Gül yaprağı...
Gülden Kale Düştü adlı kitabında, Ahmet Karcılılar bir hikaye anlatıyor.
Hikaye
şu: “Eski Çin’de, neredeyse hiç konuşmadan iletişim kuran rahiplerin
yaşadığı manastırlar varmış; empati duyguları o kadar gelişmiş ki
çoğunlukla diğerinin bir şey söylemesine gerek kalmadan ne istediğini ya
da ne düşündüğünü bilirlermiş. Bu manastırlarda eğitim görmeye hak
kazanan öğrenciler, gerekli her şeyi öğrenseler bile empati
yeteneklerini geliştirmeden rahip olamazlarmış.
Bu
manastırlara girmek oldukça zormuş. Her yıl pirinç hasadından sonra
öğrenci adayları manastıra girebilmek için günlerce kapıda beklermiş,
ama kapı bir türlü açılmazmış. Bir süre sonra beklemekten bıkan kimileri
vazgeçip köyüne dönermiş. Kalıp manastıra girmeyi başaranları başka
zorluklar beklermiş; rahipler ve eski öğrenciler manastırın bütün
işlerini yeni gelenlere yaptırırlar, hem de çok kötü muamele ederlermiş.
İç
savaşlar sırasında ve Japonya Çin’i işgal ettiğinde, bütün liderler ve
kahramanlar manastırlarda eğitim gören savaşçılar ya da rahiplerden
çıktı. Sanırım rahipler aynı zamanda zarar görmeden yerel derebeylerine
karşı çıkabiliyorlardı, yani statü sahibiydiler. Bu yüzden, bu kadar
zorluğa rağmen oldukça fazla sayıda kalan oluyormuş. Onları da zorlu bir
eğitim süreci beklermiş.
Manastıra
girmeyi çok isteyen bir çocuk giriş zamanını kaçırdığından kapıda
kalmış, ama yine de umutla kapıda bekliyormuş. Rahipler çocuğun
beklediğini görüyor, fakat girişle ilgili katı kurallar olduğundan
kapıyı açmıyorlarmış. Bir ay sonra beklemekten vazgeçmeyeceğini
anlamışlar, ona acıyıp manastıra girmesinin olanaksız olduğunu bir
şekilde göstermeleri gerektiğini düşünmüşler. Bir rahip kapıya çıkmış,
elinde ağzına dek su dolu bir tas varmış. Çocuk bir süre rahibe
baktıktan sonra yerdeki bir gül yaprağını alıp suyun üstüne koymuş.
Rahip saygıyla eğilerek geri çekilmiş ve bütün kuralları çiğneyerek
çocuğun manastıra girmesine izin vermiş.”
Aslında
kendimizle o kadar doluyuz ki, hayatlarımıza giren herkesin bizleri
taşırmayacak bir gül yaprağı olması gerekiyor. Kendilerini gonca gül
zannedip, gül yaprağı olamayacak olanlarla yollarımız ayrılıyor.
Evlilikler, birliktelikler, sevgililer de böylece uçup gidiyor.
Gelenler
gidenleri, gidenler yeni gelenleri aratıyor, aramalar sürekli bir hal
alıyor ve üvertür ilişkiler arasında boğuşmalar sürgit devam ediyor.
Oysa hayatlarımızda hep ve daima as ilişkiler ve başyapıtlar vardır. Ama
öyle bir yere gelinmiştir ki, kimsenin bir diğerinin gonca gülü olma
hakkına sahipliği kalmamıştır.
Yeni hayatlara ve gül yapraklarına merhaba...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder