir
çalışmalar vardır. Her iki operasyonunda güvenli oldukları, önemli
miktarda kilo kaybı ile kiloya bağlı tıbbi problemlerde iyileşmeye yol
açtıkları ve en önemlisi de kilo kaybını sürdürdükleri görünmektedir. Bu
noktada Tüp Mide için aynı şey söylenemez. Kuşkusuz halihazırda mevcut
çalışmalar bu operasyonun güvenli ve etkili olduğunu göstermektedir,
ancak operasyonun yeni olması nedeniyle bu operasyondan 5 ya da 10 yıl
sonra hastalara ne olacağını henüz bilmemekteyiz. Yeniden kilo alacaklar
mı? Bu kadar çok midenin kaldırılmasından dolayı problem yaşanacak mı?
Henüz bu soruların cevapları tam olarak bilinmemektedir.
* Takip Edilebilirlik: Mide
Bandının etkili olmasını sağlamak için bandın ayarlanması GEREKİR.
Ameliyattan sonraki ilk yıl içinde Mide Bandı hastaları tipik olarak
Gastric Bypass ya da Tüp Mide hastalarından daha sık kontrole
gelmektedirler, böylelikle bir Mide Bandı hastasının maksimum kilo
kaybına ulaşmak için bu takip randevularını gerçekleştirebilmesi
önemlidir.
* Cezalandırma Faktörü: Gastric
bypass hastaları, şeker içeren besinler aldıkları takdirde çok büyük
bir olasılıkla “Damping Sendromu” yaşayacaklardır. Şekerli bir gıda
aldıktan sonra kalpleri hızlanmaya ve terlemeye başlarlar, şiddetli
karın ağrısı ile baş dönmesi çekerler ve çoğu kez ishal olurlar. Bu
durum, geçmişte problem yaşamalarına neden olabilen bu besinlerden uzak
durmalarına gerçekten de yardımcı olacaktır. Bazı
hastalar, ameliyatlarından sonra “hile” yaparlarsa, ameliyatlarının
kendilerini cezalandıracağını bilme fikrini sevmektedir. Mide Bandı ve
Tüp Mide hastaları için ise Damping Sendromu yoktur, bu yüzden de
tatlılar söz konusu olduğunda, gıda seçimlerinde daha disiplinli
olmaları gerekir.
* Yabancı Cisim Korkusu: Mide
Bandı hastalarının, yaşamlarının geri kalanında içlerinde bulunan bir
bandla birlikte ÇOK rahat olmaları gerekmektedir. Hastalar sağlıklı bir
kiloya kavuştuğunda band çıkartılıp alınmamaktadır. Lütfen yeterli kilo
kaybı elde ettikten sonra bandın çıkartılmasını talep etmeyiniz, aksi
taktirde tekrar geri kilo almanız mümkün olabilir.
* Tersine Çevrilebilme: Bazı
hastalar band taktırmayı seçerler, çünkü obezite için “tedavi”
bulunduğunda ya da diğer bazı “problem”leri yaşadıklarında bandın
çıkarılabileceğine inanmaktadırlar. Bandın çıkarılmasının oldukça basit
olduğu doğru olmakla birlikte cerrahın bandı çıkartması için birkaç
neden vardır. Ayrıca duymuş olabileceğiniz negatif bilgilere rağmen
Gastric Bypass ameliyatıda aynı şekilde geri çevrilebilmektedir.
Kuşkusuz bir bypassı tersine çevirmek bir bandı çıkartmaktan daha
uğraştırıcı ve zordur, ancak yine de yapılabilir. Ne var ki Tüp Mide
ameliyatı geri çevrilemez.
* Korku Faktörü: Pek
çok hasta Gastric Bypass ya da Tüp Mide den korkar, çünkü “daha
invazif” ve bu nedenle de daha tehlikeli olduğu hissine kapılırlar.
Gastric Bypass ile Tüp Midenin daha büyük operasyonlar olduğu doğru
olmasına rağmen komplikasyon oranları Mide Bandın dan çokda yüksek
değildir.
* Sonuç: Cerrahınızın,
sizin için “en iyi” operasyonun hangisi olduğunu söyleyebilmesini
sağlayacak bir bilimsel çalışma bulunmamaktadır. Ameliyat için iyi bir
adaysanız HERHANGİ BİR kilo kaybı operasyonu büyük bir olasılıkla iyi
gelecektir.
Sonuçta
siz kendinizi bilirsiniz ve hastaların, hangi operasyonun kendileri
için uygun olduğuna en iyi kendilerinin karar vereceğine inanıyorum.
SİZİN için uygun olduğunu hissettiğiniz operasyon, büyük bir olasılıkla sizin için doğru olanıdır!
Doç. Dr. Halil Coşkun
Obezite Cerrahisi Sonrasında Hangi Vitaminlere Gerçekten İhtiyacım Var?

Kilo kaybı ameliyatlarından sonra çoğu insanın benimsemek zorunda olduğu yeni alışkanlık, her gün vitamin almaktır. “Gerçekte ne almam gerekir?” sorusunu cevaplarken ilk ve en önemli cevap şudur: “Doktorunuz ne öneriyorsa onu alın”...
Sürecin
bir yerinde doktorunuz muhtemelen size prosedürünüze dayalı olarak
ameliyattan sonra almanız gereken vitaminlerin bir listesini vermiştir.
Ayrıca doktorunuz laboratuar sonuçlarınıza baktığında sadece sizin için
çok özel önerilerde bulunabilir.
Genel olarak söylemek gerekirse ameliyattan sonra takviye almanın üç nedeni vardır;
1- Daha az gıda alsanız bile yeterli vitamin ve mineral aldığınızdan emin olmak için 2- Prosedürünüzden dolayı daha büyük bir riski bulunan yetersizlikleri önlemeye yardımcı olmak için 3- Bazı durumlarda beslenme yetersizliğinin tedavisi için
Ameliyattan sonra alınan takviyelerin en yaygın türleri multivitaminler, kalsiyum, B12 vitamini ve demirdir.
Multivitaminler
Bir
obezite ameliyatı geçirdiğinizde, hangi prosedür uygulanmış olursa
olsun kilo vermenizin temel bir nedeni daha az yemenizdir. Kişiler daha
az yediklerinde, her gün gerekli olan vitamin ve minarellerin herbirini
elde etmeleri güçtür – gerçek şudur ki insanların çoğu, istedikleri
kadar yemek yeseler bile bunu yapamazlar.
2008
yılında, 210 ameliyat geçirmiş hastayı iki yıl izleyerek yedikleri
besinleri Dietary Referance Intake (DRI) (Önerilen diyet miktarı) ile
karşılaştıran bir çalışma yapılmıştır. Ameliyattan
sonra daha iyi yeme eğiliminde olan hastaların bile A vitamini, C
vitamini, kalsiyum, demir, B1, B3, B6, folat, biotin ya da pantotenik
asitin (B5) minimum miktarını bile alamadığı ortaya çıkarılmıştır.
Almanız
gereken multivitamin türü geçirdiğiniz ameliyat tipine göre farklılık
gösterebilir ve çoğu hastadan tüm vitaminlerin günlük değerlerinin yüzde
100’ü ile ufak miktarlarda mineralleri içeren birşeyler almaları
istenir. Bir multivitaminin kalsiyum, magnezyum ve potasyum gibi
minerallerin günlük değerlerini içerme olasılığı çok düşüktür.
Kendilerini “komple” olarak niteleyen ürünler, aslında tüm vitamin ve
mineralleri sağlamayabilir, bu nedenle etiketleri dikkatlice okumak
gerekmektedir.
Kalsiyum
Mayo
Klinik’ten doktorlar, yakın zamanlarda geçmiş 20 yılda obezite ameliyat
yaptırmış olan 97 hastayı incelemişlerdir. Bu hastaların 21’inde,
toplam olarak 31 adet kırık olgusu bulmuşlardır – bu, genel popülasyonun
kırık riskinin iki katından fazladır. Kırıkların çoğu ameliyattan sonra
ortalama yedi yılda, öncelikli lokasyon olarak el ve ayaklarda
oluşmuştur. Diğer kırık bölgeleri kalça, omurga ve üst koldur.
Kemik
kaybı tüm obezite ameliyat türlerinden sonra mevcut bir risk olup,
yeterli miktarda kalsiyum almak kemik kaybının önlenmesinin önemli bir
parçasıdır.
American Society for Metabolic and Bariatric Surgery’nin obezite
ameliyatlarından sonra önerdiği kalsiyum alımı aşağıdaki gibidir:
· Ayarlanabilir Mide Bandı (Kelepçe): 1.500 mg kalsiyum
· Gastrik Bypass: 1.500 - 1.800 mg kalsiyum sitrat
· Duodenal Switch: 1.800 - 2.400 mg kalsiyum sitrat
B12 Vitamini
B12’nin
emilimi için mide çok önemlidir. Bunun nedeni, mide asitinin kandan B12
salınmasına yardımcı olması ve mide tarafından üretilen bir diğer madde
olan intrinsek faktörün B12 emilimi için gerekli olmasıdır.
Gastric
Bypass ve Tüp Mide gibi obezite cerrahi prosedürleri, B12 emilimini
daha zor hale getirmektedir. Sıklıkla, bu prosedürleri yaptıran
kişilerin enjeksiyon, burun spreyi ya da dil altı tablet olarak ilave
B12 alması gerekmektedir.
Demir
Düşük
demir ya da demir yetmezliği anemisi, bir obezite cerrahisi
komplikasyonu olabilir, ancak özellikle gastric bypass’tan sonra
yaygındır.
Gastrik
bypass’tan sonra demir düzeylerini sürdürmek daha zordur, çünkü demirin
emildiği başlıca bölge olan oniki parmak barsağı bypass edilmiştir. Pek
çok doktor hastaların, yetmezlik gelişmesine karşı korunmak üzere
önleyici olarak demir almalarını önermektedir.
Diğer Besinler
Beslenme
ile ilgili laboratuar sonuçlarınıza ve programlarınızın özgün
konularına bağlı olarak diğer besinleri almanız istenebilir. Bazı yaygın
besinler D vitamini, Tiamin (B1) ve protein takviyelerini içerir ancak
başkaları da söz konusu olabilir. Burada doktorunuzun tavsiyesi dikkate
alınmalıdır.
Sonuç
Son
bir öneri: vitaminlerinizi almazsanız işe yaramazlar. Birçok kişi ne
almaları gerektiği ile aşırı ilgilenir, ancak gerekli besinleri günlük
bazda almakta iyi bir iş çıkarmazlar. Ayrıca ameliyattan bir ya da iki
yıl sonrasına kadar vitaminlerini almak, pek de yaygın olmayan bir şey
değildir ancak, zamanla bırakabilmektedirler.
Beslenme
yetersizliklerinin çoğunu önlemek, tedavi etmekten daha kolaydır ve bir
kez ameliyat oldunuz mu bir problem oluşma riski hiçbir zaman
kaybolmaz.
Temel beslenme programınıza bağlı kalmak, hem sağlığınızı hem de başarınızı sağlamaya yardımcı olacaktır.
Doç. Dr. Halil Coşkun

Doç. Dr. Halil Coşkun



Safra
taşı, kum parçasından 3-4 cm boyuta kadar değişen boyutlarda olabilen
safra kesesi içinde yerleşen kolesterol ve safra tuzlarından oluşur.
Safra Taşı Tipleri:
. Kolesterol taşları
. Pigment taşları
. Karma taşlar (en sık görülen tip) kolesterol ve tuzdan oluşur.
Kolesterol taşları genellikle sarı-yeşil olup, sertleşmiş kolesterolden oluşmaktadır. Tüm safra taşlarının %80'nini oluşturur. Araştırmacılar, kolesterol taşı oluşma nedenini safranın çok fazla kolesterol veya bilirubin içermesine, yetersiz safra tuzuna veya safra kesesinin yetersiz boşalmasına bağlamaktadır.
Pigment taşları küçük, bilirubinden oluşan karanlık taşlardır. Tam olarak oluşma nedeni belli değildir. Daha çok sirozu olan, safra yolları enfeksiyonu geçiren ya da kalıtsal kan hastalığı olan kişilerde oluşur.
Safra taşlarının diğer nedenleri kolesterolün karaciğer tarafından fazlaca atılmasına bağlı oluşabilir.
Diğer nedenler ise;
Cinsiyet; 20-60 yaş arası kadınlar erkeklerden iki kat fazla safra taşı oluşturur
Obezite; Obezite özellikle kadınlarda safra taşı oluşumunda önemli bir risk faktörüdür
Östrojen; Hamilelik sırasındaki fazla östrojen, hormon takviye tedavisi, doğum kontrol hapları
Kolesterol düşürücü ilaçlar
Diyabet; Diyabeti olan kişilerin trigliserit seviyeleri yüksektir
Ani kilo kaybı; Obezite cerrahisi (mide bandı, gastric bypass, tüp mide) geçiren hastalarda fazla kilo kaybı oluşması sonucu
Semptomlar
Çoğu safra taşı olan kişilerin semptomu yoktur. Bu kişiler çoğu zaman asemptomatik olup bu taşlara sessiz taşlar denmektedir. Safra semptomları daha çok kalp krizi, appandisit, ülser, irrtiabl barsak hastalığı, hiatal herni, pankreatit, ve hepatit semptomlarına benzer. Bu nedenle doğru tanı çok önemlidir. Semptomlar daha çok geceleri ve yağlı yemek sonrası ortaya çıkar.
Bunlar;
. Karın şişliği
. Yağlı gıdalara toleranssızlık
. Üst karında devamlı bir ağrı, özellikle ani olarak artıp 30 dakika ile 1-2 saat içinde sonlanan
. Kürek kemikleri arasında ağrı
. Sağ omuz altında ağrı
. Mide bulantısı, kusma
. Hazımsızlık
Tanı
Ultrasonografi (US), safra taşı tanısında en sensitif ve spesifik testtir.
Diğer tanıda kullanılan testler ise;
. Bilgisayarlı tomografi (BT); Hem safra taşlarını hem de komplikasyonları gösterebilir.
. Endoskopik Retrograd Colanjio Pankreatografi (ERCP); Hastaya felksibl olan ve ucunda bilgisayar ve TV monitörünün bağlı olduğu endoskop yutturulur. Doktor endoskopu mideden oniki parmak barsağına (duedonuma) geçirir ve oradan da safra yollarına ulaşır. Daha sonra özel bir boya gönderilir ve safra sistemi boyanır. ERCP safra taşlarının yerini belirlemede ve çıkarmada kullanılan en etkili yöntemdir.
. Kan testleri; Kan testleri enfeksiyon, obstrüksiyon, pankreatit ve sarılık için yapılabilir
Safra kanalı tıkanıklığı ve enfeksiyonu (kolanjit) hayatı tehdit edici bir boyuta gelebilir. Tanı ve tedavi sonrası iyi bir tedavi ile prognozu iyidir.
Komplikasyonlar
Bilier kolik, safra kesesi iltihabı (kolesistit), siroz, kolanjit,
Tedavi
Cerrahi: En çok yapılan cerrahi laparoskopik kolesistektomi dir (safra kesesinin laparoskopik olarak alınması).
Eğer safra taşları safra yollarını tıkamışsa ERCP kese cerrahisi öncesi taşın yerini belirlemek ve çıkarmak için kullanılabilir.
Doç. Dr. Halil Coşkun
halilcoskun@hotmail.com
Mide Bandı Ameliyatının Uzun Dönem Sonuçlarının Değerlendirilmesi

Obezite
tedavisinde bugün için en fazla tercih edilen yöntemlerden birisi
(avrupa, avusturalya ve amerika) Laparoskopik Mide Bandı ameliyatıdır.
Şuana kadar tüm dünyada yaklaşık 500.000’nin üzerinde hastaya uygulama
yapıldığı tahmin edilmektedir. Bu ameliyatın uzun dönem sonuçları
aşağıda detaylıca sunulmaktadır;
Favretti ve ark. tarafından (Laparoscopic adjustable gastric banding in 1,791 consecutive obese patients: 12-year results. Favretti F, Segato G, Ashton D et al. Obes Surg. 2007)1993
ve 2005 yılları arasında 1791 hastaya laparoskopik mide bandı ameliyatı
uygulanmıştır. Hastaların %75.1’i kadın, %24.9’u erkek; ortlama yaş
38.7+10.9 yıl, ortalama ağırlık 127.7+24.3 kg, ortalama VKİ 46.2+7.7
kg/m2 tespitedilmiştir.
Hastaların %91’i 12 yıl sure ile takip edilmiştir. Hastaların 125’ine
öncelikle BioEnterics Intragastrik Balon (Mide Balonu) uygulaması
yapılarak belli oranda kilo kaybı sağlandıktan sonar Mide Bandı
uygulanmıştır. Ameliyata bağlı major komplikasyon oranı % 0.05-5.9,
minor komplikasyon oranı % 0.5-11.2 dir. Hiç bir hastada ameliyata bağlı
mortalite (ölüm) gelişmemiştir. Hastaların 10 yıllık takiplerinde kilo
kaybı 101.4+27.1 kg (ortalama 26.3 kg), VKİ kaybı 37.7+9.1 kg/m2 (ortalama 8.5 kg/m2),
fazla kilo kaybı yüzdesi %38.5+27.9 dir. Tip 2 diyabeti olan hastaların
%36.2’sinde, hipertansiyonu olan hastaların %60.6’sında gerileme ve
tedavi olduğu tespit edilmiştir. Bu çalışmada yaşam beklentisi üzerine
yapılan istatistiksal analizde Mide Bandı takılan hastalarda,
takılmayanlara göre daha uzun süreli yaşam tespit edilmiştir.
Mittermair ve ark. (Results and Complications after Swedish Adjustable Gastric Banding-10 Years Experience.Mittermair RP, Obermüller S, Perathoner A et al. Obes Surg. 2009)yapmış
oldukları değerlendirmede ise Laparoskopik Mide Bandı uygulanan 785
hastayı 10 yıl boyunca takip etme imkanı bulmuşlardır. Hastalar ilk 1
yıl içerisinde ortalama 26 kg kayıp gösterirken, 8. yılın sonunda bu
kilo kaybı ortalama 40.5 kg olmuştur. Kaybedilen fazla kilo kaybı
yüzdesi %65.5 olarak tespit edilmiştir. Hiç bir hastada ameliyata bağlı
mortalite (ölüm) gelişmemiştir.
Sonuç
olarak; Laparoskopik Mide Bandı ameliyatı uygulaması kolay, hastanede
yatış süresi kısa ve uzun dönemde kalıcı kilo kaybı sağlayan bir
yöntemdir. Bu uygulamada hasta uyumu son derece önemlidir, band ile
ilgili bir problem gelişmediği taktirde bandın çıkartılması
gerekmemektedir.
Hasta Sayısı
|
İzlem
|
Fazla Kilo Kaybı Yüzdesi
| |
Favretti ve ark.
|
1791
|
12 yıl
|
%38.5+27.9
|
Zehetner J ve ark.
|
190
|
6 yıl
|
%50
|
Toouli J ve ark.
|
481
|
5 yıl
|
%49.8
|
Miller K ve ark.
|
158
|
4 yıl
|
%54.7
|
Zinzindohoue F ve ark.
|
500
|
3 yıl
|
%54.8
|
Mide Balonu Uygulamasında Başarıyı Artırmanın Yolları ve Bilinmesi Gerekenler

Mide
Balonu uygulaması obezite tedavisinde 2000’li yılların başlarından
itibaren başarılı bir şekilde yaygın olarak uygulanmaya başlamış ve
gittikçe popülerlik kazanan endoskopik bir yöntemdir.
Ancak
bu uygulamanın bir cerrahi yöntem olmadığını (mide bandı, gastric
bypass gibi) ve obezitenin geçici tedavisinde kullanıldığını bilmemiz
gerekmektedir.
Peki kimlere uygulamalıyız ve başarıyı artırmak için neler yapmalıyız?
Bilimsel verileri incelediğimizde özellikle 2 temel alanda kullanımı önem kazanmaktadır;
1. Çok yüksek kilolu (süper morbid obez, VKİ>50 kg/m2) kişilerde, cerrahi tedavi öncesi ameliyat ve anestezi riskini düşürmek amacıyla,
2. Diyet,
egzersiz, ilaç gibi tedavilere rağmen kilo kaybedemeyen veya kaybedip
tekrar geri kilo alan ve aynı zamanda cerrahi tedavi sınırları içinde
olmayan (yada cerrahi tedavi düşünmeyen), VKİ 27-35 kg/m2 arasında olan
kişilerde kullanılmaktadır.
Yukarıdaki hasta grubunda uygulama verileri incelendiğinde elde edilen sonuçlar şu şekildedir;
VKİ>50 kg/m2
nin üzerindeki süper morbid obez hastalarda mide balonu uygulaması
sonrasında mutlaka bir cerrahi prosedür ile kombine edilmesi
önerilmektedir (Melissas et al. Obes Surg 2006).
Süper
morbid obez hastalarda cerrahi tedaviye hazırlamak için kullanılan bir
diğer prosedür Tüp Mide (sleeve gastrektomi) dir. Bu prosedür ile mide
balonu uygulaması karşılaştırıldığında 6 ve 12 aylık takiplerde her iki
yöntem arasında kilo kaybettirme de bir fark tespit edilmemiştir. Mide
Balonunun teknik olarak uygulamasının kolay olması, riskinin düşük
olması önemli bir avantaj olarak görülmektedir (Genco et al. Surg. Endosc. 2009).
Süper
morbid obez hastalarda cerrahi tedavi öncesi uygulanan Mide Balonu,
özellikle karaciğer hacminde önemli derecede volü küçülmesine neden
olarak, daha sonra uygulanacak ameliyatın laparoskopik olarak
yapılmasını kolaylaştırmaktadır (Frutos et al. Obes Surg 2007).
Yine bu hasta grubunda özellikle mevcut yandaş hastalıkların (diyabet,
hipertansiyon, uyku apne vd) gerilemesine neden olarak cerrahi tedavinin
daha rahat olmasını sağlamaktadır (Genco et al. Obes Surg 2005).
VKİ<35
style="font: normal normal normal 11px/normal Verdana, sans-serif;
color: rgb(51, 51, 51); font-weight: normal; ">2 olan kişilerde mide
balonu uygulaması sonrasında elde edilen fazla kilo kaybı yüzdesi daha
fazla görülmekte ve kaybedilen kilo daha kalıcı olmakta ve daha fazla
oranda kaybedilen kilolar korunmaktadır(Genco et al. Int J Obes 2006).
Adölesan (yaş<18)> (Sallet et al. Obes Surg 2004).
Mide
balonu uygulaması sonrasında bazı kişilerde istenilen oranda kilo
kaybedilmediği bildirilmektedir. Bunun en önemli nedeni bu uygulamayı
bir cerrahi prosedür gibi düşünüp, balonun tek başına kilo kaybettirmesi
beklenmektedir. Bu uygulamada yüksek kalorili diyet son derece
zararlıdır, mutlaka kalori kısıtlayıcı bir diyet (1000-1200 Kcal/gün)
ile kombine dilmeli, bununla birlikte beslenme alışkanlığının
değiştirilmesi hedeflenmelidir(Mathus-Vligen et al. Gastrointest Endosc 2005).
Doç. Dr. Halil Coşkun
Pazar, Nisan 04, 2010
Mide Bandı Ameliyatlarından Sonra Band Dolumu Ne Zaman ve Nasıl Yapılır?

Mide bandı ameliyatından sonra en önemli konu bandın dolum yapılmasıdır. Bu süreç önemli bir uyum gerektirmektedir.
Ne Zaman?
Çok
erken dönemde band dolumunun yapılması band ile ilgili bazı
problemlerin (stoma darlığı, bandın kayması, yemek yemede uyumsuzluk)
ortaya çıkmasına neden olabilir.
Çoğu
obezite cerrahı ameliyattan hemen sonra band dolumu yapılmasını
istemez. Başlangıçta bellirli bir sure (2-3 hafta) sıvı diyet,
sonrasında püreli yumşak diyet (2-3 hafta) ile beslenilmesi ve devamında
banda dolum yapılması uygun görülmektedir.
Banda
nekadar dolum yapılacağı cerrahınız tarafından karar verilecektir.
Ancak hiç bir zaman başlangıçta fazla dolum yapılmaması gerekmektedir.
Aksi taktirde bandın sıktığı mide çapı çok fazla daralacağından, yemek
yemede zorluk, uyumsuzluk ve aşırı bulantı ve kusmalar görülebilir.
Bugün
için dünyada farklı firmalara ait mide bandları bulunmaktadır. Bu
bandların tamamının işleyiş mekanizması aynı olmakla birlikte şişirilme
kapasiteleri dizaynlarından dolayı farklılık göstermektedir. Dolayısıyla
dolum yapılırken bu ayrıntı çok iyi bilinmelidir.
Genel
kural olarak başlangıç dolumunda az bir miktar ile kişinin yemek yemesi
kontrol edilir ve daha sonrasında bu miktar bellirli bir zaman dilimi
içierisinde kontrol edilerek dolumda artış yapılır. Burada temel hedef
kişinin ne istediği gibi yemek yemesinin sağlanması nede hiç birşey
yiyip içemeyecek düzeyde kısıtlamaya gidilmesidir. Bu standart dolum
ayarı herkeste farklılık gösterebilir, aynı bandı kullanan iki kişide
dahi aynı dolum miktarlarıyla farklı kısıtlama değerleri elde
edilebilir.
Nasıl Yapılır?
Band
ayarı oldukça kolaydır, burada dikkat edilmesi gereken nokta rezervuar
haznesinin nekadarlık bir derinlikte olduğunun bilinmesidir. Çoğu cerrah
bu rezervuarı karnın sol üst bölgesinde derin yağlı plana koymaktadır.
Bu şekilde yerleştirilmiş rezervuarlarda skopi cihazında görülerek
enjeksiyon yapılmasına gerek yoktur, rahatlıkla iğne rezervuara
yerleştirilerek dolum işlemi istenilen ölçüde tamamlanabilir. Ancak
rezervuar daha derin bir noktaya (fasya üzerine) tespit edilmişse,
ozaman skopi cihazında kontrol edilerek iğnenin yerleştirilmesi daha
doğru bir yaklaşım olacaktır. Özellikle süper morbid obez hastalarda cil
altı yağlı doku çok fazla olduğundan derin yerleşimli rezervuarlarda
ayarlama yapmak zorluk gösterebilir. Bu ayarlama için herhangi bir genel
veya lokal anesteziye gereksinim yoktur.
Nelere Dikkat Edilmeli?
Şu
hiç bir zaman unutulmamalıdır ki; band yemek yemede mekanik bir
kısıtlama sağlar, bandın yüksek değerlerde sıkılması banda ait
komplikasyon riskini artırabilir. Amaç yüsek dolumlarda değil, düşük
dolumlarda efektif kilo kaybı elde etmeye çalışmak olmalıdır. Bu durum
sizin uyumunuzu ve yemek yeme alışkanlığınızı kendi iradenizide işin
içine katarak değiştirdiğini gösterecektir. Doç. Dr. Halil Coşkun
Cumartesi, Mart 20, 2010
Tek Kesili Laparoskopik Cerrahi

Tek Kesili Laparoskopik Cerrahi (TKLC)
Single Incision Laparoscopic Surgery (SILS)
Tek
Kesili Laparoskopik Cerrahi (TKLC) geleneksel laparoskopik cerrahi
karşısında gelişen bir alternatif yöntem olarak durmaktadır. Bir çok
vakada tamamiyle gizlenebilen tek bir cilt kesisi ile yapılan bu işlem
hastaların seçimine sunulmuştur. İyileşmeyi takiben genellikle
görülebilir bir iz kalmamaktadır.
Tek
kesili laparoskopik cerrahiyi tanımlamak üzere bir çok terim mevcuttur.
Bunlar aynı temanın değişik ifadeleridir ve bazıları şunlardır;
TKLC = Tek Kesili Laparoskopik Cerrahi
TPGC = Tek Port Girişli Cerrahi
LETC = LaparoEndoskopik Tek Alanlı Cerrahi
Tam olarak TKLC prosedürü nedir ve nasıl yapılmaktadır?
TKLC
prosedürü safra kesesi ameliyatı, jinekolojik ameliyatlar (histerektomi
gibi) ve diğer birçok tedavinin başarıyla yapıldığı tek insizyon
kullanılarak (göbek deliğinden geçen) yapılan bir laparoskopik cerrahi
prosedürdür.
Sadece
20 mm’lik bir insizyon kullanılarak uygulanan TKLC prosedürü,
geleneksel laparoskopik tekniklerin gerektirdiği genellikle her biri 1
cm veya daha küçük insizyonların açıldığı birçok giriş noktalarının
açılmasının önüne geçmiştir.
Kim TKLC prosedürü için uygun bir adaydır?
Genellikle
laparoskopik cerrahi için aday olan hastalar aynı zamanda TKLC
prosedürü için de birer adaydır. Ancak geçirilmiş cerrahinin olmaması,
vakanın acil bir vaka değil de elektif bir vaka olması temel seçim
kriterleridir.
TKLC’in avantajları varmıdır?
TKLC
karın duvarında yapılan kesinin şekli ve büyüklüğü ile ilişkilidir.
Birçok cerrahi operasyon halen aynı yol ile yapılmaktadır. Bu nedenle
daha iyi bir kozmetik sonuç dışında bu teknik için iyi bilinen bir
avantaj yoktur.
TKLC’in hiç dezavantajı varmıdır?
TKLC halen gelişmekte olan bir tekniktir.
Yapılan tüm cerrahiler gibi riskleri mevcuttur.
Lütfen bu riskleri detaylıca cerrahınızla konuşarak öğreniniz.
TKLC prosedürlerinin diğer laparoskopik cerrahilerden farkı nedir?
Görülebilir
skar oluşumuna yol açabilecek geleneksel laparoskopik cerrahilerin
gerektirdiği dört adet 1 cm’lik veya daha küçük insizyonların aksine
TKLC prosedürü görülebilir skar oluşumuna yol açmayan göbek deliğinden
geçen tek bir 20 mm’lik kesiyle yapılmaktadır.
Bununla
birlikte geleneksel laparoskopik cerrahide birden fazla kesi
neticesinde oluşacak olan ağrıyı, tek insizyon ile minimalize
etmektedir.
TKLC Port

TKLC
Portu tek bir insizyondan girecek birçok enstrumanın geçişine olanak
sağlayan bir yapıya sahiptir. TKLC portu içinden aletlerin geçeceği 3
kanül bulunmaktadır. TKLC Portu’nun başlıca özelliği optimal aletlerin
geçişi için, karın içini hava ile doldururken buna olanak sağlayan valve
sahip olmasıdır. Bu el aletleri için destek ve stabilite sağlamakta,
aletlerin maksimum hareketine olanak tanımaktadır.
TKLC prosedürleri ile ilişkili riskler varmıdır?
Evet, herhangi bir cerrahi prosedür sırasında komplikasyon gelişebilir.
Agency
for Healthcare Research and Quality (AHRQ) kuruluşuna göre yapılan
herhangi bir cerrrahinin problemleri arasında; ağrı, organ hasarı,
kanama, enfeksiyon, fıtık, yapışıklıklar ve skarlar sayılabilir.
Kanıtlar,
yaşam kalitesi açısından genellikle açık cerrahiden ziyade geleneksel
laparoskopik cerrahi prosedürlerin sonuçlarından daha iyi olduğundan
dolayı desteklemektedir.
Doç. Dr. Halil Coşkun www.halilcoskun.com
Pazar, Şubat 14, 2010
Safra Kesesi Cerrahisi (Laparoskopik Kolesistektomi)

Yetişkin
nüfusun yaklaşık %8’nin safra kesesinde taş vardır. Her yıl bu
insanların yaklaşık %1’i safra kesesi cerrahisine gitmektedir.
Safra
taşları (sağdaki resim) temel olarak kolesterolden oluşmuştur. Taşlar
ilk 2-3 yıl büyüme eğilimindedir sonrasında büyüklüğü sabit kalır. Tüm
safra taşlarının %85’i iki cm den küçük taşlardır. Safra taşı olan
insanlarında %80’i yıllar boyu asemptomatik kalır. Ancak
bazı safra taşların sonuçları ciddi olabilir. Kısa süreli bilier kolik
ağrılardan hayatı tehdit edebilecek safra kesesi veya pankreas
enfeksiyonlarına yol açabilir.
1990’lı
yıllara kadar semptomatik safra kesesi taşlarına yönelik ana cerrahi
tedavi bir karın insizyonla safra kesesinin çıkarılmasıydı. Ancak
geniş insizyondan kaynaklanan ağrı nedeniyle hastanede 5-7 günlük
yatışlar yapılmaktaydı. Günümüzde ise semptomatik safra kesesi taşları
için en iyi tedavi şekli laparoskopik kolesistektomi denilen cerrahi tekniktir.
Bu
teknik bir kaç küçük delik (yaklaşık 1 cm) insizyonun karın duvarında
yapılmasını gerektirmektedir. Safra kesesi bu küçük insizyonların
birinden çıkarılmaktadır. Sonrasında laparoskopi aletleri çıkarılmakta
ve insizyonlar 1-2 dikişle kapatılarak küçük pansumanlar yapılmaktadır.
Bu
ameliyat genel anestezi gerektirmektedir. Açık kolesistektomi ile aynı
riskleri ve komplikasyonları içermektedir. Ancak hastalar ameliyat
sonrasında daha az ağrı çekmekte ve 1-2 günlük hastanede kalış ve
sonrasında 1-2 haftalık iyileşme dönemi geçirmektedir. Bu süreler açık
kolesistektomiden çok daha kısadır.
Safra Kesesi Taşlarının Komplikasyonları Nelerdir?
Safra
kesesinde taşı olan hastaların yaklaşık %10’nunda semptomlar görülür.
Gelip geçici bilier kolik olarak bilinen ve yağlı yemeklerden sonra
görülen ağrı semptomu görülebilir. Safra
kesesindeki safra akışını bir taş tıkadığı zaman safra durgun hale
gelir. Bu durgun safra, safra kesesinin enfeksiyon ve inflamasyonuna yol
açar. Hastaların ateşi olabilir, karınlarının sağ üst bölgesinde ciddi ağrı hissedebilir ve kusma görülebilir.
Safra kesesi ana safra yollarına girdikten sonra sarılık, kolanjit ve pankreatit görülebilir.
Sarılık safra akışının duodenuma ulaşmasının engellendiği için olur. Bu durum bilirubinin aşırı emilimine ve deri ve gözlerde sarı renk değişikliğine neden olur. Safra yolunda taşa ek olarak bilier sistemde kolanjit denilen enfeksiyon görülebilir. Bu
durum yine safra akışının duraganlığından kaynaklanır. Bu enfeksiyon
karaciğere ulaşabilir ve tedavi edilmezse karaciğer absesine neden
olabilir.
Pankreatit safra yolundaki taşın safra kanalı boyunca geçip pankreas kanalını tıkaması ile oluşur. Bu durum kendi kendini sınırlayan, ağrı kesicilere ve barsakların dinlendirilmesine yanıt veren bir durumdur. Ancak hastaların bir kısmında bu pankreatik hasar daha kötüleştirici inflamasyonu tetikleyip hastanın genel durumunu bozabilir.
Daha
az sıklıkla görülen diğer bir komplikasyon da safra kesesinin
perforasyonudur (delinmesi). Safra kesesi duvarının erozyonu ile
kolesisto-enteral (safra kesesi ile barsak arasında) fistüller ve safra
taşının barsak içine geçmesi ile ince barsak tıkanıklığı görülebilir.
Safra Kesesinde Taş olan Hastaların Hangileri Tedavi Edilmelidir?
Safra
taşı bir kez oluştu mu tekrar etme eğilimindedir. Semptomatik
hastaların çoğu tedavi edilmelidir. Safra kesesi taşından kaynaklanan
ağrı sıklıkla ciddi, periyodik, 1-5 saat içinde kaybolan, hastayı gece
yatağından uyandıran, epigastrik veya karnın sağ üst bölgesinde olan bir
ağrıdır. Yemek yeme sonrasında alevlenen bir ağrı vardır. Yaklaşık %90 hastada başarılı bir laparoskopik safra kesesi ameliyatı sonrasında sorun ortadan kalkmaktadır.
Safra Kesesinde Taş olan Hastaların Hangileri Laparoskopik Kolesistektomi ile Tedavi Edilmelidir?
1988 yılında laparoskopik
kolesistektomi yapılmaya başlandıktan sonra safra kesesinin çıkarılması
için altın standart olmuştur. Bir çok semptomatik hasta (genel
anesteziyi tolere edebilecek ve ciddi kardiopulmoner hastalığı olmayan
veya ameliyata engel olabilecek ek hastalığı olmayan) laparoskopik
kolesistektomi için aday olmuştur.
Safra
kesesi hastalığından ciddi komplikasyonları olan bazı hastalar
laparoskopik ameliyat için uygun olamayabilir. Ek olarak 3.
trimesterdeki gebe hastalar uterusa zarar verebilme olasılığından dolayı
laparoskopik kolesistektomi için aday değillerdir.
Özet
Safra
kesesinde taşı olan birçok hasta asemptomatik (semptomsuz) kalır.
Asemptomatik hastalar komplikasyon gelişmeden önce semptom geliştirir.
Bir kaç istisna dışında safra kesesinde taşı olan asemptomatik hastalar
tedavi edilmemelidir.
Bir
kez safra taşı semptomları gelişirse, tekrar etme eğilimi gösterir. Bu
hastalar komplikasyon geliştirmeye meyillidir. Tipik bilier semptomlar
geliştiren birçok hasta tedavi edilmelidir.
Çünkü
başka hastalıklar için araştırılan hastalarda safra kesesi taşları
rastlantısal olarak saptanabilir. Atipik ağrısı olan ve dispeptik
yakınmaları olan hastalarda semptomun sebebini ortaya koymak için başka
ileri araştırmalar gerekebilir.
Laparoskopik kolesistektomi semptomatik safra kesesinde taşı olan hastalar için güvenli ve etkili bir tedavi yöntemidir.
Laparoskopik
kolesistektomi açık kolesistektomiye oranla daha faydalı bir tedavi
seçeneğidir. Ameliyat sonrası ağrı ve hasta olma durumunu mortalite ve
morbitiditeyi arttırmadan azaltır.
Laparoskopik kolesistektominin sonuçları ameliyat yapan cerrahın eğitimi, tecrübesi ve yetenekleri ile ilişkilidir.
Doç. Dr. Halil Coşkun www.halilcoskun.com
Çarşamba, Şubat 10, 2010
Safra Kesesi Hastalıkları (Safra Taşı Nedir?)

Safra Taşı Tipleri:
. Kolesterol taşları
. Pigment taşları
. Karma taşlar (en sık görülen tip) kolesterol ve tuzdan oluşur.
Kolesterol taşları genellikle sarı-yeşil olup, sertleşmiş kolesterolden oluşmaktadır. Tüm safra taşlarının %80'nini oluşturur. Araştırmacılar, kolesterol taşı oluşma nedenini safranın çok fazla kolesterol veya bilirubin içermesine, yetersiz safra tuzuna veya safra kesesinin yetersiz boşalmasına bağlamaktadır.
Pigment taşları küçük, bilirubinden oluşan karanlık taşlardır. Tam olarak oluşma nedeni belli değildir. Daha çok sirozu olan, safra yolları enfeksiyonu geçiren ya da kalıtsal kan hastalığı olan kişilerde oluşur.
Safra taşlarının diğer nedenleri kolesterolün karaciğer tarafından fazlaca atılmasına bağlı oluşabilir.
Diğer nedenler ise;
Cinsiyet; 20-60 yaş arası kadınlar erkeklerden iki kat fazla safra taşı oluşturur
Obezite; Obezite özellikle kadınlarda safra taşı oluşumunda önemli bir risk faktörüdür
Östrojen; Hamilelik sırasındaki fazla östrojen, hormon takviye tedavisi, doğum kontrol hapları
Kolesterol düşürücü ilaçlar
Diyabet; Diyabeti olan kişilerin trigliserit seviyeleri yüksektir
Ani kilo kaybı; Obezite cerrahisi (mide bandı, gastric bypass, tüp mide) geçiren hastalarda fazla kilo kaybı oluşması sonucu
Semptomlar
Çoğu safra taşı olan kişilerin semptomu yoktur. Bu kişiler çoğu zaman asemptomatik olup bu taşlara sessiz taşlar denmektedir. Safra semptomları daha çok kalp krizi, appandisit, ülser, irrtiabl barsak hastalığı, hiatal herni, pankreatit, ve hepatit semptomlarına benzer. Bu nedenle doğru tanı çok önemlidir. Semptomlar daha çok geceleri ve yağlı yemek sonrası ortaya çıkar.
Bunlar;
. Karın şişliği
. Yağlı gıdalara toleranssızlık
. Üst karında devamlı bir ağrı, özellikle ani olarak artıp 30 dakika ile 1-2 saat içinde sonlanan
. Kürek kemikleri arasında ağrı
. Sağ omuz altında ağrı
. Mide bulantısı, kusma
. Hazımsızlık
Tanı
Ultrasonografi (US), safra taşı tanısında en sensitif ve spesifik testtir.
Diğer tanıda kullanılan testler ise;
. Bilgisayarlı tomografi (BT); Hem safra taşlarını hem de komplikasyonları gösterebilir.
. Endoskopik Retrograd Colanjio Pankreatografi (ERCP); Hastaya felksibl olan ve ucunda bilgisayar ve TV monitörünün bağlı olduğu endoskop yutturulur. Doktor endoskopu mideden oniki parmak barsağına (duedonuma) geçirir ve oradan da safra yollarına ulaşır. Daha sonra özel bir boya gönderilir ve safra sistemi boyanır. ERCP safra taşlarının yerini belirlemede ve çıkarmada kullanılan en etkili yöntemdir.
. Kan testleri; Kan testleri enfeksiyon, obstrüksiyon, pankreatit ve sarılık için yapılabilir
Safra kanalı tıkanıklığı ve enfeksiyonu (kolanjit) hayatı tehdit edici bir boyuta gelebilir. Tanı ve tedavi sonrası iyi bir tedavi ile prognozu iyidir.
Komplikasyonlar
Bilier kolik, safra kesesi iltihabı (kolesistit), siroz, kolanjit,
Tedavi
Cerrahi: En çok yapılan cerrahi laparoskopik kolesistektomi dir (safra kesesinin laparoskopik olarak alınması).
Eğer safra taşları safra yollarını tıkamışsa ERCP kese cerrahisi öncesi taşın yerini belirlemek ve çıkarmak için kullanılabilir.
Doç. Dr. Halil Coşkun
halilcoskun@hotmail.com
Etiketler:
Doç.Dr. Halil Coşkun,
kolanjit,
kolelitiyazis,
kolesistit,
laparoskopik kolesistektomi,
safra kesesi,
safra kesesi ameliyatı,
safra taşı



JAMA’DA
YER ALAN LAGB (Laparoskopik Ayarlanabilir Gastric Bandlama) ÇALIŞMASI
İLE İLGİLİ ASMBS (American Society for Metabolic & Bariatric
Surgery) BİLDİRİSİ
23 Ocak 2008
Journal of the American Medical Association (JAMA)’da Laparoskopik Ayarlanabilir Gastrik Bandlamanın (Mide Kelepçesi) (LAGB) Tip 2 Diyabet üzerindeki etkilerini inceleyen ilk randomize kontrollü çalışmanın bugün yayınlanmasından sonra dünyada haber başlıkları ‘Obezite Cerrahisi Diyabeti Tedavi Edebilir’ olarak belirlendi.
Obezite ve Metabolizma cerrahları olarak bizler bunu yıllardır biliyorduk. Ancak bugünkü çalışma, Ağustos 2007’de The New England Journal of Medicine’da yayınlanan ve obezite cerrahi sonrası anlamlı sağkalım avantajı gösteren iki değerli çalışma ile birlikte, daha fazla göz ardı edilemeyecek yeni ve önemli kanıt oluşturmaktadır - obezite cerrahisi hayat kurtarmaktadır ve hastalığı yok edebilir ya da dramatik olarak iyileştirebilir!
Ne var ki bu kanıtlara rağmen, diğer klinik çalışmalar ve Center for Medicare & Medicaid Services (CMS)’in yaptırımları nedeniyle birçok özel sağlık sigorta şirketi obezite cerrahisine ulaşımı sınırlamaktadır. Obezite, Tip 2 diyabet ve başka hastalıklardan dolayı daha fazla yaşam kaybedilmeden bu durumun değişmesi zorunludur.
Aşağıda JAMA çalışmasının anahatları ve özeti verilmektedir:
Çalışmanın Önemi ve Etkisi
1) Bu çalışma erken dönem Tip 2 diyabet tedavisinde obezite cerrahisinin (Laparoskopik Ayarlanabilir Mide Kelepçesi) bilinen tıbbi tedaviye göre daha yüksek etkinlik sağladığını gösteren ilk randomize kontrollü çalışmadır. Cerrahi grubunda tam iyileşme oranının %73 olmasına karşı tıbbi yaklaşım grubunda %13 olması, literatürde Tip 2 diyabet tedavisinde kullanılan herhangi bir tedavi kombinasyonu ile ilgili randomize kontrollü çalışmalar arasında bildirilmiş en yüksek değerler arasındadır. Sonuçlar Tip 2 diyabetik ve hafif-orta obezitesi olan hastalar için obezite cerrahisinin bir tedavi seçeneği olarak değerlendirilmesi gerektiğini öne sürmektedir.
2) Bu çalışma Vücut Kitle İndeksi (VKİ) <35 kg/m2 olan diyabetik hastalarda bilinen tıbbi tedavi ile karşılaştırıldığında obezite cerrahisinin daha etkin olduğunu gösteren ilk randomize kontrollü çalışmadır. Diğer çalışmalarda belirtilen VKİ<35 olan seçilmiş hasta grubunda obezite cerrahisinin yararlı olabileceği yönündeki kanıtları desteklemektedir. Aynı zamanda 1991’de oluşturulan NIH kılavuzunda obezite cerrahisinin uygunluğu için VKİ değerinde 35’in mutlak alt sınır olarak kabul edilmiş olmasını sorgulatmaktadır.
3) Her ne kadar çalışma diyabetin tedavisinde tıbbi ve cerrahi tedavi arasındaki komplikasyon oranlarını karşılaştırmak açısından yeterli kuvvete sahip olmasa da, tıbbi ve cerrahi tedavi için komplikasyon oranları benzerdir. İki grupta da ciddi bir istenmeyen etki görülmemiştir. Diğer çalışmalar bu hasta grubunda obezite cerrahisi için göreceli olarak düşük komplikasyon oranları bildirmekte, bu toplulukta obezite cerrahisinin kabul edilebilir yarar/zarar oranı ile uygulanabileceğini düşündürmektedir.
4) Bu çalışmada elde edilen son derece olumlu sonuçlara ek olarak SOS ve Adams (NEJM, Ağustos 2007) tarafından bildirilen sağkalım avantajı, obezite ve diyabet tedavisinde cerrahinin yerinin değerlendirilmesi açısından yeni bir multidisipliner konsensus oluşturulması gerektiği görüşünü desteklemektedir.
5) Bu çalışma incelenmesi gereken başka alanlar olduğunu göstermektedir. Bunlar arasında remisyonun sürekliliği, cerrahinin daha ileri diyabet üzerine etkisi, diğer obezite cerrahisi işlemlerinin göreceli yarar/zarar oranları, cerrahinin körlük, böbrek yetersizliği ve kardiyovasküler olaylar gibi sekonder diyabet komplikasyonları üzerindeki etkisi gibi konular bulunmaktadır. Devlet tarafından desteklenen, spesifik olarak iyi planlanmış klinik çalışmalar arttırılmalı ve bu ve diğer çalışmaların ortaya koyduğu önemli sorular incelenmelidir. Amerika Birleşik Devletleri diyabet veya obezite için cerrahi tedavinin değerlendirilmesi amacıyla göreceli olarak az yatırım yapmıştır.
6) Bu çalışmada elde edilen son derece olumlu sonuçlarla birlikte SOS ve Adams (NEJM, Ağustos 2007) tarafından bildirilen sağkalım avantajı, Medicare, NIH ve diğer Amerikan hükümet birimleri tarafından bildirilmiş ve yaygın kabul gören kriterlere dayalı olarak obezite cerrahisi için kapsama sağlamayan üçüncül sağlık ödeyicilerine karşı etik ve hukuki bir iddia oluşturmaktadır.
7) Önleme: Her ne kadar bu çalışma Tip 2 diyabetin etkin tedavisinde obezite cerrahisinin yeri için kuvvetli kanıt sağlasa da, Amerikan hükümeti, sağlık birimleri, sivil liderler ve politika oluşturanlar, gelecek nesillerde artacak diyabet yükünü azaltmak amacıyla, diyabetin önlenmesi konusuna odaklanmalıdır.
ÖZET
Tip 2 Diyabet için Ayarlanabilir Gastrik Bandlama ve Konvansiyonel Tedavinin Özeti ve Önerdikleri. JAMA’da Yayınlanmış Bir Randomize Kontrollü Çalışma
23 Ocak 2008
Dixon JB, Obrien PE, Playfair J, Chapman L, Schachter LM, Skinner S, Proietto J, Bailey M, Anderson M. JAMA. 2008:299 (3): 316-323
Özet
İçerik: Gözlemsel çalışmalar Tip 2 diyabette cerrahi olarak sağlanmış kilo kaybının etkin tedavi olabileceğini öne sürmektedir.
Amaç: Cerrahi olarak indüklenmiş kilo kaybının konvansiyonel kilo kaybı ve diyabet kontrolü yöntemleri ile karşılaştırıldığında daha iyi glisemik kontrol sağladığını ve daha az diyabet medikasyonu gerektirdiğini saptamak.
Yöntem: Ortam ve Katılımcılar: Avusturalya’da yerleşik tedavi programlarına kayıtlı genel toplumun başvurduğu Üniversite Obezite Araştırma Merkezi’nde Aralık 2002 ile Aralık 2006 tarihleri arasında yapılan körlenmemiş randomize kontrollü çalışma. Katılımcılar yeni tanı konulmuş (<2>30 ve <40) hastadan oluşmaktadır.
Girişimler: Hayat stilinin değiştirilmesi ile kilo kaybına odaklanan konvansiyonel diabet tedavisi ile laparoskopik ayarlanabilir gastrik bandlama ile birlikte uygulanan konvansiyonel diyabet bakımının karşılaştırılması.
Ana Sonuç Ölçütleri: Tip 2 diyabetin remisyonu (glisemik hiçbir tedavi almaksızın açlık kan şekeri <126 mg/dL [ 7.0 mmol/L] ve glikozile hemoglobin [HbA1c] değeri <%6.2). İkincil ölçütler kilo ve metabolik sendrom bileşenleri içermektedir. Analizler amaçlanan tedavi yöntemine göre (intention to treat) yapılmıştır.
Bulgular: Katılan 60 hastadan 55’i (%92) 2 yıllık takibi tamamladı. Tip 2 diyabet remisyonu cerrahi grupta 22 (%73), konvansiyonel tedavi grubunda 4 (%13) hastada sağlandı. Cerrahi grupta remisyon için göreceli risk 5.5 idi (%95 güvenilirlik aralığı, 2.2-14.0). İki yılda kilo kaybı cerrahi ve konvansiyonel tedavi grubunda sırasıyla, ortalama (SS) değer olarak, %20.7 (%8.6) ve %1.7 (%5.2) idi (P < .001). Tip 2 diyabetin remisyonu kilo kaybı (R2 = 0.46, P < .001) ve düşük bazal HbA1c (kombine R2 = 0.52, P < .001) düzeyi ile ilişkili idi. Her iki grupta da ciddi komplikasyon görülmedi.
Sonuçlar: Cerrahi grubuna randomize edilen katılımcıların daha fazla kilo kaybetmeleri nedeniyle Tip 2 diyabet remisyonu sağlanması olasılıkları daha yüksek idi. Bu sonuçların daha büyük, çeşitliliği daha fazla bir toplulukta doğrulanması ve uzun dönem etkinliğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu yazı Amerikan Bariatric ve Metabolizma Cerrahi Derneği’nin verileri ve değerlendirmesi göz önüne alınarak Dr. Halil Coşkun tarafından düzenlenmiştir.
Dr. Halil Coşkun www.obezitecerrahisi.com
halilcoskun@hotmail.com

BACKGROUND: The BioEnterics Intragrastric Balloon (BIB(R)) together with restricted diet has been used for the treatment of obesity and morbid obesity.
BioEnterics Intragastric Balloon: Clinical Outcomes of the First 100 Patients-A Turkish Experience.
Obes Surg. 2008 Jun 3. [Epub ahead of print]
PMID: 18521700 [PubMed - as supplied by publisher]
Obezite Cerrahisinde “Tüp Mide Ameliyatı” Üzerine Güncelleştirilmiş Durum Bildirimi: 2. Rapor

Şimdiki
gücelleştirilmiş durum bildiriminin amacı, ilk ya da aşamalı operasyon
olarak Tüp Mide (TM) yönteminin güvenliği, etkinliği ve dayanımı ile
ilgili şu anda mevcut verileri gözden geçirmektir. Öneriler, yayımlanmış
hakem değerlendirmeli bilimsel kanıtlardan ve uzman görüşlerinden
yapılmıştır.
Obezite
Cerrahisi Yöntemi Olark TM “Tüp Mide” (TM) ya da “Vertikal-Düşey
Gastrektomi”, “Sleeve Gastrectomy” olarak adlandırılan obezite cerrahisi
yöntemi; midenin alt kıvrımı boyunca uzun, borumsu bir mide kanalı
oluşturmak üzere mide rezeksiyonunu kapsayan bir obezite cerrahisi
yöntemdir. TM den sonra görülen kilo kaybı mekanizmaları, mide
rezeksiyonu, mide rezeksiyona bağlı nörohümoral değişiklikler, mide
boşalımı veya tanımlanmamış diğer etken veya etkenlerle ilgili olabilir.
TM
bilimsel çalışmaları, 2 rastlantısal kontrollü deneme, 1 rastlantısal
olmayan eşleştirilmiş kohort analizi ve 33 kontrolsüz olgu serisini
kapsamaktadır. Bu 36 çalışma, toplam 2570 hasta üzerine raporlanmıştır.
Orta vadeli izleme, 3,4 ve 5 yıllık izlem periyodları ile
raporlanmıştır. Yayımlanan verilerde bu izleme periyodlarına ulaşan
hasta sayısı, sırasıyla 123, 26 ve 8 dir. Raporlar, ameliyat öncesi
vücut kitle indeksleri; 35-69 kg/m2
olan hastaların tedavilerini açıklamaktadır. Fazla kilo kaybı yüzdesi,
toplamda %55 ortalama ile %33-85 arasındadır. Az sayıdaki hastanın 5
yıllık izlenmesi ile birlikte 10 çalışma ve 754 hastada, kiloyla ilgili
eş zamanlı hastalıklardaki belirgin iyileşmenin ayrıntılı bir açıklaması
raporlanmıştır. Bu çalışmalar, diyabet, hipertansiyon, hiperlipidemi ve
uyku apnesindeki iyileşme ve gerileme oranlarını, diğer kısıtlayıcı
prosedürlerle karşılaştırılabilecek şekilde göstermiştir. Komplikasyon
oranları tüm çalışmalar için ≤%24 ve daha büyük çalışmalar için
(n>100) ≤%15 tir. Raporlanmış sızıntı, kanama ve daralma oranları,
ayrıntılı kamplikasyon verileri raporlayan tüm çalışmalar için sırasıyla
%2.2, %1.2 ve %0.63 tür. Yayımlanmış verilerde 30 ameliyat sonrası ilk
30 günde mortalite oranı, %0.19 dur.
TM
sonuçları, birincil prosedür olarak kabul edilen diğer obezite
cerrahisi prosedürlerinden sonraki sonuçlarla karşılaştırılmıştır. İlk
prospektif rastlantısal çalışmada, LTM (laparoskopik tüp mide) ile Mide
Bandını karşılaştırmış (her grupta n=16) ve LTM den sonraki 3. yılda
daha fazla bir fazla kilo kaybı yüzdesi (%66 ya karşılık %48, P=.025)
bildirilmiştir. İkinci prospektif rastlantısal çalışmada ise, LTM ile
Roux en Y Gastric Bypass’ı karşılaştırılmış (her grupta n=40) ve 1.
yılda LTM ile daha iyi kilo kaybı (fazla kilo kaybı yüzdesi sırasıyla
%70’e karşılık %61, P=.05)
raporlamıştır. LTM ile Roux en Y Gastric Bypass’ı karşılaştıran
eşleştirmeli bir kohort analizi de ameliyattan sonraki 1. yılda benzer
kilo kayıpları (başlangıçtaki kilonun %31’i) ve diyabet ile metabolik
sendromda gerileme (sırasıyla %84 ve %62) bildirilmiştir.
Kabul edilmiş yüksek risk faktörleri; ortalama 60 kg/m2
lik vücut kitle indeksine sahip olanlar da dahil olmak üzere, dikkate
değer bir şekilde düşük komplikasyon oranı (toplam %9.4, sızıntı %1.2 ve
kanama %1.6) ve ilk 30 günde 821 hastanın sadece 2 sinde oluşan
mortalite oranını (%0.24) göstermiştir.
Teknik
yönden ameliyat sırasında, tipik olarak tüp segmentini ayarlamada
kullanılan kalıcı bujinin optimum çapı ile ilgili bir konsensusa
ulaşılmış değildir; ancak yayımlanmış verilerde küçük çaplara yönelen
genel bir eğilime rastlanmıştır. Raporlanmış verilerde buji ölçüsü, 32 F
den 60 F ye kadar değişmektedir. Bulgular, kesip çıkarılan mide
hacminin, uzun süreli kilo kayıpları ile ilişkili olduğunu ve gastrik
tübün genişlemesinin, kilo kaybının uzun süreli olarak devam etmesinde
bir başarısızlık mekanizması olabileceğini öne sürmektedir. Ne var ki
sorun, tüp segmentini ayarlamada daha küçük çapta buji kullanılmasındaki
daralma oluşumu ile ilgilidir ve daralmalar, TM den sonraki gastrik
sızıntı ve fistüllere katkıda bulunabilir.
Özet ve Öneriler
Yüksek
riskli ve süper obez hastalar için ≥ 5 yıllık uzun vadeli izleme
verileri, kısmen bazı hastaların TM den sonraki 2 yıl içinde planlanmış
bir ikinci operasyon (Roux en Y gastric baypass ya da duodenal switch)
geçirmeleri, toplam aşamalı tedavi stratejilerinin bir kısmı olması ya
da kilo kaybı başarısızlığı veya yeniden kilo kazanmaları nedeni ile
kısıtlıdır.
TM’nin
birincil bir prosedür olarak kullanılması için bilgilendirilmiş
muvafakat, diğer obezite cerrahisi prosedürleri için sağlanan
muvafakatla tutarlı olmalı ve uzun vadede yeniden kilo kazanımı riskini
kapsamalıdır.
Şimdiki
durumda, başlangıç tedavisi olarak düşük riskli prosedürler kullanan
aşamalı obezite cerrahisi konseptinin, yüksek riskli hastalarda bir risk
azaltma stratejisi olarak değeri olduğunu onaylamaktadır. TM bir
obezite cerrahisi yöntemi olarak, diğer mevcut obezite cerrahisi
yöntemlerine kıyasla önemli ölçüde kilo kaybından sonra, alternatif bir
yönteme daha kolay bir şekilde dönüştürülebilmesi amacıyla birlikte
riski azaltan bir başlangıç tedavisi stratejisi olarak gelişmesi
nedeniyle benzersiz konumdadır.
TM’yi
bir obezite cerrahisi yöntemi olarak destekleyen yayımlanmış verilerin
çoğunda yüksek riskli olarak tanımlanmış hastalarda olumlu sonuçlar
açıklanmış olması TM’yi bu altgrup için kabul edilebilir bir seçenek
kılmaktadır. Ayrıca hastaların önemli bir bölümü, TM den sonra kalıcı
kilo kaybı göstermiş olup, bir diğer yönteme dönüştürmeye gerek
kalmayabilmektedir.
TM’yi
tek başına bir müdahale olarak onaylamak için ≥ 5 yıllık uzun vadeli
izleme verilerinin eksikliği, yayımlanmış raporlarda devam etmektedir.
Bu uzun vadeli veriler, sonuçta prosedürün aşamalı tedavi müdahalesi
kategorisinde kalıp kalmayacağını doğrulayabilecektir. Ayrıca TM vitamin
B12
ve demir gibi bazı vitamin ve gıdaların emilimini azaltan kapsamlı mide
rezeksiyonu yüzünden ameliyat sonrası uzun dönemde beslenme
komplikasyonlarına sebep olma potansiyeline sahiptir. Diğer obezite
cerrahisi yöntemlerine benzer şekilde TM den sonra da beslenme ile
ilgili uzun süreli gözetim önerilmektedir.
Sonuç
Her
ne kadar TM den sonraki 3-5 yıllık orta vadeli izleme verileri artmakta
ise de veriler yine de sınırlı kalmaya devam etmektedir. Hastaların, TM
den sonra sonuçta hangi sıklıkla başka bir yönteme dönüşüm
gerektireceği, TM’nin revizyonu için optimum stratejiler, aşamalı
prosedür stratejisini kullanmakla obezite cerrahisi yönetimi risklerinin
kesin bir değerlendirmesi ve obezite cerrahisi müdahalesinden
yararlanabilecek milyonlarca morbid obez hasta için yöntem seçimi
konuları ile ilgili sorular, cevaplanmamış olarak durmaktadır.
TM
gerçekleştiren cerrahlar, sonuç verilerini prospektif olarak toplamaya
ve bilirkişi incelemeli bilimsel çalışmalarda raporlamaya devam etmeleri
konusunda teşvik edilmektedir.
Doç. Dr. Halil Coşkun
Salı, Aralık 08, 2009
Pazar, Kasım 15, 2009
Çarşamba, Ekim 14, 2009
Çarşamba, Temmuz 29, 2009
Mide Bandı (Kelepçesi) Nedir?

Mide Kelepçesi, morbid obez hastaların (Vücut Kitle İndeksi-VKİ>40 kg/m2) veya kilo ile ilişkili eşlik eden hastalığı bulunan şiddetli obezite hastalarının (VKİ>35 kg/m2)
tedavisi için, obezite cerrahisinde kullanılan bir ameliyat tipidir.
Mide Kelepçesi ameliyatı, midenin alışık olduğu yemek miktarını
kısıtlayarak kilo vermeyi kolaylaştırmayı hedefler. Bu kısıtlamayı,
midenin üst tarafına yerleştirilerek fonksiyonel mide büyüklüğünü,
yumurta büyüklüğüne kadar azaltan bir kelepçe aracılığı ile
gerçekleştirir. Gastric Bypass dan farklı olarak mide ve ince barsak
anatomisini değiştirmez veya gastrointestinal kanalda kalori emilimini
azaltmaz ve kelepçe operasyonu tamamen geri alınabilmektedir. Mide
Kelepçesi, stomal çapı değiştirme olanağı sunan, şişirilebilir silikon
bir prostetik cihazdır. Çapı artırmak kusmayı azaltırken, azaltmak fazla
yiyecek alımını sınırlar. Bu prosedürün bir başka artı yanı da hastane
yatış süresini, kesi yeri ağrısını ve kesi yeri fıtığı sayısını azaltan
laparoskopik cerrahi ile gerçekleştirilebilmesidir. Ayarlanabilir
silikon mide kelepçesi, 2001 de ABD de, FDA tarafından morbid obezite
tedavisi için onaylanmıştır.
En iyi Mide Kelepçesi tipi hangisidir ?
Genellikle obezite cerrahı, hangi marka ve tip kelepçenin hastaya en uygun olduğuna karar verir.
Mide Kelepçesi nasıl kilo verdirir ?
Obezite
cerrahı, kelepçeyi mide çevresine, bir kum saati şekli oluşturacak
şekilde yerleştirir (Şekil 1). Yemek, midenin üst kısmına girer sonra,
kelepçe kontrollü açıklığın arasından geçerek yavaşça alt kısma akar ve
sonunda normalde olduğu gibi ince bağırsağa geçer. Midenin üst
kısmındaki küçük kese, yaklaşık 15-20 ml yiyeceği tutar. Bu kese,
genellikle çok çabuk dolarak beyni, midenin dolu olduğuna inandırır. Bu
mesaj, hastanın daha küçük miktarlarda yemesine ve böylece daha az
kalori tüketmesine yardımcı olur. Hasta, daha fazla yemek istese bile
üst mide kesesinin küçük boyutu, yalnızca çok küçük bir miktar yemeğe
uyum sağlayabilir ve yutulacak aşırı yemek, kusmaya yol açacaktır.
Mide Kelepçesi nasıl şişirilir ?
Mide
Kelepçesi, izotonik (%0.09 NaCl) (serum fizyolojik) solüsyonla ve özel
bir iğne ile, deri altına yerleştirilen port içerisine girilip sıvı
verilmesiyle şişirilmekte ve ayarlanmaktadır. Sıvının mide kelepçesine
ulaşmasıyla birlikte kelepçe, midenin dış çevresindeki basıncı artırarak
şişer. Bu, üst ve alt keseler arasındaki geçitin boyutunu azaltır ve
yemeğin hareketini daha da kısıtlar. Tersine sıvıyı mide kelepçesinden
geri almakla basınç, daha hızlı gastrik boşaltma ve daha çok yemek
alımına izin verecek şekilde azalır. Genellikle mide kelepçesi, asıl
operasyon sırasında şişirilmez ve “doldurulmaz”. Bunun nedeni midenin,
ameliyattan sonra aniden genişleme eğiliminde olmasıdır.
Mide Kelepçesi Ameliyatı ile Gastric Bypass nasıl kıyaslanabilir ?
Mide
kelepçesi, mide rezeksiyonunun (kesilmesi) herhangi bir biçimini
içermediği gibi duodenum ve jejunum arasından yemek geçitinde herhangi
bir değişikliğe yol açmaz. Gastric Bypass dan farklı olarak mide
kelepçesi tamamen tersine çevrilebilir, genellikle laparoskopik olarak
yapılır ve bundan dolayı mide, kelepçesi öncesi şekil ve fonksiyonuna
dönebilir. Sindirimi engelliyici bir işlem bulunmayışı nedeniyle
kelepçe hastaları, beslenme eksikliği veya vitamin/mineral eksikliği
için daha çok azaltılmış bir riske sahiptirler. Bu nedenle kalsiyum ve
vitamin B12 ilavesi, Gastric Bypass ameliyatlarından sonraki gibi
zorunlu değildir. Ayrıca ince barsaklar olduğu gibi bırakıldığı için
dumping sendromu riski yoktur. Kelepçe, Bypass dan daha güvenlidir.
Karşılaştırmalı mortalite (ölüm) oranı, kelepçe hastalarında 2000 de 1
iken Gastric Bypass hastalarında 200 de 1 dir. Ancak mortalite
oranlarının, hastaların kilolarına göre değerlendirilmesi gerekmektedir.
Mide Kelepçesi, kilo vermede Gastric Bypass kadar etkili midir?
Genellikle
tipik kelepçe hastası, haftada 0.5-1 kg kaybeder ancak kilo kaybı,
ameliyattan hemen sonra daha hızlıdır. Bu haftalık kilo kaybı, ilk yıl
için kabaca 25-50 kg varmaktadır. Her ne kadar bazı kanıtlar, uzun
sürede kilo vermenin o kadar da farklı olmadığı fikrini verse de mide
kelepçesi için kilo kaybı sonuçları, bypass ameliyatından daha az
çarpıcıdır. Amerikan deneyimi, erken kilo kaybının, kelepçe hastaları
için, bypass hastalarından daha yavaş olduğunu ve uzun vadede daha az
kilo kaybı ile sonuçlandığını göstermektedir. Bununla birlikte mide
kelepçesi gerçekleştirilen obezite ameliyatların çoğunluğunu oluşturduğu
Avustralya’da [Avustralian Medical Journal 8/06 e göre, 10 obezite
ameliyatının 9 u, laparoskopik mide kelepçesini içermektedir] erken kilo
verme daha yavaş olsa da, mide kelepçe hastalarında uzun süreli (5 yıl
sonra) kilo kaybı sonuçları, Gastric Bypass hastalarınınkine yakın
olduğu belirtilmektedir (başlangıçtaki fazla kiloların %50 – 60’ı).
Mide Kelepçesinin konumu kilo kaybını etkiler mi ?
Evet.
Genellikle mide kelepçesi sonra bir dizi ayarlama gerektiren silikon
bandın doğru bir şekilde konumlanması hayati öneme sahiptir. Bu tür
ayarlamalar radyolojistin, hem portla kelepçeyi birleştiren tübü, hem de
kelepçenin yerleşimini görmesine ve değerlendirmesine olanak sağlayan
X-ray floroskop teknikleri kullanılarak gerçekleştirilebilir. Bu teknik,
port kısmen dönmüşse veya portun üzerinde aşırı doku mevcut ise her
zaman kullanılır. Floroskopi süreci hastanın, yemek borusundan ve üst
ile alt mide kesleri arasındaki küçük stomal geçitten geçerken X-ray de
görünen ufak miktarda bir radyo opak akışkan yutmasını kapsar. Bu,
radyolojistin, potansiyel veya gelişmekte olan komlikasyonlar olup
olmadığını değerlendirmek üzere kısıtlanma düzeyini görmesini sağlar. Bu
komplikasyonlar, yemek borusunun dilasyonu (genişlemesi), genişlemiş
bir üst mide kesesi, mide sarkması, aşınma veya yerdeğiştirimini kapsar.
Bazı durumlarda, kelepçeyi çıkartmak gerekebilmektedir. Mide Keleçesi
ayarlamaları, aynı zamanda X-ray floroskopi kullanılmadan da
yapılabilir.
Mide Kelepçesi ameliyatından sonra ne olur ?
Mide
Kelepçesi ameliyatından sonra hastalara sıkı bir diyet uygulanır. Genel
olarak yalnız sıvı diyeti, sonra yarı katı yiyecekler ve en sonunda da
katı yiyecekler. Diyetin kesin türü ve süresi, duruma göre değişir
(hasta kondüsyonu, cerrahın tercihi vb). Bazı hastalar, midede kısıtlama
olmadığından, kelepçenin ilk dolumlarına kadar halen nisbeten normal
miktarda yiyebildiklerini raporlamaktadır. Doktorların, midenin
iyileşmesine zaman tanımak amacıyla ilk ayarlamayı, 8 hafta sonrasına
kadar ertelemeleri, alışılmadık bir şey değildir. Bundan sonra, dolumlar
ve ayarlamalar, gerektiği gibi gerçekleştirilir.
Mide Kelpçesinin komlikasyonları nelerdir ?
Ameliyat sonrası muhtemel komplikasyonlar şunlardan oluşur :
- Ülserasyon
- Gastrit
- Mide dokusunun tahrişi
- Aşınma (Kelepçe midenin dış dokusunu aşındırarak mide içerisine girebilir)
- Cilt enfeksiyonu
- Cilt kesi ağrısı
- Kelepçeden sıvı kaçağı
- Port yeri ağrısı
- Portun pozisyon değiştirmesi
- Kayma/kese dilasyonu (Mide parçasının kelepçe üzerine sarkması obstrüksiyona neden olabilir)
- Kabızlık
- Yemek yemede zorluk
- İshal
- Gastroözofajeal reflü
- Bulantı ve/veya kusma
- Geğirme
- Üst kese tarafından yutulan yemeğin ağıza gelmesi
Mide Kelepçesi ameliyatı için kimler iyi (ve kötü) adaydır ?
Genelde midekelepçesini, aşağıdaki tüm kriterlere uyan insanlar için olduğu belirtilmektedir :
(1) 40 kg/m2 nin üzerinde bir vücut kitle indeksine sahip olanlar veya VKİ 35 kg/m2
+ ile birlikte yüksek tansiyon, diyabet, uyku apnesi, artrit ve
mobilite problemleri gibi şiddetli eşlik eden hastalığa sahip olanlar,
(2) 18 – 60 yaş arası olanlar
(3) 12 aydan daha fazla bir süre diyet ve/veya kilo verdirici ilaç tedavisi deneyen ve başarılı olamayanlar
(4) En az 5 yıllık obezite öyküsü olanla
(5) Prosedürün
risk ve yararlarını anlayan ve uzun süreli kilo kontrolü için ameliyat
sonrası diyet ve form tutma talimatlarına uymaya güçlü bir şekilde
motive olanlar
Genelde mide kelepçesi ameliyatı hasta için makul olmayan bir risk taşıyorsa veya aşağıdaki durumlar mevcutsa konrendikedir:
Hasta
ülser, özofajit veya Crohn hastalığı gibi gastrointestinal inflamatuar
hastalıklarından herhangi birine sahip ise ya da diğer sağlık koşulları
hastayı, ameliyat için zayıf bir aday kılıyorsa.
Mide
Kelepçesi ayrıca, kelepçenin içerdiği maddelere karşı allerjisi olan
kimseler ve implant cihazlarına karşı aşırı intoleransı olanlar için
uygun değildir.
Ayarlanabilir Mide Kelepçesi Sistemleri nasıl gelişti ?
İlk
mide kelepçesi, 1985’te Obtech Medical of Sweden tarafından İsveç’te
üretildi ve Swedish Adjustable Gastric Band (SAGB) (İsveç ayarlanabilir
mide bandı) olarak tanındı. Sonra bir ABD şirketi, Inamed Health,
BioEnterics ® LAP-BAND ®
Ayarlanabilir Mide Bandı Sistemi’ni tasarladı. Bu mide bandı sistemi,
1992 de Avrupa’da piyasaya sürüldü. Çok daha yakın zamanda, 2000 yılında
MIDband ®
adı verilen, ilk daha düşük basınçlı, daha geniş, tek parçalı
ayarlanabilir mide bandı Fransa’da üretildi. Şu anda sekiz adet
ayarlanabilir mide bandı sistemleri üreticisi vardır.
Doç. Dr. Halil COŞKUN
Pazartesi, Temmuz 20, 2009
Gastric Bypass Ameliyatını Takiben Kilo Kaybının Mekanizması

Gastric
Bypass (GB) ameliyatı sonrası mide hacmi küçüldüğü için hastaların daha
çabuk doyup daha az yemek yediği bilinen bir gerçektir. GB’nin başarılı
olmasının sebebi olarak en sık söz edilen iki mekanizma;
1. Malabsorpsiyon (gıda emiliminin azalması) 2. Dumping sendromu dur.
Klinik
açıdan önem taşıyan ve dışkıdaki yağ miktarının artması ile karakterize
olan Malabsorpsiyon, standart GB sonrası görülmemektedir. Dumping
sendromu (bulantı, şişkinlik, kolik tarzı ağrı, ishal, baş dönmesi ,
terleme ve çarpıntı) tipik olarak yüksek karbohidratlı yemekler sonrası
bazı hastalarda görülmektedir. Bu oluşan etkilerden dolayı bu sendrom
hastalarda şeker gibi şişmanlatıcı yiyeceklere karşı negatif bir
yaklaşım oluşturmaktadır.
GB sonrası gelişen Ghrelin sekresyonundaki
bozulmanın iştahsızlık gelişiminde etkili olabileceği belirtilmektedir.
Ghrelin enterik bir peptit olup bilinen ve dolaşıma katılan tek
oreksijinen dir (iştah açıcı). Endojen seviyeleri yemek öncesi artıp,
yemek sonrası azalmaktadır. Ghrelin genel olarak mideden ve az bir kısım
da duodenumdan üretilir. Bu iki bölgede GB sonrası bypass edilir.
Yenilen yemek Ghrelin salgılanmasındaki başlıca tetikleyici olduğu için
ve bu yemeğin GB sonrası mide ve duodenuma temas edemiyor olması bu
ameliyatın Ghrelin salgılanmasını bozduğu hipotezinin doğruluğunu
kuvetlendirmektedir. 24 saatlik Ghrelin düzeylerinin araştırıldığı bir
çalışmada; 1.5 sene önce GB yapılan hastaların değerlerinde, zayıf
hastalara oranla %77 oranında azalma ve obez kontrol grubuna göre %72
oranında daha az salgılandığı görülmüştür.
Gastrik Bypass’ın Anti-Diyabetik Etkileri
GB
tarafından en dramatik şekilde iyileşme gösteren obeziteye ilişkin
yandaş hastalık Tip 2 Diabetes Mellitus’dur (DM). Diyabet hastalarının
%82-98 oranında hastalıklarının tam olarak iyileşme gösterdiği
belirtilmiştir. Yaklaşık 5.5 yıl süren, bozulmuş glukoz toleransı olan
obez hastaların prospektif bir çalışmasında, obezite ameliyatlarının
diyabetin ilerleme oranını 30 kattan fazla azaltığı gösterilmiştir.
Böylece, GB geleneksel olarak progresif ve amansız bir hastalık olarak
kabul edilen diyabeti tersine çevirmekte büyük ölçüde efektif olduğu
görülmüştür.
GB ameliyatı sonrası önemli derecede kilo veren hastaların Adiponektin seviyelerinde
ve kas insülin-reseptör konsantrasyonunda artış, buna ek olarak da
lipidler ve yağlı acyl-Coenzim A moleküllerde azalma (insülin direncini
neden olan moleküller) gösterilmiştir. GB indüklenmiş kilo kaybından
sonra, minimal modellemeyle ölçülen insülin duyarlılığını yaklaşık 4-5
kata kadar artmıştır. Diyabetin azalması insülin duyarlılığında artış
etkisi iyi bilinen kilo kaybına bağlanabilir, böylece glikoz toksisitesi
ve lipotoksisitesi azaltılır ve hücre fonksiyonu iyileştirilir.
GB’nin
insulin salgılanması etkisini düzeltmesinden sonra barsak hormonlarında
olumlu değişiklikler oluşturur. Ghrelin ameliyat sonrası azalma
ihtimali olan bir hormondur, Ghrelin’nin uyarılması insanlarda Ghreline
bağlı indüklenmiş hiperglisemi yaratmasına rağmen, insülin seviyelerini
bastırır. Glukagon Like Peptide-1 (GLP-1) hormonu ve Glukoz Bağımlı İnsülinotropik Peptide (GIP)
enteral besinlere karşın insülin sekrasyonunu stimule eden klasik
incretinlerdir. GB sonrası, mideye inen besinler, üstbarsağın bir
bölümünü atlayarak son barsağa daha kolayca ulaşır. GB sonrası son
barsaktan besinlerin daha büyük postprandiyal bolusu GLP-1 seviyelerini
yükseltmektedir. Peptide YY (PYY)
insanlarda yemek yemeyi ve vucut ağırlığını azaltığı gösterilmiştir. Bu
da bir son barsak hormonu olduğu için, seviyeleri, GB den sonra,
özellikle yemek yenildikten sonra artmaktadır ve buda kilo kaybına
yardımcı olduğu düşünülmektedir.
Özetle; GB sonrası kilo kaybına ve iyileştirilmiş glukoz toleransını açıklayabilen mekanizmalar;
1. Erken doyma, küçük yemek porsiyonlarına ve negative şartlandırmaya sebep veren mide hacim küçülmesi 2. Tam
olarak belirlenemeyen mekanizmalardan dolayı, Ghrelin sekresyonunun
bozulması ve hafif malabsorsiyon yaratan üst barsağın bypassı 3. PYY ve GLP-1’nin salınımının artması ve besinlerin alt barsağa ulaşımının hızlandırılması 4. Konsantre karbohidratların alınmasından dolayı Dumping sendromunun oluşumu bazı insanlardaki kilo kaybına katkıda bulunur.
Doç. Dr. Halil Coşkun
Cumartesi, Temmuz 18, 2009
Obezite de Enerji Dengesi ve Tedavisi

Obezite günümüzde tüm dünyada global bir epidemi halini almıştır. Obez
insanların bazen insan üstü gayretine rağmen hızla yayılmaya devam
etmektedir. Bu kişilerin gayreti fizyolojik mekanizmalar tarafından
engellenmektedir. Her kişiye ait genetik olarak tanımlanan ve yağ
dokunun miktarını belirleyen yağ doku kontrol merkezi vardır. Bu merkez
vucut yağ oranından azalma olduğunda devreye girip iştah ve enerji
harcaması üzerinde değişiklikler yapar ve bu sonuçta kilo kaybını
engeller. Bu merkezin insanların açlık dönemlerinde kişiyi açlığa karşı
korumak için geliştiği düşünülmektedir.
Bu
vucut ağırlığını düzenleme sistemi, enerji dengesi nedeniyle cerrahi
olmayan yöntemlerle uzun dönem kilo kaybı sağlayabilmeksi neredeyse
imkansızdır. Diyet, egzersiz ve obezite ilaçlarıyla en fazla vucut
ağırlığının %5-10’u arasında kilo vermek mümkündür ve bu yaklaşım
bırakıldığında tekrar geri kilo alınımı nerdeyse kuraldır. Ancak önemle
belirtilmesi gereken bir konu, küçük miktarlarda kilo verilmesi dahi
obeziteye ait yandaş hastalıkların düzelmesinde verilen kilonun orana
bağlı olmaksızın yardımcı olmaktadır. Yinede daha fazla kilo verilmesi
ve bunun uzun sürede geri alınmaması bu yandaş hastalıkların
düzelmesinde daha çok yardımcı olmaktadır ve bu hastalarda uzun dönemde
oluşan psikolojik baskının ortadan kalkmasını sağlamaktadır.
Günümüzde
uzun süreli kilo kaybı oluşturmanın en etkili yöntemi cerrahi
tedavilerdir. Bu uygulamalarla vucüt ağırlığı ortalama %35-45 arasında
azaltılıp, en az 10-15 yıl böyle kalmasına neden olmaktadır. Cerrahi
sonrası kilo kaybı, obeziteye ait bugüne kadar belirlenmiş tüm yandaş
hastalıkların azalmasına neden olur. Bunlar içinde şeker hastalığı (Tip 2
diyabet), hipertansiyon, dislipidemiler, alkole bağımlı olmayan
karaciğer yağlanması, uyku apnesi, kalp hastalıkları, reflü özofajit,
artrit, infertilite (kısırlık), stres inkontinans ve bacaklarda venöz
staza bağlı ülserlerdir.
Net
sonuç; yaşam kalitesinde artma ve ölüm riskinde azalmadır. Bir gerçek
var ki obezite cerrahi bir girişimdir ve beraberinde komplikasyonlar
taşır, ancak bu riskler obezitenin risklerinin yanında oldukça düşük
düzeydedir. Aynı zamanda son yıllarda obezite cerrahisinin çok daha
güvenli bir şekilde yapıldığı bilinmektedir.
Doç. Dr. Halil Coşkun
Doç. Dr. Halil COŞKUN
Cumartesi, Mart 28, 2009
Pazartesi, Mart 09, 2009
Metabolizma Cerrahisi
Metabolizma Cerrahisi
Obezite
Cerrahisinin Morbid Obezite ve bununla ilgili durumlarda en etkin ve en
uzun süreli tedavi yöntemi olduğu bilinmektedir. Ancak günümüzde
giderek artan veriler bu yöntemin Tip 2 diyabet, hipertansiyon, yüksek
kolesterol, non-alkolik yağlı karaciğer hastalığı ve obstrüktif uyku
apne gibi farklı metabolik hastalıklar ve durumlar için mevcut en etkili
tedavi yöntemlerinden biri olduğunu düşündürmektedir.
UCSF-Fresno cerrahi bölümü profesörlerinden ve yeni adıyla American Society for Metabolic & Bariatric Surgery (ASMBS) (Amerikan
Metabolik ve Bariatrik Cerrahi Derneği) başkanı Dr. Kelvin Higa “Ciddi
obezite için uygulanan cerrahi kilo kaybının ötesinde yarar
sağlamaktadır. Bu cerrahi çoğu hastada Tip 2 diyabet ve diğer hayatı
tehdit edici hastalıklarda ciddi iyileşme ya da tam remisyona neden
olmaktadır. Derneğin yeni ismi ve misyonu cerrahinin genişleyen ve
evrimleşen yönünü yansıtmaktadır” dedi. “İnsanlar genellikle cerrahiyi
diyabet veya yüksek tansiyonun tedavisi olarak düşünmemektedir, ancak
aslında öyledir ve biz bu hastalıklara yaklaşımda metabolik cerrahinin
rolünün giderek artmasını beklemekteyiz.”
ASMBS daha önce American Society for Bariatric Surgery [Amerikan
Bariatrik (Obezite) Derneği] olarak bilinmekteydi. İsim değişikliği
derneğin kuruluşundan yaklaşık 25 yıl sonra gerçekleşti. Derneğin
cerrahlar, hemşireler, bariatrisyenler, psikologlar, diyetisyenler ve
diğer sağlık personelini içeren yaklaşık 3000 üyesi bulunmaktadır.;
Metabolizma
vücudun gıdaları hücresel düzeyde enerjiye dönüştürme işlemidir. En sık
görülen metabolik hastalık Tip 2 diyabettir, vücutta insülin eksikliği
veya üretilen insüline vücudun cevap verememesine bağlı olarak kan
şekerinin yeterince regüle veya metabolize edilemediği durumlarda ortaya
çıkar. American Diabetes Association (Amerikan
Diyabet Birliği)’a göre ABD’de yaklaşık 21 milyon kişide Tip 2 diyabet
ve 54 milyon kişide diyabet başlangıcı (pre-diyabet) bulunmaktadır.;
Vücut yağının artması metabolik hastalıklar için riski arttırmaktadır. CDC National Center for Health Statistics tarafından yürütülen National Health and Nutrition Examination Survey 1999-2002 NHANES’e
göre diyabetik hastaların yarısından fazlasında (%51) Vücut Kitle
İndeksi (VKİ) 30 veya üzerinde iken, VKİ 35 ve üzerinde olanların
yaklaşık yüzde 80’inde bir ya da daha fazla metabolik hastalık
bulunmaktadır. Yeni çalışmalar metabolik cerrahinin insülin rezistansını
ve sekresyonunu, muhtemelen gastrointestinal hormonal değişikliklere
bağlı olarak, kilo kaybından bağımsız mekanizmalar ile düzeltebileceğini
öne sürmektedir. Birçok hastada metabolik cerrahiyi takip eden günler
içerisinde, anlamlı kilo kaybı oluşmasından uzun süre önce, Tip 2
diyabet tam remisyona girmektedir. Bu bilgiler metabolik cerrahinin
normal kiloda ya da hafif kilolu diabetik bireyler için uygun
olabileceği fikrini doğurmuştur.;
East
Carolina Üniversitesi’nde cerrahi ve biyokimya profesörü olan ASMBS’nin
eski başkanı Dr. Walter Pories obezite cerrahisinin Tip 2 diyabet
üzerindeki etkilerini inceleyerek 1992 yılında Annals of Surgery’de
çığır açan yayınını bildirdi. Yayın “Tip II Diabetes Mellitus (NIDDM)
Cerrahi Bir Hastalıkmıdır?” başlığı ile gastrik bypass sonrası Tip 2
Diyabetin remisyonunu bildirmekteydi.;
Obezite Cerrahi merkezlerini mükemmellik açısından denetleyen, kar amacı olmayan bir kuruluş olan Surgical Review Cooperation başkanı
Dr. Pories “ Yirmibeş yıl önce cerrahinin Tip 2 diyabet üzerindeki
küratif etkisi ile büyülenmiştik” dedi. “Günümüzde ise cerrahi geçiren
hastalar için ana nedenlerden biri ve metabolik cerrahide yapılan yeni
araştırmalar sayesinde ciddi ilerlemeler sağlanacağından eminim.”;
Metabolik
ve Obezite Cerrahisinde yürütülen araştırmaların çoğu 45 kilogram ve
üzeri kilo fazlası (VKİ 40 veya üzeri) veya 35 kilogram ve üzeri kilo
fazlası (VKİ 35 ve üzeri) ile birlikte obezite ile ilişkili Tip 2
diyabet gibi ek hastalığı olan morbid obez hastalar ile
sınırlanmaktadır.;
Journal of the American Medical Association (JAMA)’da
2004 yılında yayınlanan ve dönüm noktası olarak kabul edilen çalışmaya
göre, obezite cerrahisi hastaları aşağıdaki metabolik durumlarda düzelme
göstermektedirler:;
· Hastaların %76.8’sında Tip 2 diyabet remisyonu ve %86’sında ciddi düzelme sağlandı.
· Hastaların %61.7’sinde hipertansiyon elimine edildi ve %78.5’inde ciddi düzelme sağlandı.
· Hastaların %70’inden fazlasında yüksek kolesterol düşürüldü.
· Hastaların %85.7’sinde uyku apne elimine edildi.;
Benzer
şekilde eklem hastalıkları, astım ve infertilite ya tamamen iyileşti ya
da ciddi ölçüde düzeldi. Çalışma cerrahi hastalarının fazla kilolarının
%62 ile %75’ini kaybettiklerini gösterdi.;
Bu yılın başlarında, 25 uluslararası tıbbi organizasyon ile ASMBS, ADA, NAASO-Obezite Derneği ve The European Association for the Study of Diabetes (EASD) dahil
olmak üzere diyabet ve metabolik hastalıklar konusunda önde gelen 60
kadar uzman, gastrointestinal ameliyatların diyabet üzerine etkileri ile
ilgili tıbbi verileri değerlendirmek üzere Roma- İtalya’da bir
konsensus toplantısı gerçekleştirdi. Grubun Tip 2 diyabet tedavisinde
metabolik cerrahinin yeri ile ilgili bulgularını yıl sonunda açıklaması
beklenmektedir.;
ASMBS’nin
bir önceki başkanı, Cleveland Kliniği Bariatric (Obezite) ve Metabolik
Enstitüsü yöneticisi ve Roma toplantısının organizatörlerinden biri olan
Prof. Dr. Philip Schauer “Kanıtlar
yaygın. Çoğu çalışma uygun hastalarda göreceli olarak düşük oranda risk
ile uygulanan ameliyatların sonrasında Tip 2 diyabette önleme, düzelme
veya remisyon sağlandığını göstermektedir” dedi. “Metabolik
Cerrahi, obezite ve diyabet epidemik ikizleri ile savaşmak için anahtar
rol oynayabilir, ve bu cerrahi giderek daha güvenli hale gelmektedir”.;
Agency for Healthcare Research and Quality (AHRQ) tarafından
yapılmış yeni bir çalışmaya göre, obezite cerrahisi ile ilişkili
mortalite 1998’de yüzde 0.89 düzeyinden 2004’te yüzde 0.19’a düşerek
çarpıcı bir oran ile (%78.7) azalmıştır. 2004’te Annals of Surgery’de
yayınlanan bir çalışmaya göre morbid obezitenin mortalitesi obezite
veya metabolik cerrahinin kullanılması ile %89 azalmıştır.;
ASMBS 2006
yılında ABD’de tahminen 177.600 kişinin obezite cerrahisi geçirdiğini
bildirdi. Cerrahi kriterlerini dolduran hastaların yüzde birinden azı
ameliyat olmaktadır. ABD’de 15 milyon ya da 50’de 1 yetişkinde morbid
obezite bulunmaktadır ki bunlar Tip 2 diyabet, kalp hastalığı, uyku
apne, hipertansiyon, astım, kanser, eklem sorunları ve infertilite dahil
30’u aşkın diğer hastalık durumu ile ilişkilidir. Obezitenin sağlık
sistemi üzerine direk ve indirek maliyeti yıllık yaklaşık 117 milyar
dolardır.;
En
sık uygulanan cerrahi işlemler gastrik by-pass, ayarlanabilir gastrik
bandlama ve duodenal switch ile biliopankreatik diversiyondur.
*
Bu yazı Amerikan Bariatric ve Metabolizma Cerrahi Derneği’nin verileri
ve değerlendirmesi göz önüne alınarak Dr. Halil Coşkun tarafından
düzenlenmiştir;
Dr. Halil Coşkun
Metabolizma Cerrahisi
Obezite
Cerrahisinin Morbid Obezite ve bununla ilgili durumlarda en etkin ve en
uzun süreli tedavi yöntemi olduğu bilinmektedir. Ancak günümüzde
giderek artan veriler bu yöntemin Tip 2 diyabet, hipertansiyon, yüksek
kolesterol, non-alkolik yağlı karaciğer hastalığı ve obstrüktif uyku
apne gibi farklı metabolik hastalıklar ve durumlar için mevcut en etkili
tedavi yöntemlerinden biri olduğunu düşündürmektedir.
UCSF-Fresno cerrahi bölümü profesörlerinden ve yeni adıyla American Society for Metabolic & Bariatric Surgery (ASMBS) (Amerikan
Metabolik ve Bariatrik Cerrahi Derneği) başkanı Dr. Kelvin Higa “Ciddi
obezite için uygulanan cerrahi kilo kaybının ötesinde yarar
sağlamaktadır. Bu cerrahi çoğu hastada Tip 2 diyabet ve diğer hayatı
tehdit edici hastalıklarda ciddi iyileşme ya da tam remisyona neden
olmaktadır. Derneğin yeni ismi ve misyonu cerrahinin genişleyen ve
evrimleşen yönünü yansıtmaktadır” dedi. “İnsanlar genellikle cerrahiyi
diyabet veya yüksek tansiyonun tedavisi olarak düşünmemektedir, ancak
aslında öyledir ve biz bu hastalıklara yaklaşımda metabolik cerrahinin
rolünün giderek artmasını beklemekteyiz.”
ASMBS daha önce American Society for Bariatric Surgery [Amerikan
Bariatrik (Obezite) Derneği] olarak bilinmekteydi. İsim değişikliği
derneğin kuruluşundan yaklaşık 25 yıl sonra gerçekleşti. Derneğin
cerrahlar, hemşireler, bariatrisyenler, psikologlar, diyetisyenler ve
diğer sağlık personelini içeren yaklaşık 3000 üyesi bulunmaktadır.;
Metabolizma
vücudun gıdaları hücresel düzeyde enerjiye dönüştürme işlemidir. En sık
görülen metabolik hastalık Tip 2 diyabettir, vücutta insülin eksikliği
veya üretilen insüline vücudun cevap verememesine bağlı olarak kan
şekerinin yeterince regüle veya metabolize edilemediği durumlarda ortaya
çıkar. American Diabetes Association (Amerikan
Diyabet Birliği)’a göre ABD’de yaklaşık 21 milyon kişide Tip 2 diyabet
ve 54 milyon kişide diyabet başlangıcı (pre-diyabet) bulunmaktadır.;
Vücut yağının artması metabolik hastalıklar için riski arttırmaktadır. CDC National Center for Health Statistics tarafından yürütülen National Health and Nutrition Examination Survey 1999-2002 NHANES’e
göre diyabetik hastaların yarısından fazlasında (%51) Vücut Kitle
İndeksi (VKİ) 30 veya üzerinde iken, VKİ 35 ve üzerinde olanların
yaklaşık yüzde 80’inde bir ya da daha fazla metabolik hastalık
bulunmaktadır. Yeni çalışmalar metabolik cerrahinin insülin rezistansını
ve sekresyonunu, muhtemelen gastrointestinal hormonal değişikliklere
bağlı olarak, kilo kaybından bağımsız mekanizmalar ile düzeltebileceğini
öne sürmektedir. Birçok hastada metabolik cerrahiyi takip eden günler
içerisinde, anlamlı kilo kaybı oluşmasından uzun süre önce, Tip 2
diyabet tam remisyona girmektedir. Bu bilgiler metabolik cerrahinin
normal kiloda ya da hafif kilolu diabetik bireyler için uygun
olabileceği fikrini doğurmuştur.;
East
Carolina Üniversitesi’nde cerrahi ve biyokimya profesörü olan ASMBS’nin
eski başkanı Dr. Walter Pories obezite cerrahisinin Tip 2 diyabet
üzerindeki etkilerini inceleyerek 1992 yılında Annals of Surgery’de
çığır açan yayınını bildirdi. Yayın “Tip II Diabetes Mellitus (NIDDM)
Cerrahi Bir Hastalıkmıdır?” başlığı ile gastrik bypass sonrası Tip 2
Diyabetin remisyonunu bildirmekteydi.;
Obezite Cerrahi merkezlerini mükemmellik açısından denetleyen, kar amacı olmayan bir kuruluş olan Surgical Review Cooperation başkanı
Dr. Pories “ Yirmibeş yıl önce cerrahinin Tip 2 diyabet üzerindeki
küratif etkisi ile büyülenmiştik” dedi. “Günümüzde ise cerrahi geçiren
hastalar için ana nedenlerden biri ve metabolik cerrahide yapılan yeni
araştırmalar sayesinde ciddi ilerlemeler sağlanacağından eminim.”;
Metabolik
ve Obezite Cerrahisinde yürütülen araştırmaların çoğu 45 kilogram ve
üzeri kilo fazlası (VKİ 40 veya üzeri) veya 35 kilogram ve üzeri kilo
fazlası (VKİ 35 ve üzeri) ile birlikte obezite ile ilişkili Tip 2
diyabet gibi ek hastalığı olan morbid obez hastalar ile
sınırlanmaktadır.;
Journal of the American Medical Association (JAMA)’da
2004 yılında yayınlanan ve dönüm noktası olarak kabul edilen çalışmaya
göre, obezite cerrahisi hastaları aşağıdaki metabolik durumlarda düzelme
göstermektedirler:;
· Hastaların %76.8’sında Tip 2 diyabet remisyonu ve %86’sında ciddi düzelme sağlandı.
· Hastaların %61.7’sinde hipertansiyon elimine edildi ve %78.5’inde ciddi düzelme sağlandı.· Hastaların %70’inden fazlasında yüksek kolesterol düşürüldü.· Hastaların %85.7’sinde uyku apne elimine edildi.;
Benzer
şekilde eklem hastalıkları, astım ve infertilite ya tamamen iyileşti ya
da ciddi ölçüde düzeldi. Çalışma cerrahi hastalarının fazla kilolarının
%62 ile %75’ini kaybettiklerini gösterdi.;
Bu yılın başlarında, 25 uluslararası tıbbi organizasyon ile ASMBS, ADA, NAASO-Obezite Derneği ve The European Association for the Study of Diabetes (EASD) dahil
olmak üzere diyabet ve metabolik hastalıklar konusunda önde gelen 60
kadar uzman, gastrointestinal ameliyatların diyabet üzerine etkileri ile
ilgili tıbbi verileri değerlendirmek üzere Roma- İtalya’da bir
konsensus toplantısı gerçekleştirdi. Grubun Tip 2 diyabet tedavisinde
metabolik cerrahinin yeri ile ilgili bulgularını yıl sonunda açıklaması
beklenmektedir.;
ASMBS’nin
bir önceki başkanı, Cleveland Kliniği Bariatric (Obezite) ve Metabolik
Enstitüsü yöneticisi ve Roma toplantısının organizatörlerinden biri olan
Prof. Dr. Philip Schauer “Kanıtlar
yaygın. Çoğu çalışma uygun hastalarda göreceli olarak düşük oranda risk
ile uygulanan ameliyatların sonrasında Tip 2 diyabette önleme, düzelme
veya remisyon sağlandığını göstermektedir” dedi. “Metabolik
Cerrahi, obezite ve diyabet epidemik ikizleri ile savaşmak için anahtar
rol oynayabilir, ve bu cerrahi giderek daha güvenli hale gelmektedir”.;
Agency for Healthcare Research and Quality (AHRQ) tarafından
yapılmış yeni bir çalışmaya göre, obezite cerrahisi ile ilişkili
mortalite 1998’de yüzde 0.89 düzeyinden 2004’te yüzde 0.19’a düşerek
çarpıcı bir oran ile (%78.7) azalmıştır. 2004’te Annals of Surgery’de
yayınlanan bir çalışmaya göre morbid obezitenin mortalitesi obezite
veya metabolik cerrahinin kullanılması ile %89 azalmıştır.;
ASMBS 2006
yılında ABD’de tahminen 177.600 kişinin obezite cerrahisi geçirdiğini
bildirdi. Cerrahi kriterlerini dolduran hastaların yüzde birinden azı
ameliyat olmaktadır. ABD’de 15 milyon ya da 50’de 1 yetişkinde morbid
obezite bulunmaktadır ki bunlar Tip 2 diyabet, kalp hastalığı, uyku
apne, hipertansiyon, astım, kanser, eklem sorunları ve infertilite dahil
30’u aşkın diğer hastalık durumu ile ilişkilidir. Obezitenin sağlık
sistemi üzerine direk ve indirek maliyeti yıllık yaklaşık 117 milyar
dolardır.;
En
sık uygulanan cerrahi işlemler gastrik by-pass, ayarlanabilir gastrik
bandlama ve duodenal switch ile biliopankreatik diversiyondur.
*
Bu yazı Amerikan Bariatric ve Metabolizma Cerrahi Derneği’nin verileri
ve değerlendirmesi göz önüne alınarak Dr. Halil Coşkun tarafından
düzenlenmiştir;
Dr. Halil Coşkun
Pazar, Mart 08, 2009
Pazartesi, Haziran 23, 2008
OBEZİTE CERRAHİSİ TİP 2 DİYABETİ TEDAVİ EDEBİLİR

23 Ocak 2008
Journal of the American Medical Association (JAMA)’da Laparoskopik Ayarlanabilir Gastrik Bandlamanın (Mide Kelepçesi) (LAGB) Tip 2 Diyabet üzerindeki etkilerini inceleyen ilk randomize kontrollü çalışmanın bugün yayınlanmasından sonra dünyada haber başlıkları ‘Obezite Cerrahisi Diyabeti Tedavi Edebilir’ olarak belirlendi.
Obezite ve Metabolizma cerrahları olarak bizler bunu yıllardır biliyorduk. Ancak bugünkü çalışma, Ağustos 2007’de The New England Journal of Medicine’da yayınlanan ve obezite cerrahi sonrası anlamlı sağkalım avantajı gösteren iki değerli çalışma ile birlikte, daha fazla göz ardı edilemeyecek yeni ve önemli kanıt oluşturmaktadır - obezite cerrahisi hayat kurtarmaktadır ve hastalığı yok edebilir ya da dramatik olarak iyileştirebilir!
Ne var ki bu kanıtlara rağmen, diğer klinik çalışmalar ve Center for Medicare & Medicaid Services (CMS)’in yaptırımları nedeniyle birçok özel sağlık sigorta şirketi obezite cerrahisine ulaşımı sınırlamaktadır. Obezite, Tip 2 diyabet ve başka hastalıklardan dolayı daha fazla yaşam kaybedilmeden bu durumun değişmesi zorunludur.
Aşağıda JAMA çalışmasının anahatları ve özeti verilmektedir:
Çalışmanın Önemi ve Etkisi
1) Bu çalışma erken dönem Tip 2 diyabet tedavisinde obezite cerrahisinin (Laparoskopik Ayarlanabilir Mide Kelepçesi) bilinen tıbbi tedaviye göre daha yüksek etkinlik sağladığını gösteren ilk randomize kontrollü çalışmadır. Cerrahi grubunda tam iyileşme oranının %73 olmasına karşı tıbbi yaklaşım grubunda %13 olması, literatürde Tip 2 diyabet tedavisinde kullanılan herhangi bir tedavi kombinasyonu ile ilgili randomize kontrollü çalışmalar arasında bildirilmiş en yüksek değerler arasındadır. Sonuçlar Tip 2 diyabetik ve hafif-orta obezitesi olan hastalar için obezite cerrahisinin bir tedavi seçeneği olarak değerlendirilmesi gerektiğini öne sürmektedir.
2) Bu çalışma Vücut Kitle İndeksi (VKİ) <35 kg/m2 olan diyabetik hastalarda bilinen tıbbi tedavi ile karşılaştırıldığında obezite cerrahisinin daha etkin olduğunu gösteren ilk randomize kontrollü çalışmadır. Diğer çalışmalarda belirtilen VKİ<35 olan seçilmiş hasta grubunda obezite cerrahisinin yararlı olabileceği yönündeki kanıtları desteklemektedir. Aynı zamanda 1991’de oluşturulan NIH kılavuzunda obezite cerrahisinin uygunluğu için VKİ değerinde 35’in mutlak alt sınır olarak kabul edilmiş olmasını sorgulatmaktadır.
3) Her ne kadar çalışma diyabetin tedavisinde tıbbi ve cerrahi tedavi arasındaki komplikasyon oranlarını karşılaştırmak açısından yeterli kuvvete sahip olmasa da, tıbbi ve cerrahi tedavi için komplikasyon oranları benzerdir. İki grupta da ciddi bir istenmeyen etki görülmemiştir. Diğer çalışmalar bu hasta grubunda obezite cerrahisi için göreceli olarak düşük komplikasyon oranları bildirmekte, bu toplulukta obezite cerrahisinin kabul edilebilir yarar/zarar oranı ile uygulanabileceğini düşündürmektedir.
4) Bu çalışmada elde edilen son derece olumlu sonuçlara ek olarak SOS ve Adams (NEJM, Ağustos 2007) tarafından bildirilen sağkalım avantajı, obezite ve diyabet tedavisinde cerrahinin yerinin değerlendirilmesi açısından yeni bir multidisipliner konsensus oluşturulması gerektiği görüşünü desteklemektedir.
5) Bu çalışma incelenmesi gereken başka alanlar olduğunu göstermektedir. Bunlar arasında remisyonun sürekliliği, cerrahinin daha ileri diyabet üzerine etkisi, diğer obezite cerrahisi işlemlerinin göreceli yarar/zarar oranları, cerrahinin körlük, böbrek yetersizliği ve kardiyovasküler olaylar gibi sekonder diyabet komplikasyonları üzerindeki etkisi gibi konular bulunmaktadır. Devlet tarafından desteklenen, spesifik olarak iyi planlanmış klinik çalışmalar arttırılmalı ve bu ve diğer çalışmaların ortaya koyduğu önemli sorular incelenmelidir. Amerika Birleşik Devletleri diyabet veya obezite için cerrahi tedavinin değerlendirilmesi amacıyla göreceli olarak az yatırım yapmıştır.
6) Bu çalışmada elde edilen son derece olumlu sonuçlarla birlikte SOS ve Adams (NEJM, Ağustos 2007) tarafından bildirilen sağkalım avantajı, Medicare, NIH ve diğer Amerikan hükümet birimleri tarafından bildirilmiş ve yaygın kabul gören kriterlere dayalı olarak obezite cerrahisi için kapsama sağlamayan üçüncül sağlık ödeyicilerine karşı etik ve hukuki bir iddia oluşturmaktadır.
7) Önleme: Her ne kadar bu çalışma Tip 2 diyabetin etkin tedavisinde obezite cerrahisinin yeri için kuvvetli kanıt sağlasa da, Amerikan hükümeti, sağlık birimleri, sivil liderler ve politika oluşturanlar, gelecek nesillerde artacak diyabet yükünü azaltmak amacıyla, diyabetin önlenmesi konusuna odaklanmalıdır.
ÖZET
Tip 2 Diyabet için Ayarlanabilir Gastrik Bandlama ve Konvansiyonel Tedavinin Özeti ve Önerdikleri. JAMA’da Yayınlanmış Bir Randomize Kontrollü Çalışma
23 Ocak 2008
Dixon JB, Obrien PE, Playfair J, Chapman L, Schachter LM, Skinner S, Proietto J, Bailey M, Anderson M. JAMA. 2008:299 (3): 316-323
Özet
İçerik: Gözlemsel çalışmalar Tip 2 diyabette cerrahi olarak sağlanmış kilo kaybının etkin tedavi olabileceğini öne sürmektedir.
Amaç: Cerrahi olarak indüklenmiş kilo kaybının konvansiyonel kilo kaybı ve diyabet kontrolü yöntemleri ile karşılaştırıldığında daha iyi glisemik kontrol sağladığını ve daha az diyabet medikasyonu gerektirdiğini saptamak.
Yöntem: Ortam ve Katılımcılar: Avusturalya’da yerleşik tedavi programlarına kayıtlı genel toplumun başvurduğu Üniversite Obezite Araştırma Merkezi’nde Aralık 2002 ile Aralık 2006 tarihleri arasında yapılan körlenmemiş randomize kontrollü çalışma. Katılımcılar yeni tanı konulmuş (<2>30 ve <40) hastadan oluşmaktadır.
Girişimler: Hayat stilinin değiştirilmesi ile kilo kaybına odaklanan konvansiyonel diabet tedavisi ile laparoskopik ayarlanabilir gastrik bandlama ile birlikte uygulanan konvansiyonel diyabet bakımının karşılaştırılması.
Ana Sonuç Ölçütleri: Tip 2 diyabetin remisyonu (glisemik hiçbir tedavi almaksızın açlık kan şekeri <126 mg/dL [ 7.0 mmol/L] ve glikozile hemoglobin [HbA1c] değeri <%6.2). İkincil ölçütler kilo ve metabolik sendrom bileşenleri içermektedir. Analizler amaçlanan tedavi yöntemine göre (intention to treat) yapılmıştır.
Bulgular: Katılan 60 hastadan 55’i (%92) 2 yıllık takibi tamamladı. Tip 2 diyabet remisyonu cerrahi grupta 22 (%73), konvansiyonel tedavi grubunda 4 (%13) hastada sağlandı. Cerrahi grupta remisyon için göreceli risk 5.5 idi (%95 güvenilirlik aralığı, 2.2-14.0). İki yılda kilo kaybı cerrahi ve konvansiyonel tedavi grubunda sırasıyla, ortalama (SS) değer olarak, %20.7 (%8.6) ve %1.7 (%5.2) idi (P < .001). Tip 2 diyabetin remisyonu kilo kaybı (R2 = 0.46, P < .001) ve düşük bazal HbA1c (kombine R2 = 0.52, P < .001) düzeyi ile ilişkili idi. Her iki grupta da ciddi komplikasyon görülmedi.
Sonuçlar: Cerrahi grubuna randomize edilen katılımcıların daha fazla kilo kaybetmeleri nedeniyle Tip 2 diyabet remisyonu sağlanması olasılıkları daha yüksek idi. Bu sonuçların daha büyük, çeşitliliği daha fazla bir toplulukta doğrulanması ve uzun dönem etkinliğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu yazı Amerikan Bariatric ve Metabolizma Cerrahi Derneği’nin verileri ve değerlendirmesi göz önüne alınarak Dr. Halil Coşkun tarafından düzenlenmiştir.
Dr. Halil Coşkun www.obezitecerrahisi.com
halilcoskun@hotmail.com
Cumartesi, Haziran 07, 2008
BioEnterics Intragastric Balloon (Mide Balonu): İlk 100 Vakanın Klinik Sonuçları - Türkiye Deneyimi

BioEnterics Intragastric Balloon: Clinical Outcomes of the First 100 Patients-A Turkish Experience
Coskun H, Bostanci O, Dilege E, Bozbora A.
Department of General Surgery, Istanbul, Turkey, halilcoskun@hotmail.com.
Department of General Surgery, Istanbul, Turkey, halilcoskun@hotmail.com.
BACKGROUND: The BioEnterics Intragrastric Balloon (BIB(R)) together with restricted diet has been used for the treatment of obesity and morbid obesity.
METHODS: A prospective study was conducted on 100 patients who had undergone the BIB procedure between February 2005 and February 2007.
RESULTS:
Mean age, mean weight, and mean BMI of the patients were 35.35 +/- 9.25
years, 113.23 +/- 24.76 kg (range 73-200 kg), and 39.28 +/- 6.98
kg/m(2) (range 30-69.2 kg/m(2)), respectively. Six months after the BIB
procedure, mean weight and mean BMI were reduced to 100.46 +/- 26.05 kg
(range 58-178 kg) and 34.70 +/- 11 kg/m(2) (range 21.83-61.59 kg/m(2)),
respectively. There was a statistically significant reduction in weight
and BMI at 6 months after the BIB procedure (p < p =" 0.035)," p ="
0.001).">
CONCLUSIONS: BIB application is a reasonable weight loss method with few complications.
BioEnterics Intragastric Balloon: Clinical Outcomes of the First 100 Patients-A Turkish Experience.
Obes Surg. 2008 Jun 3. [Epub ahead of print]
PMID: 18521700 [PubMed - as supplied by publisher]
***
Bu makale uluslararası bilimsel değeri oldukça yüksek bir dergi olan
OBESITY SURGERY JOURNAL da yayınlanan ilk MİDE BALONU uygulamasıyla
ilgili TÜRKİYE kaynaklı makaledir *** Makalenin fulltext hali ve türkçe
abstractı yakında sisteme geçirilecektir.
Dr. Halil Coşkun
Etiketler:
bioenterics intragastric balloon,
mide balonu,
obezite
Gönderen
Doç. Dr. Halil Coskun
Açık Teknik Gastric Bypass Uygulaması
http://sensinobez.blogspot.com/
4 Haziran 2012 Pazartesi
Kilo Kaybı Ameliyatlarından Sonra Katılara Geçiş
Hangi türde ameliyat olduysanız olun, şayet ameliyatlıysanız ve henüz
katılara geçmediyseniz, tahmin ediyorum siz de benim yaşadığım duyguyu
yaşıyorsunuzdur. Katı yemeyi/çiğnemeyi özlemek! Merak etmeyin, ilk katı
lokmanızı aldığınızda muhtemelen bu özleminizden pişman olacak ve
pürelere dönmek isteyeceksiniz. :)
Şu kesindir ki; sıvı ve püre beslenmek çok rahat, geçişleri çok kolay ve
size yük olmayan tarzda beslenme biçimleridir. Katılara geçiş, katıları
hazmetmek vücudunuz için aslında minik bir travmadır. O nedenle
öncelikli tavsiyem, ASLA doktorunuzun size verdiği takvimden şaşmayın.
Söylediği zamandan önce (ki genellikle tüp mide için 1-1,5 ay, gastric
bypass için 1,5-2 ay) kesinlikle katılara geçmeye çalışmayın. Katıyı erken yiyebilmek, sizin için bir zafer değil, vücudunuza gelecek ekstra yüktür. Üstelik zamanından önce midenize yüklenmek ameliyatınıza zararlı olabilir.
Bu noktada benim kullandığım besin takvimi, doktorumun sitesinde yer alan takvimdi.
Doktorunuzun tavsiye ettiği listeler sizin için öncelikli olmalıdır,
yine de çok uzun dönem sıvı beslenmek barsak floranızı bozacağından bunu
kişisel olarak tavsiye etmiyorum. Böyle bir listeniz varsa bir
araştırmanızda fayda var.
Yine katılara geçişte hatırlamanız gereken en önemli şey sıvı ve püre öğününüzden çok daha çabuk doyacağınız ve çok daha az yiyebileceğinizdir. Küçük bir tabak püreyi belki rahatça yiyebilirsiniz ama söz konusu katılar olduğunda tahminen ancak yarısını yiyebileceksiniz. Panik yok, normal bu. Sakiniz. :)
Benim katılara geçişim ekşili köfte yemeği ile oldu. Yanlış hatırlamıyorsam iki minik köfte yiyebilmiştim. Benim tavsiyem katılara geçişinizde çok katılardan başlamamanız ve bu süreci acelesiz, bebek adımlarıyla geçmeniz. Ben öyle yaptım ve son derece rahat bir geçiş dönemi yaşadım. Bebek adımlarından kastım ne peki? Şu: ezilebilecek ve/veya nispeten hazmı kolay şeylerden başlayın.
-Kıymalı kabak yemeği
-Kıymalı ıspanak
-Kıymalı semizotu
-Her nevi sulu köfte
-Balık (ton balığı/ fırında balık/buğulama)
-Rafadan yumurta
-Kabuksuz meyveler (çilek hariç)
Bunun bir ileriki adımında, katıların ilk adımına rahat geçtiyseniz:
-Kıymalı pırasa yemeği (pırasanın hazmı zordur ancak sindiriminiz için fevkalade yararlıdır. yine de ilk tercihiniz olmasın.)
-Kıymalı bamya (yine sindirim için muhteşem bir yemek!)
-Kıymalı karışık sebze
-Kabuğu soyulmuş domates ve biberden yapılmış menemen
-Lor peynirli yumurta
-Kıymalı bezelye
-Kıymalı türlü
-Beyaz peynir çeşitleri
-Zeytin ezmesi/zeytin
-Havuçlu, yoğurtlu meze (pişirerek yapılanı)
-Yoğurtlu semizotu
-Süzme yoğurt
Her yemeği ısrarla kıymalı yazmamın sebebi, et hazmı oldukça zor ve sizi yoracak bir tercihtir. Tamamen katılara sorunsuz geçtiğinizde et denemeleri yapmanızı öneririm. Ayrıca yemeklerinizi et/tavuk suyuna pişirmek protein alımı açısından size oldukça yarar sağlar.
Bir adım sonrasında sizi nispeten daha az yoracak bir iki seçenek eklemelisiniz.
Tavuk (kalça but hazmı en kolay yerdir)
Sebzeli tavuk haşlama
Okyanus balıkları
Midye/kalamar/surumi (yengeç) (muhteşem protein kaynakları)
Benim/annemin pişirme tercihlerim/iz her zaman yağsız ve/veya çok az yağlı oldu. Zira kullandığınız kıyma/tavuk yeterince yağ içermekte. Günde üç tatlı kaşığı yağ bünyenin yağ ihtiyacınız karşılar. Bana kalırsa bunlar zaten tavuk ve kıymada var ama gözünüze az geliyorsa yemeğinize ekleyin.
Kahvaltılarınızda meyve ve/veya rafadan yumurta almayı tercih edin. Meyveyi sabah yemek sinidiriminiz açısından oldukça yararlıdır. Nedense bizim kültürümüzde meyve akşam yemeğinden sonrası ile özdeşleşmiş. Halbuki sabah meyve yemenin sayısız faydası var. Kahvaltı öğününde sade yumurta ya da lor yavan geliyorsa eti form etimek tüketebilirsiniz. Ben hala öyle yapıyorum.
Bypass ya da sleeve (tüp mide) için de bir hatırlatma yapmak isterim. Özellikle yakın katı dönemlerinizde çiğ sebze/baklagilden uzak durun. İlginç bir biçimde insanın canı ısrarla salata yemek istiyor biliyorum ama çiğ sebzenin ve baklagillerin hazmı çok zor olduğu gibi, insanı çok rahatsız ediyor. Bir yemeğe koyarken de sebzelerinizi (özellikle domates gibi ince kabukluları) soyun. Asla zar kabuklu şeylerin kabuğunu yemeyin.
Yine yakın katı döneminizde mısır gevrek ve lapaları midenize oturma hissi yaratır ancak uzak katı döneminde şahane kurtarıcılardır. Restoranlarda soğuk meze olarak geçen şeyleri rahat yediğinizi göreceksiniz. Bunlar da dışarı yemeğe çıkıldığında çorba seçeneğiniz yoksa şahane kurtarıcılar oluyor.
Ekmek mümkün olduğunca uzak durmanız gereken bir besin. Ne kadar geç başlarsanız o kadar iyi. Lakin bazı besinler var ki ekmeksiz yenemiyor. Burada benim kullandığım taktik, bu tarz besinleri (yumurta gibi) form etimekle yemek. Kabul edin, ekmek olmazsa olmazlarınızdan değil ve olmamalı.
Makarna, pilav, hamurişi, karbonhidrat ağırlıklı besinler diyetinizde 6 aydan önce olmamalı. Siz bunları okuduğunuzda benim 13.ayım dolmuş olacak ve ben hala bunlardan uzak duruyorum. Özellikle pilav toplamda 3 kere ancak yemişimdir, o da mecburi ortamlarda. Eksikliğini de hissetmiyorum.
Peki katı döneminin kaçamakları nelerdir?
İşte size dev hizmet. Hem yemesi kolay, hem kalorisi az, benim sıklıkla başvurduğum kaçamaklar. ;)
-Çubuk kraker (hala çantamda taşırım, kurtarıcıların en büyüğü)
-Patlamış mısır (yağsız, tuzsuz, 1 bardak)
-Ceviz, badem, yabanmersini, leblebi
-Şayet şekeriniz düşüyorsa akide şekeri (tarçınlıyı tercih edin.)
-Nesquik
(Muayyen dönemlerinde tatlı aşerenler için not: Bu dönemlerde hafif ve ufak bir porsiyon sütlü tatlı tercih edebilirsiniz (sütlaç hariç) ancak dumping seçeneğini unutmayın. Limonata ve sahlep'in bile zaman zaman dumping yapabildiğini düşünürsek dikkatli olmanızda fayda var.)
Yukarıdaki satırlarda da belirttiğim gibi benim katılara geçişim çok rahat oldu. Umarım bu bilgiler size katılara geçişte bir nebze yardımcı olur. Unutmayın, geçişlerin hepsini bebek adımlarıyla yaparsanız kilo verişiniz uzun atlama adımlarıyla olur. Haydin kolay gelsin! :)
26 Şubat 2012 Pazar
Kilo Kaybı Ameliyatları Sonrası Erken Dönem Beslenme
Merhaba çorbalarla kanka olacağımız dönem, merhaba!
Kilo kaybı ameliyatlarından sonra iç dikişleriniz iyileşmesi ve sağlıklı
bir beslenme sistemine geçebilmeniz için zamana ve hafif beslenmeye
ihtiyacınız vardır. Ameliyatınızdan sonra geçirmeniz gereken diyet
süreci şöyledir.
-Berrak Sıvı
-Sıvı/Yoğun sıvı/Taneli sıvı
-Cıvık püre/Püre
-Katı
Doktorunuz size bu beslenme sistemini açıklayacak ve beslenme listesi
verecektir olasılıkla. Ben size çoğunlukla yaşayarak öğrendiğim beslenme
sistemini aktaracağım.
Öncelikle bilmeniz gereken aynı ameliyatı, aynı gün, aynı kiloyla olmuş
olsa bile her insanın metabolizmasının farklı olduğudur. Benim çok rahat
içebildiğim çorba, sizde bulantı yapabilir. Siz meyveli yoğurt yerken
ben bundan tiksinebilirim. Bu gayet normaldir. Bayıldığınız bir çok
yiyecekten tiksinebilir, yanından bile geçmek istemeyebilirisiniz.
Unutmayın ki yeni beslenme sisteminizi oturtmak zaman ve çaba isteyecek.
Ameliyat sihirli bir değnek değil ve sizin üstünüzden bütün yükü
almasını beklemeyin.
Berrak sıvı diyetiniz olasılıkla hastanede, kaçak testiniz bittikten
sonra başlayacak ve siz eve çıkana kadar devam edecektir. Eve
çıktığınızda ise genellikle sıvılara geçmeniz istenir. "Ohooo sıvı o
kadar çok şey var ki yenecek!" diye düşünseniz bile, inanın insan ne
yesem diye çatlayabiliyor, seçenekler tükenebiliyor zaman zaman.
Ben sizinle bana iyi gelen, bir nevi kurtarıcı besinleri paylaşacağım
elimden geldiğince. Beslenme sisteminde protein ve kalsiyumun öneminden
geçen yazıda bahsetmiştim. Sıvı diyetinizde bunların ağırlıklı olmasına
gayret gösterin. Çorbalarınızı muhakkak gerçek et/tavuk suyuna yapın.
Ben eve çıkar çıkmaz annem kasaptan etli kemikler alıp kaynatmış, suyunu
çıkarmıştı. Tahmin edin ne oldu? Ağzıma süremedim! Et suyu bana çok
ağır geldi, beni bu dönemde kurataran şey tavuk suyu oldu. Neredeyse her
çorbayı tavuk suyuna yaptık. Eğer tiksiniyorsanız kendinizi zorlamayın
ancak muhakkak proteininizi alın.
Benim bu dönemde hayatımı kurtaran besinlere gelirsek:
* Terbiyeli tavuk suyu çorbası (şehriyesiz) (erken dönemde şehriye
tıkanma hissi verebilir. Taneli döneme geçene kadar bir süre dokunmadım
ben)
*Tavuk suyuna sebze çorbası (sebzeleri tavuk suyuna atıp haşlayın, sonra geri çıkarın)
* %100 Meyve suları (Ben evde sıkmanızı ve sulandırmanızı tavsiye
ederim. Hazır alacaksanız %100 olmasına, nektar vs. olmamasına dikkat
edin. Hazırlardan bilhassa elma suyunu suyla karıştırıp içtim ben.)
Şayet tiksinmiyorsanız bunları et suyuna yapmanız çok daha faydalıdır.
Doktorunuz izin verdiyse bu dönemde süt ve ayran içmeniz fevkalade
yararlıdır. Gaz sorunu olan bir hastaysanız doktorunuz erken dönemde
bunlara müsaade etmeyebilir. Ben 10.günüm bittiğinde içebildim ancak.
*Süt (Yağsız ve aromasız (muzlu, çilekli vs) olanları tercih edin.
*Ayran (Abartı gibi gelebilir ama ayran uzun süre bana yağlı geldi ve
midemi bulandırdı lakin ne kadar faydalı olduğu aşikar. Light ayranlar
bir çok markette var. Ancak light ayran tüketebildim, o da çok fazla
olmamak kaydıyla. Hala da çok içebildiğimi söyleyemem.)
Yoğun sıvılara ne zaman geçmelisiniz? Bunu ancak doktorunuz ve siz
bilebilirsiniz. Bazen doktorunuzun listesinde yoğun sıvıya geçebilirsin
yazan dönemde bile geçilemediği ve bünyenin kaldırmadığı olabiliyor. Diyetinizde
değişiklik yaparken kendinizi dinleyin. Ağır geliyorsa geçmeyin.
Unutmayın mideniz bir bebek midesi gibi. Hiç aceleniz yok, olmasın.
Yoğun sıvılar döneminde yine çorbalarınızı et ve tavuk suyuna yapmaya
özen gösterin. Benim bu dönemde en sık tükettiğim yiyecekler şunlardı:
*Sebze çorbası (Üstteki tarifteki gibi sebzeleri tavuk suyunda haşlayıp
çıkarın. Bir tek kabak kalsın. Kalan çorbayı rondodan geçirin.)
Çorbanızın kıvamının püreye yakın olmamasına dikkat edin. Çorba formunu
koruyun. Bu çorba aynı zamanda sindirim/boşaltım sorunlarına birebirdir.
(Saklamayın, kabızsınız biliyorum! Hangimiz değildi ki!)
*Tarhana çorbası (Öncelikle ev tarhanası kullanın eğer imkanınız varsa.
Acı olmamasına dikkat edin. Bu dönemde muhtemelen baharatlarla aranız
iyi olmayacak.) Mümkün mertebe koyu kıvamlı olmamasına gayret edin.
*Yoğurt çorbası/Yayla çorbası (Nanesiz ve yağsız pişirin)
*Tavuk suyuna tebiyeli rondo şehriye (Az şehriye katılmış tavuk suyunu rondodan geçirin. Çorba kıvamını kaybetmesin.)
Bu dönemde çok çok rafadan (tamamen cıvık olması kaydıyla)
yiyebilirsiniz. Ben bir kere yedim ve sanıyorum 3.ayıma kadar bir daha
yiyemedim. Eğer yiyebiliyorsanız günde bir "rafadan ötesi yumurta" size
iyi bir protein kaynağı olacaktır.
*Süt (Sütü buz gibi içmek yerine ılıtmanızı tavsiye ederim. Bu dönemde hep ılık süt içtim.)
*%100 Meyve suları (Bu dönemde de sulandırmanızı tavsiye ederim.)
*Evde yapılmış hoşaflar (Tanelerini çıkarıp, sulandırıp içebilirsiniz.)
Özellikle kayısı hoşafı sindirim/boşaltım için süperdir!
Taneli sıvılara geçmek aslında bir nevi katılara da rahat geçirp
geçmeyeceğinizin testi gibidir. Ben tüm bu değişim dönemlerini çok rahat
geçtim ve katılara da geçişim sorunsuz oldu. Ben bu konuda şanslıydım
ancak doktorumun zamanlama ve yiyecek listesinin bir adım bile dışına
çıkmadım diyebilirim rahat rahat.
Tanelilere hazır olup olmadığınızı ölçmelisiniz. Elbette ilk lokmanızda
biraz rahatsız hissedeceksiniz ancak zamanla geçecek. Yine de çok
rahatsız olduysanız kendinizi asla zorlamayın ve erteleyin.
Bunun yanında bazı doktorlarımızın hastalarına kalabildiğin kadar sıvıda
kal dediğini ve 8-9 ay sıvıda kalan hastalar olduğunu biliyorum. Ben
buna kesinlikle karşıyım. Sürekli sıvı beslenmek barsak floranızı bozacağı gibi sizi amacınızdan da saptıracaktır. Amacınız yeni bir beslenme sistemi yaratmak. Bunu da ancak sağlıklı, katı gıdalarla yapabilirsiniz. Sıvılar dönemi bir geçiş dönemidir ve öyle kalmalıdır bence.
Taneli döneme geçtiğinizde aklınıza gelebilecek her şeyi çorbanızın
içine katıp rondolayabilirsiniz. Burada dikkat edilmesi gereken şey
çorbanın püre kıvamına gelmeyecek kadar cıvık olması ve kattığınız
besinlerin gaz yapmamasıdır. Yani fasulye, nohut vs. gibi şeylerden
kaçınmalısınız.
Bu dönemde en sık tükettiklerim:
*Tavuk suyuna terbiyeli rondo şehriye (Biraz daha koyu kıvamlı olanı ama püre kadar değil.)
*Kabak çorbası (Tavuk suyunda kabakları haşlayıp rondolayın.)
*Tarhana çorbası (Acısız, baharatsız, ev tarhanası)
*Yayla/Yoğurt çorbası (Pirinçsiz ama kıvamlı)
* Süt
*Kayısı hoşafı
Bir hasta olarak benim dezavantajım çoğu ameliyatlı arkadaşlarımın
yediklerini yiyememek, yedikleri kadar yiyememek ve bir çok besinden
tiksinmek oldu. Şayet böyle bir şey yaşamıyorsanız çorbalarınızda yeni
tatlar deneyin. Benim midem yeni tatlar için fazlasıyla sinameki idi.
Hala da öyle. Olabildiğince soğan, sarımsak, yoğun aromalar, soslar ve
baharattan ilk dönemlerinizde uzak durun. Bırakın damak tadınızdan önce
beslenmeniz gelsin.
İçtiğiniz çorba bile olsa yavaş, dura dura ve yudum yudum için. Asla yemeği aceleye getirmeyin ve gün boyunca 1,5-2 lt. su içtiğinize emin olun. Yemeklerle sıvı almayın, yemeğin yanında asla su/çay vs içmeyin. Araya en az yarım saat koyun ki tıkanmayasınız.
Cıvık püre/Püre dönemi çorbalardan sonra size adeta ilaç gibi gelecek,
seçeneklerinizin çok fazla olacağı bir dönem. Ben şahsen bu döneme
bayılmıştım. Üstelik çok lezzetli şeyler yapabilirsiniz!
Öncelikle püre deyince aklınıza gelen patates püresi imajını kafanızdan
silin. Aklınıza gelebilecek hemen her şeyin püresini yapabilirsiniz.
Sebzeleri yine muhakkak et ya da tavuk suyuna püre yapmanızı ve
kabak/patates vbg. yiyeceklerin içine de püre yaparken yağsız peynir
katmanızı(lor) tavsiye ederim.
Bu dönemde en büyük kurtarıcılarım:
*Kabak püresi (Yağsız lor peyniri ile)
*Ton balığı püresi (Sıfır yağlı olanlardan alıp rondoladım bol bol)
*Ispanak püresi (Pirinçsiz ıspanak yemeği yapar gibi yapıp rondolayın)
*Semizotu püresi (Pirinçsiz semizotu yemeği yapar gibi yapıp rondolayın)
*Karışık sebze püresi (kabak-havuç-vs. aklınıza ne gelirse ekleyebilirsiniz.)
*Rafadan ötesi yumurta
*Peynirli patates püresi
*Tavuk püresi (Kalça but etinden rondo)
*Pırasa püresi (Zeytinyağlı pırasayı pirinçsiz pişirip rondolayın)(Bu ayrıca kabızlık için şahanedir.)
*Pırasa püresi (Zeytinyağlı pırasayı pirinçsiz pişirip rondolayın)(Bu ayrıca kabızlık için şahanedir.)
*Elma püresi
*Markette bebekler için üretilen hazır püre mamalar /dışarı çıktığınız zaman yahut çalışırken kurtarıcı oluyorlar.
*Muz püresi
*Kayısı püresi
*Her nevi yağsız yoğurt (normal yağlı olanlar mide bulandırabilir.)
*Süt
Meyve pürelerinizi yaparken:
Öncelikle her nevi meyvenin püresini yapabilirsiniz. Ben ananas, muz,
şeftali ve elmayı çok tüketmiştim. Şayet yeterince protein alamadığınızı
düşünüyorsanız, doktorunuza danışarak protein tozu (aromasız, şekersiz)
kullanabilir, püre yerine kıvamlı meyveli yoğurt hazırlayabilirsiniz.
Hazır meyveli yoğurtlar şeker içerdiği için ben almadım ve
kullanmadım.Özellikle kahvaltı öğününde ben meyve püresi, akşam öğününde
ise ton balığı püresi tüketmeye çalıştım. Kan değerlerime de sonucunun
olumlu yansıdığını gördüm.
Püreleri rahat rahat tükettikten sonra katılara geçebilirsiniz. Kişisel
tavsiyem katılara geçişinizde itidalli olmanızdır. Örneğin direk parça
et yerine köftelerden ve sulu yemeklerden başlayın. Benim ilk aldığım
katı ekşili köfte yemeği idi. Unutmayın aceleniz yok, bebek
adımlarıyla yürüyün bu yolu. Kendinizi ve yeni midenizi tanıyın ve ona
zaman ayırın. Doktorunuzun sözlerine kulak verin ve vitaminlerinizi asla
ihmal etmeyin.
Özellikle baharatlar ve aromalı besinler/soğan sarımsak/çiğ sebzeler,
meyveler konusunda acele etmeyin. Siz bu yazıları okuduğunuzda ben 10.
ayımı dolduruyorum ve hala karabiber, kimyon/salata vs. bana çok
dokunuyor. Ancak acı konusunda sorunsuzum. Her bünye başka şeylerden
etkileniyor. Dolayısıyla biraz da deneme yanılma yapacaksınız.
Eski hayatınızda olmayan, beklenmeyen tepkilerde ne yapacaksınız?
Bulantı: Bazı besinler ya da kokular midenizi bulandırabilir. Bu
çok normaldir. "Ay bana ne oluyor?" diye doktorunuza koşmanıza gerek
yoktur. Bu gibi durumlarda şekersiz nane şekeri (rocco/olips vs.) gibi
bir şeker emebilirsiniz. İyi gelecektir.
Kusma: (Nadir de olsa) Her kusma dumping demek değildir. Paniğe
kapılmayın. Normalde biraz daha hızlı yediyseniz, yağlı yediyseniz,
şekerli yediyseniz, dumping olmasa dahi kusabilirsiniz. Artık yeni
mideniz yutağınıza daha yakın olduğu için kusmak çok daha kolaydır.
Kusmalarınız rutine binmediği sürece korkmanıza gerek yoktur. Sadece
beslenme sisteminizi gözden geçirin.
Yanma/Reflü: Özellikle yatmadan hemen önce yediyseniz yahut size
mide koruyucu bir ilaç verildi ve aksattıysanız bu şikayetleriniz
artabilir. Yatmadan iki saat evvel (minimum) yemeği kesin. İşe
yarayacaktır.
Gaz sancısı: Yine gaz yapmayan besinler ve içeceklerle bu sorunun
üstesinden gelebilirsiniz ancak gaza meyilli bir bünyeniz varsa yapacak
bir şey yok. Ben en çok gaz sancısı çektim mesela beslenmeme dikkat
ettiğim halde.
Kabızlık: Korkmayın, bu hepimizin başına gelen bir şey. Koca koca
adamlar, kadınlar olarak neler çektik bir bilseniz! Öncelikle kayısı
hoşafı, püresi, suyu size bu konuda çok yardımcı olacaktır. Bunun yanı
sıra kabak içeren her şey yine bu konuda yardımcınızdır. Kabızlık için
prebiyotik yoğurt vs. gibi şeyleri ne ben, ne doktorlar tavsiye ediyor
ancak 4 günü geçtiyseniz laksatifler için yine doktorunuza danışmakta
fayda var.
Size erken dönem beslenmesiyle ilgili verebileceğim en güzel tüyo ise
tabaklarınızı ve kaşıklarınızı "bebek tabağı/kaşığı" ile değiştirin.
Mümkünse koyu renkli olsun. (Koyu renk iştahı kapatır). Şekerli
besinlerden hem dumping yaşamamak, hem de kalori almamak için kaçının.
Her öğününüze 45 dk-1 saat ayırın. Acelesiz, keyfini çıkara çıkara yemek
yiyin. Her ne kadar garnitür vs. gibi şeyler yiyemiyor olsanız da
tabağınızın kenarını süsleyebilirsiniz. Hem moralinize, hem gözünüze
hitap eden bir tabak, neden olmasın!
İçecekler
İçecek konusu; ameliyattan önce günde 6-7 bardak nescafe içip,
litrelerce kola tüketen benim için en zor konuydu. Sizi bilemiyorum ama
ben rutin olarak her sabah gözünü açar açmaz kahve içen bir insandım.
Tabii ki yeni beslenme sisteminizde ne nescafe'nin, ne kola'nın yeri
yok. Öncelikle telvesiz tüm kahveler yapaydır ve mideyi genişletir.
Erken dönemde size kahveyi tavsiye edemiyorum ancak ikinci ayım
bittiğinde türk kahvesine başladım ben.
Açık çay en ideal içecek bu dönemlerde. Ancak içtiğiniz demir hapı ile
çayınız arasına iki saat koyun. Çayın içindeki maddeler demirin etkisini
nötrler.
Meyve sularını evde sıkın ya da %100 alın. Muhakkak sulandırarak için. Ben hala öyle içiyorum.
Kola'nın yakınından bile geçmeyin. Milyar kalori olmasının yanında gazlı
olduğu için tehlikelidir. Keza soda ve diğer gazlı içecekler.
Süt artık en yakın arkadaşınız olsun. Bu alışkanlığı kendinizde
oturtmaya çabalayın. Sade süt konusunda sıkıntı yaşıyorsanız kaşığın
ucuyla kakao katabilirsiniz.
Nesquik benim sıklıkla tükettiğim (günde 1 bardak süte bir çay kaşığı)
ve vitamin değerimi toparlamam yardımcı, harika bir tattı. Şimdi
tüketmiyorum fazla. (10 günde bir) ama o dönemler çok işe yaramıştı.
Sebze suyu ben kullanmadım ama kullanabilirsiniz, bence bunu da sulandırmakta fayda var.
Son olarak; unutmayın bu önemli bir dönem. Gereken besin ve vitamini
almanız çok önemli. Bu yüzden lütfen kendinize beslenme temeli
oluştururken zaman ayırın. Yeni beslenme sisteminizi sevin ya da buna
çabalayın. Göreceksiniz, her şey çok güzel olacak! :)
29 Aralık 2011 Perşembe
Bariatrik Cerrahi Sonrası Beslenme Kısırdöngünüzü Değiştirmek
Size kilo kaybı ameliyatları (her türü) için bir sır vereyim. Evlilik ve
çocuk kararınız da dahil olmak üzere bu ameliyat; hayatınızda
verdiğiniz -net- en önemli karar olacak. Hayatınızda vereceğiniz diğer
önemli kararlar size eklenecek ya da sizden bir şeyler alacak şeyler
iken, bu ameliyat sizi ruhsal ve bedensel olarak kökten değiştirecek
yegane şey çünkü.
Madem bu adımı attınız, zor olanı başarıp ameliyatınızı oldunuz (ya da
planlıyorsunuz) ameliyattan sağlıklı çıkmanın bu işin sadece yüzde %60'ı
olduğunuzu bilmelisiniz. Şahane bir doktor ya da muhteşem bir ameliyat, sizin beslenme sisteminiz kötü ve sağlıksız oldukça size yardım edemez. Uzun vadede tekrar aynı sorunları yaşamanız kaçınılmaz. Bir daha asla eskisi gibi olmam diye düşünürseniz yanılırsınız. Ne yazık ki; kilo kaybı ameliyatları mucize değil, sadece obezitede kullanılan en güzel silahlardır. Silahınızı doğru kullanmayı öğrenmek ise beslenme sisteminize hakim olmak ve sağlıklı bir beslenme sistemi oturtmaktır.
Bu noktada en büyük yardımcınız -kendinizi hissetmeye başlamak- olacak. Eskiden hissetmediğiniz -doyma- hatta hatta - bir lokma daha yersem herhalde çatlayacağım- hissi geri gelecek. Bu en büyük avantajınız. Sizlere tavsiyem hiç bu hissi duyana kadar yemeyin e mi. :)
Gastric bypass ameliyatından çıktığımda, sıvı berrak beslenme listem
bittiğinde manyakçasına kalori saymaya başladım. Çorbaların, tavuk suyu
tabletlerin, aklınıza gelmeyecek en abuk şeylerin bile kalorisini
sayıyordum. Bu, önlenemediği takdirde saplantıya dönüşebilir. Bir
biçimde önledim bunu, itiraf ediyorum çok zor oldu. Buna kapılmayın.
Söylemesi kolay gibi geliyor biliyorum. Pişirirken ya da dışarda
yediğinizde bunu bir süre sonra otomatikman yapmaya başlıyorsunuz zaten
ama benim gibi listeleri ezbere bilmeniz size bir şey kazandırmayacak,
emin olun.
Kalori sayma paniğim geçtiğinde ve bunu durdurmayı başarabildiğimde asıl
önemli olanın kalori olmadığını, denge olduğunu farkettim. Yıllar önce
bir belgesel izlemiştim. Bir tıp doktoru hayattan el etek çekip Nepal'e
yerleşiyor ve alternatif tıp ile kafayı kırıyor. Adam -bence- çok mühim
bir şey söylemişti. Dünyadaki tüm hastalıkların nedeni -aşırılık-tır.
Kökende düşünürseniz adam çok haklı. Sadece obezite için konuşmuyorum,
genelde hastalıkların nedeni bu gerçekten!
Ameliyatınızın üzerinden bir zaman geçtikten sonra (evet hemen değil)
aldığınız kalori miktarından daha çok yediklerinizin içeriğine dikkat
edeceksiniz. Daha doğrusu etmelisiniz. Şunu açıklığa
kavuşturalım.Geçmişe oranla da, normal sindirim sistemi olan biriyle
kıyaslandığında da, çok az miktarda besleniyor olacaksınız ve ağzınıza
atabildiğiniz her lokmanın sizin gerçekten ihtiyacınız olan şeyler
olması şart.
Bu nedenle öğün denegelerinizde protein > kalsiyum > vitamin > karbonhidrat > yağ dengesine bir süre sonra her şeyden daha fazla önem vermeye başlamalısınız.
Günlük ihtiyacınız olan enerjiyi ancak bu şekilde sağlayabilir ve
dengeli beslenmeye başlayabilirsiniz. Kilo kaybı ameliyatlarının çoğunda
ameliyat sonrası vitamin takviyesi kullaılır. Şimdi şunu sorduğunuzu
duyar gibiyim. "Madem vitamin kullanıyorum, neden bu kadar dengeli
beslenmeme gerek olsun?" Bu ameliyat sonrasında yapılan başlıca
hatalardan biri aslında. Sadece vitaminlere güvenmek!
Dışarıdan aldığımız multivitamin veya diğerleri emin olun ne kadar fazla
içersek içelim, besinden aldıklarımızla aynı olmayacak ve vücudun
bunları işleyiş mekanizması aynı yürümeyecektir. Besinleriniz konusunda
doktorlarınızın önemle durması da bu yüzdendir.İhtiyacınız olmayan
şeyleri yemek sizin için sadece ve sadece bir yüktür. Unutmayın, yolun
başında yüklerinizden kurtulmak için bu kararı verdiniz. :)
Böyle konuştuğum zaman adeta bir besin Hitler'i gibi durduğumun
farkındayım ancak size bir itirafta bulunayım ki; hayatta en istemediğim
şey verdiğim kiloları geri almak. Bunun için çok çaba sarfettim.
Kendimi çok eğittim ve devam ediyorum. Dolayısıyla kendinize bir "dur"
mekanizması edinmezseniz, bu besin Hitler'i olmayı gerektirse de,
gerçekten kilo almak, lanet olsun ki çok kolay.
Henüz Türkiye'de yok ancak Youtube'da gastric bypass vloglarını
incelerseniz uzun dönemde kilo almanın -nispeten- ne kadar
kolaylaştığından yakınanları göreceksiniz. Bu yüzden yeni beslenme
stilinizi sağlıklı oluşturmanız üzerinde bu kadar duruyorum.
Dönelim dengeli öğünlere.
Vücudunuzun temel olarak gereksinim duyduğu başlıca besin kalemi
proteinlerdir. Yağ veya karbonhidrat olmadan hayatınızı (en azından
belli bir süre) sürdürebilirsiniz ancak protein yoksunluğu vücudunuz
için tam bir yıkım olacaktır. Özellikle yoğun stress ve travma
dönemlerinde vücudun protein ihtiyacı önemli bir biçimde artar. Ameliyat
da major bir müdahale olduğu için ameliyat sonrası daha çok proteine
ihtiyaç duyacaksınız. Sıvı ve püre beslenmesinde proteine kavuşmak bir
nebze daha zordur. Bu nedenle bu dönemlerde özellikle buna dikkat
etmelisiniz.
Nedir başlıca proteinler? Proteinler hayvansal ve bitkisel olarak ikiye
ayrılsa da (veganlar için kötü haber) başlıca ve en iyi işlenebilir
protein kaynağı hayvansal olanlardır. Yine de bitkisel kaynaklıları da
es geçmemek gerekir diye listeye alacağım.
Hayvansal Proteinler
-Yumurta
-Et
-Tavuk
-Balık
-Süt
-Peynir
Bitkisel Proteinler
-Mercimek
-Kuru fasulye
-Nohut
-Fındık
-Bulgur
-Tam buğday ekmeği
[Daha sonra ameliyat sonrası için
tarifler ve listelerde konuya gireceğim ancak ameliyatınızın erken
dönemlerinde protein alacağım diye sakın ha mercimek yemeği, kuru
fasulye, nohut, bulgur gibi ağır şeyler yemeyin. Bunu yapmayacağınızı
tahmin ediyorum ancak yine de uyarmak istedim. Bunlar hem gaz yapıcılar,
hem de erken dönem ameliyatlılar için tehlikeli besinlerdir.]
Günde aldığınız besinin yüksek miktarı protein ağırlıklı olmalıdır. Bunu aklınızdan lütfen çıkarmayın. Gelelim kalsiyum'a. Uzun
dönemde yapılmış araştırmalar kilo kaybı ameliyatı olan kadınların -ne
yazık ki- daha çok kemik erimesi riskinde olduğunu söylüyor.
Kalsiyum zaten almamız gereken bir kalemken böylece önemi tavan yapıyor.
Kadınlar için daha önemli olsa da erkekler için de bu önemin
azımsanmaması gerektiğini düşünüyorum.
Başlıca Kalsiyum Kaynakları
-Süt
-Yoğurt
-Peynir
-Badem
-Pekmez
-Lahana
-Kuru Fasulye
-Susam
-Yumurta
-Zeytin
Yine
burada önemli olduğunu düşündüğüm bir not düşmek zorundayım ki;
ameliyatınızın özellikle erken dönemlerinde kalsiyum alacağım diye
pekmez ya da susam yemeyin, pekmez dumping yapabilir(kalorisine girmedim
bile farkettiyseniz), susam çok kalorilidir. (Emin olun bilmek bile
istemezsiniz, o derece). Lahana ve Fasulye ameliyatınızdan çok sonraları
(mesela 1 yıl) yiyebileceğiniz, belki de o zaman bile rahatsızlık
verebilecek potansiyelde besinlerdir. Uzak durmanızı öneririm.
Katı
beslenmeye geçtiğinizde tabağınızda(öğününüzde) protein kaleminden sonra
olması gereken şey kalsiyumdur. Kalsiyumdan sonra belki öğün içinde
(sebzeler) ya da dışında (meyveler gibi) alabileceğiniz vitamin
kaynakları sizin için önemlidir.
Vitaminler
Günlük hayatta yemeklerimizde kullandığımız ya da soframıza getirdiğimiz çoğu sebze ve meyve
vitamin doludur. Dolayısıyla vitamin içeren besinleri listelemek
gerekmez. Aslında doğadan gelen ve yenebilir şeylerin hiçbiri insan
vücuduna yararsız değildir. Önemli olan hangilerinin bize maksimum
yararı vereceğini seçmek ve doğru kullanmaktır. Öncelikle meyve ve
sebzenizi kesinlikle taze tüketmelisiniz. Kabuğu soyulmuş ve 1 saat
bekletilen bir portakalın vitamininin yüzde yirmisinin yok olduğunuzu
düşünürsek sebze ve meyvelerimizi taze tüketmeli, stoklu almamalı,
bittikçe az miktarlarda evimize sokmalıyız.
Ameliyattan
sonra ben meyve yemekte oldukça zorlandım. (Şu an 8.ayımı bitirmiş
olarak yazıyorum ki; hala zorlanıyorum.) O yüzden tavsiyem asla
sevmediğiniz, ağır gelen, sizi rahatsız eden bir şeyi yemeyin.
Alternatifini bulmaya çalışın. Meyve yerine ben vitaminimi sebzelerden
almaya gayret ettim hep. "Peki vücudum için gereken şekeri fruktoz
olarak almayacaksam (meyvelerden almayacaksam) nereden alacağım?"
derseniz, patates, havuç, bezelye gibi sebzelerde zannettiğinizden çok
daha yüksek miktarlarda şeker vardır ve gereken şekeri buralardan
alabilirsiniz. Ben öyle yaptım. :)
Ameliyat
sonrası (bu birçok hastanın ortak görüşüdür) katılara geçme sürecinde
en rahat yenen şey kabak'tır. Şişirmez, gaz yapmaz, püresi yapılır,
yoğurda bulanır, kıymalı yenebilir. Ameliyat sonrası için en hafif ve
güzel alternatiflerden biridir. Daha sonra vereceğim listelerde adını
sıkça göreceksiniz.
Karbonhidratlar
Bir
diyet için ne kadar lüzumsuz görünürse görünsün, uzun vadede
karbonhidrat almak insan vücudu için son derece önemlidir. Bizim sıkça
düştüğümüz yanlış ise karbonhidrat miktarıdır.
Günde
275-300 gr. karbonhidrat yetişkin bir insanın ihtiyacını karşılarken
ameliyattan (bypass) sonraki dönemde bizim için bu 2 yıl içinde
gerçekleşebilecek bir süreçtir. Sonuçta diyet sürecinde günlük aldığımız
miktar 60-100 gr'ı geçmemelidir. Zaten ameliyat sonrası 1. yılınıza
kadar ekmek, makarna vs türevlerini muhtemelen yiyemeyeceğiniz için
erken dönemde (6 ay) patates vbg. başka karbonhidrat kaynaklarına
yönelip açığınızı kapatabilirsiniz. 100 gr. 'ın tamamını almaya ise en
iyi ihtimalle 8 ay - 1 yıl sonra başlayabilirsiniz diye düşünüyorum.
Başlıca karbonhidratlar ise şöyledir:
-Buğday
-Mısır
-Bal
-Pekmez
-Patates
-Pirinç
-Muz
-Yer fıstığı
-Kuru üzüm
-Havuç
-Yulaf
-Bezelye
-Arpa
-Çilek
-Muz
-Şalgam
-Karnıbahar
Yağlar
Duyduğumda
çok şaşırdığım bir şeyi paylaşmak isterim sizinle. Yetişkin bir insanın
günlük yağ ihtiyacı yaklaşık altı tatlı kaşığı kadar! Bu kadar az
olduğunu duyduğumda gerçekten çok şaşırmıştım. Ameliyat sonrası süreçte
tereyağı vs. gibi hayvansal yağlar yerine beslenme sisteminizi
zeytinyağı ile oluşturmanız çok yararınıza olacak. Günde 6 tatlı kaşığı
yağı şayet benim gibi -gerçek- et ve tavuk suyunu kullanıyorsanız zaten
rahatlıkla alıyorsunuzdur. Almadığınızı düşünüyorsanız sebze
yemeklerinizi pişirirken bir-iki tatlı kaşığı z.yağı/ayçiçek yağı
eklemenizde bir sakınca yok.
Ben
zeytinyağı kokusundan ve tadından oldum olası tiksinirim o nedenle
yemeklerimi maksimum yağsız, tercihen et ve tavuk suyuyla yağa gerek
olmadan pişiriyorum. (Çorba dahil.) O yüzden ayçiçek yağını da gönül
rahatlığı ile tavsiye edebilirim.
Bunun dışında kahvaltılık margarinler, katı yağlar lügatinize bile girmesin. Tavsiyem o yönde.
Unutmayın.
Midenize inecek her lokma yararınıza olsun. Siz bu dünyaya yük taşımak
için gelmediniz. Yüklerinizden kurtulmak çok zor ve bu yola
girdiniz/gireceksiniz. Bir anlık heves, nefis, lokma...Kastettiğim
bunlar değil. Bunlar herkesin hayatında zaman zaman olabiliyor. Ancak
alışkanlık haline getirmeyin. Evet, nefis sahibi ve zafiyeti olan
insanlarız ama bu nefsin de sahibi sizsiniz. Siz; ne yiyeceğinizi
seçmeye muktedirsiniz!
21 Ekim 2011 Cuma
İnin o tartının üstünden :) [Gastric Bypass sonrası 1.ay]
Hayatımı
kökten değiştirecek, güzelleştirecek ve iyileştirecek adımı attıktan
sonraki en zor 7 gün geride kalmıştı. Ameliyat olup bitmişti,
sapasağlam, komplikasyonsuz, mutlu mesut evimizin yolunu tutmuştuk. Her
ne kadar kaldığımız hastane gerek hijyen, gerekse insanların tavrı
olarak gayet güzel olsa da insan elbette evini, düzenini, hatta zaman
zaman düzensizliğini bile arıyor. Hangimiz bir kez olsun dışarıdan eve
girince "İnsanın evi gibisi yok." dememişizdir ki? :)
Ameliyattan sonra evime geldip her zamanki koltuğuma yerleştiğimde ilk düşündüğüm şey, hayatımda ne kadar büyük bir devri kapatıp, ne kadar büyük bir devri açtığım oldu. Kendi çapımda, kendi hayatım için bir devrim yapmış, bir başkasına katlanılamaz yahut olağanüstü gelebilecek riskleri almış ve yeni bir yaşam biçimine kucak açmıştım. İyileşecektim, iyileşeceğimi biliyordum ve arkamdaki defterleri ne pahasına olursa olursa olsun kapatacaktım.
Eve geldiğim gün doktorumun öğüdünü tutup biraz dinlendikten sonra hemen yürüyüşe çıktık. Bir kolumda annem ve bir kolumda Kadriye ablam, evin yakınlarındaki markete kadar gidip geldik. Çok yavaş adımlarla ve arada uzun molalar vererek de olsa yürüdüm.( Aşağı yukarı 250 mtr.) Bu tip ameliyatlardan sonra belki de en önemli şeylerden biri hareket etmek, yürüyüş vs.
Bu konuda özellikle ameliyatınız erken dönemlerinde doktorunuzun ağzına bakmanızı ve HER DEDİĞİNİ uygulamanızı tavsiye ederim. Bugün sıfır komplikasyonla ayaktaysam bunu gerçekten de doktorumun dediklerini harfiyen yapmama borçlu olduğumu düşünüyorum. Unutmayın ki doktorunuz ne kadar iyi, güvenilir ve ehil olursa olsun eğer siz hasta olarak istekli, bilinçli ve yardımcı olmazsanız sonuç almanız o kadar gecikir ve sorun yaşarsınız.
Bu dönemdeki önceliklerinizden birisi ise doğru beslenme. Ben doktorumun internet sitesindeki beslenme planını adım adım takip ettim. İlk bir haftamı sadece sıvı beslenerek geçirdim. Neydi bu sıvılar?
*Su
*Açık çay
*Suyla karıştılmış (yoğunluğu azaltılmış) GERÇEK meyve suları
*Terbiyeli tavuk suyu (Şehriyeli tavuk suyuna çorbanın şehriyesiz halini düşünün)
(Korkmayın bu sadece ilk bir hafta-on gün yiyecek planı. Bir haftanız dolduğunda genellikle daha ehven şeylere geçiyorsunuz. Kıvamı koyu olmayan, gaz yapmayan ve tanesiz çorbalar baştacınız oluyor.)
Normalde bu dönemde yağsız süt ve ayran içebilmeniz gerekiyor ama doktorum ilk 10 gün bunları içmememi söylemişti zira gaz sancılarım oluyordu ve malumunuz süt de ayran da gaz yapar. Şayet ameliyatınızdan sonra gaz probleminiz oluyorsa süt ve ayran konusunda temkinli olmanızı öneririm.
İlk bir hafta-on gün sonrası dönem:
Aşağıda vereceğim linkte doktorum Doç.Dr.Halil Coşkun'un gastric bypass sonrası için hazırladığı beslenme planını göreceksiniz. İncelemenizi tavsiye ederim.
http://www.obezitecerrahisi.com/story/gastric_bypass_ameliyati_sonrasi_beslenme_plani
Şunu çok net söyleyebilirim ki ameliyattan sonraki dönemler içerisinde en çok sıkılacağınız dönem budur. Yeme - içmenin hayatınızdan ne kadar çok zaman çaldığını anlayacaksınız. Resmen bomboş kalacaksınız. Paniklemeyin! Hepimizin başına geliyor :)
İkinci sıkıntınız da (bünyeye göre değişmekle birlikte) gaz sıkıntısı olacak. Bu yüzden misafir kabul etmemenizi yahut çok kısa yanlarında kalmanızı önereceğim. Geğirme bu bir ay içerisinde adeta bir yaşam biçimi olacak sizin için. Keza gaz çıkarmak da öyle. ASLA ve ASLA bunları tutmayın. Şayet ev doluysa kaçın, yatak odasına, balkona kaçın ve işinizi görün. Sağlığınız için bunları yapabilmeniz çok önemli. Şayet tutarsanız ya da tutmaya çalışırsanız "çıkmayan gaz sancısı" ile kıvranabilirsiniz ve inanın bana bunu yaşamak istemezsiniz. Bir gaz sancısı gecesi kalp krizi geçiriyorum sanıp az kala acilde alıyordum soluğu. Yapmayın, etmeyin.
Günlük yürüyüşlerinizi ihmal etmeyin. Kısa mesafelerle başlayıp, her gün biraz arttırarak yürüyüşe devam edin. Zamanla yürüyüşünüzün, nefesinizin açıldığını ve daha iyi yürüyebildiğinizi göreceksiniz. Bu hem dolaşım sisteminiz açısından, hem de ameliyat sonrası egzersizi olarak muhteşemdir. (Açık ameliyat olanların bir süre daha istirahat etmesi gerekibilir, doktorunuza danışın bu mevzuyu. Ben laparoskopik ameliyat için yazıyorum elbette:)
ASLA kaçamak yapmaya çalışmayın. Zaten teknik olarak yiyemezsiniz ama "taneli şeylerden yiyeyim, bir şey olmaz." demeyin. Ameliyatınızın hemen sonrasında mideniz hem küçük, hem de ödemden şiş olacağı için taneli yiyecekler tıkanmanıza sebebiyet verebilir.
İnin o tartının üstünden!
Biliyorum çok zor zira unutmayın ki bunları yaşayıp yazıyorum, demek ki ben de bir çoğunu yaptım :) İnin o tartıdan. Kaç gram verdiğiniz sizde saplatı olmasın. Tartınızı eskitmenin bir anlamı yok. Mümkün mertebe odağınızı değiştirmeye çalışın. Her sabah kahvaltıdan önce ve tuvalete gittikten sonra alacağınız sonuç, en kesin sonuçtur. ASLA geceleri tartılmayın. Kıyafetle tartılmayın, durduk yere asabınız bozulur. Bunları okuyup "hee, hee yaparı" deyip tartıya koşmayın, bak ne diyorum, yapmayın :) (Biliyorum, yapacaksınız :)
Kendinizi başka ameliyatlılarla kıyaslamayın!
Gerek hastanede tanışacağınız, gerek internette rastladığınız ameliyatlı arkadaşlarınızla (ameliyatınız aynı gün olmuşsa ve aynı kilodaysanız dahi) kendinizi, yedikleriniz, yiyemediklerinizi kıyaslayıp bunlaıma girmeyin. Unutmayın ki herkesin metabolizması farklı. Kimi hızlı, kimi yavaş kilo veriyor. "Şu kadar ay oldu, o x kilo vermiş, ben y diye kendinize hayatı zehir etmeyin."
İlk bir hafta-on gününüz geçince yüksek ihtimalle ilk kontrolünüz için doktorunuza görünecek ve yeni beslenme listenizi alacaksınız. Artık yavaş yavaş akıcılığı arttırılmış (cıvık) püreleri ve koyu kıvamlı çorbaları içebilirsiniz. Yine de net yiyecek, içecek listeniz için doktorunuza danışmayı ihmal etmeyin.
Bu dönemde tavuk suyu, içebiliyorsanız et suyu'na (yağı alınmış da olsa et suyu içemedim ben mesela) yapılmış orta kıvamlı çorbalar hayatınızı kurtaracaktır. Protein açısından zengin oldukları için doğru beslenmenizi sağlarlar. Unutmamanız gereken şey gaz yapıcı her nevi gıdadan uzak durmaktır. (Mercimek, ezogelin vs. gibi)
Kalsiyum değerleriniz açısından muhakkak süt içmelisiniz. Seçtiğiniz süt diyet (yağı alınmış ) olsun. Gaz yapmaması için bu dönemde ılık ya da sıcak içmenizi tavsiye ederim. Şayet içemiyorsanız mesela domates çorbanıza bir miktar lor peyniri koyup rondoda çekip için. Kalsiyum eksiğinizi tamamlayın.
Taburcu olduunuz zaman size bir kısım vitamin yazılacaktır. (Yazılması gereklidir) Bunlardan başlıcası demir, b12 enjeksiyonu, multivitamin ve kalsiyum'dur. Doktorunuz gerekli görürse bunları azaltıp çoğaltabilir. Doktorunuzun verdiği kadar vitamini HER GÜN aldığınıza emin olun. Vitamin eksikliği uzun dönemde vücut için tehlikeli ve yıpratıcıdır.
Şehir efsanelerinden ve yalanlardan uzak durun!
Sosyal medyayı takip eden biriyseniz ameliyatlı kişilerden bazılarından "Bir çorbayı dört saatte içiyorum." vs. gibi şeyleri sıkça duyacak ve bunalıma gireceksinizdir. Ben girmiştim. Bir çorbayı dört saatte içmiyorsunuz, korkmayın. Evet başlarda bir öğününüz (yaklaşık bir küçük çay bardağı kadar) 25 dk ila 45 dakika arası sürebiliyor ama saatler sürmüyor. Her duyduğunuza itibar etmeyin lütfen.
ASLA eski yeme-içme siteminizdeymiş gibi davranmayın. Aceleniz yok. Suyunuzu kafanıza dikmeyin. (tıkanırsınız) İçeceklerinizi küçük yudumlarla ve yavaş yavaş için. Yiyeceklerinizi küçük yudumlarla alın.
Ve tebrikler! Birinci aynınız bitti! En sıkıntılı dönemi göz açıp kapayıncaya kadar atlattınız, süpersiniz, kutlayın kendinizi ve inin o tartının üstünden! Hooop kime diyorum! :)))
[Aşağıdaki fotoğraf birinci ay kontrolüm sırasında, hastane bahçesinde çekildi. Yaklaşık (inanın tam hatırlamıyorum 15 kilo kadar vermiştim. 130 kiloyla başlayınca farkedilmiyor bile 15 kilo, devede kulak kalıyor ancak veri olsun, merakınızı gidersin diye koyuyorum]
[Ameliyatla ilgili aklınıza takılan sorular için bana her türlü mecradan ulaşabilir, yazabilirsiniz. ]
Ameliyattan sonra evime geldip her zamanki koltuğuma yerleştiğimde ilk düşündüğüm şey, hayatımda ne kadar büyük bir devri kapatıp, ne kadar büyük bir devri açtığım oldu. Kendi çapımda, kendi hayatım için bir devrim yapmış, bir başkasına katlanılamaz yahut olağanüstü gelebilecek riskleri almış ve yeni bir yaşam biçimine kucak açmıştım. İyileşecektim, iyileşeceğimi biliyordum ve arkamdaki defterleri ne pahasına olursa olursa olsun kapatacaktım.
Eve geldiğim gün doktorumun öğüdünü tutup biraz dinlendikten sonra hemen yürüyüşe çıktık. Bir kolumda annem ve bir kolumda Kadriye ablam, evin yakınlarındaki markete kadar gidip geldik. Çok yavaş adımlarla ve arada uzun molalar vererek de olsa yürüdüm.( Aşağı yukarı 250 mtr.) Bu tip ameliyatlardan sonra belki de en önemli şeylerden biri hareket etmek, yürüyüş vs.
Bu konuda özellikle ameliyatınız erken dönemlerinde doktorunuzun ağzına bakmanızı ve HER DEDİĞİNİ uygulamanızı tavsiye ederim. Bugün sıfır komplikasyonla ayaktaysam bunu gerçekten de doktorumun dediklerini harfiyen yapmama borçlu olduğumu düşünüyorum. Unutmayın ki doktorunuz ne kadar iyi, güvenilir ve ehil olursa olsun eğer siz hasta olarak istekli, bilinçli ve yardımcı olmazsanız sonuç almanız o kadar gecikir ve sorun yaşarsınız.
Bu dönemdeki önceliklerinizden birisi ise doğru beslenme. Ben doktorumun internet sitesindeki beslenme planını adım adım takip ettim. İlk bir haftamı sadece sıvı beslenerek geçirdim. Neydi bu sıvılar?
*Su
*Açık çay
*Suyla karıştılmış (yoğunluğu azaltılmış) GERÇEK meyve suları
*Terbiyeli tavuk suyu (Şehriyeli tavuk suyuna çorbanın şehriyesiz halini düşünün)
(Korkmayın bu sadece ilk bir hafta-on gün yiyecek planı. Bir haftanız dolduğunda genellikle daha ehven şeylere geçiyorsunuz. Kıvamı koyu olmayan, gaz yapmayan ve tanesiz çorbalar baştacınız oluyor.)
Normalde bu dönemde yağsız süt ve ayran içebilmeniz gerekiyor ama doktorum ilk 10 gün bunları içmememi söylemişti zira gaz sancılarım oluyordu ve malumunuz süt de ayran da gaz yapar. Şayet ameliyatınızdan sonra gaz probleminiz oluyorsa süt ve ayran konusunda temkinli olmanızı öneririm.
İlk bir hafta-on gün sonrası dönem:
Aşağıda vereceğim linkte doktorum Doç.Dr.Halil Coşkun'un gastric bypass sonrası için hazırladığı beslenme planını göreceksiniz. İncelemenizi tavsiye ederim.
http://www.obezitecerrahisi.com/story/gastric_bypass_ameliyati_sonrasi_beslenme_plani
Şunu çok net söyleyebilirim ki ameliyattan sonraki dönemler içerisinde en çok sıkılacağınız dönem budur. Yeme - içmenin hayatınızdan ne kadar çok zaman çaldığını anlayacaksınız. Resmen bomboş kalacaksınız. Paniklemeyin! Hepimizin başına geliyor :)
İkinci sıkıntınız da (bünyeye göre değişmekle birlikte) gaz sıkıntısı olacak. Bu yüzden misafir kabul etmemenizi yahut çok kısa yanlarında kalmanızı önereceğim. Geğirme bu bir ay içerisinde adeta bir yaşam biçimi olacak sizin için. Keza gaz çıkarmak da öyle. ASLA ve ASLA bunları tutmayın. Şayet ev doluysa kaçın, yatak odasına, balkona kaçın ve işinizi görün. Sağlığınız için bunları yapabilmeniz çok önemli. Şayet tutarsanız ya da tutmaya çalışırsanız "çıkmayan gaz sancısı" ile kıvranabilirsiniz ve inanın bana bunu yaşamak istemezsiniz. Bir gaz sancısı gecesi kalp krizi geçiriyorum sanıp az kala acilde alıyordum soluğu. Yapmayın, etmeyin.
Günlük yürüyüşlerinizi ihmal etmeyin. Kısa mesafelerle başlayıp, her gün biraz arttırarak yürüyüşe devam edin. Zamanla yürüyüşünüzün, nefesinizin açıldığını ve daha iyi yürüyebildiğinizi göreceksiniz. Bu hem dolaşım sisteminiz açısından, hem de ameliyat sonrası egzersizi olarak muhteşemdir. (Açık ameliyat olanların bir süre daha istirahat etmesi gerekibilir, doktorunuza danışın bu mevzuyu. Ben laparoskopik ameliyat için yazıyorum elbette:)
ASLA kaçamak yapmaya çalışmayın. Zaten teknik olarak yiyemezsiniz ama "taneli şeylerden yiyeyim, bir şey olmaz." demeyin. Ameliyatınızın hemen sonrasında mideniz hem küçük, hem de ödemden şiş olacağı için taneli yiyecekler tıkanmanıza sebebiyet verebilir.
İnin o tartının üstünden!
Biliyorum çok zor zira unutmayın ki bunları yaşayıp yazıyorum, demek ki ben de bir çoğunu yaptım :) İnin o tartıdan. Kaç gram verdiğiniz sizde saplatı olmasın. Tartınızı eskitmenin bir anlamı yok. Mümkün mertebe odağınızı değiştirmeye çalışın. Her sabah kahvaltıdan önce ve tuvalete gittikten sonra alacağınız sonuç, en kesin sonuçtur. ASLA geceleri tartılmayın. Kıyafetle tartılmayın, durduk yere asabınız bozulur. Bunları okuyup "hee, hee yaparı" deyip tartıya koşmayın, bak ne diyorum, yapmayın :) (Biliyorum, yapacaksınız :)
Kendinizi başka ameliyatlılarla kıyaslamayın!
Gerek hastanede tanışacağınız, gerek internette rastladığınız ameliyatlı arkadaşlarınızla (ameliyatınız aynı gün olmuşsa ve aynı kilodaysanız dahi) kendinizi, yedikleriniz, yiyemediklerinizi kıyaslayıp bunlaıma girmeyin. Unutmayın ki herkesin metabolizması farklı. Kimi hızlı, kimi yavaş kilo veriyor. "Şu kadar ay oldu, o x kilo vermiş, ben y diye kendinize hayatı zehir etmeyin."
İlk bir hafta-on gününüz geçince yüksek ihtimalle ilk kontrolünüz için doktorunuza görünecek ve yeni beslenme listenizi alacaksınız. Artık yavaş yavaş akıcılığı arttırılmış (cıvık) püreleri ve koyu kıvamlı çorbaları içebilirsiniz. Yine de net yiyecek, içecek listeniz için doktorunuza danışmayı ihmal etmeyin.
Bu dönemde tavuk suyu, içebiliyorsanız et suyu'na (yağı alınmış da olsa et suyu içemedim ben mesela) yapılmış orta kıvamlı çorbalar hayatınızı kurtaracaktır. Protein açısından zengin oldukları için doğru beslenmenizi sağlarlar. Unutmamanız gereken şey gaz yapıcı her nevi gıdadan uzak durmaktır. (Mercimek, ezogelin vs. gibi)
Kalsiyum değerleriniz açısından muhakkak süt içmelisiniz. Seçtiğiniz süt diyet (yağı alınmış ) olsun. Gaz yapmaması için bu dönemde ılık ya da sıcak içmenizi tavsiye ederim. Şayet içemiyorsanız mesela domates çorbanıza bir miktar lor peyniri koyup rondoda çekip için. Kalsiyum eksiğinizi tamamlayın.
Taburcu olduunuz zaman size bir kısım vitamin yazılacaktır. (Yazılması gereklidir) Bunlardan başlıcası demir, b12 enjeksiyonu, multivitamin ve kalsiyum'dur. Doktorunuz gerekli görürse bunları azaltıp çoğaltabilir. Doktorunuzun verdiği kadar vitamini HER GÜN aldığınıza emin olun. Vitamin eksikliği uzun dönemde vücut için tehlikeli ve yıpratıcıdır.
Şehir efsanelerinden ve yalanlardan uzak durun!
Sosyal medyayı takip eden biriyseniz ameliyatlı kişilerden bazılarından "Bir çorbayı dört saatte içiyorum." vs. gibi şeyleri sıkça duyacak ve bunalıma gireceksinizdir. Ben girmiştim. Bir çorbayı dört saatte içmiyorsunuz, korkmayın. Evet başlarda bir öğününüz (yaklaşık bir küçük çay bardağı kadar) 25 dk ila 45 dakika arası sürebiliyor ama saatler sürmüyor. Her duyduğunuza itibar etmeyin lütfen.
ASLA eski yeme-içme siteminizdeymiş gibi davranmayın. Aceleniz yok. Suyunuzu kafanıza dikmeyin. (tıkanırsınız) İçeceklerinizi küçük yudumlarla ve yavaş yavaş için. Yiyeceklerinizi küçük yudumlarla alın.
Ve tebrikler! Birinci aynınız bitti! En sıkıntılı dönemi göz açıp kapayıncaya kadar atlattınız, süpersiniz, kutlayın kendinizi ve inin o tartının üstünden! Hooop kime diyorum! :)))
[Aşağıdaki fotoğraf birinci ay kontrolüm sırasında, hastane bahçesinde çekildi. Yaklaşık (inanın tam hatırlamıyorum 15 kilo kadar vermiştim. 130 kiloyla başlayınca farkedilmiyor bile 15 kilo, devede kulak kalıyor ancak veri olsun, merakınızı gidersin diye koyuyorum]
[Ameliyatla ilgili aklınıza takılan sorular için bana her türlü mecradan ulaşabilir, yazabilirsiniz. ]
16 Ağustos 2011 Salı
İşte karşınızda büyük gün! [20.04.2011 Mgb Doç.Dr.Halil Coşkun]
Belki
birçoklarına garip gelecektir ama hayatımda hemen hemen hiç ölüm
korkusu yaşamadım ben. Belki hayatımın major hastalıklar ve ölüme çok
paralel gitmesinden, belki acıya alışmaktan, belki de yetiştiriliş
tarzından, bilemiyorum.
17 Nisan 2011 gecesi
ameliyattan önceki son canlı yayınımı yaptım. Yayının sonuna kadar
gayet sağlam, heyecansız ve itidalli olan ben, dinleyicilerimden
helallik istediğim anda dayanamadım ve ağladım. Bu yaşadığım ölüm
korkusu değil, bu kadar sevilmenin verdiği mutluluktu belki. Yazdığım
her platformda, tüm sosyal medya araçlarında ameliyatımdan bahsettim ve
helallik istedim. [Hak helal etmek benim için hep önemli bir mevzuydu,
hala da öyle.] Pazar gecesi yatağıma yattığımda arkamda yüzlerce hatta
binlerce insanın duası olduğunu biliyordum.
Hayatta bazı şeyleri
bilirsiniz, hissedersiniz ama ispat edemezsiniz. Doktoruma olan
güvenimin yanısıra ameliyattan sağ ve sağlıklı çıkacağıma adımın Başak
olduğuna emin olduğum kadar emindim. Bunu o kadar kuvvetli hissediyordum
ki...Bu ameliyat benim ikinci doğumum olacaktı. Buna kalben emindim ama
ispatım elbette yoktu.
18.04.2011 Pazartesi
sabahı erkenden hastanedeydik.[Bezmialem Vakıf Gureba] 1.71 boy-130
kiloyla, yandaş onlarca hastalıkla beri yandan onlarca tonluk umutla
hastaneye yatmıştım. Bir yandan evrak işini hallederken bir yandan da
son morbid obez kahvaltımı ediyordum. İki adet poğaça. İtiraf etmeliyim
ki normalde rahatlıkla en az 3-4 poğaça yerdim ama sanıyorum heyecandan
yiyememiştim.
Normal insanlar gibi
bir çanta ile bir yere gitme huyum olmadığından sanki hastaneye değil
de Antalya'ya tatile gitmişim gibi yerleşiyorduk odaya. İtiraf ediyorum
biz ailece çok abartmıştık! Allahtan hastanelerde "özel oda" kavramı
vardı da başka insanları rahatsız etmeden yerleşebildik.
Ameliyat öncesi rutin testler yapılıyordu bir yandan. Her şey yolunda gözüküyordu. Oldukça meşgul olmasına rağmen sevgili doktorum Halil bey bu süreçte beni hiç yalnız bırakmadı diyebilirim. Ne zaman biraz gerginleşsem artık hissediyor muydu yoksa tesadüf müydü bilemiyorum ama şak diye odanın kapısında o muhteşem güleryüzüyle beliriyordu. Pazartesi günü bana tembihlenen en önemli şey artık şu saatten sonra katı bir yiyecek yememem gerektiği idi. [ Buna ameliyattan önce benden başka uyan yokmuş, ben uymuştum ve içim gayet rahattı. Lütfen size söylenen zamandan itibaren ASLA katı bir şey yiyip içmeyin. Ufak bir kaçamak dahi ameliyatınız ve daha önemlisi hayatınızı tehlikeye atabilir zira mide-bağırsak ameliyatı oluyorsunuz. Çıldırmayın :)] Dolayısıyla aralarda sürekli çorba ve ayran içiyordum.
Pazartesinden Salı
gecesine kadar zaman geçmek bilmedi. Ailemle her yapılan son testte
dokuz doğurduk. Ameliyat sabahına kadar hep ayaklarım sorun çıkaracak
diye korktum ne yalan söyleyeyim. Nihayet Salı günü olduğunda doktorum
bu işi de ele almış ve ayaklarıma ultrason çektirmişti. O an stressle
dolup taşsam da çıkan sonuç -ameliyata engel değildir- olunca ailecek gözyaşları içinde sarıldık birbirimize. Benimle birlikte her adımda onlar da rahatladı, derin bir oh çekti.
Nihayet Salı akşamı
olmuştu. Ameliyat için gerekli olan emboli çoraplarımı giymiş, triflomu
başucuma koymuş sanki hiç heyecanlanmıyormuş gibi yapmaya çalışıyordum.
Sayfalarca kağıt imzalamış, yüzlerce kişiyle konuşmuş, artık zamanın
geçmesini bekliyordum. Tam bu sırada -yine adeta hissetmiş gibi- sevgili
doktorum geldi odaya ve sanıyorum ameliyattan önce son konuşmamızı
yaptık. O'nun pırıl pırıl pozitif enerjisinden sonra zaten kötü şeyler
düşünmem olanaksızdı ve düşünmedim de.
Ameliyat Sabahı
Ameliyat sabahı sabah
06:00'da yatakta dikilmiştim. Heyecan değil ama garip bir boşluk
hissediyordum. Aşağı inip hava almak istedim. Annem kalktığımı hissetti
sanırım, şak diye gözlerini açtı hemen. Aşağıya indik annemle. Gün yavaş
yavaş doğuyordu. Son -hasta- nefeslerimi alıyordum. Sürekli aklımda şu
vardı : Bana bir şey olursa - ki olmayacağını hissediyordum kimse
kendini sorumlu ya da suçlu hissetmesin.. Bunu ameliyat sabahı anneme ya
da doktoruma söylemem pratikte can acıtırdı ama anneme söyledim. Ne
doktorumu ne de annemi gereksiz ruhsal bir yükle ardımda bırakmak
niyetinde değildim.
Yukarı çıktık ve ameliyat
saatini beklemeye başladık. Saat 8:00 diye planlanmıştı ameliyatım. Saat
7:30 sularında ameliyat için giyeceğim önlük ve bone geldi. Beni
taşıyacak sedye de kapıya parketti. Havada oluşan melankoli
zerreciklerini neredeyse görebiliyordum. Biri duygusal bir konuşma yapsa
hepimiz hüngür hüngür ağlayacaktık. Saat gelene kadar uyumaya karar
verdim. Aslında sadece gözlerimi kapatmış hayatımı düşünüyordum,
sevdiklerimi. Bu zamana kadar benim yüzümden, hastalıklarım yüzünden
yaşadıklarını. Geçecek diyordum, bugün bittiğinde hepsi geçecek....[Kısa bir ağlama molası yine]
Nihayet vakit geldi.
O abuk subuk önlüğümsü şeyle sedyeye binmeye çalışmak gerçekten zordu
ve giderayak kahkaha krizlerine girmeme sebep oldu. Annem sedye
asansörüne kadar yanımda geldi. Kendimi zor tutuyordum. Bir adım daha
atsa ağlayacaktım. Anneme o saniyeye kadar "Hakkını helal et."
diyememiştim, o saniye ağzımdan döküldü. "Hakkını helal et annecim, seni
seviyorum!" Annem elimi tuttu ve "Helal olsun, ben de seni seviyorum
kuzum." dedi. Adeta türk filmlerindeki gibi bir sahneydi ve sedyeyi
götüren arkadaşın bile gözleri doldu...
Asansörde kendimi
toparlamaya çalışıyordum zira doktorumun son görmesini istediğim şey
zırl zırıl ağlayan bir Başak'tı. Netekim toparlandım da. Ameliyathane
katına geldiğimizde beni başka biri devraldı ve bekleme alanı gibi bir
yere parketti (sedyeyi durdurma fiili nedir bilemiyorum, o yüzden
parketti uygun geldi) Biraz ötemde yaşlı bir amca vardı fıtık
ameliyatına girecek, onunla biraz sohbet ettikten sonra zaman geldi ve
ameliyathaneye geçtik.
Şimdi biraz manyak
olduğumu düşüneceksiniz ama ben oldum bittim ameliyathaneleri severdim.
Uzay gemisi gibilerdi, hep ilgimi çekerdi. Geceleri boş vaktim olduğunda
ameliyat izlerdim hep. (Böyle kadın olmaz olsun dediğinizi duyar gibiyim)
Kendi olacağım
ameliyatı defalarca seyretmiştim ameliyata girmeden. Hatta kullanılacak
aletleri bile internetten incelemiştim. Dolayısıyla etraftaki ıvır
zıvıra yabancı değildim. Ameliyat masasına geçtim, bir yandan da
anestezi uzmanıyla sohbet ediyorduk. Gerçekten çok soğuktu, o kadar
soğukta titremeden iğne yapmak bile büyük başarıyken koskoca ameliyatlar
yapılıyordu. Sektöre saygım bir kez daha arttı.
Sonunda anesteziyi
alacağım ana gelmiştik. Bana uzak gelen ama aslında yakın bir mesafeden
(ameliyathane ortamı) doktorumu gördüm. Artık gönül rahatlığyla kendimi
bırakabilirdim. Kendime iyi uçuşlar diledim. 5-4-3...1'i sayamadan
narkoz çayırlarında hopluyordum bile :)
Başaaak,başaaak,başaaak,başaaak...İçimden
cevap vermeye çalışıyordum, Gayet de "efendim" dediğimi sanıyordum ama
muhtemelen "neeöööee" gibi bir ses çıkardım. Yarım yamalak bozuk bir
algıyla başımda dikilen yemyeşil bir adam hatırlıyorum. Koluma
dokunuyor, tanıyamadığım için tepki veremiyorum. "Iaaaayöf" gibi sesler
çıkarıyorum. Aslında demek istediğim "bitti mi?" idi.
"Ben Halil Coşkun"
diyor yeşil kıyafetli adam. Ne alakası varsa o anda "Yırttık abicim
yırttık!" repliği geliyor aklıma. "Geçti,bitti. İyisin." diyor doktorum.
O an mantıklı ve güzel çok şey söylemek istiyorum ama iki kelimeyi bir
araya getiremiyor beynim. Ağzımdan ne çıktı farkında değilim, sadece
bakışlarımla teşekkür ediyorum. Halil bey anlar diyorum, o anlar...
(Tabi teşekkür eden bakışlarla baktığımı sanıp narkozun etkisiyle
muhtemelen yavru dana gibi bakıyordum o an, olsun :)
Odaya çıkışımı ve
ilk saatleri hiç anımsamıyorum. İlk uyandığımda annem ve kuzenim
başımda, oda kalabalık. Çok fazla gürültü var. Uyumak istiyorum demeye
kalmadan tekrar uyuyorum. Acıdan ziyade hissettiğim şey uyku. Kaç sefer
böyle uyanıp uyandım hatırlamıyorum. Ara sıra biri tansiyonuma, şekerime
bakıyor. Ara sıra doktorumu görüyorum, ara sıra annemi ve kuzenimi.
Bazen babamı. O gördüklerim gerçek mi değil mi onu bile ayıramıyorum.
Tepemde bir sürü şey asılı, burnumdan ve karnımdan bir hortum çıkıyor.
[Nazogastric hortum ve dren]. Galiba altımda da bir hortum var ama ne
olduğunu kestirecek durumda değilim. Tek isteğim uyumak.
Ameliyatım 2,5 saat
sürmüş.[Uyandırma, odaya gelme derken 4,5 -5 saat elbette] Biz daha uzun
olacağını sanıyorduk. Her türlü uzama ihtimaline ve lap. ameliyatın
açığa dönme ihtimaline hazırlıklıydık. Yine de çabuk çıkmam herkesi
sevindirmişti. Ameliyatta olduğum süre boyunca sözlükten ve diğer sosyal
medya mecralarından sayamayacağım kadar çok telefon, mesaj gelmişti.
Bazı arkadaşlarım ve hatta yüzünü bile görmemiş olduğum bazı
dinleyicilerim ziyaretime geldi. (gelmiş). Bu benim ve ailem için büyük
lütuftu. Belki de insanlara iyi görünebilmek için, üzmemek için
ameliyatımın akşamı hemen ayağa kalkmak istedim. Sırtımın ağrısı ve
ameliyat kesileri dışında ne ağrım ne de acım vardı ama kimse bana
inanmıyordu.
Nihayet akşam Halil
bey bir kez daha durmumu kontrol etmek için geldi. Gayet iyiydim ama
yürümek istiyordum. "Kalkmak istiyorum hocam." dedim. "Bu gece yat
bakalım, yarın sabahtan itibaren kalkabilirsin. İstemediğin kadar
yürüteceğiz seni." dedi. Tamam bir gece yatmaya dayanabilirdim. Söz
dinledim.
Ertesi sabah
vizitten önce yine sevgili doktorum kontrole geldi ve yürüyebileceğim
müjdesini verdi. Sırt ağrım dışında kesiklerim de çok acımıyordu.
Annemin ve aile dostumuz Kadriye ablamın kollarında ayağa kalktım.
Odadan çıktık, biraz yürüdük. Vizite gelen doktorlar şaşırmışlardı.
Normalde hastalar yürümeye pek gönüllü olmuyormuş, ben kendimi atmıştım
resmen yataktan. Yürümenin bu ameliyat sonrasında ne kadar önemli
olduğunu biliyordum, sanıyorum o bilinçaltıma kazınmış.
Ameliyattan sonra en
çok yaptığım şeyler koridorda yürümek, triflo üflemek, uyumak ve
internette takılmak oldu. Çok büyük yorgunluk, bulantı, kusma hissi ve
baş dönmesi hissetmedim. Tek sorunum sırtıma ve köprücük kemiğim
civarlarına saplanan sabit gaz sancısıydı. Bu da ameliyatta
karbondioksit verdikleri için normaldi. Yaşanması beklenen ve makul
sorunları dahi yaşamadım. Bunun ameliyata çok motive olmamla ve
metabolizmamla ilgisi olabilir, bilemiyorum. Belki de sadece şanslıydım.
Her halükarda kolay bir iyileşme süreci geçiriyordum.
Ameliyattan hemen
sonra diyabet için aldığım insülinler kesilmiş, bir gün sonra da şeker
hikayem tarihe karışmış, şekerim regüle olmuştu. Ameliyatımın sanıyorum
ilk hediyesi buydu. Diyabeti yendik! Evet inanılmaz görünüyor ama oldu!
Ameliyattan hemen
sonraki süreçte beni en çok zorlayan susuzluk oldu. Serum aldığım halde
su için öldüm bittim diyebilirim. Halil bey dahil odaya giren herkese
Cuma sabahına kadar "Su istiyorum lütfeeeeeeeeeeeğn" diye yalvardım.
Cuma sabahı nihayet sevgili doktorum ya halime acıdı, ya da benden yıldı
bilemiyorum, "Yarın kaçak testinden sonra su içebilirsin." dedi.
Dünyalar benim olmuştu. Bir gün sabredebilirdim, evet.
Cuma günü aynı
zamanda Halil bey Nazogastric hortumumu da çıkardı. "İçim gıcıklanıyor
hocam." dedim. "Bu niye hala burada" dedi ve vıjt vıjt vıjt üç hamlede
çıkarttı hortumu. Ben o şeyi boğazıma kadar sanıyordum, meğerse mideme
iniyormuş! İçim gıcıklanıyor tam da uygun kelimeymiş yani :) Bu
arada hortum çekilirken canınız yanmıyor, 10 saniye bile sürmüyor,
içiniz gıcıklanıyor, o kadar. Sanki içinize kocaman bir olta atmışlar da
onu topluyorlarmış gibi. Sakın korkmayın ve hareket etmeyin işle
sırasında. Altı üstü 10 saniye :)
Ertesi
gün sabahın seherinde kaçak testi için beklemeye başladım. Metilen
mavisi ilave edilmiş suyu içecektim. Kaçak varsa drenden çıkacaktı.
Tabii ki kaçağım yoktu anca bu yine benim hissettiğim ancak tıbbi bir
ispat taşımayan şeydi. Metilen mavili suyu (tadı gerçekten çok iğrenç)
içtim. İçsel olarak tahmin ettiğim üzere kaçağım yoktu. Gün benim
günümdü. Hem kaçağım yoktu, hem de su içebilecektim. Çok küçük
yudumlarla ufak bir bardak su içtim ağlaya ağlaya, şükrederek.
Normalde çoğu zaman
otomatik olarak yaptığımız şeylerin ne kadar değerli olduğunu bir kez
daha anladım. Cumartesi günü iyice hareketlenmiş, odada duramaz
olmuştum. Şansıma hava çok çok soğuktu ve bahçeye çıkamadık, kantinde
açık bir çay içip tekrar odamıza döndük. Açık çay içmek bile bünyemde
devrim etkisi yaptı. O kadar güzeldi ki!
Pazar sabahı ikinci
kaçak testi için içinde ne olduğunu bilmediğim bir suyu (tadı metilenden
daha iğrençti) içtim ve röntgen çekildi. Daha ufak kaçak var mı emin
olmak için yapılan bu işlemden de sapasağlam çıkmıştım. Çok şükürdü, bin
şükürdü! Pazar gününün diğer kısmı pazartesiyi bekleyerek, gaz
sancıları çekerek ve her pazar yaptığım yayınımı yapamadığım için
ağlayarak geçirdim. Bu zamana kadar yayınlarımı aksatmamıştım. Bu bir
disiplin işiydi ve ben hastane yatağında buna ağlıyordum! (bkz: işkolik
bir başak burcu kadını olmak)
Nihayet beklenen gün
gelmiş, yedi günlük hastane misafirliğimin sonuna gelmiştim. Pazartesi
sabahı drenim çıkarıldı. Bu da can acıtmayan bir işlemdi. Zaten 10
saniye sürüyordu. Nefesinizi tutmanız yeterli oluyordu.
Yapacaklarım, yapmamam gerekenler son kez anlatılmış ve sıra vedalaşmaya gelmişti. Hastaneden çıkarken benim kadar geniş gülümseyen var mıydı bilemiyorum ama yeni hayatıma, diyabetsiz, nld'siz, dertsiz tasasız hayatıma attığım adımın keyfi hem benim, hem de sevgili doktorumun yüzüne yansımıştı...
Yapacaklarım, yapmamam gerekenler son kez anlatılmış ve sıra vedalaşmaya gelmişti. Hastaneden çıkarken benim kadar geniş gülümseyen var mıydı bilemiyorum ama yeni hayatıma, diyabetsiz, nld'siz, dertsiz tasasız hayatıma attığım adımın keyfi hem benim, hem de sevgili doktorumun yüzüne yansımıştı...
Artık yeni hayatımın, yeni doğumumun tadını çıkarmaktaydı sıra,
Yeni hayatım beni bekliyordu! :)
4 Ağustos 2011 Perşembe
Ameliyatınıza hazırlanırken bilmeniz gerekenler...
Varolan
probleminizin farkına varıp bir çözüm aramaya başladınız ve obezite
cerrahisiyle tanıştınız. Öncelikle obezite cerrahisi için uygun hasta
profilinde misiniz, bunu inceleyin. Nedir uygun hasta profili?
- VKİ 40 kg/m2'nin üzerinde olan veya 30-40 kg/m2 arasında olup eşlik eden hastalık durumlarında (hipertansiyon, diabetes mellitus, uyku apne send., artrit, vd.)
- 18-60 yaş arası
- Obezitenin en az 3 yıldır var olması
- Hormonal hastalıkların bulunmaması
- İlaç ve diyet tedavisine rağmen, en az 1 yıldır kilo veremiyenler
- Alkol ve ilaç bağımlısı olmamak
- Hastanın uygulanacak yöntemi anlaması ve ameliyattan sonra uyum sağlayabilecek durumda olması
- Kabul edilebilir ameliyat riski
[ *İlgili şartlar Doç.Dr.Halil Coşkun'un internet sitesinden kopyalanmıştır. ]
Obezite
cerrahisi hastası kriterlerine uyuyorsunuz ve sizin için en uygun
cerrahı da buldunuz. Tebrik ederim! Hekiminizle, size uygun ameliyat
tipini istişareler ile belirlediniz ya da tahlil sürecine bıraktınız.
Peki nedir bu noktadan sonra bilmeniz gerekenler?
Öncelikle
hekiminiz sizden (ameliyat tipine göre değişkenlik göstermekle
birlikte) bir kısım tahlil ve test isteyecek. Tahlilleriniz ve
testleriniz yapılmadan, anesteziye girmeniz olanaksızdır. Olacağını
sanmıyorum ama sizden tahlil istemeyen bir hekim ile asla bu yola
çıkmayın. Unutmayın sizden istenen tahliller sizin genel durumunuz,
doktorlarınızın olası şüpheleri ve seçtiğiniz ameliyat tipine göre
değişkenlik gösterebilir, artabilir yahut azalabilir. [Ekg,
endoskopi/gastroskopi, akciğer grafisi, tam kan tahlili, uyku testi,
endokrinoloji ve anestezi onayı temel tahlil/testlerinizdir.]
Tahlil
süreciniz bittikten sonra sıra anestezi onayına gelecektir. Genellikle
anestezi onayı en sona kalan işlem olur. Anesteziden onay da aldıktan
sonra derin bir oh çekebilirsiniz. Artık hekiminize ve size uygun bir gün için takvim karşılaştırma zamanı!
Ameliyat
gününüzü aldınız, mutlusunuz, heyecanlısınız. Peki ya şimdi neler
yapmalısınız? Öncelikle "Nasılsa ameliyat olacağım, yedikçe yiyeyim."
demeseniz iyi olur zira ameliyata ne kadar (nispeten) hafif girerseniz,
ameliyatınız o kadar rahat geçer. Biraz çelişkili göründüğünün
farkındayım ama güvenin bana, bu böyle :) [Malesef ben bunu yapamadım ve
ameliyattan önce neredeyse dünyayı yedim. Avantajım ise ameliyat
günümden çok yakın bir zaman öncesi tarihimi kararlaştırdık ve neyse ki
"Başak ve diğer yarısı" biçimine gelmeden ameliyat tarihim gelmişti
bile.]
Ameliyatınıza
kadar geçecek sürede egzersiz yapmaya çalışın. Bunun da çelişkili
durduğunun farkındayım ama ne kadar formda olursanız ameliyat o kadar
rahat geçecektir.
Kilo
kaybı ameliyatlarının en büyük handikapı zaten ameliyat olacak hastanın
obez/morbid obez olması ve değerlerinin stabil olmamasıdır. Aslında
olası riskin ve komplikasyon olasılıklarının ana sebebi budur. O yüzden
ameliyata olabildiğince (elden geldiğince) formda girmeniz sizin ve
elbette doktorunuzun yararınadır.
Şayet
sigara içiyorsanız (ki içmeyin) derhal sigarayı bırakmalısınız. Sigara
genel zararının yanısıra -her türlü- ameliyat için risk oluşturur. [Bu
konuda da talkın verecek yüzüm yok aslında ama...]
Şayet
gerek görürse hekiminiz sizi ameliyata kadar birkaç
ilaca/vitamine/inhaler'a başlatabilir. Ameliyatınızın rahat geçebilmesi
için hekiminizin verdiği ilaçları/vitaminleri düzenli kullanın. İhmal
etmeyin.
Kendinizi bu dönemde kaosa sokacak, negatif düşünmenizi sağlayacak her kişi/etken'den uzak durun.
Gerekiyorsa (hassas bir yapınız varsa) haber dahi izlemeyin. Sizi
neşelendirecek, motive edecek şeylerle meşgul olun. Bu dönemde kimsenin
sizi üzmesine ve aklınızı karıştırmasına müsaade etmeyin. Unutmayın
bu sizin hayatınız, bu zamana kadar çektiğiniz acıyı (fiziksel/ruhsal)
siz çektiniz ve hayatınızın en önemli kararını verdiniz. İnsanların
araştırmadan yaptığı yorumlar son derece heves kırıcı olabiliyor zaman
zaman. Bu nedenle sizi neşelendirecek birşeyler bulun, gerekirse
uydurun.
Eğer
çalışıyorsanız işyerinizden ameliyatınız için (mümkünse tarih
opsiyonlu) izin alın. Tam olarak iyileştiğinizi hissetmeden işinizin
başına geçmeyin. [Tabii bunu yazmak kolay ama şu zamanın işleri için çok
mümkün olmayabilir. Siz yine de elinizden geleni yapın.]
Şişeden
ve kana kana su için. Eskiden yarım litre suyu kafama dikebilen ben,
şimdi haza hanımefendi tarzını benimsiyor ve minik yudumlar halinde su
içiyorum :)
Çoban salata yiyin. Hatta benim için de yiyin. [Bunun konuyla ilgisi yok, sadece canım çekiyor :)]
Ameliyattan
sonra bir süreliğine size refakat edecek aile bireyi ve/veya
arkadaşınız olması gerekir. Bunu ameliyatınızdan önce kararlaştırın.
Ameliyatınıza
iki - üç gün kala evinizi temizleyin/temizletin. Çamaşırlarınızı
yıkatın/ütüleyin. Arzu ediyorsanız yüz/saç bakımınızı yapın. Kendinize
güzel filmler ayarlayın, okumaktan hoşlanıyorsanız kitap alışverişi
yapın. [Ben irvin Yalom ve Atilla Atalay arası mekik dokumuştum, tavsiye
ederim.]
En
önemli ve atlamamanız gerekeni; ameliyatınızın olası sonuç, getiri ve
komplikasyonlarını öğrendiğinizden emin olun. Unutmayın ki ameliyatınız
sizin için kişisel tarihinizde bir dönem noktası ve bu önemli olaya
gereken kıymeti verin. Bunun bir avantajı da, ameliyattan sonra
varsayalım en ufak bir gaz sancısında panik olmanızı engelleyecek, sizi
durumunuza daha hakim kılacaktır.
Ameliyatınızdan
bir gün önce doktorunuzun sizden istediği ya da ameliyatınızdan sonra
kullanmanız gereken (emboli çorabı, triflo vs) edindiğinizden emin
olun.
Kişisel
temizliğinizi, bakımınızı yapın. Hastane çantanızı hazırlayın. Hastane
çantanızda [aşağı yukarı 7 gün kalmak için] olması gerekenler aşağı
yukarı şöyledir: İki-üç adet önden düğmeli, bel lastiği olabildiğince
bol pijama ya da gecelik, yeteri kadar iç çamaşırı, iki-üç çift çorap
(ayaklarınız üşüyecek, emin olun.) ıslak mendil, peçete, sıvı sabun,
kağıt havlu, normal havlu, şampuan, diş fırçası, diş macunu, diş ipi,
ağız gargarası, plastik bardak, telefonunuzun şarj aleti, kullanıyor
olduğunuz ilaçlar, kullanıyorsanız gözlük ya da lensleriniz, üşüme
derecenize göre yelek ya da hırka. Kadınlar için saç tokası/bandı,
periyodunuzun günü değilse bile stress faktörünü de hesaplayarak
hijyenik ped, gecelik giyecekseniz belden altınızı örtecek bir sabahlık.
Buraya
bir parantez daha açmak istiyorum, ihtiyacınız olacak malzemeler,
kalacağınız hastane ve odaya [ve elbette süse püse düşkünlüğünüze] göre
değişkenlik gösterecektir. Bizim hastaneye gidişimiz yaklaşık 6 çantayla
olmuştu ki tahmin edebileceğiniz üzere ben son derece süsüne, bakımına
düşkün bir insanım ancak aldığımız şeylerin hemen hemen yarısını da
kullanmadık. Emin olun ameliyattan sonra ojelerinizi değil su içme
vaktinizin gelip gelmediğini düşüneceksiniz.
Annem
ve refakatçim olduğu için ve ayrıca özel odada kalma imkanım olduğu
için ben netbook almayı tercih ettim ama hastaneye ne kadar az değerli
eşya götürürseniz, o kadar iyidir.
Yeterli miktarda nakit para. [Hastanede kredi kartıyla uğraşmak istemeyeceksiniz]
Evet
çantanız da hazır olduğuna göre bu gece hayatınızın son morbid
obez/obez uykusuna yatmanın verdiği keyifle uyuyabilirsiniz! [Heyecandan
uyuyabilirseniz tabii!]
Heeeeey! Sabah oldu! Saat çalıyor, telefon kendini yerden yere atıyor duymuyor musunuz?
Uyanın, yeni hayatınız başlıyor!
Gönderen
betty puf puf
zaman:
16:16
5 yorum:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta Paylaş
Yine
bir maceradan yenik dönmüş, yine evimin güvenli sularına, İstanbul'a
dönmüştüm. En azından artık ne yapacağım kabaca kafamda belliydi. Tek
önemli kısım bu kadar yandaş hastalıkla beni hangi hekimin kabul edip
iyileştireceğiydi. Araştırmalarıma devam ettim, bir yandan da nette
konuyla ilgisi olan herkesle konuşuyordum.
En sonunda çok büyük bir
hastanede çalışan, İstanbul'da yıldızı parlamış çok meşhur hekimlerden
birini aradım randevu için. Ne yazık ki sekreteri telefonda yarım
yamalak beni dinleyip tam 7 ay sonraya gün verdi. Bir çoğunuzun da
anladığı gibi bu en kibar haliyle beni başından savmaydı. "Risk alamıyoruz, kusura bakma." demenin arapçasıydı. Hayat boyu çeşitli yerlerde bu muameleyi o kadar çok görmüştüm ki, üzerinde durmadım.
Ameliyat olma kararı aldığım ana kadar hep söylediğim bir şey vardı. Bazı insanlar bir olay yaşarlar ve gaza gelmelerine sebep olur bu olay. Ne bileyim okulda gençler dalga geçer, kızımız bir üst sınıfa kastırıp incecik başlar. Bu ve bunun gibi binlerce örnek ve hatta film, dizi vs. vardır. Ben de kararımı verene kadar hep söylediğim şey "Bana niye böyle olmuyor, niye hiçbir şeyden gaza gelmiyorum"du. Pek tabii ki bunu "Biri gelsin, hayatımı önce lunaparka, sonra cehenneme çevirsin, ölümlerden döneyim de ancak sağlığıma kafayı takayım" baabında söylemiyordum. Heyhat kader yanlış anlamış olmalı...
Evlenmek o sıralar için düşünmediğimiz ama uzun vadede düşündüğümüz bir mevzuydu O'nunla. Sadece süreci -epeyce- hızlandıracaktık, olacak bitecekti. Her ne kadar ailesine karşı geliyor olacaksak da bir kaç yıl sonra bir bayramda seyranda, en olmadı torunları olunca affederler diye düşündük.
Ertesi sabah daha umutlu, daha yeni bir güne uyanacağımı düşünüyordum ki sabah 8:15'te kapı adeta yıkılırcasına çalmaya başladı. Aklım yerinden oynamıştı. Oldum olası ani (telefonla,kapı ziliyle) uyanmayı sevmezdim ve kapıdakine sıkı bir fırça atmak üzere sinirli sinirli kapıyı açtım. O an benim eridiğim, tansiyonumun kimbilir kaçlara düştüğü, o an sanıyorum hayatımın en kötü anlarından biriydi. Sevdiğim adamın annesi ve babası (fotoğraflarından gayet iyi tanıyordum onları) karşımda duruyordu. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemedim. Bir an, bir kısacık an karşılıklı bakıştık.
Derken benden epey kısa ve epey de zayıf(!) olan müstakbel kayınvaldem beni kapıya doğru itti. Öyle bir boş bulundum ki kapının kolunun sırtımda yaptığı morluk günlerce geçmedi. Basiretim bağlanmıştı, içeri girdiler ve kapayı kapattım. Annesi çekmeceleri karıştırmaya, babası da evi aramaya başladı. Ne aradıklarını asla bilemiyordum, şaşkınlıktan dilim tutulmuştu. Nihayet "Biz O'nun anne ve babasıyız." dedi babası. "Biliyorum" dedim. Sesim adeta miyavlar gibi çıkmıştı. Sonradan öğrendim ki harıl harıl aradıkları evlenme cüzdanıydı!
Salondaki iki koltuğa oturdular, ben de karşılarına oturdum. Bir an önce toparlanmam gerekiyordu. O'nun nerede olduğunu sordular, işyerinde olduğunu söyledim. Salonun ortasında O'nun mezuniyet fotoğrafı duruyordu. Babası buna nedenini anlamadığım biçimde çok kızdı. Zaten olan biten hiçbir şeyin nedenini anlayamıyordum ya neyse. Derken babası belini işaret edip "Bak kızım ben askerim, seni de O'nu da vuracağım, başımızı öne eğdirdiniz. Şimdi zorluk çıkarma da O'nu ara, hastayım de ve buraya gelsin. Bu dava da bitsin." dedi. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım ve ağlamaya başladım. Aklımdan saniyede milyonlarca şey geçiyordu. Tamam beni istememişlerdi ama biz işin namus ve öldürme boyutuna nasıl gelmiştik? 21.yüzyılın İstanbul'unda yaşadığım şeye kendim bile inanamıyordum.
Kendi kendime dahi hayret ederek "Kusura bakmayın ama burası İstanbul, ben O'nu hastayım diye ararsam paniğe kapılır. Bir arabanın altında kalsa ne yapacaksınız? Ben bunu yapamam, O'na yalan söyleyemem!" dedim. Bunu hıçkırıklar içinde şakır şakır ağlarken söylemiştim ve annesi "Benim malımı bana koruyor xxx'e bak!" diye ayaklandı.
Tam daha fazlasını da yaşayamam herhalde dediğim noktada annesi açtı ağzını yumdu gözünü. Önce sakinleştiğini sanmıştım. "Nerede tanıştınız?" dedi, anlattım. "Ne zamandır berabersiniz?" dedi anlattım. Derken asıl mevzuya geldi çattı annesi. Hayatım boyunca unutmayacağım, hayat boyu aklımın bir köşeesinde kalacak o tarihi konuşmayı yaptı.
"Bana bak, benim koç gibi oğlumu nasıl ikna ettin, nasıl tuzağa düşürdün? Büyülerle bilmemnelerle mi kendine bağladın bilemem. Şu kadarını söyleyeyim ben seni oğlumla yatakta bassam, kendi gözlerimle görsem oğlumun sana aşık olduğuna inanmam. Benim oğlum dengi bir kızla evlenecek ve bana torun doğuracak!"
Gözyaşlarım sicim gibi yanaklarımdan akıyordu. Sürekli, nasılsa evleneceğiz, tatsızlık çıkmasın mantığında alttan alıyordum, yoksa elbette verecek cevabım olmadığından değil. Bu esnada babasının ağzını bıçak açmıyordu. Eli belinde oturuyor ve bizi izliyordu. Ha vurdu ha vuracak diyordum içimden ama geri adım atmayacaktım. Ne olacaksa olacaktı! Bir ara tuvalete kaçıp 155'i aramayı düşündüm ama yakalarlarsa olacakları düşünmek bile istemiyordum.
"Size nasıl göründüğünü bilemiyorum ama biz yanlış bir şey yapmadık, sadece birbirimizi sevdik, çok da mutluyuz" dedim. Sanırım bu bardağı taşıran son damla olmuştu. Annesi ayağa kalkıp kolumu kavradı, ben hala oturuyordum. O pehlivan gibi bedenim utanç ve korkudan leblebi gibi kalmıştı. Kolumu sıkmaya devam ederken tarihi ikinci konuşma geldi.
"Bana baksana sen, sen hiç aynaya bakmıyor musun? Şişmansın, hastalıklısın, senin yarın öbür gün çocukların da sakat sakat doğar. Kolsuz bacaksız çocukların olur. Seni böyle, bu halde kim ister? Buldun saf, salak oğlumu yamanmaya mı çalışıyorsun? Büyü mü yaptırdın, dua mı okuttun bilmem ama sen bu işi unut!!! Oğlumun peşini bırak! "
Tek söyleyebildiğim "ama biz birbirimizi seviyoruz" du. Ağladım, çok ağladım. Bu sözler aylarca, günlerce kulağımda çınladı ve özgüvenimi yerle bir etti.
[Daha ayrıntılı ve daha çirkin konuşmalar da vardı ama amacım olayın ana fikrini anlatmak sadece, her ne kadar vaktiyle canım yansa da karşı tarafın kişilik haklarını da olabildiğince korumaya çalışıyorum aktarırken.]
Sanıyorum bana istedikleri dersi verdiklerini düşünmüş olacaklar ki O'nu yakalamaya gittiler. Kapıyı çarptılar ve gittiler. Bir an beklemeden O'nu aradım hemen. Olanları anlattım ve hemen izin alıp eve gelmesini söyledim. Onlara yakalanmasın diye trenle değil dolmuşla gelmesini de tembih ettim. Çünkü tren garına pusuya yatacaklarını duymuştum konuşmalarından. Yarım saat sonra O geldi, çok kötüydü. Ben zaten ayaklı ölü gibiydim. Bembeyaz.
Ailesi sürekli arıyordu, işyerinden kaçtığını öğrenmişlerdi. Yanımda olduğunu anladılar. Direk ailemi arayıp olan biteni anlattım. Ailelerin görüşüp bir orta yol bulması gerekiyordu. Ailem yola çıktı apar topar. [Elbette işin silah, kötek boyutunu telefonda söylememiştim].
Alel acele ne yapabileceğimizi konuştuk ve ailesi döner dönmez hemen nikahı basmaya karar verdik yalnız bir sorun vardı, yanlarına yalnız gitmeye korkuyordu. "Sen gelme ama ben seninkilerle buluşup gideyim." dedi. Tekrar ailemi aradık ve O'nun ailemle buluşması ayarlandı. Sonra da iki aile Kadıköy'de buluşup konuşacaktı. Ya da o an bizim taraf öyle sanıyordu.
[Kadıköy'de karşılıklı çay içerken olaylar tatsızlaşmış, annemin tansiyonu düşmüş, onlar uzlaşmak bir yana tekrar ikimizi de öldürme planlarından söz etmişler, bizimkiler de dellenmişti. Zaten kopmakta olan ipler iyice birbirinden ayrılmış, bir taksi çevirip O'nu tıka basa içeri atıp gitmişlerdi.]
Konuşmanın gidişatını bozmamak için telefonla arayamıyordum ama meraktan ölebilirdim. Derken saatler sonra kapı çaldı. Annem ve eşi yalnızdı. Peki ya O? O neredeydi? Bir taksiye binip götürdüler sürüye sürüye dediler. Hemen telefona sarıldım. Telefon bir türlü açılmıyordu. Meraktan deliye dönmüştüm. Bu kadar ölüm kalım muhabbetinden sonra dönmem de doğaldı. Nihayet akşama doğru telefon açıldı ve O'nun titreyen sesini duydum." xxx'deyiz, beni zorla buraya getirdiler.Bu gece konuşacağım tekrar, şimdi sakinleşmelerini bekliyorum. Bekle beni." O gecenin neredeyse her saniyesini ağlayarak geçirdim.
Sabaha kadar yolunu gözüp gözyaşı döktüğüm adam aslında gitme planları yapıyordu, bense bunu sabahın köründe işyerine açtığım telefonla öğrenecektim...
Ertesi gün önce işinden istifa etti. Sonra beni aradı. "Eve gelip eşyaları toplayacağız annemlerle" dedi. "Gidecek misin, nasıl gidersin? Beni bırakıp nasıl gidersin?" dedim. "Gideceğim, en doğrusu bu." dedi. "Sadece sen gel, annenler bir daha buraya asla giremez." dedim.
Geldi. Taşınmak için karton kutuları bile hazır, hemen toparlanmaya başladı. Ben aldığım sakinleştiriclerle ayakta duruyordum ama bana açıklama yapmıyordu. Sadece "en doğrusu bu" diyordu. Ben, her halükarda seveceğini söylediği ve asla bırakmam dediği ben, bir gecede bitmiştim adeta. "Tehdit mi ettiler, dövdüler mi, sövdüler mi?" Mantığa oturtmaya çalışıyordum ama her mantık elimde kalıyordu. Ağzını bıçak açmıyordu. Nihayet giderayak "Bu film burada bitmeyecek, ben sana bir söz verdim Ya seninle, ya hiçkimseyle. Bunu onlar da görecek." dedi. Duvara "to be continued..." yazdı.
Bir efsane mi, gerçek mi bilmiyorum. Ortaçağda kadınlar savaşa giden kocalarına saçlarını örüp keser verirmiş. O gittiğinde çirkin olmak için. Belime kadar saçlarım vardı benim de. Odama geçtim. Saçlarımı ördüm sıkı sıkı ve dibinden kestim. Şak diye, bir darbede. Kocaman iğrenç bir mutfak makasıyla. O çok sevdiğim saçlarım bir anda elime düşmüştü. Sanıyorum annem o an delirdiğimi düşünmüş olmalı. Hemen bir ilaç daha getirdi bana. Ne olduğuna bakmadan ne getirirlerse içiyordum artık. Saçımı elime aldım ve toparlanmakta olan, sevdiğim adamın yanına döndüm. Saçımı avuçlarına bıraktım ve "Bekleyeceğim." dedim. Sadece bekleyeceğim.
O gün öğleden sonra, 2009'un sıkıntılı bir temmuz günü tüm eşyalarını topladı. O'nu nasıl ve neyle ikna ettiklerini söylemeden, açıklama yapmadan, sonunu dinleyemediğiniz bir şarkı gibi, devamını bilmediğiniz için gidemediğiniz bir adres gibi, yarım bırakarak herşeyi, eşyalarını topladı tek tek, gitti.
Gitti...
---
"Bıraktım öyle kalsın, bizim gibi darmadağın..."
Onsuz günlerin başlangıcı benim de adım adım çöküşümdü adeta. Günlerce O'ndan haber alamadım. Günlerce ilaçlarla uyudum. Günlerce aynı pencerede oturdum. Günlerce yola baktım. Dua ettim, diz çöktüm, ağladım, süründüm. Günlerce yemek yemedim. Neredeyse 10 kilo verdim.
Nihayet günler sonra bir arkadaşıma arattım O'nu ve sağlık haberini alabildim. İyiydi ama baskı altındaydı, interneti yoktu. Aklım almıyordu, insan tuvalette olsun bir mesaj atar diyordum. Aklım almıyordu.
Gidişinin ardından herkese bahaneler buldum. Çok geniş bir ortak çevremiz vardı. Herkes soru soruyordu. Kimseyle konuşmak istemiyor, telefona çıkmıyordum. Bu olanların nesini anlatacaktım ki? Hangi yanından tutsam elimde kalacak, daha da kötüsü muhtemelen bu çağda böyle şey olmaz diye bana inanmayacaklardı. Hoş zaten anlatmazdım, bana yakışmazdı.
Gidişinin ardından tam 101 gün evden çıkmadım. Ojelerimi silmedim, gerekmedikçe banyo yapmadım. Sadece saf, katıksız bir acı çektim. Gidişinin ardından kucağıma ilaçları koyup ölmek istedim, annemi düşünüp vazgeçtim. Gidişiyle beraber kendimi aylarca çirkin olmaya mahkum ettim. Makyaj yapmadım. Mutlu olmadım, küpe takmadım, ağzımın kıvrımıyla bile gülmedim.
Gidişinin ardından filozof oldum, sayfalarca yazı yazdım. İsyan ettim. Yaradılmış bir varlığı bu kadar seviyor olmam ne saçmaydı. İnsan ancak kendini yaratana bu kadar sevgi duyabilirdi. Gidişinin ardından annem delirdiğimi sandı hep, kendime zarar vermemem için sürekli başımda oturdu. Sürekli ilaçlar verdi. Üstüme titredi.
Tam 101 gün sonra arkadaşlarım eve gelip, ojelerimi silip, üstümü başımı giydirip beni evden çıkardılar. Çıkış o çıkış oldu. Sonrasında öyle bir dağıttım ki kimseler toparlayamadı.
Aylarca O'ndan haber alamadıktan sonra hayatına devam ettiğini ve beni unuttuğunu düşünmeye başlamıştım. İnterneti bağlandığı halde (ortak bir arkadaşımızdan öğrenmiştim) bana ulaşmıyordu bir biçimde. Son derece atarlı bir ayrılık maili attım. Benden zaten ayrılan bir adamdan kendimce ayrılıyordum! Bağrıma taş basıyor ama bu ilgisizliği kaldıramıyordum. Maile hemen yanıt geldi. Paragraflarca hala beni çok sevdiğini, sonumuzun birlikte olacağını söylemişti. İnanmıştım...
Sonrasında çok içtim. Öyle böyle bir içmek değildi. Unutmak için içiyor, sızıyor, tekrar içiyordum. Şu kesindi ki bir faydası olmuyordu. Rüyamda, gittiğim yerlerde, evin her yerinde, en önemlisi de içimde O vardı.
Duvara hapishanede gün dolduranlar gibi biten ayları işaretliyordum. Temmuz, Ağustos, Eylül (O'suz bir doğumgünü), Ekim, Kasım, Aralık (O'nsuz bir yılbaşı) derken 6 ay boyunca sadece bir kere saniyelerce telefonla konuşmuştuk ama aşk bitmiyordu. Gözden uzak, gönülden uzak değildi, keşke olsaydı ama değildi.
Ocak 2010'da üzüntüden çene kemiğim eridi. Annem ameliyat oldu. Tam 2 ay her gün dişçiye gitmek zorunda kaldım. Diş hekimim bile "Biri mi öldü, bu kadar ani çene kemiği erimez kızım..." demişti. Bunların hepsinde yalnızdım, umurunda bile olmadı.
Şubat ayında tekrar dellenip atarlı bir ayrılık maili daha attım. Mailime hemen cevap geldi, nasıl oluyorsa biz hiç iletişemediğimiz halde ayrılma lafı geçtiği an mailime cevap geliyordu. O zamanlar bunu anlamayacak kadar salak ve üzüntülüydüm elbette. Bir kez daha beni ikna etti, askere gidip askerliği bitince direk İstanbul'a gelecekti. Eninde sonunda bir plan yapabildiğimiz için daha huzurluydum.
Mart'ın son günlerinde O'nun maillerini kontrol ederken arşiv'de bir iş başvurusu gördüm. İkameti Ankara olan bir başvuru. O an aslında hiç gelmeyeceğini, bu kapıdan çıkarken aslında bittiğini anladım. 8 ay bir "hiçkimse"yi beklediğimi, bitirmeye gayret ettiğim şeyin çoktan bittiğini.....ve bu sefer O da direnmedi. Artık kabullenilmeyecek tarafı kalmamıştı zaten.
Tam 8 ay hiç gelmeyecek birini özlemiş, hiç gelmeyecek biri için hakaretlere maruz kalmış, tehdit edilmiş, bitmiştim...
---
23 Mart'ta bir canlı yayında açıkladım bittiğini. Şarkı aralarında mikrofonu kapatıp ağlıyor, anonslarda ise dinleyicilerimi üzmemek için neşeli takılıyordum. İlişkisinin sorumluluğunu alamayan birinden ayrılığın sorumluluğunu almasını zaten beklemiyordum ama çevreye yapılan açıklamalar beni hep zorladı. Kimse olayın gerçek sebebini bilmedi. Kimse buraya yazdığım kadar açığını okumadı. Kimse bu sevginin bu kadar güçlü olduğunu sezemedi.
Gidişinin, bitişinin ardından açıklama maiyetinde şu yazıyı yazdım, soru sormasınlar diye. İç dökmek için...
Gidişinin ardından bir sene ayağa kalkamadım. Sürekli kredi çekip, hiç çalışamadığım için battım. Uçan kuşa borçlandım. Mahalle bakkalı bile görmesin diye yolumu değiştirdim. Bitişinin ardından hem kalp acısı, hem korkunç ağrılar çektim. Özgüvenimi kaybettim. Hayatımın hatırılı sayılır bir vaktini internette geçirmeye başladım. En abuk siteden, en mantıklısına her şeyi okuyordum. Saatlerce dizi izliyordum aklım boşalsın diye.
Bir gün kelepçe kardeşliği diye bir site keşfettim. Kendime format attırmayı kafama takmıştım fakat bu nasıl olacaktı? Herşeyi geçtim kulağa çok korkutucu geliyordu. Siteden insanlarla tanışmaya başladım. Tanışıp, arkadaş olup birbirimize hikayelerimizi anlattığımızda kelepçenin tek yöntem olmadığını, başka bir yığın yöntemler olduğunu anlattılar bana. Bu sayede obezite yardım sitesini keşfettim. Daha önce buraya girmiş ve bir kaç kez buradakilerle mesajlaşmıştım. Sene 2008 olmalıydı lakin O kilo vermemi ve ameliyat olmamı istememişti, ben de tarihin tozlu raflarına kaldırmıştım bu fikri.
Şimdi ise içimde uyuyan ne varsa uyanmış, özellikle de "çocuklarım sakat doğmasın" diye iyileşmeye karar vermiştim...
Ya sen ya hiçkimse diyen adam ise 2010 Eylül'ünde yeni bir aşka yelken açmıştı bile...Ben O'ndan sonra şu güne kadar kimse ile sağlıklı bir ilişki geliştiremedim. Yapamadığımı anladığım noktada ise ipin ucunu bıraktım ve aşk defterini kapattım, bir daha ne zaman açılacağını bilmeyerek hem de...
Hayatta aşktan çok daha önemli mevzular vardı ve benim içi artık en başta sağlık geliyordu. Eğer bir yolu varsa - ne olursa olsun- iyileşmeliydim. Kaderimde hiç yaşamadığım "iyileşme gazı" nı bu olaylardan sonra yaşadım. Evet kötü, üzüntülü, ölüme paralel çok kötü günlerdi ama sonuçta bana bu gazı vermişlerdi...
Siteden bir tanıdığım bana İzmir'de bir doktorun telefonunu vermişti görüşmek için. Bavulları toplayıp ameliyat olmak için İzmir'e doğru yola çıktık. Benim kararım kesin, gözüm kara fakat ailem tatmin olmamıştı. Ailemi ikna etmek zor olacaktı ama buna doktorla tanıştıktan sonra karar verecektim.
Bir kez daha hiçbir şey umduğum gibi gitmemişti. O zamanlar talihsizlik gözüyle baktığım olaylar zinciri beni dünyanın en şanslı insanı yapacaktı halbuki...Bilemezdim.
"Ah minel aşk"
2008 yazının ertesinde sezonun açılmasına henüz varken düştü içime aşk. O İzmir'de, ben İstanbul'da. Aynı yerlerde yazı yazıyorduk, yayın yapıyorduk. Başlarda arkadaşlıktan fazlası yoktu. Git gide onunla konuşma saatlerini iple çektiğimi, sesini duyduğumda yüzümde çiçekler açtığını farkettim. O beni sadece arkadaş olarak görüyor sanıyordum başlarda.
Saatlerce, o işe gidene kadar, bazen ben evden çıkana kadar yazışıyorduk. O'na aşık olduğumu anladığım anın üzerinden bir ay geçmişti. Aslında ne ben çat diye açılabilecek biriydim, ne de o. O yüzden böyle sürünüp duruyorduk. Bir gün sabaha karşı herşeyi göze alıp döktüm içimi. Bir kadın için hayatta en zor şeylerden biri. Hayatta hep risk alırım ama aşkta aldığım risk buydu ve benim için ilkti.
Hem şaşırdığım, hem de mutluluktan ağladığım bir tepki geldi O'ndan. "Ben de sana aşığım, hayatıma hoşgeldin..." Ne kadar zarifti, ah ne güzeldi. Benden ve ondan mutlusu yoktu, hayat ne güzeldi, kuşlar bile sanki daha mutlu ötüyordu.
Kalktım İzmir'e gittim ben. En büyük endişem: uzakken hissettiklerimizi yakından da hisedebilecek miydik. Evet hissettik, çok daha fazlasını hissettik. Birbirimizin gözbebeğinde gördük kendimizi. Herkes için yaşadığı aşk tek ve benzersizdir ya hani, bizim için de öyleydi.
Artık birbirimizi özlemeye katlanamıyorduk. O İstanbul'a geldi, ben tekrar İzmir'e gittim. Birbirimize kamera açıp uyuyorduk yanyana hissetmek için. Artık bu böyle gitmez dediğimiz anda O İzmir'deki evini kapattı, işinden istifa etti ve İstanbul'a taşındı.
Hastalıklarımı, yaşadıklarımı, hepsini anlattım ona. Hiç bir şeyi saklamadım. Pansuman yaparken ona kendimi hiç göstermedim ama yine de mevzuyu detayıyla biliyordu. O yılın sezonu kötüydü, ekonomik kriz vardı ve çok az işe gidebiliyordum. Yarı domestik, yarı çalışan kadın, yarı kendimi adamış bir kadın olmuş çıkmıştım. Belki dağ başına klübeye taşınalım dese gidecektim. Boşuna aşkın gözü kör demiyorlar. Böyle böyle 6.ayı devirmiştik, zaman su gibi akıyordu.
İlişkimizin 6. ayını kutlarken -yine kendimce- bir devrim yapmaya karar verdim ve pansuman yaparken onu çağırdım. Aklımdan geçenler "böyle gördüğü için beni artık sevmeyecek" idi. Gönlüm ise bambaşka diyarlardaydı. Seven herşeyiyle severdi. Çok açıkçası aşka güveniyorum ama bu tabiri caizse üçbuçuk atmamı engellemiyordu. Ayağımdaki son sargıyı açtıktan sonra O'na şöyle dedim. "Bak ben buyum, malesef bu durumdayım. Şayet bir gün hastayım diye beni bırakacaksan, o gün bugün olsun. Sana daha fazla alışmadan git. Gitmeyeceksen beni böyle sev, hastalıkta, sağlıkta..." ve o da "Seni asla bırakmayacağım, ne olursa olsun!" dedi. Artık saklımız, gizlimiz yoktu ve ben çok mutluydum. Dünya'da hala iyi, hala seven insanlar olduğuna inanmıştım. Bu olay bence gerçekten ilişkimiz için dönüm noktasıydı ve süper atlatmıştık.
İlişkimiz bir yıla doğru yaklaşırken çok fazla ortak çevremiz vardı. Benim ailem durumdan haberdardı ve kesinlikle destekti bize. Hatta ufaktan ufaktan çeyiz alışverişine başlamıştık. Beyaz eşyalar, mutfak robotu, elektrik süpürgesi gibi kesin lazımları almıştık. Bu esnada sürekli görmezden geldiğim ve apranaxla dayandığım korkunç ağrılar yeniden başlamıştı. Hala tümden banyo yapamıyor ve apranaxları leblebi gibi yutuyordum ancak artık durumu kabul etmiştim. Bu Tanrı'nın bana çıkan piyangosuydu. İyileşeceğime dair umudum yoktu. Derin bir tevekkül ve çok fazla acı içerisindeydim. Beni toparlayan tek şey aşk'tı.
Sanırım tek eksiğimiz evlenme teklifiydi. Bir gece televizyon izleyip sütlü eti cici bebe yerken, aniden evlenme teklif etti bana. Hiç beklemediğim anda, şok olmuştum ve tabii ki "evet" dedim. Sonsuza dek evet. Birlikte yolculuk ettik, birlikte hayatı paylaşmaya başladık, birlikte yayınlar yaptık, hayatımız peri masalı gibiydi.
Bir yılı geride bırakıp ikinci yıla doğru koşarken artık ilişkimizi resmiyete dökmek istedik. Benim ailemin zaten durumdan haberi vardı. O'nun ailesiyle konuşması ve isteme vs. gibi detaylar için tarih alması gerekiyordu. Bu sebeple ailesinin yanına Ankara'ya gidecekti. Hayatım boyunca "kendiyle barışık" yalanını özümsemiş, ve kendimi gerçekten kendimle barışık hisseden ben, endişelerle doluydum. Gitmeden onu karşıma aldım. Ailesinden ne kilomu, ne hastalıklarımı saklamamasını, her şeyi açıkça anlatmasını rica ettim. Hatta bir kaç fotoğrafımı göstersindi, bilsinlerdi beni.
Haftasonu gelip çatmış, O'nu Ankara'ya uğurlamıştım. Meraktan, kaygıdan uyuyamıyor, gün sayıyordum. Telefon konuşmalarımızda rahat konuşamıyor, gelince konuşuruz diyordu. Kadınca hislerim yanılmamıştı, bir şeyler ters gidiyordu! Pazartesi akşamı nihayet geldi, birlikte yemek yedik. Ağzını bıçak açmıyordu. Sonunda dayanamadım, ağladım ağlayacaktım. Derken yüzüne baktım. Birbiri ardına gözyaşı döküyordu. Sakin ol ve anlat dedim. Derken hayatımın en acı, en vurucu gerekçelerini dinledim.
Sadece fotoğrafımı görmek bile kesin bir "Hayır." demeleri için yeterli olmuştu. Tansiyonlar yükselmiş, evde kıyamet kopmuştu. Üstüne bir de diyabetim ve NLD duyulunca "Kesinlikle Hayır!" olmuştu cevap. O geceyi nasıl atlattım, nasıl üzüntümden ve utancımdan yerin dibine girmedim şaşırıyorum. Yaşadığım bazı şeylerde nasıl ayakta durabilmişim, hayret.
"Çok zor bazen avaz avaz susmak..."
Vakit ağlamanın değil, neler yapabileceğimizi düşünmenin vaktiydi. Aniden ve kimseye haber vermeden nikah kıymayı düşündük. Oda nikahı olacaktı, bende jean ve sadece duvak, onda da jean ve gömlek. Ayrıntıya değil çözüme ihtiyacımız vardı. Alel acele bir şeyler yapmalıydık. Biz birbirimizi çok seviyorduk ve bizi kimse ayıramazdı!
Halbuki o gece beraber geçirdiğimiz son gece olacaktı...
31 Temmuz 2011 Pazar
Size uygun hekimi nasıl seçebilirsiniz?
Size
uygun hekimi seçmek çok kişisel ve kriterlerinize bağlı bir konu olsa
da özellikle bariatrik cerrahi için sizlere verebileceğim birkaç ipucu
olacak. Bunu "ay ben çok bilirim" mantığında değil, yıllardır çok fazla
doktor-hastane mesaisi yapmamın bir getirisi olarak yazdığımı da
söyleyeyim.Benim kişisel kriterlerim de yer alacak okuduğunuz yazıda.
* Gitmeyi aklınıza koyduğunuz hekimi muhakkak internetten araştırın.
Bir internet sitesi, mail adresi, mail grubu, ve/veya
facebook,twitter,ff hesabı olması önemlidir. "Ne alakası var?" diyenler
için şunu söyleyeyim, sosyal yönünü geliştirmiş ve hastalarıyla daha sık
bağlantıya geçen bir insan demektir bu. Özellikle bariatrik
cerrahi'de "ameliyat oldun, hadi güle güle" mantığı olmadığı için ve
doktorunuzla ömür boyu istişarede bulunmanız gerektiği için daha rahat
takip edip, iletişim kurabileceğiniz bir doktor bulmanız kişisel
yararınız için oldukça önemlidir.
* Ameliyat olmayı düşündüğünüz hekimin eski hastalarıyla tanışın. Devir
iletişim devri. Artık çoğu doktorun internette de bir mesaisi oluyor.
Destek grubu, mail grubu, konuyla ilgili forumlar ve bunun gibi
yerlerden hekiminizin eski hastalarıyla bağlantıya geçip
görüşebilirsiniz. Bu son derece iç rahatlatıcı olacaktır sizin
açınızdan.
* Hekiminizin sigara içmiyor olduğundan emin olun. Seçtiğiniz hekimin sigara içmiyor olması kendiyle ve işiyle çelişmediğini gösterir ve bu yüzden bu mevzu önemlidir.
* Hekiminizin telaffuzuna dikkat edin.
Yine ne alakası var diyenler olacaktır ama şu kadarını söyleyeyim,
inanın var! Ana dalı ille ilgili bir kelimeyi söyleyemeyen hekim lütfen
bir zahmet içinizi de açmasın. Buna hemen bir örnek vereceğim. Bir yıl
kadar tanıdığım bir hekim obezite kelimesini "Obezittttttey" [bkz:
ingilizce telaffuz] şeklinde telaffuz ediyordu sürekli. Bu ne yazık ki
"aa bak ingilizce aksanı var" etkisi yapmıyor, bilakis "doğru düzgün
diline hakim değil" efekti veriyor.
* Size vaka/olgu diyen hekimden uzak durun. Vaka/Olgu
vbg. kelimeler akademik kayıtlar için oldukça normaldir evet ancak
yüzünüze bakıp "siz şöyle bir vakasınız." diyen hekimin size insan
olarak gerekli değeri verebileceğinden şüpheliyim ne yazık ki.
*Bakımsız hekimlerden kaçının. Diğer
bir yazıda bahsetmiştim bu konudan kısaca. Kendine özen göstermeyen
biri, size hiç gösteremez. Bakımsız, dağınık, paspal hekimlere emanet
etmeyin kendinizi. Özellikle eğer imkanınız varsa konuşurken hekiminizin
dişlerine dikkat edin. Kötü ağız bakımı, güzel bir ipucudur sizin için.
* Tek tip ameliyat yapabilen hekimleri tercih etmeyin. Tercih
edeceğiniz hekim hem kapalı [laparoskopik], hem açık olarak bariatrik
cerrahi'nin örneklerini gösterebiliyor olmalıdır. Kendini tek bir
ameliyat tipine vermiş ve diğerlerini tercih etmeyen hekimin, diğer tip
ameliyatlarda etkin ve ehil olması ihtimali istatistiki olarak düşer. Size kendi en iyi olduğu ameliyat tipini seçmeniz için baskı yapmaya çalışabilir. Bu tarz hekimlerden arkanıza bakmadan kaçın!
* Hekiminizin üslubuna dikkat edin. Seçtiğiniz
hekim ne felaket tellalı, ne de polyanna olsun. Ameliyatınızın
risklerini de, yaşayacağınız güzellikleri de aynı oranda size
anlatabiliyor olsun. Size ameliyatınızın risklerinden bahsetmeyen bir
hekimi ciddiye almayın zira hepimiz biliyoruz ki her ameliyatın riski ya
da komplikasyonu olabilir. İyi bir hekim yaşayacağınız süreci artısıyla, eksisiyle önünüze koyandır.
Ben
bunların tümüne dikkat ettim ve şükürler olsun ki kendim için en
doğrusunu buldum. Ameliyattan sonra hiç sorun yaşamadım. Bırakın
komplikasyonu [ki olabilmesi normaldi] ağrı, bulantı vs. bile yaşamadım.
Sırf maddi/manevi -mecburiyet hissettiğiniz için- kendinizi ehil olmayan ellere teslim etmeyin, lütfen...
28 Temmuz 2011 Perşembe
Umudun öteki adı: Doç.Dr.Halil Coşkun!
Bilmem bilir misiniz, obezite cerrahisinde, hastalar arasında bir şehir efsanesi vardır. "
(x)'i görür görmez benim için doğru hekim olduğunu anlamıştım!" Hasta
camiasına girdiğinizde bu sözü çok sık duyarsınız ne yazık ki. Korkarım
ki buna inanıyorsanız hayallerinizi yıkmak zorunda kalacağım çünkü bu
efsane her ne kadar romantik ve dramatik dursa da, kulağa çok süslü
gelse de, sadece efsanedir!
Birini
görür görmez sizin için doğru insan olduğunu düşünüyorsanız ona
ameliyat olmak yerine onunla evlenmeniz daha makul bir seçenek olur zira
bu yaşanana pratikte "seçim" değil "aşk" denir :)
Şaka
bir yana size uygun hekimi nasıl seçebilirsiniz o zaman? Bu ancak sizin
bileceğiniz, kişisel kriterlerinizle ilgili bir konudur. Ben ancak
size ufak ipuçlarıyla yol gösterebilirim. Bu konuya ayrıntılı olarak
başka bir yazıda değineceğim zaten. Peki Ben, benim için Halil bey'in
doğru hekim olduğunu nasıl anladım?
2009'un
son aylarında, yanılmıyorsam Aralık, kuzenimle birlikte Halil beyin o
zamanlar çalıştığı hastaneye doğru yola çıktık. İnanılmaz heyecanlıydım.
Dokunsalar ağlayacak, melankolik, heyecanlı bir haldeydim ve inadına
yol bitmek bilmiyordu. Hastaneye gelip hocanın odasını bulduk. İçerisi
asistanlarla doluydu, kapıda beklemeye başladık. Çok geçmeden içeri
girdik. Halil bey elimizi sıktı ve biz de karşılıklı koltuklara oturduk.
İlk dikkatimi çeken el sıkışıydı.
[Sizi
bilmem ama ben "kedi patisi verir gibi el sıkan insan" dan kadın olsun
erkek olsun nefret ederim. Doğru düzgün el sıkmak, hem kendine güven
belirtisi, hem de başkasına güven vermektir.] Düzgün, güçlü, ve kendine
güvenli bir el sıkıştı. Heyecanımı yatıştırmıştı biraz olsun.
İkinci
dikkatimi çeken ise "temiz" olmasıydı. Tabii ki hiç birimiz sokağa
lekeli, pis şeylerle çıkmıyoruz ya da doktorlar allah için pasaklı
değiller. Burada temizden kastım "jilet gibi olmak" Bir insanın size
dikkat edip, size özen göstermesi için önce kendine özen göstermesi
gerekir diye düşünüyorum. Nasıl ki şişman diyetisyenler ya da söküğü
olan terziler alabildiğince iticiyse paspal bir hekim de öyledir bence.
Gerçekten Halil hoca insanın gözünü alacak kadar temiz, jilet gibi ve
pırıl pırıldı. Üstüne üslük gülümsüyordu ve ben kişisel tarihimde
gülümseyen insanları çok severdim. [Çünkü ben de böyle bir insanım.]
Daha ağzını açmadan karşındakinde olumlu intiba bırakmak sanırım böyle
bir şeydi.
Görüşme
hasta-doktor muhabbetinden çok sohbet havasında ilerliyordu ve ben
iyice rahatlamaya başlamıştım. Aklımda açıkçası tek soru dönüp
duruyordu. Acaba hoca beni geri çevirecek miydi? Artık hem vücudumun
gücü, hem ruhumun gücü tükenmiş gibi hissediyordum, eğer Halil hoca da
beni geri çevirseydi olacakları düşünmek bie istemiyordum. Tanrı
yakarışlarımı duymuş olmalı...
Hoca
boyumu, kilomu, vki'mi sordu, söyledim. Ameliyat tiplerinden söz
ettikten sonra bana hangi ameliyatı düşündüğümü sordu. Ben de "gastric
bypass" dedim. Çok uzun zamandır bunu araştırdığımı ve bilinçli olduğumu
da söyledim. Önce tahlillerine başlayalım, gidişata göre üzerinden
geçmek gerekirse tekrar konuşuruz dedi. Hala ayaklarımdan
bahsedememiştim. Hayır derse diye o kadar korkuyordum ki. Ancak korkunun
bana hiç faydası yoktu. Söylemek zorundaydım. Yay gibi gerilmiştim ve
konuya girdim.
"Hocam
benim ayaklarımda böyle böyle bir sorun var, şöyle oldu, böyle oldu,
neticeten ayaklarımda açık yaralar var. " Halil hoca şöyle bir durdu, o
duruş belki bir saniyeydi ama bana yıllar, yüzyıllar gibi gelmişti.
"Ayaklarını görebilir miyim?" dedi. Gösterdim. Ayaklarımda sargılar
vardı ama hali aşağı yukarı belliydi. İki ayağınızı da kırk kat sargıyla
saracağınız bir şeyin vahameti elbette bellidir. "Hallolur onlar, sorun
yaratacağını sanmıyorum." dedi. Kuzenimle birbirimize bakakaldık.
[Ağlama molası müsaadenizle]
Hallolur!
Hallolur! Kulağımda binlerce defa yankılandı sanki sesi. Defalarca
kapılarından döndüğüm doktorlar, yattığım hastaneler, çilehane gibi
odalar, çektiğim acılar, acılar nedeniyle yaşayamadıklarım,
yaşayamadıklarımdan içimde kalanlar. Bu sözle gözümün önünden aktı gitti
desem inanır mısınız? Orada nasıl ağlamadım, nasıl çıkana kadar
bekleyebildim, ya da nasıl sevinçten zıp zıp zıplamadım hayret ediyorum.
Dışarıdan "salon kadını çizgisi"ni bozmayan benim içimde ne fırtınalar
kopuyordu halbuki! "Ben ol da bil." demiş ya Mevlana, benimki de işte
öyle...
Ben
mana alemimin derinliklerine dalmışken hoca çoktan gerekli evrakı,
sevki yazmaya başlamıştı bile. Bir sürü yere bir sürü tahlil verecektim.
Bir sürü yerden verdiğim tahlilleri alıp anestezi'de birleştirecektim.
Olsun, kolaydı. Yeter ki beni tedavi etsindi. Gerisi umurumda bile
değildi.
Hemen
o gün kan tahlili verip neşeyle eve döndüm. Tanıdıkları tek tek arayıp
müjde verdim. Kolay mı, yıllardır yakınlarım da benimle azap çekmiş,
üzülmüşlerdi.
O
sezon yavaştan 2010 hazırlıkları başlamış, tiyatroda işler çok
yoğunlaşmıştı. İnanılmaz bir sezon yaşıyorduk. Her oyun full olduğu
gibi, her gün de oyun vardı. İşin komik tarafı benim tahlillere gitmem
gereken günler hafta içiydi ve ben hafta içi 5 gün boyunca oyundaydım!
İzin almak ise bizim işler için ancak tatlı bir hayaldi.
Tahlillere
dokunamadan 2010 gelmişti bile. Ara sıra da olsa iptal olan oyunlar
sayesinde arada gidip ufak ufak tamamlamaya çalışıyordum. Çalışmak o
dönem için -mecbur- olduğum bir şeydi, aksatamıyordum. Bir yandan günde 4
apranaxla iş gününü tamamlıyor, tarifi imkansız acılarla iş yapıyordum.
Tek tesellim "Belki bu ameliyatla geçecek bu acılar" idi. Ekip
arkadaşlarım ve patronum, sağolsunlar, bana anlayış gösteriyorlar, oyun
aralarında dinlendiriyorlardı fakat ne kadar dinlenirsem dinleneyim
olmuyordu, o lanet ağrılar dinmiyordu işte...
Göz
açıp kapayıncaya kadar 2010 yaz sezonu gelmişti. Bu arada tahlillerimin
yarısı bitmiş, yarısı da yapılmak üzere bekliyordu. Sezon bitmişti
ancak benim paraya ihtiyacım vardı. Bir biçimde bir mucize olsa diyordum
ki hayatımın en güzel iş tekliflerinden biri geldi. Kariyerime bir uzun
metraj daha katacak, sevgili Müjdat Gezen, Haluk Bilginer, İlker Ayrık
ve Gülçin Santırcıoğlu ile "Memlekette Demokrasi Var" da oynayacaktım.
Her
ne kadar aklım hastanede ve ameliyatımda olsa da bu işi geri çevirmem
hem maddi, hem kariyer anlamında imkansızdı. İstediğim kadar acı çekeyim
öyle ya da böyle bu iş yapılacaktı! Şansıma oynadığım rol (Gülizar) da
ayaklarından hasta (fil hastalığı) bir kadındı ve rolle adeta
kaynaşmıştım. Hayatımda en keyif alarak ancak gerçekte fiziksel olarak
çok acı çekerek yaptığım iş olarak tarihe geçti.
Film
çekimi, gala, özel gösterimler, reklam derken yaz bitmişti. Benim
tahlillerim ise anestezide toplanacak minvale nihayet gelmişti. Anestezi
uzmanının karşısına geçtiğimde hiç de iyi haberler almayacaktım oysa.
Bembeyaz kağıtların üzerinde yine benimle ilgili minik felaketler vardı.
Yeni felaketlerim guatr, kolestrol ve astım başlangıcı idi. Ben daha
diğerleriyle baş edemezken bunlarla ne yapacaktım?
Astım
için inhalerlara, diğerleri için de ilaçlara başladım. Artık günde 4
insülin, 4 apranax ve 3 inhaler ve dört ilacım vardı. Olsun, sonuçta
geçecekti. Kendimi böyle telkin ede ede eylül ayını getirmiştim bile.
Ekim
aynın güzel bir günü tahlillerimi de alıp Halil hocaya göstermek üzere
yola çıktım. Kaderimde rötar olacak ya, bu sefer hoca o hastaneden
ayrılmış, başka bir hastaneye geçiyordu! Kaderime bir miktar sövmekle
beraber hoca nereye ben oraya hesabı arkasından onun gittiği hastaneye
gidecektim. O saatten sonra sağlık ocağına gitse bile arkasından
giderdim. (Hoş hala da giderim)
2010
Ekiminden sonra (benim sezonum bir kez daha açılmışken) diğer hastanede
yapılan testlerimin hepsi tekrar yapıldı. Her tahlil bir daha alındı,
gerekli her doktorla bir daha görüşüldü ve bir yıl daha geride kaldı.
Aslında
aradan bu kadar zaman geçmesine (o zaman çok hayıflansam da) şu an şans
gözüyle bakıyorum. Hem herşey hem benim, hem doktorumun içine sindi.
Hatta iki kez sindi :) , hem de görüşme süremiz kısıtlı olmasına rağmen
ben Halil hocayı,o da beni daha iyi tanımış oldu. Her hastaneye
gidişimde onunla ilgili kafamdaki yargılar pekişiyor, her seferinde
kararımdan daha bir memnun kalıyor ve onun beni tedavi etme kararına bir
kez daha minnet duyuyordum.
Halil
hoca titizdi, hiç bir ayrıntıyı gözden kaçırmıyor, insanı can kulağıyla
dinliyordu. Ayrıntılara önem veriyor, gülümsüyor ama sırf siz mutlu
olasınız diye bir takım gerçekleri gizlemiyordu. Yaşayacağınız olası
şeyleri pozitifse de, negatifse de şak şak koyuyordu masaya. Hepsinin
ötesinde dürüst bir insandı. Hiç bir zaman, bir an bile bana iyileşmem
konusunda boş vaad verdiğine inanmadım. O bana ve iyileşmeme ilk andan beri inanmıştı, ben de ona sonuna kadar inandım ve güvendim.
Yaşadığım
hezeyanları da, üzüntü dalgalarını da, yaşattığı sevinci ve dünyanın en
mutlu insanlarından biri yapmasını da bu dönemlerde çok paylaşamadım
Onunla. Bunun sebebi hem şimdiye nazaran, geçmişte daha kısa
görüşmelerde bulunmuş olmamız, hem de benim arap atı gibi geç açılan bir
insan olmamdan kaynaklanıyordu.
Son
derece sosyal, son derece konuşkan biri olmama rağmen major mutluluk ve
major acılarda konuşamam ben pek. Yazarım ama, hep yazarım.
Yazamıyorsam da biriktiririm. Yine öyle yapmıştım. Allahtan O çok
sabırlıydı ve ameliyattan sonraki dönemde tek tek döküldü ağzımdan çoğu
şey. Yine de çoğu şeyi de burada ilk defa okuyacağına eminim.
Gün
döndü, günler döndü. Tahlillerim, testlerim tamamlandı.[Tahlilleri daha
sonra ayrıntılı biçimde yazacağım için özet geçiyorum] Anestezi onayı,
endokrinoloji raporu, her şeyi tamamlayıp Mart 2011 sonlarında hocanın
karşısına oturdum.
Tiyatrodan
ayrılmış (yarım sezonluğuna), işlerimi ayarlamış, kendimi iyileşmeye
adamış, mükemmel motive olmuştum. Halil hoca tahlillere, testlere tekrar
baktı ve "Nisan başında müsaitsen yapalım artık şu ameliyatı!" dedi.
O zamanlar bilmiyordu, hayatımda hiçbir şey için bu kadar müsait olmamıştım!...
*Fotoğraf Doç.Dr.Halil Coşkun'a aittir.
Etiketler:
ameliyat,
doç.dr.halil coşkun,
doğru hekim,
el sıkışmak,
gastric bypass,
gbp,
minnet,
obezite cerrahisi,
wls
Adım adım umuda yolculuk...

Gözümü
Ankara'ya çevirdim bu kez, Ankara'da yıldızı parlayan bir hekimle
görüşmeye karar verdim. Babam Ankara'da yaşadığı için kendisinden yardım
istedim. Babam adını verdiğim hekimden -gerçekten nedini bilmiyorum-
hoşlanmadı. Gerçi babamın birinden hoşlanması pek olası bir şey değildir
ama...
Bana
yeni bir doktor numarasıyla geri döndü. Bu seferki hekim İstanbul'un en
büyük hastanelerinden birindeydi. Kendisi sadece beni telefonla dinledi
ve görüşme tenezzülünde bile bulunmadı. "Bu senin ayakların zorluk çıkarır bize"
tarzı geveledi ve malesef ki telefon adabından yoksun bir adamdı. Sırf
arada babam var diye çemkirmedim ama muhtemelen hayat boyu kendisine
uyuz olacağım.
Tam
"artık alıp başımı nerelere gideyim" haline gelmişken bir kez daha
sezon açıldı. Bu sefer kesintisiz para kazanmak zorundaydım zira daha
önce de ifade ettiğim gibi hem maddi, hem manevi batmıştım.2009 Kasım
ayının sonlarında bir başka hekim bulduk. Ufak ama daha önce gittiğimiz,
bildiğimiz bir hastanedeydi. Tam kendisinden randevu almak üzereydim ki
hayatımı değiştirecek ilk adım olan telefon Meleğimden geldi.
Tam
beni artık kimse tedavi etmeyecek hissindeydim, yine umutsuzluğun
kıyısındaydım ki bana Doç.Dr.Halil Coşkun'un telefonunu verdi. "Bu hoca da diğerleri gibi beni sepetlemez değil mi?" dediğimi çok net hatırlıyorum. "Hayır, bak göreceksin. O farklıdır..." dedi.
Gerçekten
de Halil hoca farklıydı ve ben genelde her haltı rötarla gerçekleştiren
naçiz kaderimde bu kez avantajlı konuma geçecektim...
*Fotoğraf Doç.Dr.Halil Coşkun'a aittir.
Etiketler:
ankara,
cerrahi,
doç.dr.halil coşkun,
genel cerrahi,
istanbul,
obezite cerrahisi,
son umut,
tedavi,
çıkış yolu
21 Temmuz 2011 Perşembe
Hangi ameliyat bana uygun? [Obezite ve Metabolizma Cerrahisi]
İzmir
bir kere daha, bu sefer doğru bir umut olmasını umduğum, bir umut
kapısı açmıştı bana. Yanımda her zamanki gibi anneciğim, elimizde bir
valiz, cebimizde bir doktor numarası vurduk yollara. Gittiğim doktorun
karşısına geçene kadar aslında internetten öğrendiğim şeyler dışında pek
bir şey yoktu aklımda. Tek bildiğim nld ve diyabetle en iyi
savaşabileceğim şeyin bu ameliyatlar olduğuydu. Bir makalede ameliyat
olanların diyabetlerinin %92 oranında düzeldiğini okumuştum. Yıllardır
rafa kaldırdığım umut tekrar içimde yeşermişti.
Ertesi gün randevu
vardı ve ben heyecandan bayılmak üzereydim. O gece sabahı zor ettim. Hem
bu zamana kadar yaşadığım "yanlış teşhis/tedavi" hadiseleri, hem de
hastanelerde yatmaktan oluşan bir gerginliğim vardı. Korkuyordum, ama
yapmalıydım. Ve nihayet ertesi gün diye diye ertesi gün geldi.
Doktorun
muayenehanesinde sıra beklerken bir yandan ömrümden ömür gidiyordu ki
sıra nihayet bize gelmişti. Küçücük bir odaya girdik, doktor beyle
tanıştık. Güleryüzlüydü. Bu iyiydi. Kendisini nereden bulduğumuzu
anlattım ve kısa bir hasta öyküsü çıkardım. "Peki hangi ameliyatı olmak
istediğine karar verdin mi?" dedi doktor bey. Ne demek hangi ameliyatı?
Kaç tane vardı ki? Neydi onlar? Ben bypass dışında bir şey neden
araştırmamıştım? (Başak burcu biri için sorulan bir şeyi bilmemek çok
azap vericidir ayrıca). Diğer seçenekleri hiç düşünmediğimi söyledim
utana sıkıla. "Şimdi tahlillerine başlayalım, sen de o sırada karar ver"
dedi doktor bey. Eve gider gitmez gerekirse interneti devirip her şeyi
öğrenecektim!
Eve geldim ve seçeneklerin hepsini araştırdım. Peki hakikaten Hangi ameliyat bana uygundu?
* Mide bandı: Halk dilinde kelepçe
denen hadise. Kelepçe seçeneğini başlarda düşünsem bile hem kelepçenin
ne yazık ki basında hep spekülatif haberlerde yer alması beni de
etkilemişti. Halbuki kelepçe ehil ellerde ve gerekli takiple işe yarayan
bir yöntemdi fakat ben o zaman böyle düşünmüyordum. Üstelik diyabet ve
nld için bir çözüm niteliğinde olduğunu da düşünmüyordum. Dolayısıyla bu
seçeneği kafadan eledim. Mide bandı ile ilgili ayrıntılı tıbbi bilgi
için şuradan buyrunuz.
*Sleeve Gastrectomy: Obezite cerrahisi camiasında "tüp mide"
olarak bilinen bir ameliyattı bu. Doğrusu en çok kafamı karıştıranı da
buydu. Son derece işe yarayan, olanların gayet memnun kaldığı ve
gastric bypass'la kıyaslandığında hasta için nispeten kolay bir
operasyondu. Aklıma takılan iki nokta vardı. Biri uzun vadede sonuçları
ve geri kilo alımı pek bilinmiyordu (ya da ben bulmadım o zamanlar,
doktorlar biliyordur elbette). İkinci nokta ise yine diyabet konusunda
bypass'a oranla regüle olma-düzelme istatistiği düşüktü. Bu beni en çok
caydıran şey oldu aslında zira ben -evet kilo vermek istiyordum- ama
Allah da biliyor ya asıl amacım nld ve diyabette iyileşme yaşamaktı.
Beni hayattan bıktıran kilonun beraberinde getirdiği yandaş
hastalıklardı. Bu yüzden bu seçeneği de kafamda eledim. Sleeve Gastrectomy ile ilgili ayrıntılı tıbbi bilgi için şuradan buyrunuz.
16 Temmuz 2011 Cumartesi
Ah minel mevt! [Bir bitiş tefrikası]
Ameliyat olma kararı aldığım ana kadar hep söylediğim bir şey vardı. Bazı insanlar bir olay yaşarlar ve gaza gelmelerine sebep olur bu olay. Ne bileyim okulda gençler dalga geçer, kızımız bir üst sınıfa kastırıp incecik başlar. Bu ve bunun gibi binlerce örnek ve hatta film, dizi vs. vardır. Ben de kararımı verene kadar hep söylediğim şey "Bana niye böyle olmuyor, niye hiçbir şeyden gaza gelmiyorum"du. Pek tabii ki bunu "Biri gelsin, hayatımı önce lunaparka, sonra cehenneme çevirsin, ölümlerden döneyim de ancak sağlığıma kafayı takayım" baabında söylemiyordum. Heyhat kader yanlış anlamış olmalı...
Evlenmek o sıralar için düşünmediğimiz ama uzun vadede düşündüğümüz bir mevzuydu O'nunla. Sadece süreci -epeyce- hızlandıracaktık, olacak bitecekti. Her ne kadar ailesine karşı geliyor olacaksak da bir kaç yıl sonra bir bayramda seyranda, en olmadı torunları olunca affederler diye düşündük.
Ertesi sabah daha umutlu, daha yeni bir güne uyanacağımı düşünüyordum ki sabah 8:15'te kapı adeta yıkılırcasına çalmaya başladı. Aklım yerinden oynamıştı. Oldum olası ani (telefonla,kapı ziliyle) uyanmayı sevmezdim ve kapıdakine sıkı bir fırça atmak üzere sinirli sinirli kapıyı açtım. O an benim eridiğim, tansiyonumun kimbilir kaçlara düştüğü, o an sanıyorum hayatımın en kötü anlarından biriydi. Sevdiğim adamın annesi ve babası (fotoğraflarından gayet iyi tanıyordum onları) karşımda duruyordu. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemedim. Bir an, bir kısacık an karşılıklı bakıştık.
Derken benden epey kısa ve epey de zayıf(!) olan müstakbel kayınvaldem beni kapıya doğru itti. Öyle bir boş bulundum ki kapının kolunun sırtımda yaptığı morluk günlerce geçmedi. Basiretim bağlanmıştı, içeri girdiler ve kapayı kapattım. Annesi çekmeceleri karıştırmaya, babası da evi aramaya başladı. Ne aradıklarını asla bilemiyordum, şaşkınlıktan dilim tutulmuştu. Nihayet "Biz O'nun anne ve babasıyız." dedi babası. "Biliyorum" dedim. Sesim adeta miyavlar gibi çıkmıştı. Sonradan öğrendim ki harıl harıl aradıkları evlenme cüzdanıydı!
Salondaki iki koltuğa oturdular, ben de karşılarına oturdum. Bir an önce toparlanmam gerekiyordu. O'nun nerede olduğunu sordular, işyerinde olduğunu söyledim. Salonun ortasında O'nun mezuniyet fotoğrafı duruyordu. Babası buna nedenini anlamadığım biçimde çok kızdı. Zaten olan biten hiçbir şeyin nedenini anlayamıyordum ya neyse. Derken babası belini işaret edip "Bak kızım ben askerim, seni de O'nu da vuracağım, başımızı öne eğdirdiniz. Şimdi zorluk çıkarma da O'nu ara, hastayım de ve buraya gelsin. Bu dava da bitsin." dedi. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım ve ağlamaya başladım. Aklımdan saniyede milyonlarca şey geçiyordu. Tamam beni istememişlerdi ama biz işin namus ve öldürme boyutuna nasıl gelmiştik? 21.yüzyılın İstanbul'unda yaşadığım şeye kendim bile inanamıyordum.
Kendi kendime dahi hayret ederek "Kusura bakmayın ama burası İstanbul, ben O'nu hastayım diye ararsam paniğe kapılır. Bir arabanın altında kalsa ne yapacaksınız? Ben bunu yapamam, O'na yalan söyleyemem!" dedim. Bunu hıçkırıklar içinde şakır şakır ağlarken söylemiştim ve annesi "Benim malımı bana koruyor xxx'e bak!" diye ayaklandı.
Tam daha fazlasını da yaşayamam herhalde dediğim noktada annesi açtı ağzını yumdu gözünü. Önce sakinleştiğini sanmıştım. "Nerede tanıştınız?" dedi, anlattım. "Ne zamandır berabersiniz?" dedi anlattım. Derken asıl mevzuya geldi çattı annesi. Hayatım boyunca unutmayacağım, hayat boyu aklımın bir köşeesinde kalacak o tarihi konuşmayı yaptı.
"Bana bak, benim koç gibi oğlumu nasıl ikna ettin, nasıl tuzağa düşürdün? Büyülerle bilmemnelerle mi kendine bağladın bilemem. Şu kadarını söyleyeyim ben seni oğlumla yatakta bassam, kendi gözlerimle görsem oğlumun sana aşık olduğuna inanmam. Benim oğlum dengi bir kızla evlenecek ve bana torun doğuracak!"
Gözyaşlarım sicim gibi yanaklarımdan akıyordu. Sürekli, nasılsa evleneceğiz, tatsızlık çıkmasın mantığında alttan alıyordum, yoksa elbette verecek cevabım olmadığından değil. Bu esnada babasının ağzını bıçak açmıyordu. Eli belinde oturuyor ve bizi izliyordu. Ha vurdu ha vuracak diyordum içimden ama geri adım atmayacaktım. Ne olacaksa olacaktı! Bir ara tuvalete kaçıp 155'i aramayı düşündüm ama yakalarlarsa olacakları düşünmek bile istemiyordum.
"Size nasıl göründüğünü bilemiyorum ama biz yanlış bir şey yapmadık, sadece birbirimizi sevdik, çok da mutluyuz" dedim. Sanırım bu bardağı taşıran son damla olmuştu. Annesi ayağa kalkıp kolumu kavradı, ben hala oturuyordum. O pehlivan gibi bedenim utanç ve korkudan leblebi gibi kalmıştı. Kolumu sıkmaya devam ederken tarihi ikinci konuşma geldi.
"Bana baksana sen, sen hiç aynaya bakmıyor musun? Şişmansın, hastalıklısın, senin yarın öbür gün çocukların da sakat sakat doğar. Kolsuz bacaksız çocukların olur. Seni böyle, bu halde kim ister? Buldun saf, salak oğlumu yamanmaya mı çalışıyorsun? Büyü mü yaptırdın, dua mı okuttun bilmem ama sen bu işi unut!!! Oğlumun peşini bırak! "
Tek söyleyebildiğim "ama biz birbirimizi seviyoruz" du. Ağladım, çok ağladım. Bu sözler aylarca, günlerce kulağımda çınladı ve özgüvenimi yerle bir etti.
[Daha ayrıntılı ve daha çirkin konuşmalar da vardı ama amacım olayın ana fikrini anlatmak sadece, her ne kadar vaktiyle canım yansa da karşı tarafın kişilik haklarını da olabildiğince korumaya çalışıyorum aktarırken.]
Sanıyorum bana istedikleri dersi verdiklerini düşünmüş olacaklar ki O'nu yakalamaya gittiler. Kapıyı çarptılar ve gittiler. Bir an beklemeden O'nu aradım hemen. Olanları anlattım ve hemen izin alıp eve gelmesini söyledim. Onlara yakalanmasın diye trenle değil dolmuşla gelmesini de tembih ettim. Çünkü tren garına pusuya yatacaklarını duymuştum konuşmalarından. Yarım saat sonra O geldi, çok kötüydü. Ben zaten ayaklı ölü gibiydim. Bembeyaz.
Ailesi sürekli arıyordu, işyerinden kaçtığını öğrenmişlerdi. Yanımda olduğunu anladılar. Direk ailemi arayıp olan biteni anlattım. Ailelerin görüşüp bir orta yol bulması gerekiyordu. Ailem yola çıktı apar topar. [Elbette işin silah, kötek boyutunu telefonda söylememiştim].
Alel acele ne yapabileceğimizi konuştuk ve ailesi döner dönmez hemen nikahı basmaya karar verdik yalnız bir sorun vardı, yanlarına yalnız gitmeye korkuyordu. "Sen gelme ama ben seninkilerle buluşup gideyim." dedi. Tekrar ailemi aradık ve O'nun ailemle buluşması ayarlandı. Sonra da iki aile Kadıköy'de buluşup konuşacaktı. Ya da o an bizim taraf öyle sanıyordu.
[Kadıköy'de karşılıklı çay içerken olaylar tatsızlaşmış, annemin tansiyonu düşmüş, onlar uzlaşmak bir yana tekrar ikimizi de öldürme planlarından söz etmişler, bizimkiler de dellenmişti. Zaten kopmakta olan ipler iyice birbirinden ayrılmış, bir taksi çevirip O'nu tıka basa içeri atıp gitmişlerdi.]
Konuşmanın gidişatını bozmamak için telefonla arayamıyordum ama meraktan ölebilirdim. Derken saatler sonra kapı çaldı. Annem ve eşi yalnızdı. Peki ya O? O neredeydi? Bir taksiye binip götürdüler sürüye sürüye dediler. Hemen telefona sarıldım. Telefon bir türlü açılmıyordu. Meraktan deliye dönmüştüm. Bu kadar ölüm kalım muhabbetinden sonra dönmem de doğaldı. Nihayet akşama doğru telefon açıldı ve O'nun titreyen sesini duydum." xxx'deyiz, beni zorla buraya getirdiler.Bu gece konuşacağım tekrar, şimdi sakinleşmelerini bekliyorum. Bekle beni." O gecenin neredeyse her saniyesini ağlayarak geçirdim.
Sabaha kadar yolunu gözüp gözyaşı döktüğüm adam aslında gitme planları yapıyordu, bense bunu sabahın köründe işyerine açtığım telefonla öğrenecektim...
Ertesi gün önce işinden istifa etti. Sonra beni aradı. "Eve gelip eşyaları toplayacağız annemlerle" dedi. "Gidecek misin, nasıl gidersin? Beni bırakıp nasıl gidersin?" dedim. "Gideceğim, en doğrusu bu." dedi. "Sadece sen gel, annenler bir daha buraya asla giremez." dedim.
Geldi. Taşınmak için karton kutuları bile hazır, hemen toparlanmaya başladı. Ben aldığım sakinleştiriclerle ayakta duruyordum ama bana açıklama yapmıyordu. Sadece "en doğrusu bu" diyordu. Ben, her halükarda seveceğini söylediği ve asla bırakmam dediği ben, bir gecede bitmiştim adeta. "Tehdit mi ettiler, dövdüler mi, sövdüler mi?" Mantığa oturtmaya çalışıyordum ama her mantık elimde kalıyordu. Ağzını bıçak açmıyordu. Nihayet giderayak "Bu film burada bitmeyecek, ben sana bir söz verdim Ya seninle, ya hiçkimseyle. Bunu onlar da görecek." dedi. Duvara "to be continued..." yazdı.
Bir efsane mi, gerçek mi bilmiyorum. Ortaçağda kadınlar savaşa giden kocalarına saçlarını örüp keser verirmiş. O gittiğinde çirkin olmak için. Belime kadar saçlarım vardı benim de. Odama geçtim. Saçlarımı ördüm sıkı sıkı ve dibinden kestim. Şak diye, bir darbede. Kocaman iğrenç bir mutfak makasıyla. O çok sevdiğim saçlarım bir anda elime düşmüştü. Sanıyorum annem o an delirdiğimi düşünmüş olmalı. Hemen bir ilaç daha getirdi bana. Ne olduğuna bakmadan ne getirirlerse içiyordum artık. Saçımı elime aldım ve toparlanmakta olan, sevdiğim adamın yanına döndüm. Saçımı avuçlarına bıraktım ve "Bekleyeceğim." dedim. Sadece bekleyeceğim.
O gün öğleden sonra, 2009'un sıkıntılı bir temmuz günü tüm eşyalarını topladı. O'nu nasıl ve neyle ikna ettiklerini söylemeden, açıklama yapmadan, sonunu dinleyemediğiniz bir şarkı gibi, devamını bilmediğiniz için gidemediğiniz bir adres gibi, yarım bırakarak herşeyi, eşyalarını topladı tek tek, gitti.
Gitti...
---
"Bıraktım öyle kalsın, bizim gibi darmadağın..."
Onsuz günlerin başlangıcı benim de adım adım çöküşümdü adeta. Günlerce O'ndan haber alamadım. Günlerce ilaçlarla uyudum. Günlerce aynı pencerede oturdum. Günlerce yola baktım. Dua ettim, diz çöktüm, ağladım, süründüm. Günlerce yemek yemedim. Neredeyse 10 kilo verdim.
Nihayet günler sonra bir arkadaşıma arattım O'nu ve sağlık haberini alabildim. İyiydi ama baskı altındaydı, interneti yoktu. Aklım almıyordu, insan tuvalette olsun bir mesaj atar diyordum. Aklım almıyordu.
Gidişinin ardından herkese bahaneler buldum. Çok geniş bir ortak çevremiz vardı. Herkes soru soruyordu. Kimseyle konuşmak istemiyor, telefona çıkmıyordum. Bu olanların nesini anlatacaktım ki? Hangi yanından tutsam elimde kalacak, daha da kötüsü muhtemelen bu çağda böyle şey olmaz diye bana inanmayacaklardı. Hoş zaten anlatmazdım, bana yakışmazdı.
Gidişinin ardından tam 101 gün evden çıkmadım. Ojelerimi silmedim, gerekmedikçe banyo yapmadım. Sadece saf, katıksız bir acı çektim. Gidişinin ardından kucağıma ilaçları koyup ölmek istedim, annemi düşünüp vazgeçtim. Gidişiyle beraber kendimi aylarca çirkin olmaya mahkum ettim. Makyaj yapmadım. Mutlu olmadım, küpe takmadım, ağzımın kıvrımıyla bile gülmedim.
Gidişinin ardından filozof oldum, sayfalarca yazı yazdım. İsyan ettim. Yaradılmış bir varlığı bu kadar seviyor olmam ne saçmaydı. İnsan ancak kendini yaratana bu kadar sevgi duyabilirdi. Gidişinin ardından annem delirdiğimi sandı hep, kendime zarar vermemem için sürekli başımda oturdu. Sürekli ilaçlar verdi. Üstüme titredi.
Tam 101 gün sonra arkadaşlarım eve gelip, ojelerimi silip, üstümü başımı giydirip beni evden çıkardılar. Çıkış o çıkış oldu. Sonrasında öyle bir dağıttım ki kimseler toparlayamadı.
Aylarca O'ndan haber alamadıktan sonra hayatına devam ettiğini ve beni unuttuğunu düşünmeye başlamıştım. İnterneti bağlandığı halde (ortak bir arkadaşımızdan öğrenmiştim) bana ulaşmıyordu bir biçimde. Son derece atarlı bir ayrılık maili attım. Benden zaten ayrılan bir adamdan kendimce ayrılıyordum! Bağrıma taş basıyor ama bu ilgisizliği kaldıramıyordum. Maile hemen yanıt geldi. Paragraflarca hala beni çok sevdiğini, sonumuzun birlikte olacağını söylemişti. İnanmıştım...
Sonrasında çok içtim. Öyle böyle bir içmek değildi. Unutmak için içiyor, sızıyor, tekrar içiyordum. Şu kesindi ki bir faydası olmuyordu. Rüyamda, gittiğim yerlerde, evin her yerinde, en önemlisi de içimde O vardı.
Duvara hapishanede gün dolduranlar gibi biten ayları işaretliyordum. Temmuz, Ağustos, Eylül (O'suz bir doğumgünü), Ekim, Kasım, Aralık (O'nsuz bir yılbaşı) derken 6 ay boyunca sadece bir kere saniyelerce telefonla konuşmuştuk ama aşk bitmiyordu. Gözden uzak, gönülden uzak değildi, keşke olsaydı ama değildi.
Ocak 2010'da üzüntüden çene kemiğim eridi. Annem ameliyat oldu. Tam 2 ay her gün dişçiye gitmek zorunda kaldım. Diş hekimim bile "Biri mi öldü, bu kadar ani çene kemiği erimez kızım..." demişti. Bunların hepsinde yalnızdım, umurunda bile olmadı.
Şubat ayında tekrar dellenip atarlı bir ayrılık maili daha attım. Mailime hemen cevap geldi, nasıl oluyorsa biz hiç iletişemediğimiz halde ayrılma lafı geçtiği an mailime cevap geliyordu. O zamanlar bunu anlamayacak kadar salak ve üzüntülüydüm elbette. Bir kez daha beni ikna etti, askere gidip askerliği bitince direk İstanbul'a gelecekti. Eninde sonunda bir plan yapabildiğimiz için daha huzurluydum.
Mart'ın son günlerinde O'nun maillerini kontrol ederken arşiv'de bir iş başvurusu gördüm. İkameti Ankara olan bir başvuru. O an aslında hiç gelmeyeceğini, bu kapıdan çıkarken aslında bittiğini anladım. 8 ay bir "hiçkimse"yi beklediğimi, bitirmeye gayret ettiğim şeyin çoktan bittiğini.....ve bu sefer O da direnmedi. Artık kabullenilmeyecek tarafı kalmamıştı zaten.
Tam 8 ay hiç gelmeyecek birini özlemiş, hiç gelmeyecek biri için hakaretlere maruz kalmış, tehdit edilmiş, bitmiştim...
---
23 Mart'ta bir canlı yayında açıkladım bittiğini. Şarkı aralarında mikrofonu kapatıp ağlıyor, anonslarda ise dinleyicilerimi üzmemek için neşeli takılıyordum. İlişkisinin sorumluluğunu alamayan birinden ayrılığın sorumluluğunu almasını zaten beklemiyordum ama çevreye yapılan açıklamalar beni hep zorladı. Kimse olayın gerçek sebebini bilmedi. Kimse buraya yazdığım kadar açığını okumadı. Kimse bu sevginin bu kadar güçlü olduğunu sezemedi.
Gidişinin, bitişinin ardından açıklama maiyetinde şu yazıyı yazdım, soru sormasınlar diye. İç dökmek için...
Gidişinin ardından bir sene ayağa kalkamadım. Sürekli kredi çekip, hiç çalışamadığım için battım. Uçan kuşa borçlandım. Mahalle bakkalı bile görmesin diye yolumu değiştirdim. Bitişinin ardından hem kalp acısı, hem korkunç ağrılar çektim. Özgüvenimi kaybettim. Hayatımın hatırılı sayılır bir vaktini internette geçirmeye başladım. En abuk siteden, en mantıklısına her şeyi okuyordum. Saatlerce dizi izliyordum aklım boşalsın diye.
Bir gün kelepçe kardeşliği diye bir site keşfettim. Kendime format attırmayı kafama takmıştım fakat bu nasıl olacaktı? Herşeyi geçtim kulağa çok korkutucu geliyordu. Siteden insanlarla tanışmaya başladım. Tanışıp, arkadaş olup birbirimize hikayelerimizi anlattığımızda kelepçenin tek yöntem olmadığını, başka bir yığın yöntemler olduğunu anlattılar bana. Bu sayede obezite yardım sitesini keşfettim. Daha önce buraya girmiş ve bir kaç kez buradakilerle mesajlaşmıştım. Sene 2008 olmalıydı lakin O kilo vermemi ve ameliyat olmamı istememişti, ben de tarihin tozlu raflarına kaldırmıştım bu fikri.
Şimdi ise içimde uyuyan ne varsa uyanmış, özellikle de "çocuklarım sakat doğmasın" diye iyileşmeye karar vermiştim...
Ya sen ya hiçkimse diyen adam ise 2010 Eylül'ünde yeni bir aşka yelken açmıştı bile...Ben O'ndan sonra şu güne kadar kimse ile sağlıklı bir ilişki geliştiremedim. Yapamadığımı anladığım noktada ise ipin ucunu bıraktım ve aşk defterini kapattım, bir daha ne zaman açılacağını bilmeyerek hem de...
Hayatta aşktan çok daha önemli mevzular vardı ve benim içi artık en başta sağlık geliyordu. Eğer bir yolu varsa - ne olursa olsun- iyileşmeliydim. Kaderimde hiç yaşamadığım "iyileşme gazı" nı bu olaylardan sonra yaşadım. Evet kötü, üzüntülü, ölüme paralel çok kötü günlerdi ama sonuçta bana bu gazı vermişlerdi...
Siteden bir tanıdığım bana İzmir'de bir doktorun telefonunu vermişti görüşmek için. Bavulları toplayıp ameliyat olmak için İzmir'e doğru yola çıktık. Benim kararım kesin, gözüm kara fakat ailem tatmin olmamıştı. Ailemi ikna etmek zor olacaktı ama buna doktorla tanıştıktan sonra karar verecektim.
Bir kez daha hiçbir şey umduğum gibi gitmemişti. O zamanlar talihsizlik gözüyle baktığım olaylar zinciri beni dünyanın en şanslı insanı yapacaktı halbuki...Bilemezdim.
Etiketler:
ameliyat,
ayağa kalkmak,
aşk acısı,
İzmir,
kelepçe,
kelepçe kardeşliği,
mide bandı,
obezite,
obezite yardım
15 Temmuz 2011 Cuma
Ah minel aşk!
"Ah minel aşk"
2008 yazının ertesinde sezonun açılmasına henüz varken düştü içime aşk. O İzmir'de, ben İstanbul'da. Aynı yerlerde yazı yazıyorduk, yayın yapıyorduk. Başlarda arkadaşlıktan fazlası yoktu. Git gide onunla konuşma saatlerini iple çektiğimi, sesini duyduğumda yüzümde çiçekler açtığını farkettim. O beni sadece arkadaş olarak görüyor sanıyordum başlarda.
Saatlerce, o işe gidene kadar, bazen ben evden çıkana kadar yazışıyorduk. O'na aşık olduğumu anladığım anın üzerinden bir ay geçmişti. Aslında ne ben çat diye açılabilecek biriydim, ne de o. O yüzden böyle sürünüp duruyorduk. Bir gün sabaha karşı herşeyi göze alıp döktüm içimi. Bir kadın için hayatta en zor şeylerden biri. Hayatta hep risk alırım ama aşkta aldığım risk buydu ve benim için ilkti.
Hem şaşırdığım, hem de mutluluktan ağladığım bir tepki geldi O'ndan. "Ben de sana aşığım, hayatıma hoşgeldin..." Ne kadar zarifti, ah ne güzeldi. Benden ve ondan mutlusu yoktu, hayat ne güzeldi, kuşlar bile sanki daha mutlu ötüyordu.
Kalktım İzmir'e gittim ben. En büyük endişem: uzakken hissettiklerimizi yakından da hisedebilecek miydik. Evet hissettik, çok daha fazlasını hissettik. Birbirimizin gözbebeğinde gördük kendimizi. Herkes için yaşadığı aşk tek ve benzersizdir ya hani, bizim için de öyleydi.
Artık birbirimizi özlemeye katlanamıyorduk. O İstanbul'a geldi, ben tekrar İzmir'e gittim. Birbirimize kamera açıp uyuyorduk yanyana hissetmek için. Artık bu böyle gitmez dediğimiz anda O İzmir'deki evini kapattı, işinden istifa etti ve İstanbul'a taşındı.
Hastalıklarımı, yaşadıklarımı, hepsini anlattım ona. Hiç bir şeyi saklamadım. Pansuman yaparken ona kendimi hiç göstermedim ama yine de mevzuyu detayıyla biliyordu. O yılın sezonu kötüydü, ekonomik kriz vardı ve çok az işe gidebiliyordum. Yarı domestik, yarı çalışan kadın, yarı kendimi adamış bir kadın olmuş çıkmıştım. Belki dağ başına klübeye taşınalım dese gidecektim. Boşuna aşkın gözü kör demiyorlar. Böyle böyle 6.ayı devirmiştik, zaman su gibi akıyordu.
İlişkimizin 6. ayını kutlarken -yine kendimce- bir devrim yapmaya karar verdim ve pansuman yaparken onu çağırdım. Aklımdan geçenler "böyle gördüğü için beni artık sevmeyecek" idi. Gönlüm ise bambaşka diyarlardaydı. Seven herşeyiyle severdi. Çok açıkçası aşka güveniyorum ama bu tabiri caizse üçbuçuk atmamı engellemiyordu. Ayağımdaki son sargıyı açtıktan sonra O'na şöyle dedim. "Bak ben buyum, malesef bu durumdayım. Şayet bir gün hastayım diye beni bırakacaksan, o gün bugün olsun. Sana daha fazla alışmadan git. Gitmeyeceksen beni böyle sev, hastalıkta, sağlıkta..." ve o da "Seni asla bırakmayacağım, ne olursa olsun!" dedi. Artık saklımız, gizlimiz yoktu ve ben çok mutluydum. Dünya'da hala iyi, hala seven insanlar olduğuna inanmıştım. Bu olay bence gerçekten ilişkimiz için dönüm noktasıydı ve süper atlatmıştık.
İlişkimiz bir yıla doğru yaklaşırken çok fazla ortak çevremiz vardı. Benim ailem durumdan haberdardı ve kesinlikle destekti bize. Hatta ufaktan ufaktan çeyiz alışverişine başlamıştık. Beyaz eşyalar, mutfak robotu, elektrik süpürgesi gibi kesin lazımları almıştık. Bu esnada sürekli görmezden geldiğim ve apranaxla dayandığım korkunç ağrılar yeniden başlamıştı. Hala tümden banyo yapamıyor ve apranaxları leblebi gibi yutuyordum ancak artık durumu kabul etmiştim. Bu Tanrı'nın bana çıkan piyangosuydu. İyileşeceğime dair umudum yoktu. Derin bir tevekkül ve çok fazla acı içerisindeydim. Beni toparlayan tek şey aşk'tı.
Sanırım tek eksiğimiz evlenme teklifiydi. Bir gece televizyon izleyip sütlü eti cici bebe yerken, aniden evlenme teklif etti bana. Hiç beklemediğim anda, şok olmuştum ve tabii ki "evet" dedim. Sonsuza dek evet. Birlikte yolculuk ettik, birlikte hayatı paylaşmaya başladık, birlikte yayınlar yaptık, hayatımız peri masalı gibiydi.
Bir yılı geride bırakıp ikinci yıla doğru koşarken artık ilişkimizi resmiyete dökmek istedik. Benim ailemin zaten durumdan haberi vardı. O'nun ailesiyle konuşması ve isteme vs. gibi detaylar için tarih alması gerekiyordu. Bu sebeple ailesinin yanına Ankara'ya gidecekti. Hayatım boyunca "kendiyle barışık" yalanını özümsemiş, ve kendimi gerçekten kendimle barışık hisseden ben, endişelerle doluydum. Gitmeden onu karşıma aldım. Ailesinden ne kilomu, ne hastalıklarımı saklamamasını, her şeyi açıkça anlatmasını rica ettim. Hatta bir kaç fotoğrafımı göstersindi, bilsinlerdi beni.
Haftasonu gelip çatmış, O'nu Ankara'ya uğurlamıştım. Meraktan, kaygıdan uyuyamıyor, gün sayıyordum. Telefon konuşmalarımızda rahat konuşamıyor, gelince konuşuruz diyordu. Kadınca hislerim yanılmamıştı, bir şeyler ters gidiyordu! Pazartesi akşamı nihayet geldi, birlikte yemek yedik. Ağzını bıçak açmıyordu. Sonunda dayanamadım, ağladım ağlayacaktım. Derken yüzüne baktım. Birbiri ardına gözyaşı döküyordu. Sakin ol ve anlat dedim. Derken hayatımın en acı, en vurucu gerekçelerini dinledim.
Sadece fotoğrafımı görmek bile kesin bir "Hayır." demeleri için yeterli olmuştu. Tansiyonlar yükselmiş, evde kıyamet kopmuştu. Üstüne bir de diyabetim ve NLD duyulunca "Kesinlikle Hayır!" olmuştu cevap. O geceyi nasıl atlattım, nasıl üzüntümden ve utancımdan yerin dibine girmedim şaşırıyorum. Yaşadığım bazı şeylerde nasıl ayakta durabilmişim, hayret.
"Çok zor bazen avaz avaz susmak..."
Vakit ağlamanın değil, neler yapabileceğimizi düşünmenin vaktiydi. Aniden ve kimseye haber vermeden nikah kıymayı düşündük. Oda nikahı olacaktı, bende jean ve sadece duvak, onda da jean ve gömlek. Ayrıntıya değil çözüme ihtiyacımız vardı. Alel acele bir şeyler yapmalıydık. Biz birbirimizi çok seviyorduk ve bizi kimse ayıramazdı!
Halbuki o gece beraber geçirdiğimiz son gece olacaktı...
12 Temmuz 2011 Salı
Cerrahpaşa Güncesi [N.L.D][+24]
Umutsuz,
isyan dolu anlarıma Tanrı'dan bir cevap niteliğinde gelen Cem hoca
randevusu bana biraz olsun umut vermişti. Doğrusunu isterseniz artık
umutlanmaya da heveslenmeye de korkar olmuştum.
Ertesi
gün elimizde Cem hocanın muayenehane adresi Şişli sokaklarındaydık
annemle. Sonunda bulabildik, sıra bekliyorduk. Sıra beklediğimiz o 5-10
dakika bana yüzyıllar gibi gelmişti. Nihayet Cem hocanın odasındaydık.
Durumu anlattım, anlatırken nasıl ağlamadığıma hala hayret ediyorum.
Bazı özel durumlarda insana abuk bir soğukkanlılık çöküyor.
Cem
hoca "Ayaklarını aç." dedi. Korkarak çıkardım bantları. "Durum baya
kötü" dedi, işte o ana kadar soğukkanlılıkla tuttuğum gözyaşlarım
yanaklarımdan düşüverdi. "Üzülme, gencecik kızsın, elimizden geleni yapacağız."
diye ekledi Cem hoca. Bu bile benim için o kadar büyük umuttu
ki...Oradan nasıl büyük mutlulukla çıktığımızı, Şişli sokaklarında hem
ağlayıp, hem zıplayarak nasıl yürüdüğümüzü, Cem hocanın bana nasıl bir umut verdiğini anlatamam.
Ertesi
sabah sabahın ilk ışıklarıyla Cerrahpaşa Dermatoloji'de yatağıma
yerleşiyordum. İki kişilik hücre gibi minnacık bir odaydı. Yanımda nesi
olduğunu anlayamadığım bir hatun yatıyordu. Oda çamaşırhaneye bakıyordu
ama zerre kadar umurumda değildi. Camdan baktığımda gökyüzünü
görebiliyordum. Bu bile bana yeterdi. İlk gün kayıt, hasta hikayesi
alma, ıvır zıvır derken geçip gitti. İkinci gün vizitte diğer hocalarla
tanıştım. Hocalar "hem ilaç tedavisi, hem de pansuman yapılacak."
dediler.
Pansuman
kavramına alışıktım, nasıl olsa daha kötüsü olamaz diye düşünüyordum ve
rahattım. Elbette ki her zamanki gibi yanılıyordum. Pansuman saati
geldiğinde Pansumancı kocaman bir kovayla başıma dikildi. Haydi bakalım
aç bacaklarını dedi ve banyodan kovayı doldurmaya başladı. Hiçbir şey
anlamamıştım ama dediğini yaptım. Burda adını vermek istemediğim mor,
ufacık bir hap attı içine sıcacık suyun. [İlacın adını vermek
istemememin sebebi ilacın çok zehirli olması, zehir olarak da
kullanılabilitesi ve kolay ulaşılabilen bir madde olması] Pansumancının
doldurduğu kova ilacın erimesiyle mosmor olmuştu. Ben hala ne yapacağımı
bilemiyor, aval aval kovaya bakıyordum.
"Ayağını
içine sok" dedi pansumancı. "Nasıl yani???" demişim. "Baya işte
alacaksın ayağını suya batıracaksın" dedi ve bir eliyle ayağımı sıcak su
dolu o kovaya soktu. Şarkılar söyleyerek kendimi kesmeye alışkın biri
olan ben için bile bu acının tarifi imkansız. Öyle bir çığlık attım ki
oda arkadaşım odadan kaçtı, servisin tüm kapıları kapandı yine.
Hemşireler kaçıştı...
Her yaşadığı acıda insan, bunun bir üstü olamaz diyor ama gömlek gömlek üstü acılar var hayatta.
Hem ağlıyordum hem de bunu tek iyileşme yolum olarak gördüğümden
ayağımı çıkaramıyordum. Yaraların yer yer kabuk tutmuş kısımları o suyun
içinde çözülüyordu tek tek ve ben feryat figan bağırıyordum.
Yarım
saat süren bu işkenceden sonra serumlu suya batırılan sargı bezleriyle
ayaklarımı silmeye başladı. Bu da can yakıcıydı ama sıcak suyla
kıyaslanmazdı bile. Sonra da merhemleme süreci başladı. Merhemler ufak
olduğu için "kova silverdin" denen şeyle karıştırılıyordu. (kova
silverdin silverdin'in en büyük boyudur). Nihayet en son da ayaklarım
kocaman top top sargı bezleriyle sarılıyordu. (alçı gibi).
Pansuman
saatleri beni o kadar yoruyordu ki saatlerce uyuyordum pansumandan
sonra. Bitkindim, halim kalmıyordu. Zamanla her acı gibi, hepsine
alıştığım gibi buna da alıştım. (İnsan adaptasyonu en yüksek canlıdır).
Yaklaşık 20 gün sonra- en azından- yaralardaki enfeksiyon geçmişti.
Artık kokmuyordum! İşin acısı bir başak burcu olarak koku ve
kokma olayına ne kadar duyarlıydım. Çok sonra öğrenecektim ki oda
arkadaşım benden rahatsız olmuş, odasını değiştirmek istemişti. Ne
koymuştu bu bana...
Sadece
bu mu...Bir gün mr. konsültasyonu için mr. odasına inmiştim.Mr.'ın
başındaki doktor ya da teknisyen hanım her kimse bana "Ben seni bu alete sokmam, sen hiç aynaya bakmıyor musun, o kiloyla bu aleti bozarsın, başıma iş açamam."
dedi. Sanki hayatının hıncını benden alır gibi. İki gözüm iki çeşme
bahçeye attım kendimi...Sokakta yediğimiz hakaretlere alışkındım fakat
bir tıp çalışanından dahi bunları duymak beni çok kötü etkilemişti.
Bahçede saatlerce ağlamıştım...
Derma
servisleri enteresan yerlerdir. Büyük bir aknesi olan da gerek
görülürse yatabilir, cilt kanseri olan da. Netekim sonradan öğrendim ki
yanımdaki hatunun aknesi varken bir yanımda yatan odadaki Adem abi cilt
kanseriydi. İki gecede bir doktorlar koşuşur, Adem abi fenalaşırdı. Dile
kolay...Cerrahpaşa dermatoloji servisinde tam 96
gün yattım. İyileşme umuduyla tam 96 gün. Tam taburcu olduğum gün Adem
abiyi kaybettik, nur içinde yatsın...Kimileri kazanıyor, kimileri
kaybediyor diye düşünmüştüm ilk duyduğumda. Üzülemedim çünkü o kadar çok
çekiyordu ki, o kadar gözümüzün önünde ölmek için yalvarıyordu ki...
Cerrahpaşa
bende çok izler bırakmıştı. Çamaşırhanesi daha ezbere biliyorum hala
oranın. Herkesle ahpab olmuştum. Konsültasyonum olmasa bile başka
servislerden doktorlar yanıma uğruyor, durumuma bakıyorlardı. Akşam
yemeğinden sonra dahiliyenin yanındaki küçük bahçeye inerdim. En büyük
keyfim kulağımda kulaklık, akşam kahvesini orada içmekti. O acıların
içinde dahi kurtuluşu müzikte bulmuştum. Deliler gibi kitap okuyor ve
müzik dinliyordum.
2008 yazının üç aydan fazlasını Cerrahpaşa'da geçirdim. Elimde artık bir "salah ile taburcu edildi"
kağıdı vardı ama ben yine salah içinde değildim. Normalde beni tedavi
edemeyen ya da yanlış tedavi yapan yerlerin adını yazmıyorum ama Cem
hoca başkaydı. O karamsarlığın içinde bana tek umut veren O'ydu. Elinden
geleni yaptı, yaptırdı. Her zaman hastasına saygılı, sevgili muhteşem
bir hekim profili oldu gözümde.
İyileşemiyor
olmam onun suçu değildi, en azından artık elimde NLD ile nasıl
yaşayacağım ve nasıl doğru pansuman yapabilirim bilgisi vardı ve
bunların hepsini Cem hocadan öğrendim. Doktorların hepsinin aynı
olmadığını ve hastası için insani bir çaba gösteren doktorlar da
olduğunu bana O öğretti. Her daim yolu açık olsun.
Cerrahpaşadan
çok şey öğrenmiştim ama hayat hakkında eksiğim hala çoktu. Nitekim
hayat da bana bunu göstermek için bir kez daha aşk yolunu
seçecekti...Ruhsal bir acının, aşk acısının nasıl fiziksel acıdan gömlek
gömlek üstün olduğunu çok sonraları anlayacaktım...
Gönderen
betty puf puf
zaman:
10:27
5 yorum:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta Paylaş
Merhaba sevgili okuyucu. "Sensin Obez!" e hoşgeldiniz. Nasılsınız inşallah?
Öncelikle ben kimim, neden böyle bir blog açtım, neden yazmak zorunda hissettim, dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Buradan gün be gün okuyacağınız şey aslında bir morbid obez'in normalleşme süreci olacak. (diye umuyorum).
Hastaneye gittiğinizde sizinle ilgili doldurdukları formlarda en önde kilo değeriniz olur genelde. Siz, temsil ettiğiniz değerler, okuduğunuz okullar (ki haklı olarak bu doktorların ne işine yarayacak), yaptığınız işlerin önünde bir morbid obezsinizdir. Sırf hastane değil, toplumda, nefes aldığınız her yerde bireyselliğiniz dahi önüne geçen tek şeydir kilo. Çünkü insanlar anomaliyi sevmezler. Kendileri gibi olmayan her şeyden, herkesten korkarlar. Bu toplum psikolojisidir. İlk olarak bir obez-morbid obezseniz bunlar kişisel almamayı öğrenmelisiniz. Yoksa çok canınız yanar. (burda hazır yanmışı var :)
Burada 30 senelik bir obezite hikayesi, bir kaç aylık da bir zafer hikayesi olacak ömrüm boyunca sürmesini umduğum.
Ben sanal dünyada betty puf puf diye tanıdığınız Başak, 30 yaşında, yazan, okuyan, hipersosyal, dj, oyuncu, seven, sevilen, gülen, haberiniz yokken ağlayan ama yazan, hep yazan...Size dilim döndüğünce hikayemi anlatacağım burada ve göreceksiniz, "Obezite kader değil!"*.
*Doç.Dr. Halil Coşkun
10 Temmuz 2011 Pazar
Allahım neden ben?! [N.L.D][+18]
Hep
iyileşeceğime inandım ben, en kötü anda bile. Neden bilmiyorum.
Yaşadığım onca şeyden sonra bile içimde bir gün mutlaka "normal" bir
insana dönüşeceğime dair inanç vardı. Bu inanç sağlıyordu sanırım devam
etmemi, ta ki durana kadar...
İstanbul'a dönmüş olmak bile iyi gelmişti bana. Bir Ankara'lı olarak sonradan keşfettiğim İstanbul'un aşığı oldum ben. Hiçbir yerde bu kadar rahat nefes alamadım, bu kadar sevemedim hiçbir yeri. Sezonumuz açılmış ve işe dönmüştüm. İnsülin ve pansumanlar devam ediyor kesip biçme kısmına da her gün daha fazla alışıyordum.
Pansuman için kullandığım malzemeleri malesef sigorta ödemiyordu ve -bugünün şartlarında bile- çok pahalılardı. Annemle elele yetiştirmeye çalışıyorduk ama zordu. O dönem epeyce borçlanmak durumunda kaldık. Patronum (hala da patronum kendisi ) hayatta tanışıp tanışabileceğiniz en zor ama bir o kadar da iyi kalpli adamdı. Bana hem mesleki olarak, hem maddi, hem manevi inanılmaz hakkı geçmiş bir insan oldu hep. Başka bir insan bu kadar hastalık ve ıvır zıvırı olan oyuncuyu çoktan kapının önüne koymuştu. Nitekim başka dönemlerde başvurduğum çok önemli bir özel tiyatro ve çok meşhur bir oyuncu beni "şeker hastası" olmam sebebiyle hakaretlere boğmuştu.Sözlükte yazmıştım bununla ilgili.Hayatım boyunca sağlığı ile övünen insanları garip buldum, sağlık öyle bir mevzudur ki; kibiriyle etrafta dolaştığınız an adeta Tanrı sizi duyar ve bunu tersine çevirir.
İkinci sezonun ortalarında sabahları çok yorgun uyanmaya başladım. Diyabetin potansiyeline bağlıyordum bunu. Derken hafiften ağrılar başladı ayaklarımda. Önceleri iş yoğunluğuna bağlıyor geçiştirmeye çalışıyordum. Daha sonra geçiştirilmeye izin vermeyen ağrılar başladı. Önceleri ağrıyı hisseder hissetmez hemen bir apranax alıyordum. Bıçak gibi kesiliyordu ağrı. Çok ayakta durmaktan olduğunu düşünüyordum çünkü başrol oynuyordum ve sürekli sahnedeydim.
Ağrıların ikinci safhasında yaraların alanının genişlediğini farkettim. İki ayağımda da dizimin altından bileğe kadar olan bölgede genişlemeye başlamışlardı. Necrobiosis Lipoidica genişliyor, bir canavar gibi büyüyordu. Ayakta olmak iyi gelmiyordu bana kesin. Ya da ben öyle sanıyordum. Gün geçtikçe ağrılar daha çok canımı yakmaya ve aldığım apranax sayısı ikiye çıkmaya başladı. Sabahları kuliste bir tane, öğlenleri kuliste bir tane daha derken akşamları da apranax almaya başladım. Ağrıları ve yaraların büyümesini bu kadar görmezden gelmem çok büyük bir hataydı ama tekrar hastaneye yatacak ne maddi ne de manevi gücüm vardı. Gün geçtikçe daha da batıyordum üstelik.
İkinci sezonun sonlarına doğru sağ ayağımda uyuşmalar başladı. Uyuşma -özellikle de - ayak ve ellerdeyse hiç iyi bir işaret değildir. [venöz yetmezlik] İçten içe çok korkuyordum. Pansumanlarda çektiğim acı o kadar artmıştı ki sürekli ağlar olmuştum. Yaralar çok hızla genişliyor ve derinlikleri artıyordu. Bir şeyler yapmam gerekiyordu ama ne olduğunu bilemiyordum. Beni iyileştirecek birini bulmalıydım. İnternetten de sürekli araştırıyordum bu hastalığı ama sağlam bir sonuç görünmüyordu.
Sezon sonuna kadar dayandım yine. Dayandım ama ne yapacağımı, kime gideceğimi bilemiyordum. Banyo yapmak en büyük kabusumdu artık. Banyo yaparken açık olan yaralar cayır cayır yanıyor banyodan sonra da saatlerce ağrıyordu. Bu sıralarda bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biriyle tanıştım. Ayaklarımdan tuhaf bir koku geliyordu. Korktuğum, görmezden geldiği şey başıma gelmişti, canlı canlı çürüyordum ben!
Acilen bir şey yapmam gerekiyordu. Annem, eş dost hep beraber doktor aramaya başladık. Özellikle İstanbul'daki özel-üniversite vs tüm hastanelere mail attık. Kurduğu devasa dermatoloji ünitesiyle bir özel hastaneye çok güveniyordum, saatlerce pc başında mail bekledim. Bir hafta sonra mailime, "Ne yazık ki sizi tedavi edemeyiz. Tedaviniz Türkiye sınırları içinde mümkün değildir." diye bir mail geldi. Sanki yurtdışında mümkünmüş gibi! Oraya o kadar güveniyordum ki sanırım dark side'a geçişim o an oldu.
Annemi çağırdım ve maili gösterdim. Sinirle banyoya girdim, ne kokuya, ne yaralara tahammülüm kalmamıştı. Enfeksiyon kaptığımı biliyordum ama artık çareler tükenmişti. Kendimi o kadar çözümsüz, o kadar çaresiz hissediyordum ki...Ağlaya ağlaya yıkanmaya başladım, bu benim baştan ayağa yapabildiğim son banyo olacaktı.
Hayatım boyunca Tanrı'yla aram iyi oldu benim. Hep inandım, hep güvendim. İman o kadar hassas, gergin bir dengedir ki, iman edebilmek için Tanrı'ya inanıyor olmanız yetmez. Bir çok insan Tanrı'ya inanır ama güvenmezler. Ben güvenen ve seven kısımdaydım. O son banyoda "Allah beni sevmiyor!" dedim kendi kendime, "Sürekli neden ben, neden ben" diyordum. Ve o banyodan çıkamadım...Nasıl bir çığlık attıysam annem içeri daldı, acıdan adım atamıyordum. Annem beni yatağa kadar taşıdı, ayaklarımı gördü. Pansumanları yalnız yaptığım için görmemişti ve ağlamaya başladı. "Bir çaresini bulacağız kızım, Allah bizimle, melekleri bizimle" dedi. "Anne" diye ağladım, "ALLAH NEREDE? MELEKLERİ NEREDE? Beni bırakıp gittiler!" diye bağırdım. [Ağlamaktan yazamadım daha fazla]
Annem bana bir sakinleştirici ve apranax içirdi ve uyudum. Bana sonsuz gibi gelen bir süre için.
Bu benim ilk isyan edişimdi. Şimdiye kadar da tek oldu. Yaradılmış bir insana bu kadar acı çektirilmesinin mantığını bulamıyordum. Sevgi böyle değildi, kimse çaresiz kalmamalıydı, kimse...
Ertesi gün annemin bir tanıdığı bir hocanın ismiyle geldi bize. Kolsuz Agop diye bilinen hocanın öğrencisi Prof.Dr.Cem MAT. Hocanın randevuları aylarca doluydu ancak araya tanıdıklar sokarak hemen ertesi güne randevu aldık.
Son umudum Cem hocaydı, o da beni geri çevirseydi çok süslü bir cenaze törenim olacaktı...
İstanbul'a dönmüş olmak bile iyi gelmişti bana. Bir Ankara'lı olarak sonradan keşfettiğim İstanbul'un aşığı oldum ben. Hiçbir yerde bu kadar rahat nefes alamadım, bu kadar sevemedim hiçbir yeri. Sezonumuz açılmış ve işe dönmüştüm. İnsülin ve pansumanlar devam ediyor kesip biçme kısmına da her gün daha fazla alışıyordum.
Pansuman için kullandığım malzemeleri malesef sigorta ödemiyordu ve -bugünün şartlarında bile- çok pahalılardı. Annemle elele yetiştirmeye çalışıyorduk ama zordu. O dönem epeyce borçlanmak durumunda kaldık. Patronum (hala da patronum kendisi ) hayatta tanışıp tanışabileceğiniz en zor ama bir o kadar da iyi kalpli adamdı. Bana hem mesleki olarak, hem maddi, hem manevi inanılmaz hakkı geçmiş bir insan oldu hep. Başka bir insan bu kadar hastalık ve ıvır zıvırı olan oyuncuyu çoktan kapının önüne koymuştu. Nitekim başka dönemlerde başvurduğum çok önemli bir özel tiyatro ve çok meşhur bir oyuncu beni "şeker hastası" olmam sebebiyle hakaretlere boğmuştu.Sözlükte yazmıştım bununla ilgili.Hayatım boyunca sağlığı ile övünen insanları garip buldum, sağlık öyle bir mevzudur ki; kibiriyle etrafta dolaştığınız an adeta Tanrı sizi duyar ve bunu tersine çevirir.
İkinci sezonun ortalarında sabahları çok yorgun uyanmaya başladım. Diyabetin potansiyeline bağlıyordum bunu. Derken hafiften ağrılar başladı ayaklarımda. Önceleri iş yoğunluğuna bağlıyor geçiştirmeye çalışıyordum. Daha sonra geçiştirilmeye izin vermeyen ağrılar başladı. Önceleri ağrıyı hisseder hissetmez hemen bir apranax alıyordum. Bıçak gibi kesiliyordu ağrı. Çok ayakta durmaktan olduğunu düşünüyordum çünkü başrol oynuyordum ve sürekli sahnedeydim.
Ağrıların ikinci safhasında yaraların alanının genişlediğini farkettim. İki ayağımda da dizimin altından bileğe kadar olan bölgede genişlemeye başlamışlardı. Necrobiosis Lipoidica genişliyor, bir canavar gibi büyüyordu. Ayakta olmak iyi gelmiyordu bana kesin. Ya da ben öyle sanıyordum. Gün geçtikçe ağrılar daha çok canımı yakmaya ve aldığım apranax sayısı ikiye çıkmaya başladı. Sabahları kuliste bir tane, öğlenleri kuliste bir tane daha derken akşamları da apranax almaya başladım. Ağrıları ve yaraların büyümesini bu kadar görmezden gelmem çok büyük bir hataydı ama tekrar hastaneye yatacak ne maddi ne de manevi gücüm vardı. Gün geçtikçe daha da batıyordum üstelik.
İkinci sezonun sonlarına doğru sağ ayağımda uyuşmalar başladı. Uyuşma -özellikle de - ayak ve ellerdeyse hiç iyi bir işaret değildir. [venöz yetmezlik] İçten içe çok korkuyordum. Pansumanlarda çektiğim acı o kadar artmıştı ki sürekli ağlar olmuştum. Yaralar çok hızla genişliyor ve derinlikleri artıyordu. Bir şeyler yapmam gerekiyordu ama ne olduğunu bilemiyordum. Beni iyileştirecek birini bulmalıydım. İnternetten de sürekli araştırıyordum bu hastalığı ama sağlam bir sonuç görünmüyordu.
Sezon sonuna kadar dayandım yine. Dayandım ama ne yapacağımı, kime gideceğimi bilemiyordum. Banyo yapmak en büyük kabusumdu artık. Banyo yaparken açık olan yaralar cayır cayır yanıyor banyodan sonra da saatlerce ağrıyordu. Bu sıralarda bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biriyle tanıştım. Ayaklarımdan tuhaf bir koku geliyordu. Korktuğum, görmezden geldiği şey başıma gelmişti, canlı canlı çürüyordum ben!
Acilen bir şey yapmam gerekiyordu. Annem, eş dost hep beraber doktor aramaya başladık. Özellikle İstanbul'daki özel-üniversite vs tüm hastanelere mail attık. Kurduğu devasa dermatoloji ünitesiyle bir özel hastaneye çok güveniyordum, saatlerce pc başında mail bekledim. Bir hafta sonra mailime, "Ne yazık ki sizi tedavi edemeyiz. Tedaviniz Türkiye sınırları içinde mümkün değildir." diye bir mail geldi. Sanki yurtdışında mümkünmüş gibi! Oraya o kadar güveniyordum ki sanırım dark side'a geçişim o an oldu.
Annemi çağırdım ve maili gösterdim. Sinirle banyoya girdim, ne kokuya, ne yaralara tahammülüm kalmamıştı. Enfeksiyon kaptığımı biliyordum ama artık çareler tükenmişti. Kendimi o kadar çözümsüz, o kadar çaresiz hissediyordum ki...Ağlaya ağlaya yıkanmaya başladım, bu benim baştan ayağa yapabildiğim son banyo olacaktı.
Hayatım boyunca Tanrı'yla aram iyi oldu benim. Hep inandım, hep güvendim. İman o kadar hassas, gergin bir dengedir ki, iman edebilmek için Tanrı'ya inanıyor olmanız yetmez. Bir çok insan Tanrı'ya inanır ama güvenmezler. Ben güvenen ve seven kısımdaydım. O son banyoda "Allah beni sevmiyor!" dedim kendi kendime, "Sürekli neden ben, neden ben" diyordum. Ve o banyodan çıkamadım...Nasıl bir çığlık attıysam annem içeri daldı, acıdan adım atamıyordum. Annem beni yatağa kadar taşıdı, ayaklarımı gördü. Pansumanları yalnız yaptığım için görmemişti ve ağlamaya başladı. "Bir çaresini bulacağız kızım, Allah bizimle, melekleri bizimle" dedi. "Anne" diye ağladım, "ALLAH NEREDE? MELEKLERİ NEREDE? Beni bırakıp gittiler!" diye bağırdım. [Ağlamaktan yazamadım daha fazla]
Annem bana bir sakinleştirici ve apranax içirdi ve uyudum. Bana sonsuz gibi gelen bir süre için.
Bu benim ilk isyan edişimdi. Şimdiye kadar da tek oldu. Yaradılmış bir insana bu kadar acı çektirilmesinin mantığını bulamıyordum. Sevgi böyle değildi, kimse çaresiz kalmamalıydı, kimse...
Ertesi gün annemin bir tanıdığı bir hocanın ismiyle geldi bize. Kolsuz Agop diye bilinen hocanın öğrencisi Prof.Dr.Cem MAT. Hocanın randevuları aylarca doluydu ancak araya tanıdıklar sokarak hemen ertesi güne randevu aldık.
Son umudum Cem hocaydı, o da beni geri çevirseydi çok süslü bir cenaze törenim olacaktı...
Etiketler:
dark side,
diyabet,
enfeksiyon,
iman,
necrobiosis lipoidica,
prof.dr.cem mat,
umut,
venöz yetmezlik
5 Temmuz 2011 Salı
Umutsuz insan, çoktan ölmüştür! [N.L.D][+18]
Uyarı:
Okuyacaklarınız çok acılı, bir o kadar da gerçek. Lütfen içiniz
kaldırmıyorsa, kendinizi güçlü hissetmiyorsanız, sizi kötü
etkileyeceğini düşünüyorsanız okumayın. Amacım kimseyi üzmek değil, hiç
olmadı. Burada okuyacaklarınız ailemin ve belki bir kaç arkadaşımın
şahit olduğu gerçeklerdir. Bu kadar açık yazmamın sebebi ise bir kişi
olsun varsa aynı şeyi yaşayan, bilsin, hayat devam ediyor ve herkesin
bir mutlu sonu var. Mutlu sonlara inanın, lütfen...
Hayatım boyunca umudu kaybettiğim, bir çıkış noktası göremediğim anlar nadirdir. Bir konuda hiç umut göremiyorsam eğer, kendimi yanlış yere doğru baktığıma ikna ederim fakat...
O yıllar için bunu söylemek de, yaşamak da, umutlu olmak da zordu. Egzema teşhisiyle rahatlayan ben ve annem ilaçları, merhemleri kullanarak düzeleceğime gayet tabii ki sonsuz inanıyorduk. Günler geçiyor, bacağımda bir düzelme olmuyordu. Çok kafaya da takmıyordum zira sezon sonuydu, annem anneannemle beraber İzmir'deydi ve ben çok yoğun çalışıyordum.
Bir sabah yine oyuna gitmek için uyandığımda kendimde bir tuhaflık sezdim. Ayağımı gördüğüm an yataktan yarım metre zıpladım desem yalan olmaz. Sağ ayağımda dizimin altındaki o korkunç morluk bir gecede üzeri kocaman kabuk kaplı mosmor bir yaraya dönüşmüştü. Bizim sektörü bilenler için açıklama yapmaya gerek yok lakin bilmeyenler için söyleyeyim, bizim sektörde eğer ölmediyseniz, oyuna çıkarsınız zira oyuncunun oyuna çıkmaması gibi bir durum söz konusu değildir. Bugün işe gitmesem lüksü yoktur (hele ki küçük tiyatrolarda).
Sabahın köründe bandaj gibi bir şey bulup sarıp işe gittim, akşam eve gelip duş alıp egzama merhemlerini sürüyor ve tekrar başka bir bandajla ayağımı kapatıyordum. Geçen üç günün sonunda nihayet bir saat kadar bir boşluk bulup özel bir tıp merkezinin Dermatoloji doktoruna göründüm.
Adamın ayağıma dehşetle bakıp "Kızım bu bizim işimiz değil, ben bunu tedavi edemem ama bu kesinlikle egzama değil. Bir üniversite hastanesine görünmelisin." dediğini hatırlıyorum. Artık hem egzema olmadığına emin, hem de dehşet içinde sezonun bitmesine gün sayıyordum. Son iki gündü ve ben de atlayıp İzmir'e gidecektim, orada bir üniversite hastanesine gitmekti amacım. Son iki gündü ve ben çektiğim acıya rağmen sahnedeydim. Şükürler olsun sezon bitti ve soluğu İzmir'de aldım.
Annem ve anneannem vaziyeti görünce gecikmeden acilden hastaneye gitmemizin gerektiğini söylediler. Durumum o kadar kötüydü ki ayağımın ağrısından başımı kaldırıp gözyaşlarımı silemiyordum. "x" hastanesinin acil salonunda görevliyle annem tartışıyordu, durum çok acil diye bağırıyordu. Görevli inatla Dermatoloji'nin acili olmadığını söylüyordu. Son gücümle ağlayarak ayağa kalktım ve adama ayağımı gösterdim. 10 dakika içinde Dermatoloji'deki tüm doktorlar etrafımda bir uzaylıyı inceler gibi bana bakıyorlardı. Demek bu kadar kötüydüm...
Vakit kaybetmeden beni hastaneye yatırdılar, başıma doluşan doktorlar sürekli ya benim şişmanlığımdan ya da ayağımdan, ya da anlamadığım bir şeylerden bahsediyorlardı. O kadar korkmuştum ki...[Şimdi benim için bunları yazmak o kadar zor ki, ağlamak için ara vermek zorundayım]
Bir tarafıma serum, bir tarafıma adını daha önce hiç duymadığım bir makineye bağlı bir sıvı taktılar. Ne sorsam sürekli "komadasın" yanıtını alıyordum ama komada değildim! Bahsettikleri komanın "yüksek şeker koması [hiperglisemi] olduğunu bilemezdim tabii. Yarım saatte bir birisi başıma geliyor ve parmağımdan kan alıyor, tansiyonumu ölçüyor ve bir takım rakamlar yazıp gidiyordu. O gün bir şey anlayamadan geçti gitti.
Nihayet ertesi gün vizitte benimle ilgili birbirlerine açıklama yaparlarken neyim olduğunu öğrendim. Tip 1 diyabet teşhisi koymuşardı ama peki ya ayağım? Bana hiç açıklama yapmadan gidiyorlardı ki aralarından bir doktor "Vaka obez" dedi. Nasıl yataktan doğruldum ve nasıl sesimi yükselttim bilemiyorum.
"Vaka değilim ben, insanım! Bana bir açıklama yapmak zorundasınız!" Bütün doktorlar bana dönmüştü. Nihayet bana diyabetimle ilgili biraz bilgi verdiler. Eminim hastane loglarıma "Hasta asabi." de yazılmıştır zira öğleden sonra psikiyatriden bir hanım konsültasyona geldi. O gün bugündür hastası hakkında "vaka" diyen doktorlardan hep bucak bucak kaçtım. Siz evet, akademik sunumlarda,makalelerde hastane kayıtlarında vaka, olgu vs olabilirsiniz ama sizinle muhattap olan hekim yüzünüze bakıp Vaka dememeli. Siz bir insansınız, bireysiniz. İnsan gibi davranılmayı hakediyorsunuz.
Nihayet o gün öğleden sonra ayağım için bir şeyler yapıldı. Ufak bir örnek alınacak sanan ben gayet rahatken ayağımdan (yaranın üstünden) yarım cm lik yuvarlak bir parça aldılar. Kesin sonucu patoloji sonrası söyleceklerini de eklediler. Ben patoloji sonucu beklerken isteğim, arzum ya da iznim olmadan insülin'e bağlanmıştım bile. İnsülinin ne demek olduğunu bilmeden hem de!
Patoloji sonucu gelene kadar pansuman yapacağız dediler. Pansuman kavramı hakkında pek haberim olmayarak rahatça tamam dedim. Ertesi sabah vizit sonrası beni pansumana götürdüler. 10 adıma 10 adım kadar ufacık penceresiz bir odada ayağımı sargısından açtı doktor. Serumla ayağımı temizledikten sonra eline bir bisturi aldı. Geriye doğru zıplayınca "Bundan başka iyileşme şansın yok, istersen bağır, çağır, küfret, canın yanacak.Uyuşturursak ne kadar kestiğimizi hissedemezsin." dedi. Kesmek??? Canın yanacak kavramından anladığım şey kesinlikle bu değildi. Çıkardığı bisturi ile ayağımdaki yarayı kazımaya başladı. Öyle çığlıklar atıyordum ki birileri annemi alıp iki kat yukarı çıkarmak zorunda kalmış, tüm servisin kapılarını da kapatmıştı, duyulmasın diye. İlk pansumanım yaklaşık bir saat sürdü. Şimdi bana rahatça ameliyat izliyorum diye deli muamelesi yapan arkadaşlarım var, ben kendi kesilişimi her gün izlemiştim. Hiç uyuşturulmadan, kendi etinin sesini duyarak...
O zamanlar henüz dj. değildim. Acıyla baş etmenin yolunu kendimce bulmuştum. Doktor eline bisturiyi aldığı an şarkı söylemeye başlıyordum. Her gün farklı bir şarkı söylüyordum bağıra bağıra. Kendimce acıyla savaşmanın yolu buydu. O satten sonra da hayatım boyunca şarkılar yanımda olacaktı, her savaşımda...
Hastaneye yatalı 10 gün geçmişti. Patoloji sonucunu ve tedavi sürecini deli gibi merak ediyordum. Hastaneye ve "acıyla imtihan" a alışmıştım. İnsan böyle bir şeye nasıl alışır demeyin, insan denen varlık aklınıza gelebilecek her acıya adapte oluyor. Patoloji sonucu geldiğinde heyecandan ölecek gibiydim. Sonuç: Necrobiosis Lipoidica! Ne? Nedir? Nasıldır hiç bir fikrim yoktu. Nihayet ertesi gün vizitinde 10.000.000 (on milyon) kişide bir görülen bir cilt hastalığı olduğunu, yabancı kaynaklarda "cell cancer/cell tumor" şeklinde geçtiğini, diyabetin komplikasyonu olmadığını ama diyabetin tetiklediğini, daha çok kadınlarda görüldüğünü öğrendim hocalardan.
Vay be! Kimine loto vuruyordu, bana da kaderin lotosu buydu demek. Peki neden oluyordu bu? Genetik değil, yeme içme değil, diyabet değil? E peki nedir? Hocaların cevabı : Bilmiyoruz. Gayya kuyusu gibi bir hastalıktı işte. Yara açılmasına egzama merhemleri sebep olmuş olabilirdi, güneş olabilirdi, kedi köpek tüyü olabilirdi, su olabilirdi. Gayet fiyakalı ismi olan bir bilinmezlikti N.L.D. Benim için daha önemli kısmı açıkçası o an nasıl geçeceğiydi. Doktorların cevabı ise gayet netti: Bilmiyoruz, deneyeceğiz. Çok güzel, demek deneyeceklerdi. Başka çarem yoktu. Her şeye tamam dedim. Her sabah 45 dakika-1 saat arası canlı canlı kesilmeye, ışık, lazer tedavisi, deneysel merhemler, türlü çeşit işlemler...
"x" hastanesinde 20.günümde pansuman yapan doktora pansumanımı kendim yapmak istediğimi söyledim. Madem biri beni kesecekti, bu ben olmalıydım. İzin verdiler ve her sabah 45 dakika kendi bistürimi kendim tutup, kendi canımı yakıyordum artık. Hatta pansumanı ve diğer işlemleri o kadar iyi yapmaya başlamıştım ki artık öğlen tatillerinde katı bana emanet edip gidiyorlardı. "Bir şey olursa ararsın" diyerek. Açıkçası dermatoloji hakkında bu kadar ıvır zıvırı ve temel bilgiyi orada öğrendim diyebilirim.
Artık öyle bir hale gelmiştim ki, hemşirelerle fal kapatıyor, konsültasyona gelen doktorlarla batak atıyordum. Uzun süreli yatan hastalar için hastanelerde pek çok şey yasak değildir biliyor musunuz bilmem. Biraz kafayı kırma olasılığınız yüksek olduğundan, biraz da evde gibi hissetmenizi sağlamak için. Çok canım çektiği için un helvası yapıp (diyabetik hastaya) getiren doktorlarım bile oldu orada.
"x" hastanesinde böyle böyle tam 63 gün geçirdim. 63 günün sonunda artık daha fazla bir şey yapılamayacağını söyleyerek ayağımda hala bir yarayla "salah ile taburcu" edildim. Halbuki ben salah içinde değildim ve onlar da ben de bunu biliyorduk! Salah içinde taburcu edildi yazıyordu son raporumda, içim burkuluyordu...
Artık hastanede olmadığım halde belki işe yarar diye pansumanıma devam ediyor, yarayı da "roll por" denen bantların(yara pedi) 18 cm ya da 20 cm olanlarıyla kapatıyordum. Sadece banyoda açıyor ve o kadar acıya da göz yumuyordum. Hayat böyleydi ve böyle yaşamaya alışmalıydım. Yeni bir sezon başlıyordu ve işe dönmeliydim.
İstanbul'a, işime, evime döndüm. Artık diyabetim vardı, alışmaya çalışıyordum. Artık günde dört kere insülin alıyor, her gün pansuman yapıyor, ayağım bantlı dolaşıyordum. Nasılsa bundan beter bir acı çekemem diye düşünüyordum o zamanlar.
Halbuki ne çok yanılmıştım hayatta. Bu da onlardan biriydi. Acıdan büyük acı vardı ve ben henüz yarısını bile görmemiştim...
Hayatım boyunca umudu kaybettiğim, bir çıkış noktası göremediğim anlar nadirdir. Bir konuda hiç umut göremiyorsam eğer, kendimi yanlış yere doğru baktığıma ikna ederim fakat...
O yıllar için bunu söylemek de, yaşamak da, umutlu olmak da zordu. Egzema teşhisiyle rahatlayan ben ve annem ilaçları, merhemleri kullanarak düzeleceğime gayet tabii ki sonsuz inanıyorduk. Günler geçiyor, bacağımda bir düzelme olmuyordu. Çok kafaya da takmıyordum zira sezon sonuydu, annem anneannemle beraber İzmir'deydi ve ben çok yoğun çalışıyordum.
Bir sabah yine oyuna gitmek için uyandığımda kendimde bir tuhaflık sezdim. Ayağımı gördüğüm an yataktan yarım metre zıpladım desem yalan olmaz. Sağ ayağımda dizimin altındaki o korkunç morluk bir gecede üzeri kocaman kabuk kaplı mosmor bir yaraya dönüşmüştü. Bizim sektörü bilenler için açıklama yapmaya gerek yok lakin bilmeyenler için söyleyeyim, bizim sektörde eğer ölmediyseniz, oyuna çıkarsınız zira oyuncunun oyuna çıkmaması gibi bir durum söz konusu değildir. Bugün işe gitmesem lüksü yoktur (hele ki küçük tiyatrolarda).
Sabahın köründe bandaj gibi bir şey bulup sarıp işe gittim, akşam eve gelip duş alıp egzama merhemlerini sürüyor ve tekrar başka bir bandajla ayağımı kapatıyordum. Geçen üç günün sonunda nihayet bir saat kadar bir boşluk bulup özel bir tıp merkezinin Dermatoloji doktoruna göründüm.
Adamın ayağıma dehşetle bakıp "Kızım bu bizim işimiz değil, ben bunu tedavi edemem ama bu kesinlikle egzama değil. Bir üniversite hastanesine görünmelisin." dediğini hatırlıyorum. Artık hem egzema olmadığına emin, hem de dehşet içinde sezonun bitmesine gün sayıyordum. Son iki gündü ve ben de atlayıp İzmir'e gidecektim, orada bir üniversite hastanesine gitmekti amacım. Son iki gündü ve ben çektiğim acıya rağmen sahnedeydim. Şükürler olsun sezon bitti ve soluğu İzmir'de aldım.
Annem ve anneannem vaziyeti görünce gecikmeden acilden hastaneye gitmemizin gerektiğini söylediler. Durumum o kadar kötüydü ki ayağımın ağrısından başımı kaldırıp gözyaşlarımı silemiyordum. "x" hastanesinin acil salonunda görevliyle annem tartışıyordu, durum çok acil diye bağırıyordu. Görevli inatla Dermatoloji'nin acili olmadığını söylüyordu. Son gücümle ağlayarak ayağa kalktım ve adama ayağımı gösterdim. 10 dakika içinde Dermatoloji'deki tüm doktorlar etrafımda bir uzaylıyı inceler gibi bana bakıyorlardı. Demek bu kadar kötüydüm...
Vakit kaybetmeden beni hastaneye yatırdılar, başıma doluşan doktorlar sürekli ya benim şişmanlığımdan ya da ayağımdan, ya da anlamadığım bir şeylerden bahsediyorlardı. O kadar korkmuştum ki...[Şimdi benim için bunları yazmak o kadar zor ki, ağlamak için ara vermek zorundayım]
Bir tarafıma serum, bir tarafıma adını daha önce hiç duymadığım bir makineye bağlı bir sıvı taktılar. Ne sorsam sürekli "komadasın" yanıtını alıyordum ama komada değildim! Bahsettikleri komanın "yüksek şeker koması [hiperglisemi] olduğunu bilemezdim tabii. Yarım saatte bir birisi başıma geliyor ve parmağımdan kan alıyor, tansiyonumu ölçüyor ve bir takım rakamlar yazıp gidiyordu. O gün bir şey anlayamadan geçti gitti.
Nihayet ertesi gün vizitte benimle ilgili birbirlerine açıklama yaparlarken neyim olduğunu öğrendim. Tip 1 diyabet teşhisi koymuşardı ama peki ya ayağım? Bana hiç açıklama yapmadan gidiyorlardı ki aralarından bir doktor "Vaka obez" dedi. Nasıl yataktan doğruldum ve nasıl sesimi yükselttim bilemiyorum.
"Vaka değilim ben, insanım! Bana bir açıklama yapmak zorundasınız!" Bütün doktorlar bana dönmüştü. Nihayet bana diyabetimle ilgili biraz bilgi verdiler. Eminim hastane loglarıma "Hasta asabi." de yazılmıştır zira öğleden sonra psikiyatriden bir hanım konsültasyona geldi. O gün bugündür hastası hakkında "vaka" diyen doktorlardan hep bucak bucak kaçtım. Siz evet, akademik sunumlarda,makalelerde hastane kayıtlarında vaka, olgu vs olabilirsiniz ama sizinle muhattap olan hekim yüzünüze bakıp Vaka dememeli. Siz bir insansınız, bireysiniz. İnsan gibi davranılmayı hakediyorsunuz.
Nihayet o gün öğleden sonra ayağım için bir şeyler yapıldı. Ufak bir örnek alınacak sanan ben gayet rahatken ayağımdan (yaranın üstünden) yarım cm lik yuvarlak bir parça aldılar. Kesin sonucu patoloji sonrası söyleceklerini de eklediler. Ben patoloji sonucu beklerken isteğim, arzum ya da iznim olmadan insülin'e bağlanmıştım bile. İnsülinin ne demek olduğunu bilmeden hem de!
Patoloji sonucu gelene kadar pansuman yapacağız dediler. Pansuman kavramı hakkında pek haberim olmayarak rahatça tamam dedim. Ertesi sabah vizit sonrası beni pansumana götürdüler. 10 adıma 10 adım kadar ufacık penceresiz bir odada ayağımı sargısından açtı doktor. Serumla ayağımı temizledikten sonra eline bir bisturi aldı. Geriye doğru zıplayınca "Bundan başka iyileşme şansın yok, istersen bağır, çağır, küfret, canın yanacak.Uyuşturursak ne kadar kestiğimizi hissedemezsin." dedi. Kesmek??? Canın yanacak kavramından anladığım şey kesinlikle bu değildi. Çıkardığı bisturi ile ayağımdaki yarayı kazımaya başladı. Öyle çığlıklar atıyordum ki birileri annemi alıp iki kat yukarı çıkarmak zorunda kalmış, tüm servisin kapılarını da kapatmıştı, duyulmasın diye. İlk pansumanım yaklaşık bir saat sürdü. Şimdi bana rahatça ameliyat izliyorum diye deli muamelesi yapan arkadaşlarım var, ben kendi kesilişimi her gün izlemiştim. Hiç uyuşturulmadan, kendi etinin sesini duyarak...
O zamanlar henüz dj. değildim. Acıyla baş etmenin yolunu kendimce bulmuştum. Doktor eline bisturiyi aldığı an şarkı söylemeye başlıyordum. Her gün farklı bir şarkı söylüyordum bağıra bağıra. Kendimce acıyla savaşmanın yolu buydu. O satten sonra da hayatım boyunca şarkılar yanımda olacaktı, her savaşımda...
Hastaneye yatalı 10 gün geçmişti. Patoloji sonucunu ve tedavi sürecini deli gibi merak ediyordum. Hastaneye ve "acıyla imtihan" a alışmıştım. İnsan böyle bir şeye nasıl alışır demeyin, insan denen varlık aklınıza gelebilecek her acıya adapte oluyor. Patoloji sonucu geldiğinde heyecandan ölecek gibiydim. Sonuç: Necrobiosis Lipoidica! Ne? Nedir? Nasıldır hiç bir fikrim yoktu. Nihayet ertesi gün vizitinde 10.000.000 (on milyon) kişide bir görülen bir cilt hastalığı olduğunu, yabancı kaynaklarda "cell cancer/cell tumor" şeklinde geçtiğini, diyabetin komplikasyonu olmadığını ama diyabetin tetiklediğini, daha çok kadınlarda görüldüğünü öğrendim hocalardan.
Vay be! Kimine loto vuruyordu, bana da kaderin lotosu buydu demek. Peki neden oluyordu bu? Genetik değil, yeme içme değil, diyabet değil? E peki nedir? Hocaların cevabı : Bilmiyoruz. Gayya kuyusu gibi bir hastalıktı işte. Yara açılmasına egzama merhemleri sebep olmuş olabilirdi, güneş olabilirdi, kedi köpek tüyü olabilirdi, su olabilirdi. Gayet fiyakalı ismi olan bir bilinmezlikti N.L.D. Benim için daha önemli kısmı açıkçası o an nasıl geçeceğiydi. Doktorların cevabı ise gayet netti: Bilmiyoruz, deneyeceğiz. Çok güzel, demek deneyeceklerdi. Başka çarem yoktu. Her şeye tamam dedim. Her sabah 45 dakika-1 saat arası canlı canlı kesilmeye, ışık, lazer tedavisi, deneysel merhemler, türlü çeşit işlemler...
"x" hastanesinde 20.günümde pansuman yapan doktora pansumanımı kendim yapmak istediğimi söyledim. Madem biri beni kesecekti, bu ben olmalıydım. İzin verdiler ve her sabah 45 dakika kendi bistürimi kendim tutup, kendi canımı yakıyordum artık. Hatta pansumanı ve diğer işlemleri o kadar iyi yapmaya başlamıştım ki artık öğlen tatillerinde katı bana emanet edip gidiyorlardı. "Bir şey olursa ararsın" diyerek. Açıkçası dermatoloji hakkında bu kadar ıvır zıvırı ve temel bilgiyi orada öğrendim diyebilirim.
Artık öyle bir hale gelmiştim ki, hemşirelerle fal kapatıyor, konsültasyona gelen doktorlarla batak atıyordum. Uzun süreli yatan hastalar için hastanelerde pek çok şey yasak değildir biliyor musunuz bilmem. Biraz kafayı kırma olasılığınız yüksek olduğundan, biraz da evde gibi hissetmenizi sağlamak için. Çok canım çektiği için un helvası yapıp (diyabetik hastaya) getiren doktorlarım bile oldu orada.
"x" hastanesinde böyle böyle tam 63 gün geçirdim. 63 günün sonunda artık daha fazla bir şey yapılamayacağını söyleyerek ayağımda hala bir yarayla "salah ile taburcu" edildim. Halbuki ben salah içinde değildim ve onlar da ben de bunu biliyorduk! Salah içinde taburcu edildi yazıyordu son raporumda, içim burkuluyordu...
Artık hastanede olmadığım halde belki işe yarar diye pansumanıma devam ediyor, yarayı da "roll por" denen bantların(yara pedi) 18 cm ya da 20 cm olanlarıyla kapatıyordum. Sadece banyoda açıyor ve o kadar acıya da göz yumuyordum. Hayat böyleydi ve böyle yaşamaya alışmalıydım. Yeni bir sezon başlıyordu ve işe dönmeliydim.
İstanbul'a, işime, evime döndüm. Artık diyabetim vardı, alışmaya çalışıyordum. Artık günde dört kere insülin alıyor, her gün pansuman yapıyor, ayağım bantlı dolaşıyordum. Nasılsa bundan beter bir acı çekemem diye düşünüyordum o zamanlar.
Halbuki ne çok yanılmıştım hayatta. Bu da onlardan biriydi. Acıdan büyük acı vardı ve ben henüz yarısını bile görmemiştim...
4 Temmuz 2011 Pazartesi
Pazartesi Diyete Başlıyorum!
Tiyatro,
yani sahne "işte ben burada olmalıyım." dediğim tek şey ve kendimi
evimde hissettiğim tek yerdi. O kadar mutluydum ki çalışırken, bir klişe
vardır ya; hem sevdiğim işi yapıyor, hem üstüne para alıyordum. Tiyatro
hayatım; ilk yılı 50 civarında oyuncusu olan, benim için bir eğitim
sürecini başlatan güzel bir yerdi. Tek bir sorun vardı ki, ben herkesten
şişmandım. Oyunlarda - danslarda nefes nefese kalıyor, oyun aralarında
bulduğum her yerde uyuyakalıyordum. Benim olduğum yerde konuşulmuyordu
ama ben yokken kilomun muhabbetinin yapıldığını biliyordum. Ekibim oyun
aralarında uyuklamamdan şikayetçiydi ancak ben bunun henüz kiloyla
bağlantısını kuramıyordum.
Bu
esnada çok büyük geyiktir ama doğrudur, her pazartesi diyete başlıyor,
salı günü pastanenin önünden geçerken sıcacık açmaları görünce niyeti
bozuyordum. Salı gecesini geçirsem çarşamba günü kuliste börek şenliği
oluyordu. Ne irademe, ne kendime hükmedecek halim kalmıştı. Bu arada
ekipçe en büyük zevkimiz oyun arasında olsun, kulis zamanında olsun cola
içmekti. Günde 2 adet 2,5 lt. kola içiyorduk. Bir de buna benim evde
içtiklerim ekleniyordu. Utanmasam eve cola sebili yaptıracaktım. Bu
pazartesi rejimleri yüzünden çok fena ti'ye alınıyordum ama yapacak bir
şey yoktu. Belli ki zayıf iradeliydim. Teslim oldum.
Başladığım
ilk tiyatroda iki sezon geçirdim ve oradan ayrılan arkadaşlarımın
kurduğu yeni ve nispeten daha küçük bir tiyatroya geçtim. (Bir nevi
transfer). Ekip arkadaşlarımdan ayrılmadığım için sorun yaşamadım ancak
bu kulis uyuyakalmaları artık herkesin dilindeydi ve feci alay
konusuydu. Tabi ben hala sebebini bilmiyordum. İki sezon da ikinci
tiyatromda geçirdim.
O
yaz sezon bitimine yakın sağ ayağımda bir pembelik farkettim. O sıralar
sevgili Ülker Köksal'ın Şaka adlı oyununu oynuyorduk ve ben perde
kapanırken finalde bayılıyordum. Kendi kendime dedim ki "Herhalde sert
düşürüyorum kendimi." Günler geçiyor, günler geçtikçe ayağımdaki
pembelik yerini morluğa bırakıyordu. "Ne biçim düşüyorum ben, mosmor
oldu ayağım." diyordum da hala bir şeyden şüphelenmiyordum.
Sezon
bitmişti fakat ayağımdaki morluk hala geçmiyordu. Derken o yaz dedemi
(annemin babasını) cilt kanserinden kaybettik. Allah rahmet eylesin.
Çok, çok üzüldüm. Üzülmekle beraber annemin de benim de birbirimize
çaktırmadan düşündüğü ilk şey "Acaba bu morluk da kanser mi?" oldu.
Uykularım kaçmaya başlamadan bir doktora görünmek iyi olacaktı.
Hemen
ertesi gün eve yakın olduğu için "x" hastanesinin Dermatoloji bölümüne
gittik. Doktor bey bakar bakmaz "Egzama" teşhisi koydu, hatta ekledi
"Bir şeye çok üzülmüşsün kızım." . Dedemi yeni kaybettiğim için buna
yorduk ve ne yalan söyleyeyim annem de ben de birbirimize çaktırmadan
derin bir oh çektik. Doktorumuz egzama için bir reçete yazdı. Mutlu
mesut evimizin yolunu tuttuk.
Yanlış, yapyanlış bir teşhis olacağı ve kullanacağım ilaçların bana ne kadar zarar verebileceğini hiç düşünmemiştik...
Etiketler:
cilt kanseri,
cola,
dermatoloji,
egzama,
pazartesi diyetleri,
pazartesi sendromu,
sahne,
tiyatro,
yanlış teşhis
1 Temmuz 2011 Cuma
Açılın, okulun en şişman kızı geliyor!
*Şişman insanlara iyi davranın, bir gün hayatınızı kurtarabilirler.
Küçük çocukların bazen ne kadar zalim olabildiğini farketmişsinizdir. Aslında bu çocukların "politically correct" davranmayı bilmemesinden, yani düşündüğünü cart diye söylemesinden ileri gelir. Büyüdükçe yalanlara, adına kibarlık dediğimiz "insan ilişkileri"ne ve maskelere alışırız. Çocukken bunlar yoktur.
Benim için ise çocukken aman aman yaşamadığım zalimlik Üniversite hayatında, sosyal çevremde başgösterdi. İstanbul Üniversitesi'ne, İstanbul'a, yeni evimize, yeni arkadaşlara zor alışmıştım. İstanbul gözümü korkuttuğu kadar da cezbetti beni. Yeni bir çevre edinmem zor olmadı ama bu çevre çok enteresan biçimde şu an ününün doruğunu yaşayan bir şarkıcı kanka, şu an oyunculuğunun en güzel yıllarını geçiren bir ex manken ile kanka olmamla bir miktar değişti.
Aynı okulun farklı bölümlerindeydik, farklı yerlerden de tanış çıkmıştık. Her yere beraber gidiyorduk ve iki adet -literally- çöp gibi, taş gibi hatunun arasında gerçekten yancı gibi duruyordum her zaman. Onlar bunu asla hissettirmese de güzel kızların yanındaki şişman hatun rolü beni bunalıma soktu. (Bu arada isimlerini vermek istemedim zira bu onların hikayesi değil, onları kullanarak hayatımda adım atmadım ve atmam da. Hala çok sevdiğim insanlar ikisi de)
Üstelik çok yakın oturuyorduk ve ya ben onlarda ya onlar bizde takılıyorduk. Beni tanıyanlar bilir, arkadaşlık, çevre edinme vs konusunda gerçekten hiç problem yaşamadığım gibi, Tanrı'nın bir lütfu olarak hep sevilen bir insan oldum. Yeni oluşan arkadaş grubum sayesinde gerçekten adını hayal bile edemeyeceğim çok kişiyle tanıştım. Bir çoğunun en az benim kadar normal insanlar olduğuna aymamla birlikte büyüleri de bozuldu.
Bu esnada annemin ve tabii de benim ilk diyetisyen girişimlerimiz başladı. İlk diyetisyenim benden daha kilolu olduğu için (epic fail) kesinlikle kendisine güvenmedim. Derken pasif jimnastik ile tanıştım. Başlanan her rejim gibi o da uzun sürmedi ve yarım bıraktım. Bıraktığım an da verdiğim 6 kilonun iki katını aldım. (Yanılmıyorsam buna yo-yo sendromu deniyor) Diyetisyenlerin verdiği her listeyi bir aydan sonra evde uçak yaptık, eğlendik. Verdikleri listeler ne gerçekçi, ne de uygulanabilir şeylerdi. Kahvaltı etmemeyi, öğün atlamayı güzel ve sağlıklı şeyler sanıyordum o zaman. Kilo vermek için verdiğim her çaba metabolizmam ve iştahım tarafından büyük bir kuvvetle püskürtülüyordu. Derken elbette kapımı tekrar aşk çaldı. Bu sefer sırılsıklam aşık olmuştum!
Cem'le internette tanıştık. Ufak bir sorun dışında ilişkimiz şahane gidiyordu. Ben 18, o ise 28 yaşındaydı. Allahtan bu sefer o da bana aşıktı (ya da ben öyle sanıyordum). İlşkimiz gayet hararetliydi, sıklıkla kavga ediyorduk. Yaşım dolayısıyla ben onun isteklerine cevap veremiyor, kendimi eksik hissediyordum. Bu da ilişkide problem oluyordu. Sonra bir gün bir baktım ki biz hiç dışarı çıkmıyoruz! (Bunu farketmem epey uzun sürdü) (biraz salak olabilirim o yıllarda, evet) Cem'in bana çok emeği geçti kişisel ilişkiler ve her konuda ama benden utandığını ve o yüzden benimle dışarı çıkmadığını anladığımda hayatımın en sağlam hayal kırıklıklarından birini daha yaşamıştım.
İte kaka bir süre daha yürüttüm ilişkiyi, sebebi de ondan vazgeçemeyecek kadar aşık olmamdı. En sonunda gerçekten çok büyük bir kavgayla bitirdik. Benden utandığını asla kabul etmedi, tek söylediği "Ben seni kardeşim gibi görüyorum artık." idi ve bu da zaten yeterince kalbimi kırmıştı. Ben gerçek sebebi de biliyordum üstelik. O gün (ayrıldığımız gün) bir kutu amerikan aspirini içip intihar etmeye çalıştım. O zamanlar bir miktar salak olduğum için aspirinle intihar edilmeyeceğini bilmiyordum. Cem'e telefon açıp dokunaklı bir konuşma yapacaktım hesapta (tam ergen) fakat telefonda baygınlık geçirdim.
Nişantaşı'ndan Ataköy'e ışık hızıyla gelip beni kusturdu. Üstümü başımı yıkadı, yatrdı. Anneme haber verdi (elbette intihar ettiğimi söylemedi, hastalandı dedi). Trip atmak için intihar edilmeyeceğini de öğrenmiş oldum. Üstelik trip atmaya çalıştığım adam hayatımı kurtarmıştı! (rezillik diz boyu).Alıp başımı gitmek istiyordum ama nereye?...
O sene can havliyle İstanbul Üniversitesini bırakıp (evet yaptım bunu), yeniden sınava girdim. Çanakkale 18 Mart'ı kazandım. Ne olduğuna bakmadan sorgusuz sualsiz bir yerlere gidesim vardı. Çalıkuşu misali yollara düşecektim ki bir sabah sakin sakin otururken karnıma korkunç bir sancı girdi. Sancıdan bayılmışım. Gözümü açtığımda başımda annem ve teyzemi gördüm. Bir daha ayıldığımda ise ambulanstaydım.
Hastanede ilk iş batın usg çektiler (Karın ultrasonu) ve doktor hanım bana bakıp "aman allahım! " dedi. Sonra tekrar bayıldım. Ne kadar profesyonelce değil mi? Hastanın suratına baka baka "Aman Allahım!" demek. Acilen apar topar ameliyata alındım. Sağ yumurtalığıma yapışık tam 6,5 kilo(!) bir kist patlamak üzereyken alındı. Sağ yumurtalığım da yapışık olduğu için alındı ve teşhisi ayılıp kendime geldikten ve karnımdaki birbirinden biçimsiz korkunç 60 adet dikişi gördükten sonra öğrendim. Polikistik Over Sendromu! (PCOS).
Çook sonradan öğrendiğim kadarıyla kilo-pcos ve diyabet birbirini tetikleyen şeylermiş ve hasta -hala- diyabet değilse bir pre-diyabet tedavisi gerekirmiş. Kendi araştırmalarımla bulduğum sonuçtan sanıyorum o zamanki doktorlarım haberdar değildi.(!) Kilonun sağlığıma indirdiği ilk major darbe bu oldu.
Tabii bu sayede ikinci Üniversiteme yani Çanakkale'ye karnım boydan boya yarık, sittin adet iyileşmemiş dikiş, korkunç bir ruh hali ve bir avuç ilaçla başladım. Ameliyattan dolayı bir hafta geç başlayabilmiştim üstelik. Herkes iyi kötü birbiriyle kaynaşmış, ben tabiri caizse ampul gibi ortada kalmıştım. Sadece fönlü saça yurda gittiğim için adım anında "sosyete" ye çıkmış, sonradan öğrendiğime göre de oturduğum koltuğun minderinin çökmesiyle minderi eline alıp popomun kocamanlığıyla ilk günden dalga geçmeye başlamışlardı yurt arkadaşlarım.
Çanakkale İstanbul'a göre, hatta Ankara'ya göre bile fazlaca tutucu ve her nedense en büyük gelir kaynağı olan öğrencilerden nefret eden bir şehirdi. Geçirdiğim ameliyat dolayısıyla pansumana gittiğimde doğum yaptığımı (sezaryen) sanan ve dedikodu yapan iş bilmez hemşireler mi istersiniz, şampuan alırken kendi dedikodunuzu duymak mı dersiniz...Gerçekten çok sıkıntılı zamanlar yaşadım. Gün olup devran döndüğünde bana "Doğum yapmışsın sen!" diyen hemşire bir gün evimin önünde fenalık geçirmişti ve şansa bakın ki bir paket meyve suyuyla hayatını kurtarmıştım. (Keser döner sap döner vs. Karma is a bitch) Elbette çok keyifli anları da oldu ama verdiğim bu karar (İstanbul'u bırakıp gitmek) hayatım boyunca belki de en hayıflanacağım, "keşke" kelimesine en yakın duracağım şeydi.
Ne İstanbul Üniversitesinde okuduğum bölümü (Müt. Terc.), ne de Çanakkale'deki bölümümü (Tasarım) yapmayacağımdan emin oldum bir kaç yıl içinde. Hayat bana bambaşka yollar hazırlıyordu. Yavaş ve emin adımlarla hem de. Günü gelip Çanakkale defterini kapattığımda ise nihayet ne yapmak istediğime karar vermiş, teoriden sıkılmış ve bir an önce hayatın pratiğine geçmek ister bir haldeydim.
Pılımı pırtımı toplatıp Çanakkale'den ayrıldım ve yuvama İstanbul'a geri döndüm. Gönlümde yatan arslan'a, "aman beş kuruşsuz kalırım" diye başlamadığım konservatuara inat oyunculuk adeta kollarını açmış beni bekliyordu. Dönüşümden kısa bir süre sonra küçük özel bir tiyatroda iş buldum. Teknik olarak Tiyatro eğitimi almadığım için kurslara gitmeye başladım. Böylece meslek hayatım başlamıştı ama obezite burada da yakamı bırakmayacaktı...
Bu arada her iki Üniversitenin de en şişmanı olduğumu söylemiş miydim :)
Küçük çocukların bazen ne kadar zalim olabildiğini farketmişsinizdir. Aslında bu çocukların "politically correct" davranmayı bilmemesinden, yani düşündüğünü cart diye söylemesinden ileri gelir. Büyüdükçe yalanlara, adına kibarlık dediğimiz "insan ilişkileri"ne ve maskelere alışırız. Çocukken bunlar yoktur.
Benim için ise çocukken aman aman yaşamadığım zalimlik Üniversite hayatında, sosyal çevremde başgösterdi. İstanbul Üniversitesi'ne, İstanbul'a, yeni evimize, yeni arkadaşlara zor alışmıştım. İstanbul gözümü korkuttuğu kadar da cezbetti beni. Yeni bir çevre edinmem zor olmadı ama bu çevre çok enteresan biçimde şu an ününün doruğunu yaşayan bir şarkıcı kanka, şu an oyunculuğunun en güzel yıllarını geçiren bir ex manken ile kanka olmamla bir miktar değişti.
Aynı okulun farklı bölümlerindeydik, farklı yerlerden de tanış çıkmıştık. Her yere beraber gidiyorduk ve iki adet -literally- çöp gibi, taş gibi hatunun arasında gerçekten yancı gibi duruyordum her zaman. Onlar bunu asla hissettirmese de güzel kızların yanındaki şişman hatun rolü beni bunalıma soktu. (Bu arada isimlerini vermek istemedim zira bu onların hikayesi değil, onları kullanarak hayatımda adım atmadım ve atmam da. Hala çok sevdiğim insanlar ikisi de)
Üstelik çok yakın oturuyorduk ve ya ben onlarda ya onlar bizde takılıyorduk. Beni tanıyanlar bilir, arkadaşlık, çevre edinme vs konusunda gerçekten hiç problem yaşamadığım gibi, Tanrı'nın bir lütfu olarak hep sevilen bir insan oldum. Yeni oluşan arkadaş grubum sayesinde gerçekten adını hayal bile edemeyeceğim çok kişiyle tanıştım. Bir çoğunun en az benim kadar normal insanlar olduğuna aymamla birlikte büyüleri de bozuldu.
Bu esnada annemin ve tabii de benim ilk diyetisyen girişimlerimiz başladı. İlk diyetisyenim benden daha kilolu olduğu için (epic fail) kesinlikle kendisine güvenmedim. Derken pasif jimnastik ile tanıştım. Başlanan her rejim gibi o da uzun sürmedi ve yarım bıraktım. Bıraktığım an da verdiğim 6 kilonun iki katını aldım. (Yanılmıyorsam buna yo-yo sendromu deniyor) Diyetisyenlerin verdiği her listeyi bir aydan sonra evde uçak yaptık, eğlendik. Verdikleri listeler ne gerçekçi, ne de uygulanabilir şeylerdi. Kahvaltı etmemeyi, öğün atlamayı güzel ve sağlıklı şeyler sanıyordum o zaman. Kilo vermek için verdiğim her çaba metabolizmam ve iştahım tarafından büyük bir kuvvetle püskürtülüyordu. Derken elbette kapımı tekrar aşk çaldı. Bu sefer sırılsıklam aşık olmuştum!
Cem'le internette tanıştık. Ufak bir sorun dışında ilişkimiz şahane gidiyordu. Ben 18, o ise 28 yaşındaydı. Allahtan bu sefer o da bana aşıktı (ya da ben öyle sanıyordum). İlşkimiz gayet hararetliydi, sıklıkla kavga ediyorduk. Yaşım dolayısıyla ben onun isteklerine cevap veremiyor, kendimi eksik hissediyordum. Bu da ilişkide problem oluyordu. Sonra bir gün bir baktım ki biz hiç dışarı çıkmıyoruz! (Bunu farketmem epey uzun sürdü) (biraz salak olabilirim o yıllarda, evet) Cem'in bana çok emeği geçti kişisel ilişkiler ve her konuda ama benden utandığını ve o yüzden benimle dışarı çıkmadığını anladığımda hayatımın en sağlam hayal kırıklıklarından birini daha yaşamıştım.
İte kaka bir süre daha yürüttüm ilişkiyi, sebebi de ondan vazgeçemeyecek kadar aşık olmamdı. En sonunda gerçekten çok büyük bir kavgayla bitirdik. Benden utandığını asla kabul etmedi, tek söylediği "Ben seni kardeşim gibi görüyorum artık." idi ve bu da zaten yeterince kalbimi kırmıştı. Ben gerçek sebebi de biliyordum üstelik. O gün (ayrıldığımız gün) bir kutu amerikan aspirini içip intihar etmeye çalıştım. O zamanlar bir miktar salak olduğum için aspirinle intihar edilmeyeceğini bilmiyordum. Cem'e telefon açıp dokunaklı bir konuşma yapacaktım hesapta (tam ergen) fakat telefonda baygınlık geçirdim.
Nişantaşı'ndan Ataköy'e ışık hızıyla gelip beni kusturdu. Üstümü başımı yıkadı, yatrdı. Anneme haber verdi (elbette intihar ettiğimi söylemedi, hastalandı dedi). Trip atmak için intihar edilmeyeceğini de öğrenmiş oldum. Üstelik trip atmaya çalıştığım adam hayatımı kurtarmıştı! (rezillik diz boyu).Alıp başımı gitmek istiyordum ama nereye?...
O sene can havliyle İstanbul Üniversitesini bırakıp (evet yaptım bunu), yeniden sınava girdim. Çanakkale 18 Mart'ı kazandım. Ne olduğuna bakmadan sorgusuz sualsiz bir yerlere gidesim vardı. Çalıkuşu misali yollara düşecektim ki bir sabah sakin sakin otururken karnıma korkunç bir sancı girdi. Sancıdan bayılmışım. Gözümü açtığımda başımda annem ve teyzemi gördüm. Bir daha ayıldığımda ise ambulanstaydım.
Hastanede ilk iş batın usg çektiler (Karın ultrasonu) ve doktor hanım bana bakıp "aman allahım! " dedi. Sonra tekrar bayıldım. Ne kadar profesyonelce değil mi? Hastanın suratına baka baka "Aman Allahım!" demek. Acilen apar topar ameliyata alındım. Sağ yumurtalığıma yapışık tam 6,5 kilo(!) bir kist patlamak üzereyken alındı. Sağ yumurtalığım da yapışık olduğu için alındı ve teşhisi ayılıp kendime geldikten ve karnımdaki birbirinden biçimsiz korkunç 60 adet dikişi gördükten sonra öğrendim. Polikistik Over Sendromu! (PCOS).
Çook sonradan öğrendiğim kadarıyla kilo-pcos ve diyabet birbirini tetikleyen şeylermiş ve hasta -hala- diyabet değilse bir pre-diyabet tedavisi gerekirmiş. Kendi araştırmalarımla bulduğum sonuçtan sanıyorum o zamanki doktorlarım haberdar değildi.(!) Kilonun sağlığıma indirdiği ilk major darbe bu oldu.
Tabii bu sayede ikinci Üniversiteme yani Çanakkale'ye karnım boydan boya yarık, sittin adet iyileşmemiş dikiş, korkunç bir ruh hali ve bir avuç ilaçla başladım. Ameliyattan dolayı bir hafta geç başlayabilmiştim üstelik. Herkes iyi kötü birbiriyle kaynaşmış, ben tabiri caizse ampul gibi ortada kalmıştım. Sadece fönlü saça yurda gittiğim için adım anında "sosyete" ye çıkmış, sonradan öğrendiğime göre de oturduğum koltuğun minderinin çökmesiyle minderi eline alıp popomun kocamanlığıyla ilk günden dalga geçmeye başlamışlardı yurt arkadaşlarım.
Çanakkale İstanbul'a göre, hatta Ankara'ya göre bile fazlaca tutucu ve her nedense en büyük gelir kaynağı olan öğrencilerden nefret eden bir şehirdi. Geçirdiğim ameliyat dolayısıyla pansumana gittiğimde doğum yaptığımı (sezaryen) sanan ve dedikodu yapan iş bilmez hemşireler mi istersiniz, şampuan alırken kendi dedikodunuzu duymak mı dersiniz...Gerçekten çok sıkıntılı zamanlar yaşadım. Gün olup devran döndüğünde bana "Doğum yapmışsın sen!" diyen hemşire bir gün evimin önünde fenalık geçirmişti ve şansa bakın ki bir paket meyve suyuyla hayatını kurtarmıştım. (Keser döner sap döner vs. Karma is a bitch) Elbette çok keyifli anları da oldu ama verdiğim bu karar (İstanbul'u bırakıp gitmek) hayatım boyunca belki de en hayıflanacağım, "keşke" kelimesine en yakın duracağım şeydi.
Ne İstanbul Üniversitesinde okuduğum bölümü (Müt. Terc.), ne de Çanakkale'deki bölümümü (Tasarım) yapmayacağımdan emin oldum bir kaç yıl içinde. Hayat bana bambaşka yollar hazırlıyordu. Yavaş ve emin adımlarla hem de. Günü gelip Çanakkale defterini kapattığımda ise nihayet ne yapmak istediğime karar vermiş, teoriden sıkılmış ve bir an önce hayatın pratiğine geçmek ister bir haldeydim.
Pılımı pırtımı toplatıp Çanakkale'den ayrıldım ve yuvama İstanbul'a geri döndüm. Gönlümde yatan arslan'a, "aman beş kuruşsuz kalırım" diye başlamadığım konservatuara inat oyunculuk adeta kollarını açmış beni bekliyordu. Dönüşümden kısa bir süre sonra küçük özel bir tiyatroda iş buldum. Teknik olarak Tiyatro eğitimi almadığım için kurslara gitmeye başladım. Böylece meslek hayatım başlamıştı ama obezite burada da yakamı bırakmayacaktı...
Bu arada her iki Üniversitenin de en şişmanı olduğumu söylemiş miydim :)
29 Haziran 2011 Çarşamba
Balık etli, balık "esir"li yıllar
Kütükten
Samsun'lu olup Ankara'da doğdum ben. Sene 1980, 10 Eylül. Tevellütü
yetenler 80 darbesiyle anacaktı bu haftayı, ben ise gayet normal
kilolarda doğan mini mini bir bebektim daha. Annem ve babam o zaman
boşanmamıştı, babannem ve dedemle altlı üstlü oturuyorduk. Annem ve
babam çalıştığı için akşamları onlarda, gündüzeri ise çoğunlukla
babannemin borusunun öttüğü alt kattaydım.
Çok açık söyleyeyim, o zamanlar babannem tanıdığım en "büyük" ebattaki insandı ve hayatta en çok ondan korkardım. Ayağını bastığı yer titrerdi. (Ya da ben çok küçüktüm). Sözü üstüne söz söylenmez, evde tam bir dominant hatun havası eserdi.
İlkokul'a (bizim zamanımızda ilkokul ve ortaokul ayrıydı) başlamadan, daha bezelye kadarken hem okumayı, hem çarpım tablosunu bana söktürmüş, hem de daha beş yaşında beni okula yazdırmıştı. Eğitim konusunda tüm ailem üstüme düşerdi, beslenme konusunda ise ne yazık ki babanem sürekli benim aç kaldığım saplantısına sahipti. Sürekli evde "Çocuk aç!" havası esiyordu ve ben hiç aç değildim.
Öyle bir vahim haldi ki bu, gece yarısı uykudan kaldırıp yarım ekmeğe yağlı ballı ekmek hazırlar bana yedirirdi rahmetli. Uykumun arasında ağlaya ağlaya zorla yediğimi çok net hatırlıyorum. O zaman bu zaman yağdan da baldan da nefret ettim. (Gerçi bu şişmanlamamın önüne geçmedi). Yaşıtlarıma göre çoktan irileşmiş ve normalde 6-7 yaşında başlamam gereken okula şak diye 5 yaşında alınmıştım.
Yıllarla doğru orantılı bir şekilde kilom da arttı. Sürekli açmışım gibi yağlarla, kaymaklarla, ballarla, pekmezlerle besleniyordum. Doğal olarak okuldaki en şişman kız ünvanını almam gecikmedi. Annem ve babamlayken gayet düzgün besleniyor, babannemlere inince besiye çekiliyordum. Şu anda bulunduğum noktada yanlışlarını görmekle beraber onlara kızmıyorum, onlar doğru bildiklerini yaptılar ve torunlarını el bebek, gül bebek yetiştirdiler. O zamanki şartlarrın en iyisi buydu ve ellerinden geleni yaptılar.
Dördüncü sınıfın başlarında kaybettim babannemi. Allah gani gani rahmet eylesin. Bir yandan çok korkmakla beraber, çok bağlıydım ona. Babannem öldükten sonra resmen şirazem kaydı. Bezelye kadar olsam da yaşadığım depresyonu hatırlayabiliyorum. Bir sene sonra da dedemi kaybettik. Artık beşinci sınıfta, dersleri şahane fakat ailesinin bir kısmını kaybetmiş, depresif, yaşıtlarına göre şişko bir küçük kızdım.
Ortaokul'a başladım sonra. Ankara'yı bilenler bilir. Kumrular caddesinin orta yerinde, Namık Kemal'de okudum ben. Elbette burada da okulun en şişman kızı olarak zamanla ünlenecektim. Ortaokul hayatım gayet silikti. Hala da hatırladığım çok şey olduğu söylenemez. Berksan hariç. Tahmin ettiğiniz üzere aşık olmuştum! Berksan okulun yaşı en büyük ve elbette en havalı, en yakışıklı çocuğuydu. Üç sene boyunca çocuğa malak gibi baktım. Merdiven köşesinden, cam arkasından, sıra ardından. Ne kadar saklamaya çalıştıysam da okulda zamanla duyuldu. Orta sona kadar bakıştığım Berksan orta sonun son günü yanıma gelip "Seninle konuşacağız, 10 dk sonra bahçeye gel!" dedi. Heyecanımdan ölebilirdim! O 10 dakika geçmek bilmedi. Kalbim ağzımda ata ata bahçeye indim. Berksan beni kuytu bir köşeye çekip bağırmaya başladı. "Bir daha okuldan birine bana aşık olduğunu söylersen seni gebertirim!" Yaka paça kaçtım yanından. Allah da biliyor ya, bir an da olsa belki o da beni seviyordur diye düşünmüştüm. Sanırım ilk hayal kırıklığım böyle başladı ve ortaokul (şükürler olsun) bitti.
Liseye geçtiğim yaz annemle babam boşandı. Annem çeşitli durumlardan ötürü Almanya'ya gitti. O zamanların Emlak Bankası'nın Düsseldorf temsilciliğine atandı. Bana çok güzel bir lise bulundu Ankara'da. Ben babamın yanında Ankara'da kalıp Lise'ye devam ettim. Bulduğum her fırsatta, olası her tatilde Almanya'ya kaçarak tabii.
Liseye de mini mini yeni travmalar ve koca bir mideyle başlayan ben, her zamanki gibi okulun en şişman kızıydım. (Bunu sürekli yazmama gerek var mı bilemedim aslında). Üstelik okuduğum lise (Ankara'yı bilenler için Atılım Lisesi) tam zamanlı eğitim veriyordu ve ben okulda -sürekli- yiyordum.
Tanıdığım kadınlar arasından en hızlı hazırlanan hatun olarak ta bebecikkenden beri kahvaltı etme alışkanlığım olmadığını itiraf edeyim. Lisede de böyleydi. Bütün sabahım öğle yemeğini düşünmekle geçer, öğle yemeğinde de afedersiniz ama dana gibi yerdim. (Okulda yemek veriliyordu). Öğleden sonra ise kah tost, kah hamburger ile kilolarımı pekiştiyor, akşam yemeğine altlık yapıyordum.
Akşam eve döndüğümde ise babamla tipik bekar yemekleri yiyorduk. Nedir bekar yemeği? Olası en fazla karbonhidrat ile yapılan, göze çok gelen, karın doyuran şeyler. (Bu arada ne çileli hayatmış yahu, yazarken kendime üzüldüm).
Lisede hazırlık okuduktan sonra bölüm seçiliyordu. Yabancı dil (İngilizce-Fransızca) ve diğerleri şeklinde. Yabancı dil, İngilizce mezunu olarak, okul zamanı Türkiye'de, her tatilde Düsseldorf'ta muhteşem damak tadıma Yunan, Alman ve Fransız mutfağını katarak yılları birbirine ekledim. Çok okudum, çok gezdim ve çok yedim.
Yıllar yılları kovaladı ve artık Üniversite hayatı beni bekliyordu. Annem yurda dönüyor, ben İstanbul'a taşınıyor, ben babamdan ve Ankara'dan ayrılıp kocaman bir şehire gidiyordum. Ankara düzendi, Ankara haza beyefendi, hanımefendilerin mekanıydı, Ankara güzeldi. İstanbul korkutucu, büyük, kaos içinde ve bilinmezlikle doluydu. Tercihlerimde bilmemkaçıncı sırada olan İstanbul Üniversitesini kazandım, annem İstanbul'a kesin dönüş ile geldi. Yollara düştüm balık etli ve o yıllarda farkedemediğim bir şekilde balık "esir" li bir şekilde...
Çok açık söyleyeyim, o zamanlar babannem tanıdığım en "büyük" ebattaki insandı ve hayatta en çok ondan korkardım. Ayağını bastığı yer titrerdi. (Ya da ben çok küçüktüm). Sözü üstüne söz söylenmez, evde tam bir dominant hatun havası eserdi.
İlkokul'a (bizim zamanımızda ilkokul ve ortaokul ayrıydı) başlamadan, daha bezelye kadarken hem okumayı, hem çarpım tablosunu bana söktürmüş, hem de daha beş yaşında beni okula yazdırmıştı. Eğitim konusunda tüm ailem üstüme düşerdi, beslenme konusunda ise ne yazık ki babanem sürekli benim aç kaldığım saplantısına sahipti. Sürekli evde "Çocuk aç!" havası esiyordu ve ben hiç aç değildim.
Öyle bir vahim haldi ki bu, gece yarısı uykudan kaldırıp yarım ekmeğe yağlı ballı ekmek hazırlar bana yedirirdi rahmetli. Uykumun arasında ağlaya ağlaya zorla yediğimi çok net hatırlıyorum. O zaman bu zaman yağdan da baldan da nefret ettim. (Gerçi bu şişmanlamamın önüne geçmedi). Yaşıtlarıma göre çoktan irileşmiş ve normalde 6-7 yaşında başlamam gereken okula şak diye 5 yaşında alınmıştım.
Yıllarla doğru orantılı bir şekilde kilom da arttı. Sürekli açmışım gibi yağlarla, kaymaklarla, ballarla, pekmezlerle besleniyordum. Doğal olarak okuldaki en şişman kız ünvanını almam gecikmedi. Annem ve babamlayken gayet düzgün besleniyor, babannemlere inince besiye çekiliyordum. Şu anda bulunduğum noktada yanlışlarını görmekle beraber onlara kızmıyorum, onlar doğru bildiklerini yaptılar ve torunlarını el bebek, gül bebek yetiştirdiler. O zamanki şartlarrın en iyisi buydu ve ellerinden geleni yaptılar.
Dördüncü sınıfın başlarında kaybettim babannemi. Allah gani gani rahmet eylesin. Bir yandan çok korkmakla beraber, çok bağlıydım ona. Babannem öldükten sonra resmen şirazem kaydı. Bezelye kadar olsam da yaşadığım depresyonu hatırlayabiliyorum. Bir sene sonra da dedemi kaybettik. Artık beşinci sınıfta, dersleri şahane fakat ailesinin bir kısmını kaybetmiş, depresif, yaşıtlarına göre şişko bir küçük kızdım.
Ortaokul'a başladım sonra. Ankara'yı bilenler bilir. Kumrular caddesinin orta yerinde, Namık Kemal'de okudum ben. Elbette burada da okulun en şişman kızı olarak zamanla ünlenecektim. Ortaokul hayatım gayet silikti. Hala da hatırladığım çok şey olduğu söylenemez. Berksan hariç. Tahmin ettiğiniz üzere aşık olmuştum! Berksan okulun yaşı en büyük ve elbette en havalı, en yakışıklı çocuğuydu. Üç sene boyunca çocuğa malak gibi baktım. Merdiven köşesinden, cam arkasından, sıra ardından. Ne kadar saklamaya çalıştıysam da okulda zamanla duyuldu. Orta sona kadar bakıştığım Berksan orta sonun son günü yanıma gelip "Seninle konuşacağız, 10 dk sonra bahçeye gel!" dedi. Heyecanımdan ölebilirdim! O 10 dakika geçmek bilmedi. Kalbim ağzımda ata ata bahçeye indim. Berksan beni kuytu bir köşeye çekip bağırmaya başladı. "Bir daha okuldan birine bana aşık olduğunu söylersen seni gebertirim!" Yaka paça kaçtım yanından. Allah da biliyor ya, bir an da olsa belki o da beni seviyordur diye düşünmüştüm. Sanırım ilk hayal kırıklığım böyle başladı ve ortaokul (şükürler olsun) bitti.
Liseye geçtiğim yaz annemle babam boşandı. Annem çeşitli durumlardan ötürü Almanya'ya gitti. O zamanların Emlak Bankası'nın Düsseldorf temsilciliğine atandı. Bana çok güzel bir lise bulundu Ankara'da. Ben babamın yanında Ankara'da kalıp Lise'ye devam ettim. Bulduğum her fırsatta, olası her tatilde Almanya'ya kaçarak tabii.
Liseye de mini mini yeni travmalar ve koca bir mideyle başlayan ben, her zamanki gibi okulun en şişman kızıydım. (Bunu sürekli yazmama gerek var mı bilemedim aslında). Üstelik okuduğum lise (Ankara'yı bilenler için Atılım Lisesi) tam zamanlı eğitim veriyordu ve ben okulda -sürekli- yiyordum.
Tanıdığım kadınlar arasından en hızlı hazırlanan hatun olarak ta bebecikkenden beri kahvaltı etme alışkanlığım olmadığını itiraf edeyim. Lisede de böyleydi. Bütün sabahım öğle yemeğini düşünmekle geçer, öğle yemeğinde de afedersiniz ama dana gibi yerdim. (Okulda yemek veriliyordu). Öğleden sonra ise kah tost, kah hamburger ile kilolarımı pekiştiyor, akşam yemeğine altlık yapıyordum.
Akşam eve döndüğümde ise babamla tipik bekar yemekleri yiyorduk. Nedir bekar yemeği? Olası en fazla karbonhidrat ile yapılan, göze çok gelen, karın doyuran şeyler. (Bu arada ne çileli hayatmış yahu, yazarken kendime üzüldüm).
Lisede hazırlık okuduktan sonra bölüm seçiliyordu. Yabancı dil (İngilizce-Fransızca) ve diğerleri şeklinde. Yabancı dil, İngilizce mezunu olarak, okul zamanı Türkiye'de, her tatilde Düsseldorf'ta muhteşem damak tadıma Yunan, Alman ve Fransız mutfağını katarak yılları birbirine ekledim. Çok okudum, çok gezdim ve çok yedim.
Yıllar yılları kovaladı ve artık Üniversite hayatı beni bekliyordu. Annem yurda dönüyor, ben İstanbul'a taşınıyor, ben babamdan ve Ankara'dan ayrılıp kocaman bir şehire gidiyordum. Ankara düzendi, Ankara haza beyefendi, hanımefendilerin mekanıydı, Ankara güzeldi. İstanbul korkutucu, büyük, kaos içinde ve bilinmezlikle doluydu. Tercihlerimde bilmemkaçıncı sırada olan İstanbul Üniversitesini kazandım, annem İstanbul'a kesin dönüş ile geldi. Yollara düştüm balık etli ve o yıllarda farkedemediğim bir şekilde balık "esir" li bir şekilde...
20 Mayıs 2011 Cuma
"Eğer elimde sihirli bir değnek olsaydı, çaya batırıp yerdim."
Merhaba sevgili okuyucu. "Sensin Obez!" e hoşgeldiniz. Nasılsınız inşallah?
Öncelikle ben kimim, neden böyle bir blog açtım, neden yazmak zorunda hissettim, dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Buradan gün be gün okuyacağınız şey aslında bir morbid obez'in normalleşme süreci olacak. (diye umuyorum).
Hastaneye gittiğinizde sizinle ilgili doldurdukları formlarda en önde kilo değeriniz olur genelde. Siz, temsil ettiğiniz değerler, okuduğunuz okullar (ki haklı olarak bu doktorların ne işine yarayacak), yaptığınız işlerin önünde bir morbid obezsinizdir. Sırf hastane değil, toplumda, nefes aldığınız her yerde bireyselliğiniz dahi önüne geçen tek şeydir kilo. Çünkü insanlar anomaliyi sevmezler. Kendileri gibi olmayan her şeyden, herkesten korkarlar. Bu toplum psikolojisidir. İlk olarak bir obez-morbid obezseniz bunlar kişisel almamayı öğrenmelisiniz. Yoksa çok canınız yanar. (burda hazır yanmışı var :)
Burada 30 senelik bir obezite hikayesi, bir kaç aylık da bir zafer hikayesi olacak ömrüm boyunca sürmesini umduğum.
Ben sanal dünyada betty puf puf diye tanıdığınız Başak, 30 yaşında, yazan, okuyan, hipersosyal, dj, oyuncu, seven, sevilen, gülen, haberiniz yokken ağlayan ama yazan, hep yazan...Size dilim döndüğünce hikayemi anlatacağım burada ve göreceksiniz, "Obezite kader değil!"*.
*Doç.Dr. Halil Coşkun
Etiketler:
betty puf puf,
obezite,
sensin obez,
su içsem yarıyor,
şişko
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)